11 Şubat 2011
Sayı: SİKB 2011/06

 Kızıl Bayrak'tan
Mücadeleyi kazanmak için örgütlü taban inisiyatifleri!.
Kazanmak için sendika bürokrasiyi aşmak şarttır!
Ulusal İstihdam Stratejisi:
Sermayenin saldırı stratejisi
Torba yasaya karşı
meşalelerle yürüdüler!
İş cinayetlerine son vermek için mücadeleye!
İşçi katliamı lanetlendi..
KDS Pres Döküm’de
direniş ve gözaltı terörü
Metal'de greve doğru.
UPS işçilerinden zafer kutlaması
Küçükçekmece KHK sözcüleriyle konuştuk
İzmir’de işçiler
kurultaya yürüyor..
Gebze İşçi Kurultayı’na!.
Mısır: Ayaklanma çıkış
yolu arıyor
İhtilalin ruhu Arap coğrafyasını
sarıyor / 2 - V. Yaraşı
47. Münih Güvenlik Konferansı
Halk ayaklanmalarının
gösterdikleri- S. Eren.
Dünyadan
Kıbrıs’ta AKP’ye tepki büyüyor
“Dink için kardeşlik nöbeti
Yaygın devrimci çalışma.
8 Mart’ta mücadele alanlarına
Çürüyen düzenin sahte “ahlak” tartışmaları
Hasta tutsaklara özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Halk ayaklanmalarının gösterdikleri

S.Eren

Devrim hakkı, sonu sonuna, tek, gerçek “tarihsel hak...”

(Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’ne Önsöz’den, Engels)


14 Ocak’ta Tunus’ta patlak veren ve dalga dalga yayılan kitle eylemlerinin hızının kesilmemesinin ardından General Reşit Ömer, Bin Ali’ye ülkeyi terk etmesi için birkaç saat zamanın kaldığını ve aksi durumda kendisinin ve ailesinin güvenliğini sağlayamayacağını iletir. Suudi Arabistan yolunda Şarm El-Şehy’te bir ara iniş yapan Bin Ali, havaalanı personeline “başka binecek kimse yok mu?” diye sorar. Zira Kahire’de güvenlik sorunu yaşadığını düşünen Hüsnü Mübarek, o sıra Şarm El-Şehy’te ikamet etmektedir. Kitlelerin nezdinde alay konusu olan Mübarek yaratıcı ironiyle çoktan devrilmiştir.

Bertolt Brecht, Hitler’i milyonların gözünde gülünç duruma düşüren, basitleştiren, o güçlü yürüyüşünü bozan, birçok propaganda ve ajitasyondan daha çok Charlie Chaplin’in yaptığı filmin etkili olduğunu belirtir. Eğer bir diktatör halk arasında alay konusu ise o artık “gömülmüş” demektir.

***

Mısır’da o muhteşem halk direnişini ortaya çıkaran toplumsal ve siyasal nedenler Tunus’tan farklıdır. 2000 yılından bu yana medya tekellerinin yayınlarına pek de konu olmayan bir dizi küçük ve orta çaplı grev ve direnişler yaşanmıştır. Ayrıca Mısır’daki gelişmeler, emperyalist güçlerin ülke üzerindeki etkisi, talan ve yağma politikası ile ülkenin jeopolitik konumundan bağımsız düşünülemez. Üniversite kampüslerinden Irak işgalini protesto eden öğrencilerin eyleminin kanla bastırılması kamuoyuna “islamcılara darbe vurdu” biçiminde duyurulmuştu.

Mübarek rejiminin en başta gelen özelliği, İsrail ve Mısır arasında gerçekleştirilen 1973 Camp David uzlaşmasından bu yana Filistin direnişinin kanla bastırılmasında üstlendiği rol ve emperyalist saldırganlığın kuklası konumudur. İşgal altındaki Filistin topraklarını ikiye bölen duvarın çimentosunun Mısır tarafından sağlandığı aşikardır.

