04 Şubat 2011
Sayı: SİKB 2011/05

 Kızıl Bayrak'tan
Ortadoğu halklarının tutuşturduğu
isyan ateşi büyüyor!
Clinton Türkiye’ye geliyor
Torba yasa mecliste görüşülüyor,
ihanet büyüyor
Metal işçilerinin yakacağı
grev ateşini yangına çevirelim!
MESS üyelerini greve hazırlıyor
Metal işçileri greve hazır
MİB MYK Şubat Ayı
Toplantısı Sonuçları
Direnişler ve TİS süreçleri.
DİSK’i büyütme çağrısı
PTT’de coşkulu dayanışma etkinliği
Kurultay çalışmalarından
Mısır’da büyük halk
ayaklanması!
Tunus’la başladı, Mısır’la sürüyor!
Tunus’ta kritik süreç devam ediyor
İhtilalin ruhu Arap coğrafyasını
sarıyor / 1 - V. Yaraşır
Wuppertal’de Nazilere
geçit yok!
Sözde temsilciler Erzurum’da
gençlik alanlarda!
“Karneler, çürümüş
düzenin aynasıdır!”.
Anti-emperyalist mücadelede
şanlı bir sayfa: 6. Filo protestoları
Sağlıkta performans ölüm demektir!
Duyarlı bakan, duyarsız toplum(!)
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İhtilalin ruhu Arap coğrafyasını sarıyor

Mısır’da isyan ve ayaklanma

Volkan Yaraşır

 

“İtaat sona ererse efendilik de sona erer”
Max Stirner

Tunus ayaklanması, çeyrek asırdan fazladır Arap coğrafyasında oluşturulan statükoları parçaladı ve yıkıcı etkiler yarattı. Emperyalizme tam bir uşaklık, kölelik ve işbirlikçilikle simgelenen bu statüko, Arap halkları için diktatörlük, açlık, sefalet, yoksulluk anlamına geldi.

Uzun yıllar Arap coğrafyasına sessizlik hakim oldu. Öfke ve kin uzun yıllar birikti. Tunus ayaklanması bu yıkıcı birikimin patlamasıyla oldu. Bir politik devrim potansiyeli taşıyan ayaklanma, önce Cezayir ve kısa bir zaman sonra Mısır’ı sardı. Her gelişme kendi dalgasını yaratarak Lübnan’dan Yemen’e, Ürdün’den Umman’a, Suudi Arabistan’dan Suriye’ye kadar etkisini gösterdi, gösteriyor.

Tunus ayaklanması en başta bu yönüyle yakın dönem Arap halkları tarihinde bir moment olarak öne çıktı. Yeni bir tarihsel dönemin başlangıcını işaretledi.

Bu süreçte; devrimin ve isyanın o muhteşem, yenileyen, ruhları ayaklandıran gücü ve kudreti ortaya çıktı. Kitlelerin isyan dalgası içinde yeniden doğuşu, ayağa kalkışı ve tarih yapışı bütün çıplaklığıyla kendini gösterdi. Üst sınıfların çözümsüzlüğü ve asalaklığına karşın, alt sınıfların başta proletaryanın yaratıcı zenginliği ve yıkıcı gücü hissedildi.

Tunus’ta ve Mısır’da isyanın içinde kurulan çeşitli özyönetim organları bunun en somut göstergeleri oldu. Kendilerine doğrultulmuş namlulara çıplak bedenleriyle korkusuzca yürüyen onbinler birkaç gün içinde çeyrek asırlık diktatörlükleri alaşağı etti. Bu kitle hareketlerinin gücünün ve kudretinin ifadesiydi. Alt sınıfların muktedir olma becerisiydi.

