29 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/29

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfını genel greve
hazırlamak için ileri!
Birleşik-militan bir
sınıf hareketi olmalı!
Kürt halkına saldırganlıkta
“yeni dönem”
“Demokratik Özerklik meşru bir hak”!
Erdoğan’ın Filistinli
büyükelçilere hitabı.
Sermayenin
“kıdem tazminatı” yalanları
Saldırılara karşı mücadele
kararlılığı!
'Büyük sürgün’
1 Ağustos’ta yürürlükte!
PETKİM’de direniş kazandı!
Erdoğan’ın Filistinli
büyükelçilere hitabı.
Hastane çalışanları isyanda!
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat
Bahreyn’de kuşatmaya
karşı mücadele!
Popülist-parlamenterist
çizginin yükselişi - Volkan Yaraşır
Avrupa’da borç krizi ve olası gelişmele
‘Bebekten katil yaratan karanlık’ Norveç’te de,
Türkiye’de de aynıdır!
Çocuk katili devlet hesap verecek!
19 Aralık Katliamı’nı tetikçisi anlattı
“Üçlü protokol iptal edilsin!”
Kampüsler “Hansel ve Gretel”leri bekliyor
8. Mamak Kültür Sanat Festivali üzerine Festival Hazırlık Komitesi sözcüsü ile konuştuk
Nasıl bir zekâ meşalesi söndü
Nasıl bir yürek durdu!* -Viladimir İliç Lenin
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Erdoğan’ın Filistinli büyükelçilere hitabı…

Riyakârlığın doruğundalar!

Mavi Marmara gemisinin 2. Gazze’ye Özgürlük Filosu’na katılmasına engel olduğu için Washington ve Tel Aviv yönetimlerinden “aferin” alan AKP şefi Tayyip Erdoğan, bu gelişmenin hemen ardından İsrail’den gelen “gizli ziyaretçi”lerle kapalı kapılar ardında görüşmelere başladı. Aynı günlerde ABD ve İsrail basını, İsrail-Türkiye ilişkilerinin “ısınma” sürecinde olduğunu dünyaya duyurmaya başladı.

Dinci gericiliğin başı konumundaki Erdoğan’la partisi AKP’nin siyonist şefleri ağırlaması ve ikili ilişkilerin geçirdiği sarsıntının aşılması için çaba harcadığı basına yansıyınca, deşifre olan riyakarlığın dengelenmesi için, İstanbul’da düzenlenen Filistinli büyükelçiler toplantısı “bulunmaz fırsat” bilindi.

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın da katıldığı toplantıda konuşan Tayyip Erdoğan, ‘Filistin davasının baş savunucusu havalarına’ büründü. Döne döne Gazze etrafındaki kuşatmaya değinerek İsrail’e yüklenen AKP şefi, Mavi Marmara gemisinin ablukayı delmek için Gazze’ye giden filoya katılmasını engelleyen kendisi değilmiş gibi, atıp tuttu.

Washington’dan gelen emirle Filistin halkını satan AKP şefi, deşifre olan riyakarlığını karşı atakla dengelemeye çalıştı. Nelere değinmedi ki Erdoğan? Gazze ablukasından yasadışı Yahudi yerleşimlerine, İsrail’in şımarıklığından ABD’nin suç ortaklığına, başkenti Doğu Kudüs olacak Filistin devletinin kurulmasından İsrail’in masum insanları öldürmesine… Filistin başta olmak üzere Arap halklarının duymak istediği bir tiratla şov yapan Erdoğan, gösteriyi bir Filistin şiiri okuyarak tamamladı.

ABD-İsrail ikilisine karşı “Filistin davasının savunucusu” edasıyla sahnede nutuk atan Erdoğan, siyonist rejimle ilişkilerin düzeltilmesi için siyonist şeflerin Mavi Marmara gemisi katliamından dolayı özür dilemesini yeterli bulmaktadır. Açıktır ki, AKP hükümeti ve onun şefi Erdoğan bir özürle İsrail’le sıkı işbirliği yapmaya hazırdır.

Siyonist rejimin bazı şefleri de özür dilenmesinden yanalar. Muhtemelen bu eğilim Tel Aviv’de ağır basacak. AKP hükümetinin talep ettiği tazminat ise İsrail için zaten sorun teşkil etmiyor. İsrail özür dileyince, taraflar arasında esas sorun çözülmüş olacak. Yani vaazlarında Filistin için timsah gözyaşları dökenler, İsrail’le sıkı işbirliğine devam edecekler; elbette daha önce de olduğu gibi Filistin halkı için değişen hiçbir şey olmayacak.

Bu arada Gazze’yi ziyaret etmek istediğini de açıklayan Erdoğan, “Filistin dostu” imajını daha da güçlendirme derdinde.

Filistinli büyükelçiler huzurunda yapılan konuşma ve Gazze ziyaretine dair açıklamanın, siyonist şefleri rahatsız edeceği açık. Zira onlar, Filistin halkının direnişinin meşru kabul edilmesine tahammül etmiyorlar. Ancak çıkarları Türk devleti ve AKP hükümetiyle işbirliğini geliştirmeyi zorunlu kıldığı için, bunu çok da dert etmeyeceklerdir.