Tunus’ta kitle eylemlerinin belli bir mecrada yürümesinde sendikalar etkili olurken, Mısır’da tarihsel olarak işçi hareketinin her türlü inisiyatifi bastırılmıştır. Mısır’da KP 1953’te Nasır tarafından yasaklanmıştır. Bağımsız mevcut bir sendika yoktur. Tunus’ta bütün baskılara karşı yönetici egemen sınıfla organik bir bağ içinde bulunan yarı bağımsız sendikalar ile birlikte bir taban örgütlenmesi mevcuttur. Tunus’taki eylemlerin militanlığında bu mücadeleci taban örgütlenmeleri önemli bir rol oynadı. Bu işçi inisiyatifleri bu süreçte en başından itibaren önemli rol üstlendiler.

Ayrıca 11 Eylül’den bu yana bölgede ve özellikle de Mısır’da, her türlü muhalefet, direniş, gösteri, radikal islam karşıtı mücadele adı altında sistematik olarak bastırılmıştır.

Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” teoremi emperyalist yeni dünya düzeninin ideolojik politik konsepti olarak bölgede sistemli bir şekilde uygulanmaya konulmuştur.

El Kaide ve Müslüman Kardeşler gibi örgütler, emperyalist güçler tarafından bölgede nüfuz kurmak için maşa olarak kullanılmıştır, kullanılmaktadır. Özellikle İntifada’ya karşı gerici, çekingen, uzlaşmacı ve egemen sınıfla ilişkilerden dolayı genç kadroların önemli kesimleri Müslüman Kardeşler örgütünü terk etmiştir.

Devrim aldatılamaz

Tarihi gelişmesinin hiçbir evresinde devrim, aldatılmaz, yolunda devam eder. Tarihi gelişme tarafından gündeme getirilen bir toplumsal soru, çözümü için kaçırılan fırsat ya da bu çözümün sürecinde yaşanan başarısızlığa rağmen, çözülene kadar yeniden gündeme gelir.

Kaybedilen bir devrim, karşı devrimin acımasız saldırısıyla yüzyüze kalır. Karşı devrim devrimin yenilgisi üzerindeki zaferini devrimin kahramanlarını prangaya vurarak, tarihin tekerleğini durdurduğunu düşler. Ama bütün bu hesapları kursaklarında kalır. Bir taraftan “tarihin sonu” ilan edilirken, emekçi kitleler, o derin dalganın yarattığı şiddetle yeniden geri gelir. Bu kez daha önce yaptıkları hataları tekrarlamamak üzere.

Tekelci medya, liberal politik yorumcular, reformist solun sözcüleri Arap Yarımadası’ndaki emekçi ayaklanmasını bir “devrimci halk iktidarına yöneliş” olarak yorumladılar.

Bu ayaklanmanın devrim teorisi açısından önemli sonuçlar ortaya çıkardığı, daha doğrusu Marksist-Leninist devrim teorisini bir kez daha doğruladığı kesindir.

Doğu Bloku’nun çöküşüne neden olan anti-komünist kitle eylemlerini “devrim” diye sunanlar, daha sonraki süreçlerde ise “renkli devrim” ifadelerini politik gündeme soktular. Tunus ve Mısır’daki gelişmeler de gazete manşetlerinde Tunus devrimi, Mısır devrimi olarak sunulmaktadır.

Materyalist yaklaşım ise ortaya çıkan olguların titizlikle analiz edilmesini öngörür. Bir halk ayaklanması durumunda, hangi sınıf ve sınıfsal katmanın nasıl tutum alabileceği, mücadelenin sertleşmesi durumunda, hangi sınıfsal katmanın uzlaşmacı olacağı, hangisinin yalpalayacağı ve benzeri olasılıkları gözetir. Devrimci politika bilimsel temellere dayanır. Modern kapitalist toplumda, tarihse gelişmenin, ortaya çıkardığı muazzam toplumsal sorunları devrimci bir tarzda çözebilecek tek gerçek sınıfın proletarya olduğu tartışmasızdır.