Tunus ayaklanması Arap halklarına yol gösterdi ve umut verdi. İnternet üzerinden sosyal paylaşım sitelerinin yanısıra El Cezire gibi yayın organları iletişimi sağlama, yaygınlaştırma ve hızlı koordine olma imkanını sağladı. Sansür ve dezenformasyon politikaları boşa çıkarıldı. Tunus ayaklanması Arap halklarının içinde bulunduğu olağanüstü olumsuz koşulların altını bir kez daha çizdi. Her ne kadar Arap coğrafyasında dünyadaki doğal kaynakların yüzde 45’inin, petrol rezervlerinin yüzde 58’inin, doğalgaz rezervlerinin yüzde 30’unun bulunmasına rağmen Arap halkları kronik yoksulluk, işsizlik ve sefalet içinde yaşıyor.

Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın hazırladığı rapora göre; Yakındoğu ve Ortadoğu’da 22 Arap ülkesinde 140 milyon kişi yoksulluk sınırında yaşıyor. Arap nüfusunun yüzde 19’u ise günlük 2 doların altında bir gelirle yaşamını sürdürüyor. 22 Arap ülkesinin toplam nüfusu 280 milyondur. Arap Birliği üyesi bu 22 ülkenin toplam GSMH ise İspanya’nın GSMH’sından daha azdır.

Arap ülkelerinde işsizlik oranı resmi rakamlara göre yüzde 15 ama gerçek işsizlik oranı yüzde 20’nin üzerine çıkmış durumda. Özellikle genç işsizlerin oranı tüm ülkelerde çok yüksek. Ayrıca 65 milyon Arap okuma yazma bilmiyor. Kadınlar içinde bu oran daha vahim. Her üç Arap kadınından ikisi hiçbir düzeyde formal eğitimden geçmiş değil. Bu tablo Arap halklarının çıplak yoksulluğunu ve sefaletini ortaya koyuyor. Bir başka anlamda on yıllar içinde birikmiş öfke ve kinini işaretliyor.

Tunus “devrimi” bu kini ve öfkeyi, kısacası “Arap İhtilali”ni simgeledi. Ya da “Arap İhtilali” kendini Tunus “devrimi”nde biçimlendirdi. Yönetenlerin artık yönetemez, yönetilenlerin de artık yönetilemez olduğu devrim günlerinin etkisi Yemen’den Ürdün’e, Filistin’den Mısır’a kadar yayıldı. Arap halklarına yönelik uzun yıllardan beri uygulanan segregasyon ve diskriminasyon politikası kitlelerin görkemli ayağa kalkışıyla parçalandı. Sol içinde de etkili olan oryantalist eğilimler iflas etti. Sessiz, biat eden ve köle ruhlu olduğu iddia edilen Arap halkları isyan ve devrim günleri içinde yeniden ayağa kalktı. “Unutanlara” halkların yaratıcı ve yıkıcı gücünü hatırlattı. Devrimi işaretledi. İsyanın erdemini muazzam yenileme gücünü ve “sıradan insanın” tarih yapışını simgeledi.

Bugün Tunus’ta ve Mısır’da “sıradan insanlar” tarih yapıyor. Bugün Tunus ve Mısır’da yaşananlar gerçek bir sınıf mücadelesidir. Alt sınıfların, başta işçi sınıfının, yoksulların, ezilenlerin kendi kaderlerini ellerine alma çabasıdır. Oscar Wilde “tarihi okumuş olan herkesin gözünde itaatsizlik bir insanın ilk erdemidir” der ve devam eder. “İlerleme itaatsizlik sayesinde olur, itaatsizlik sayesinde ve isyan sayesinde ileriye gideriz.”

Tunus ve Mısır’da halklar itaatsizlik ve isyanla kuşanıyor. Özgürlüğü avuçlarının içine alarak sokakları ve caddeleri işgal ediyor.

Mısır: “Cevap esen rüzgarda” (1)

Mısır kadim bir kültürü simgeler. Ortadoğu ve Arap halklarının entelektüel merkezidir. Politik açıdan da bu özelliğini korumuştur. Ortadoğu ve Arap dünyasında gelişmelerin nabzı Mısır’dan okunabilir. Bir başka yanıyla Mısır Ortadoğu ve Arap halklarının laboratuarıdır.