Gerçi AKP hükümeti ile şefinin İsrail karşıtı “sert” vaazlarına karşın, İsrail’le mali, ticari, askeri vb. ilişkiler devam ediyor. Fakat İsrail bu ilişkileri daha da pekiştirmek istiyor. Bundan dolayı küstahlığı tam elden bırakmasa bile, pragmatist/faydacı yaklaşımın siyonist rejimde ağır basacağına dair güçlü veriler mevcuttur. Washington’daki efendilerin de iki işbirlikçi rejimi barıştırmak için çaba sarf ettiği göz önüne alındığında, Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelme sürecinde olduğunu söylemek mümkündür. Buna karşın taraflar, en azından bir süre daha “tribünlere oynamaya” da devam edeceklerdir.

Bu durumda, Erdoğan’ın Filistin sorununu hamasetle istismar etmesinin arkasında parti tabanını motive etme, daha da önemlisi Arap halklarına mesaj verme kaygısı var. Görünen o ki, ABD emperyalizminin Arap dünyasındaki halk isyanlarına karşı başlattığı saldırıda üstleneceği rol, Erdoğan’ı bu hamasetli vaazlara başvurmaya zorluyor. Zira halk isyanları karşısında ABD ile aynı tutumu takınması AKP ve şefinin Arap dünyasındaki popülerliğini zedelemiş, “Türkiye modeli” ise tebessümle karşılanır olmuştu. Bu durumda “imaj düzeltme” Erdoğan için bir zaruret haline gelmiş oldu.

Bu durumda Filistin sorunundan daha etkili bir araç bulunamaz. Çünkü bu sorun Atlas Okyanusu’ndan Basra Körfezi’ne kadar bütün Arap halklarını yakından ilgilendiriyor. Bunu bilen AKP şefi ve onun danışmanları, Filistinli büyükelçiler önünde sergilenecek şovun konuşma metnini “nabza göre şerbet verme” anlayışıyla hazırlamışlar.

Vurgulamak gerekiyor ki, burada sermaye iktidarı ve onun sözcüsü Erdoğan için esas sorun Filistin halkının acılarına son verecek bir çözüm için çaba sarf etmek değil, bu halkın sorunlarını/acılarını, ABD güdümündeki “etkin taşeronluk” misyonunu etkili bir şekilde oynayabilmenin bir aracı olarak kullanmaktır. 

Eğer siyonist rejim üzerinde baskı uygulayıp, Filistin halkına reva gördüğü zulmü engellemek gibi derdi olsaydı, AKP ve şefinin en basitinden yapacağı ilk şey, İsrail’e karşı başlatılan boykot eylemine destek vermek olurdu. Oysa mali, askeri, ticari, siyasi, diplomatik, akademik ve diğer alanları kapsayan boykota destek vermek bir yana, AKP hükümeti Mavi Marmara’nın 2. Gazze’ye Özgürlük Filosu’na katılmasını engelleyerek siyonist şefleri rahatlatmayı tercih ediyorlar. Hal böyleyken, Tayyip’in filoya engel olduğu için Yunanistan’ı eleştirmesi, bir başka riyakarlık örneği olmuştur. Zira kendi yaptığının, özü itibarıyla Yunanistan’ın yaptığından hiçbir farkı yoktur.

Filistin halkını savunmak adına konuşurken eşitlikten, özgürlükten, geleceğini belirleme hakkından, baskıya, zulme ve katliamlara karşı tutum almak gerektiğinden söz eden Erdoğan, aynı günlerde 15 bin özel tim polisini, ulusal eşitlik ve özgürlük uğruna mücadele eden Kürt halkının üzerine salmaya hazırlanıyordu. Yani, Filistin halkının özgürlük mücadelesini desteklediğini iddia eden dinci gericiliğin şefi, Kürt halkının özgürlük mücadelesini kanla boğmaya hazırlanan bir zihniyetin temsilcisi olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

İsrail nasıl ki, Filistin halkının direnişini “terörizm” olarak damgalayıp katliamlarını meşru göstermeye çalışıyorsa, Türk devleti ve AKP hükümeti de, aynısını Kürt halkına yapmaktadır. O halde siyonist rejimle Türk sermaye devleti ve AKP hükümetinin ezilen halkların özgürlük mücadelesi karşısındaki tutumları bir ve aynıdır.

Özgürlük uğruna mücadele eden ezilen halklara gerici güçlerden hayır gelmez; tersine bu tür beklentiler hareketi sakatlamaktan başka bir işe yaramaz. Özgürlüğün yolu ise direniş ve enternasyonal dayanışmadan geçmektedir.

 

 

 

Faşist kudurganlık Eskişehir’de

Kürt halkını hedef alan ırkçı-faşist saldırganlık zincirine bir halka daha eklendi. 27 Temmuz günü, Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine tarım işçisi olarak çalışmaya gelen Kürt işçilere dönük faşist bir saldırı gerçekleşti.

Ömerköy’de Kürt işçilerle köylüler arasında “kiraz toplama” işi üzerinden başlayan tartışma faşist provokasyona dönüştü. Köylülerin bir kısmı “Türk bayrağı açıp İstiklal Marşı okuduktan Kürt işçilere saldırdı. Çıkan çatışmada, 6’sı tarım işçisi olmak üzere 8 kişi yaralandı.

Olayın ardından ilçeden toplanan faşist güruhlar Ömerköy’e gelerek şoven atmosferi körüklemeye çalıştılar. Bu grupla birlikte jandarma ve polis binaları önünde toplanan kitle de Türk bayrağı açıp İstiklal Marşı okuyarak, Kürt halkını hedef alan sloganlar attı.

Düzen medyasının faşist güruhların saldırılarını “hassasiyet” olarak tanımlayarak meşrulaştırmaları, düzen sözcülerinin ise şoven açıklamalarda bulunarak arkası kesilmeyen tehditler savurması söz konusu saldırıların çoğalmasına neden oluyor.