Hüsnü Mübarek rejimine karşı ayaklanan emekçilerin, muhalefetin her türlü katmanını kapsadığı bilinmektedir. Baskı altında bunalmış bütün toplumsal kesimlerin (işçiler, işsizler, yoksul üreticiler, orta sınıf kesimler, öğrenciler, burjuva muhalefeti, dinci gruplar vs.) ortak düşman olan Mübarek ve yandaşları karşısında tek yumruk olmaları doğal bir sonuçtur. Bu birliğin tek politik hedefi Mübarek’in düşürülmesidir. Legalitede yaşama olanağı olmayan birçok dağınık sol grup ve inisiyatifin bütün bu başkaldırının önemli bir yürütücüsü olduğu El Cezire muhabirleri tarafından olumlanarak sıkça vurgulanmaktadır. Halk hareketi içinde zaman ilerledikçe programatik, siyasal farklılıklar gittikçe netleşecektir.

1848 devrimlerini değerlendiren Marks, Viyana ayaklanmasından sonra devrim teorisi açısından unutulmaması gereken şu sonucu işaret eder: Her devrimin belli ölçüde zorunlu koşulu olan farklı sınıfların ittifakı ve bu ittifakların uzun ömürlü olamaması bütün devrimlerin ortak “kaderidir”. Ortak düşman üzerinden sağlanan zaferin ardından, zaferi kazananlar farklı akımlara ayrışır ve silahlarını birbirlerine karşı doğrulturlar.

Tam da toplumsal karmaşa sürecinde bu farklı programatik çatışma ve çelişkiler keskinleşirken, partilerin birbirleriyle ilişkilerinde, radikal dönüşümün itici gücü olur.

Bir noktanın altını çizmek önemlidir. Eski Doğu Bloku ülkelerindeki “renkli devrimlere” karşın ki bunlar genel olarak emperyalist burjuvazinin yönlendirmesi ve araçları doğrultusunda hareket ettiler. Kosova bunun en bariz örneğidir. Arap emekçilerinin ayaklanması ise bölgede emperyalist egemenliği sarsan bir boyuta sahip.

Tunus ve Mısır’da yaşanan halk ayaklanması yeni sömürgeciliğin dayattığı köleleştirici sosyal konuma “artık yeter” çığlığıdır. Bundan böyle emperyalist politikaların objeleri olmayacaklarının dışa vurumudur. Zira sınıfsal içeriğinden, boyutundan arındırılmış bağımsız ulus devleti mücadelesi “Nasırizm” tarafından başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halk aleyhine, burjuvazinin egemen konumunu güçlendiren bir sürecin başlangıcı yapılmıştır.

Burjuvazi bir milli kapitalizm istiyordu. Bunun için de bağımsız bir devlet zorunluydu. Ki bu talep onu bir ölçüde anti-sömürgeci mücadeleyle kitlelerin “politik avukatı” konumuna büründürmüştü. Sınıfsal çıkarlarına uygun milli mücadelede hep ikircikli bir tutum sergilediler. Sömürge yönetimi onlar içinde büyüyüp güçlenecekleri bir toplumsal düzen olarak görülüyordu. Bu açıdan, “Nasırizm” başından itibaren sömürgecilerle bir radikal kopuştan öte, uzlaşmacı politikalar izledi.

Yerli emekçi kitleleri bu süreçte ‘sömürgeci beyler’e karşı bir ordu işlevi görüyordu. Yoksul köylü kitlelerin ve işçilerin bağımsız politik talepler ile ortaya çıkmaları her şart altında boğuluyor ve bu konuda sömürgeci güçlerle işbirliğinden kaçınılmıyordu. Bağımsız devletle elde edinilen siyasal bağımsızlık, emperyalistlerin kapsamlı ekonomik, politik, kültürel cenderesinde nefessiz kalıyordu.

Devrim mi?

Devrim kavramı, en çok ideolojik, politik tartışma ve yorumların yürütüldüğü, üzerinde farklı dünya görüşlerinin savaş sürdürdüğü bir olgu olarak hiçbir dönemde güncelliğini yitirmedi.