Özellikle Tunus isyanının yarattığı dalganın Cezayir sonrası Mısır’ı vurması Ortadoğu’da ve Arap dünyasında bir dönemin bitişi, yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirilebilir. Mısır’ı tutuşturan bir isyan Ortadoğu jeopolitiği kadar dünya jeopolitiğini etkileyebilecek içeriktedir. Mısır’daki gelişmeler ve altüst oluşlar her zaman siyasal vakum etkisi yaratmıştır. 19. ve 20. yüzyıllarda yaşanan bir dizi gelişme Mısır’ın jeopolitik konumunun altını tekrar tekrar çizmiştir.

Tunus ve Mısır ayaklanmalarından sonra Ortadoğu ve Arap dünyasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Artık tüm statükolar parçalanmış ve parçalanma sürecine girmiştir. Daha sürecin başındayız. Daha dipten gelen dalganın bunlar ilk yıkıcı sarsıntıları ve bu sarsıntılar devam edecek. Arap halkları sömürgeci tahakküme karşı 1950-60’lı yıllarda nasıl ayağa kalktıysa “Arap İhtilali” Arap ulusal kurtuluş mücadelesi nasıl bütün coğrafyada yankı bulduysa Tunus ve Mısır ayaklanmalarının etkisi benzer ölçüde olacaktır.

Mısır’ın yakın dönem siyasal tarihine baktığımızda Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da kilit rolünü daha iyi anlayabiliriz. Uzun dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun tahakkümü altında kalan Mısır, 1882 yılında İngiltere tarafından işgal edildi. Mısır bir dünya imparatorluğu olan İngiltere için stratejik önem taşıdı. Mısır’ın Kuzey Afrika ile Ortadoğu arasında bir köprü işlevi görmesi imparatorluğun küresel tahakküm politikalarına hizmet etti. Ayrıca Mısır, İngiltere’nin tekstil sektörüne yönelik bir pamuk tarlası olarak işlevlendirildi. Ülkenin bütün kaynaklarına İngiliz tekelleri tarafından el konuldu. Koloni-sömürge rejimi İngiliz Valisi, krallık, feodal toprak ağaları ve komprador burjuvaziden oluşuyordu. 19. Yüzyıl’ın son çeyreğinde bazı sanayi dallarında gelişmeler yaşandı. Ayrıca demiryolu, limanlar ve sulama tesisleri inşa edildi. Özellikle pamuk plantasyonları yaygınlaştırıldı.

I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası ulusal burjuvazinin ve öğrenci gençliğin önderliğinde bağımsızlık mücadelesi güçlendi. 20. yüzyılın başlarından itibaren demiryolu, liman ve pamuk plantasyonlarında çalışan işçilerin mücadelesi gelişti. Çeşitli örgütlenmeler yaratıldı. Sınıfın bu nesnel ve öznel şekillenme süreci 1920 yılında Mısır Komünist Partisi’nin kuruluşuyla yeni bir evreye girdi. Aynı dönem (1928) Mısır’da bir başka önemli akım olan siyasal İslam’ın ortaya çıkışına sahne oldu. Müslüman Kardeşler Örgütü Mısır siyasal yaşamında etkili bir güç olarak hızlı bir gelişim seyri izledi. 1923 yılında İngiltere Mısır’ın resmi olarak “bağımsızlığını” tanıdı. Bu tanıma İngiliz sömürgeciliğinin gerileme dönemine tekabül etmekteydi ve Mısır’da İngiliz tahakkümünün restorasyonunu içeriyordu.

Özellikle İngiltere, ordu üzerindeki hakimiyetini sürdürdü. Mısır ordusu 1936’ya kadar protokol ordusu özelliği taşıdı. 1920’li yılların sonunda işçi sınıfında belirli hareketlenmeler yaşandı. 1929 yılında 35 grev yapıldı. İngiltere Mısır’da protektora ya da himayeci bir rejim kurdu. Özellikle Süveyş Kanalı’nın denetimini kaybetmek istemiyordu. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda İngiltere Mısır’ın stratejik konumundan ve hammadde kaynaklarından olağanüstü biçimde yararlandı. Savaş sonrasında işçi sınıfı, köylüler, zanaatkar ve aydınların aktif yer aldığı sömürgeciliğe karşı kurtuluş mücadelesi gelişti. Kolonyal sömürü İngiliz tekellerinin hakimiyetine güç veriyordu.