Sömürülenler, ezilenler, kölelik dünyasına mahkum olanlar, işçiler, emekçiler, ezilen uluslar, baskı ve sömürüye maruz kalanlar devrim kavramıyla, insanca bir yaşam talebiyle, sömürüsüz, baskısız bir dünya tasarlamışlardır. Sömürücü düzenin bekçileri, oligarklar, emperyalist haydutlar ise büyük bir kin ve nefretle söz etmişlerdir. Fransız Devrimi karşısında Prens Klemens von Metternich kinini (“la gangrène de la société”) “toplumun kangreni” sözleri ile nitelendirmiştir. Bu söylem burjuvazinin devrim karşısındaki tutumunun somut bir ifadesidir.

Yine 1848 devrimlerine ilişkin değerlendirmelerinde Marks artık devrimleri birkaç kötü niyetli propagandacının aksiyonları olarak algılayan inaçların döneminin kapandığını belirtir.

Devrimci dönüşümlerin temelinde toplumsal gelişmenin önünde artık bir engel teşkil eden, miyadını doldurmuş yapı ve kurumların tasfiyesi, aşılması zorunluluğunun ortaya çıkmasıdır. Bu maddi bir toplumsal ihtiyaç olarak kendisini sosyal sınıfların eylemlerine yansıtır. En sade, dar politik anlamıyla devrim, iktidarın bir sınıfın elinden başka bir sınıfın eline geçmesi demektir. Buna karşın reform ise verili toplumsal yapıda gerçekleşen kısmı dönüşümler, yani iyileştirmelerdir.

Devrim, politik bir devrim olarak “iktidar ilişkilerini” sosyal bir devrim boyutuyla da üretim ilişkilerini köklü bir temelde zorla çözer. Devrim ve reform olarak adlandırılan kısmi dönüşümler diyalektik bağlamı ve ilişkisi bütünlüğü içinde algılanmak zorundadır.

Reform kavramı şüphesiz devrim kavramının tam karşıtıdır. Lenin özellikle bu zıtlığın, bu iki kavramı ayrıştıran sınırların gözardı edilmesinin birçok tarihsel hataya yol açtığının altını çizer. Diyalektik esnekliğin içinde somut koşullarda yeniden değerlendirilmesini önerir. Halk ayaklanmaları sonucu, egemen sınıflarla çatışmada elde edilen her somut iyileştirmenin önemi “reform” nitelemesini haklı kılar.

Sınıflara bölünmüş antagonist bir toplumda egemen sınıfların, kitle mücadelesini paralize etmek, devrimci enerjinin içini boşaltmak, devlet ve egemen toplumsal ilişkilere ilişkin yanılsamalar yaymak için taviz olarak attıkları adımlar ve önlemlerin reform olarak nitelendirilmesi sadece politik safdilliktir.

Lenin’in deyimiyle antagonist bir toplumda reformlar, sınıflar mücadelesinin aracı ve sonucu olarak, ikili karakter taşır.

Burjuva reformistleri ve liberal solcular reform-devrim ilişkisine metafizik bir yöntemle yaklaşırlar. Reformlarla toplumun dönüştürülmesi mümkün ise neden devrim diye sorarlar. Hatta devrimden vazgeçildiğinde, reform taleplerinin hayata geçirilmesinin daha kolay olacağını düşünürler. Kürt sorununun çözümüne ilişkin yaklaşımlar ile referandum dönemindeki sol liberal tutumlar hatırlanmalıdır.

Mısır’daki halk ayaklanmasını devrim olarak nitelendirmek, devrim teorisini anlamamak siyasal ve programatik farklılıkları sulandırmakla eşanlamlıdır.

Ama diğer taraftan Mısır’daki halk direnişi devrimci partinin yıllardır savunduğu programatik söylemleri doğrulamıştır. Özellikle Mısır’daki halk ayaklanması, sol sosyalist kesim de dahil olmak üzere birçok ezberi bozmuştur. Ortaçağ karanlığını “dini formasyonu” içinde gören bir halk, dini motifler de kullanmayarak bölgenin en “emperyalist uşağı” rejimine beklenmedik bir tokat atmıştır. Egemen düzenin yöneticileri, sözcüleri ve emperyalist güçler tam bir şaşkınlık yaşamaktadır. Kurulu düzenin bütün taşları yerinden sarsılmıştır.