Mayıs 1948 Arap-İsrail Savaşı Ortadoğu’nun tarihi kadar Mısır tarihi açısından da önem taşıdı. Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan yeni kurulan İsrail devletine karşı savaş açtı. Çatışmalar sonucunda İsrail bazı Arap topraklarını ilhak etti. Başta İngiltere ve diğer emperyalist devletler ilhakları BM kararlarına rağmen tanıdı. 1948 Arap-İsrail Savaşı yenilgisi, Mısır hükümetinin İngiliz işgaline son vermemesi Mısır halkının tepkilerini yoğunlaştırdı. Mısır ordusunda reaksiyonlar ortaya çıkmaya başladı. 1951-1952 yılları içinde öğrenci, köylü, işçi ve subayların kurduğu gerilla güçleri İngiliz birliklerine karşı etkili vur-kaç eylemleri gerçekleştirdi. 25 Ocak 1952 tarihinde İsmailiye’de halka yönelik İngilizlerin katliamı büyük tepkilere yol açtı. İngilizlere ait çeşitli bina ve kuruluşlar yakıldı. Halkın artan tepkisi sonucu Kral Faruk, hükümeti azlederek yeni hükümet kurulması için çeşitli kişileri görevlendirdi. Ayrıca ulusal kurtuluş mücadelesine karşı yoğun bir terör kampanyası başlattı. Çeşitli örgütlenmeler bu saldırılardan ağır darbeler aldı. Ama bu olay özellikle Müslüman Kardeşler’in güçlenmesine neden oldu. Bu arada küçük burjuva ve köylü kökenli genç subaylar illegal örgütlenmelere girişti. Bir taraftan İsrail yenilgisi öte taraftan Süveyş Kanalı’nın halen İngiliz denetiminde olması ve kralın orduyu denetim altına almak için uyguladığı taktikler genç subayları ajite etmekteydi.

İçinde Enver Sedat’ın da bulunduğu 12 kişilik Hür Subaylar Grubu orduyu harekete geçirerek 1952 yılında krallığa son verip iktidara el koydu. Hür Subaylar’ın önderliğini Cemal Abdülnasır yapmaktaydı. Hür Subaylar arasında İslamcı güçlerden, marksistlere kadar birçok hareketle bağlantılı kişiler bulunuyordu. Mısır İhtilali diye anılan bu politik devrim sürecinde bütün iktidar Nasır’ın elinde toplandı. Nasır’ın politik çizgisi belirgin bir ideolojik hat taşımıyordu. Ağırlıkta pratik uygulamalar sonucunda geliştirilen eklektik fikirleri içeriyordu. “Arap sosyalizmi” vurgularıyla bezenmişti.

Nasır iktidarı tipik bir Bonapartist diktatörlüktü.(2) 20 yıllık iktidarı döneminde Nasır Mısır’ın iç ve dış siyasetini oligarşik yetkilerle belirledi. Krallığın yıkılmasında önemli payı olan Müslüman Kardeşler ve Komünist Parti’ye yönelik sistemli tasfiye operasyonları gerçekleşti. İşçi sınıfına karşı yoğun şiddet uyguladı. 1952’de Kafr-el Dawar olayında yaşandığı gibi işçilerin üzerine tanklarla, ordu birlikleriyle gitti. İşçi önderlerini idam etti.

Mısır’da komünist hareket, Arap komünist hareketinin genel çizgisinde şekillendi. Arap komünist partileri(3) pro-sovyetik bir çizgide yer aldı. Özellikle II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası SSCB'nin Ortadoğu'ya ilişkin politikalarına tam bir angajman yaşadılar. Mısır Komünist Partisi politikalarını Nasır SBKP ilişkileri belirledi. Nasır'ın toprak reformu, millileştirme politikaları komünist partinin varoluş zeminlerini yok etti. Parti, Nasır'ın politikalarını aktif olarak destekledi. Hatta o kadar ileri gidildi ki, parti, “kapitalist olmayan yol” tezinden hareketle kendini feshedip Nasır'ın liderliğini yaptığı Sosyalist Birlik Partisi'ne katıldı. Köklü bir geçmişi olan “parti” Mısır’ın siyasal yaşamından giderek silindi.

Nasır iktidarının en önemli özelliği bir kitle partisinin desteği olmadan yönetimi ele geçirmesiydi. Eski devlet mekanizmasına dokunulmadı, bürokraside yapılan birkaç düzenlemenin dışında bürokratik yapı olduğu gibi kaldı. Nasır iktidarı döneminde bürokratik diktatörlük bütün ağırlığını hissettirdi. Yapılan bazı büyük sosyal atılımlarda bürokrasinin ağırlığı ve tutuculuğu kendini gösterdi. Kısaca bürokrasi bütün diktatörlüklerin temel dayanağı olduğu gibi Nasır’ın da dayanağıydı. Sınıflar üstü, partiler üstü görünmeye çalışan diktatörlük asker, polis ve bürokrasiden güç aldı. Bunun yanında Nasır, Mısır kapitalizminin rasyonalizasyonu yönünde önemli adımlar attı, 1952 yılında toprak reformu gerçekleştirildi. Devlet, toprak mülkiyetini sınırladı ve kamulaştırdığı toprakları topraksız köylüye (fellahlara) dağıttı. Toprak reformu, Mısır ihtilalinin en ciddi sosyal ve politik gelişmesiydi. Nasır’ın Arap halkları içinde ününü arttırdı, imajını güçlendirdi. Toprak reformu başarıyla uygulandı. Böylece feodal sınıfların gücü önemli ölçüde sınırlandı. Ne var ki bu süreç toprak burjuvazisinin etkinliğini arttırdı. “Mısır İhtilali”nin sosyal potansiyeli böylece kırıldı. Gelişmelerin rotasını burjuvazi belirledi. Nasır ayrıca millileştirme kampanyaları başlattı. Birçok şirket ve bankanın yanısıra Süveyş Kanalı da millileştirildi. Devlet bu süreçte önemli rol oynadı. Bu aynı zamanda bürokrasinin politik ve ekonomik alanda ağırlığını arttırıcı faktör oldu. Bütün bu adımlar burjuvazinin gücünü geliştirici bir içerik taşıdı. En verimli toprakların büyük bir bölümü ticaretin yüzde 50’sinden fazlası, inşaat ve taahhüt işleri burjuvazinin denetimindeydi.

Burjuvazi devletin açtığı yeni olanaklardan da faydalandı ve özellikle devletin gölgesinde ve eteğinde toptan ticaret, inşaat ve büyük bayındırlık projelerine girdi. Bu süreç asalak ve parazit bir kapitalist sınıfın (kapitalist sınıf genel karakteristik olarak asalak ve parazittir. Buradaki vurgu devlet himayesine ilişkindir) türeyip gelişmesini sağladı. Millileştirme politikalarının bir başka boyutu ise işçi sınıfı üzerinde hissedildi. Nasır iktidarı, bu adımlarla Bonapartist politikalarını daha rahat hayata geçirdi. Özellikle bu politikaların paternalist etkileri sınıfın bilinç ve örgütlülük düzeyini aşındırdı.

Nasyonalizm, ulusal kalkınmacılık, vulger bir sosyalizm anlayışıyla birleşen Arap sosyalizminin ünlü ismi Nasır, Mısır’da Bonapartist bir işlev gördü ve Mısır kapitalizminin gelişmesinin önünü açtı.