Bu halk ayaklanması hiçbir politik hayale yer bırakmayacak biçimde, kurulu egemen düzen çerçevesinde emekçilerin sosyal ve politik konumunu düzeltecek en küçük adımların, ancak devrimci sınıf mücadelesinin yan ürünleri olarak elde edilebileceğini kanıtlamıştır. Kitlelerin devrimci dönüşümü gösterecekleri kararlılıkları burada esas ölçüttür.

Legal parlamenterist yöntemlerle temel toplumsal siyasal sorunların çözüleceğine inananlar hayal kırıklığı yaşamaktan kurtulamayacaklardır. Kitlelerin devrimci enerjisi, yaratıcılığı, inisiyatifi özellikle Mısır toplumunda birikmiş birçok toplumsal sorunu bütün berraklığıyla ortaya sermiştir. Dönüşümleri dayatacak, zorlayacak tek ve gerçek güç, tam da Lenin’in deyimiyle kitlelerin devrimci enerjisidir. Politik mücadelede emekçilerin isyanını sağlamada propaganda ve ajitasyonun rolü tartışmasızdır. Fakat belli dönemlerde yaratacağı etki sınırlıdır. F. Engels “‘Dostumuz Bismark’ sayesinde, sosyalistler yasası ile tarafsız, pasif kitleler uyandı. Kendi vücutlarında yaşattıkları deney onları uyandırdı. Daha önce propagandamız lokal kalıyordu. Propaganda ve ajitasyona karşı duyarlı olmayan kitleler ilk günden itibaren sarsılırlar, dönüşürler, aydınlanırlar. Tarafsız, pasif bir halk ancak içine düştükleri çelişki ve çatışmaların sarsıcı etkisi altında dönüşebilir” demektedir.

Mısırlı emekçiler en berrak bir biçimde bu süreci yaşıyor. Müslüman Kardeşler’in gerçek siyasal karakterini, burjuva politikacı ve emperyalist güçlerin oyunlarını, militarizmin gerçek yüzünü kendi deneyleri ile öğreneceklerdir.

Zira Marks’ın 1848 devrimlerini hatırlatarak çıkardığı genel sonuç halkların kazanımları değil, kaybettikleri oldu. 1848’in Haziran, Kasım ve Aralık ayları Avrupa halklarının hafızasında, sihri bozan, aydınlatan muazzam gösteriler oldu. Halk ayaklanmalarının Arap emekçilerinin hafızasında da aynı etkiyi yarattığı kesin. Halk ayaklanması muhtemelen yatıştırılacaktır, ki bütün olgular buna işaret ediyor. Ama yine Marks’ın deyimiyle “Kararlı bir mücadele sonucu yaşanan bir yenilgi, kolay elde edilmiş bir zafer kadar anlamlıdır!”

Özetlersek, Tunus ve Mısır halk ayaklanmasının fitilini ateşleyen, bütün toplumsal katmanların harekete geçmesinin enerjisini ortaya çıkaran özellikle 2000’li yılların tümünü kapsayan, farklı zamanlardan ortaya çıkan militan işçi eylemleridir. 2008 yılında Ghazl el-Mahalla 32 bin tekstil işçisinin “Kahrolsun Mübarek rejimi” sloganlarıyla yaptıkları militan direniş hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır. 2009 ve 2010 yıllarında işgal ve yol kesme türünden bir dizi işçi eylemine sahne olan Mısır tam da yaşanan bu sürecin patlamasıyla sarsılmaktadır. Ne yazık ki, burjuva medya kadar, sol basın da bu modern sınıfın örgütlü eylemlerinden pek söz etmedi, ya da gözardı etti. İşçi sınıfının bu süreçte alacağı rol ve halk ayaklanmasında yaratacağı ağırlık sürecin seyrini belirleyecektir. Tahrir Meydanı’nda yeni bir “Mısır İşçi Sendikaları Federasyon”un kurulduğunu bir bildiriyle kamoyuna duyuran genç işçi eylemcilerin, aynı anda genel grev çağrısında bulunmaları önemli bir gelişmedir.