Bunun işçi sınıfı için anlamı hayal kırıklığı ve çıplak diktatörlüktü. Arap milliyetçiliği etkisinde olan ve yaygın bürokrasi ve kamu sektörü içinde yer alan küçük burjuva kökenli bürokrat ve teknokrat kadrolar Nasır iktidarının temel dayanağı oldu. Bu “yeni sınıf” büyük imtiyazlarla, büyük burjuvazinin değerleriyle bütünleşti ve Mısır’da kapitalist yolun açılmasına hizmet etti.

Mısır Nasır döneminde “kapitalist olmayan yol”, Mısır sosyalizmi gibi vurgulara rağmen dünya kapitalist sisteminin dışına çıkamadı. Uluslararası düzeyde meta zincirini kıracak, sermaye dolaşımını engelleyecek bir programı hayata geçiremedi. Emperyalist-kapitalist sistem Mısır’daki gelişmelerden bu bağlamda çok rahatsız olmadı. 1960’larda Kennedy-Nasır diyaloğunun başlaması bunun göstergesi oldu. Ayrıca Nasır sonrası Mısır’ın siyasal ve toplumsal değişim yaşamadan dünya kapitalist sisteme entegre oluşu dikkat çekicidir ve “kapitalist olmayan yol tezi”nin özü ulusal kalkınmacılıktan öte anlam taşımamaktadır. İki kutuplu dünyada makro dengeler Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanı politikaları Mısır’daki gelişmelerin “kapitalist olmayan yol” diye rasyonalize edilmesini sağladı. Nasır dış politikada Sovyetler Birliği ve Çin eksenli bir çizgide yer aldı. Bağlantısızlar Hareketi içinde konumlandı.

Küresel düzeyde ABD ve SSCB arasında makro denge böylesi pratiklerin gerçekleşme zeminlerini yaratıyordu. Sovyetler Birliği’nin izlediği ‘büyük devlet’ politikasının bir yansıması olan “kapitalist olmayan yol tezi” antikapitalist içerikten yoksun bir düşünce yelpazesinin gelişmesine yol açtı. Üçüncü dünyacılık, Baasçılık, Nasırizm, Arap sosyalizmi gibi akımlar ortaya çıktı. Bu akımlar 1960-1970’li yıllarda Türkiye’de etkili oldu. 27 Mayıs Darbesi, Doğan Avcıoğlu ve 9 Mart 1971, MDD tezleri, kemalizmin sol içinde kurduğu ideolojik hegemonya bu sürecin parçası olarak değerlendirilebilir.

Nasır sonrası iktidara gelen Enver Sedat Mısır’da bir restorasyon süreci başlattı. Sedat döneminde emperyalizmle ilişkiler kurumsallaştırıldı. Bonapartist devletin işleyişi içinde “örtük” kurulan emperyalist-kapitalist sistemle ilişki ve bağlantılar Sedat döneminde alenileştirildi. Mısır dünya kapitalist sistemi içinde açıkça yerini aldı. Camp David zirvesi ve Mısır-İsrail anlaşması bunun somut göstergeleri oldu. Mısır ABD emperyalizminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ileri karakolu haline geldi. İsrail-Mısır anlaşması, Mısır’ın İsrail için bir dalgakıran işlevi görmesini sağladı. Arap bloğu parçalandı. Ayrıca İsrail devleti meşruluk kazandı. En önemli Arap ülkesi siyonist politikalara onay verdi. İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Şah dönemi İran ve Türkiye Cumhuriyeti Ortadoğu emperyalizminin vurucu güçleri olarak konumlandı.

Enver Sedat, ABD'nin bölgeye ilişkin politikalarını Arap dünyasında savunan, meşrulaştıran ve realize eden bir tarzda ve tam bir işbirlikçi olarak hareket etti.

Arap ülkeleri içinde Mısır, kapitalist “gelişme”düzeyi en yüksek olan ülkedir. Nasır döneminde izlenen ekonomik politikaların Mısır’ın bu aşamaya gelmesinde oldukça önemli payı vardır.