Gözler işçi havzası ve stratejik konumda olan liman kenti Süveyş’e çevrilmiş bulunuyor. Bütün baskı ve yasaklanmalara karşın illegal işçi komitelerinin etkili olduklarının, yayınlanan bildiride altı çizilmektedir. Yaşanan bir devrim değil devrimci süreçtir. Bu açıdan ayaklanmayı “devrim” olarak nitelendirmek devrimleri basitleştirmekten öteye gitmez. Tekelci basın kurulu düzenin sınırlarını zorlamayan özel mülkiyetin dönüşümünün gündemine almayan her kitle hareketini “devrim” olarak sunmaya, yeni dünya konsepti içinde ideolojik bir araç olarak kullanmaktadır. Mübarek’in emperyalistlere katı bağlılığından dolayı “rezil” etmeden sakin bir şekilde “evine” yollanması ABD ve Avrupa Birliği tarafından sinsice planlanmaktadır. Mısır’daki halk ayaklanması hala, Nasır döneminde hatırlanarak ordu konusunda büyük bir yanılgı içindedir. Hatta ordu bu süreçte transformasyonu sağlayacak tek güç olarak algılanmaktadır. Ordusuyla, bürokratik devlet aygıtıyla Mısır bölgede emperyalist saldırganlığın en önemli aracı konumundadır.

ABD basını eylemlerin başladığı ilk günden itibaren Pentagon’un ve Mısır’ın generallerinin bir “kriz masası” kurduklarını duyurdular. Özellikle Mısır ordusunun üst kademeleri Pentagon’un maaşlı memurları konumundadır. Halk ayaklanmasına yönelik saldırı konumuna geçememesinin arkasında “Mübarek için değer mi?” sorusu yatmaktadır. Gidici olan Mübarek rejiminden nefret eden askerlerin halka ateş açma konusundaki ikirciliği de generaller tarafından gözetilmektedir. Çünkü askerler çoğunlukla emekçi ailelerin çocuklarından oluşmaktadır. Egemen sınıf ve devlet aygıtı bütün birimleriyle, rafine ideolojik, politik, kültürel manipülasyon mekanizma ve deneyimleriyle, oyalama, göstermelik taviz ve reform vaadleriyle ayaklanmayı bastırmaya çalışmaktadır. Devrimci partinin önderliğinde yürümeyen bir halk ayaklanmasının zaman uzadıkça paralize edilmesi riski de her gün artacaktır. Ayaklanan bir halk bütün gücü ve enerjisiyle egemen sınıfla hesaplaşmayı dar bir zamana sığdırma becerisini göstermediği sürece esneyecektir, yorulacaktır, moral kaybına uğrayacaktır. Bütün halk ayaklanmalarının ortaya çıkardığı sonuç budur.

Ortadoğu’nun en militarist aygıtına sahip olan Mısır’daki egemen sınıfların iktidarlarını çatışmasız, kansız bırakacaklarını düşünmek ancak “kadere” inananların rüyası olabilir. Ama olası bir “yenilgi” bile yeni devrimlerin sinyali olacaktır. Liberaller ve Müslüman Kardeşler sosyal mücadelenin, sınıf mücadelesi dinamiklerinin sadece geçici “burjuva maskeleri”dir.

Bu süreçte farklı beklentiler içinde olmak abartılı olacaktır. Ama ne olursa olsun şurası açıktır ki, emekçilerin muhteşem devrimci enerjisi korku duvarını yerlebir etmiş, buzu kırmış yolu açmıştır. Devrimler yakın geleceğimizin en önemli tarihsel olayları olarak karşımıza çıkacaktır. Bundan şüphesi olan sadece iflah olmayan bir karamsardır.