Sedat dönemi, Mısır’ın emperyalist kapitalist sisteme hızla entegre oluş dönemiydi. Uluslararası sermayenin yatırımlarında yoğunlaşmalar görüldü. Mısır Ortadoğu'da yeni sömürgecilik politikalarının merkezinde yer aldı.

Sedat iktidarı “1977 Ekmek Ayaklanmaları”nda görüldüğü gibi toplumsal muhalefete karşı yoğun şiddet ve terör politikası uyguladı. Sivil diktatörlük kurumsallaştı. Özellikle ordu ve polis, CIA, Pentagon ve MOSSAD aracılığıyla yeniden yapılandırıldı.
Enver Sedat'ın Sovyet ekseninden uzaklaşarak ABD angajmanlı politikaları milliyetçi Arap yığınları içinde ve işçi hareketindeki gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan sol çevrelerce tepkiyle karşılandı. Sedat hem iç dengelerden dolayı hem de ABD'nin bölge politikalarına uyumlu olarak islamcı güçlerle hareket etmeye başladı. Nasır döneminde örgütsel gücü dağıtılan islamcı güçler bu dönemde toparlanma sürecine girdi. Enver Sedat, özellikle “İhvan” grubu ve Müslüman Kardeşler'le ilişkiler geliştirdi. Cezaevindeki islamcı kadrolar serbest bırakıldı. Sola ve milliyetçi Arap kesimlerine karşı islam bir denge unsuru olarak kullanıldı. (4) Enver Sedat ekonomide liberalleşme ve serbest piyasa yönelimli politikalar izledi. Bu yönelim uzun yıllar ticaretle uğraşan güçlü bir sermayeye sahip İhvan yanlısı islamcı aktörlerin piyasaya girişine olanak sağladı. Müslüman Kardeşler gibi örgütlerin önemli pay sahibi olduğu bu sermaye grupları kısa sürede güçlü şirketler kurdu. İçlerinden birçok işadamı çıktı ve bazı bankalar bu cemaatlerin denetimine girdi.

İslamcı hareketin yükselişi yoksul kesimler tarafından da desteklendi. Fakat yoksul Mısırlılar zengin sınıfların aksine “İran Devrimi”ni model olarak benimsedi. Bazı (El Cihad El İslami, El Cemaat El İslami gibi) radikal örgütler kuruldu.

Yaşanan süreç yoksul islamcı kesimlerle zengin islamcı kesimler arasında gerginliklerin yaşanmasına yol açtı. Bu gerginliğin kökleri 1960'lara ve Seyid Kutup'un öldürülüşüne dayanıyordu. Yoksul islamcı yığınları düzen içi arayışlara yöneltmeye çalışan zengin kesim denetimindeki finans kaynaklarını geniş ölçüde kullandı. Amerikan modeline uygun, “ılımlı” islamcı çizgide hareket edecek yeni bir orta sınıf yaratılması için uğraşıldı. Bu arada İhvan içinden de radikal gruplar çıktı. Seyid Kutup çizgisi hakim çizgiydi. Seyid Kutup İhvan içinden çıkan önemli bir islamcı kimlikti. Kutup, İhvan'ı pasiflikle ve düzenle uzlaşmayla suçladı. Radikal islamcılar yoksul kesimlerin desteğini hızla kazandı. Seyid Kutup ve yandaşları cihad çağrısında bulundu. Bu cihad emperyalizme karşı olduğu kadar nefse karşı mücadele düşüncesini içeriyordu. Ayrıca müslümanların lüks düşkünü yaşamlarını ve Amerikancı eğilimlerini eleştiriyordu. Seyid Kutup düzenden kopmayı ve düzene karşı savaşı içeren bir islam anlayışını savundu. Daha sonra islamcılar arasında Kutupçu çizgi diye anılan örgütlenmeler doğdu. Seyid Kutup’un düşünceleri radikal islamcıların ideolojik temellerini oluşturdu.

İhvan grubu Seyid Kutup çizgisine karşı sert tutum aldı. Güçleri bölen bir fraksiyon olarak değerlendirildi. Seyid Kutup 1967 yılında Nasır döneminde idam edildi. Seyid Kutup ölümü bir “dava adamı” gibi karşıladı. (5) Seyid Kutup Mısır'ın yanında uluslararası düzeyde islamcı hareketleri etkiledi. Özellikle Enver Sedat suikasti Mısır'da radikal islamcı güçler için dönüm noktası oldu. Eylemi düzenleyen Cihad örgütü diğer radikal islamcı gruplar gibi Kutup çizgisini devam ettirmeye çalışıyordu.

Enver Sedat’ın öldürülmesinin ardından radikal islamcılara yönelik sert yaptırımlar uygulandı. İktidara geçen Hüsnü Mübarek, sistematik bir devlet terörü başlattı. 1980-90'lar radikal islamcılar ile devlet güçleri arasında savaşlara sahne oldu. Radikal islamcılar büyük kentlerin banliyö bölgelerindeki yoksul kesimler içinde ciddi örgütsel güç sağladılar. 1991'den sonra islamcı örgütler yeniden eylemlere geçti. Mübarek yönetimi başta Cihad ve İslami Cemaat grupları ve Müslüman Kardeşler'i kapsayan sert operasyonlara girişti. Kısa sürede 5 bine yakın militan tutuklanarak cezaevine kondu. 1993'ten sonra radikal islamcılar sansasyonel eylemlere yöneldi. Bu dönemde özellikle Kanal bölgesinde devlet güçleri ile islamcı militanlar arasında çatışmalar yoğunlaştı. Mübarek ancak bir müddet sonra kontrolü sağlayabildi.

Müslüman Kardeşler yasaklanmasına rağmen yaygın olan örgütlenmelerini korudular. Liderleri ülkeyi terketti. Örgüt devleti rahatsız etmeyecek politikalar izledi. Özellikle neoliberal yıkım politikaları yarattığı boşluğu çeşitli sivil örgütlenmelerle (hayır kuruluşları, yardımsever organizasyonlar) etkin olarak doldurdu. Müslüman Kardeşler bu faaliyetleriyle ciddi meşruluk ve örgütsel güç sağladı. Kontrol altında tutulan ılımlı ve uyumlu sistemle bütünleşen bir yapı Mübarek yönetiminin de işine geldi. Müslüman Kardeşler yerel ve genel seçimlere farklı siyasal ad ve yapılarla katıldı. 2005 seçimlerinde bağımsız adaylarla yer aldı. Parlamentoya 88 milletvekili sokmayı başardı. Müslüman Kardeşler Mısır'ın en yaygın ve örgütlü grubudur. Mısır'ın bundan sonraki tarihinde de önemli bir yere sahip olacaktır.

Mübarek dönemi: “Sessizlikten isyan ve ayaklanmaya”

Enver Sedat sonrası iktidara gelen Hüsnü Mübarek özellikle radikal islamcıların varlığını ve çatışma ortamını gerekçe göstererek, bir polis devleti kurdu. Ordu, gizli servis ve bürokrasi sac ayağına dayanan sivil diktatörlük Mısır'da 30 yıl terör estirdi. Ülkede 30 yıl olağanüstü hal uygulandı. Mübarek dış politikada Enver Sedat'tan aldığı mirası, yani emperyalizme uşaklığı derinleştirdi. ABD Mısır'da stratejik askeri üsler inşa etti. Özellikle Süveyş Kanalı'nın denetlenmesi ABD açısından önemliydi. Mısır ABD'nin son çeyrek asırda Ortadoğu'ya yönelik emperyalist projelerine tam angaje oldu. İsrail'le birlikte bu politikaların aktif uygulayıcısı olarak hareket etti. Bunun en somut örneği Filistin sorununa yaklaşımda kendini gösterdi. Mısır İsrail'in siyonist politikalarını meşrulaştırdı. En az onun kadar katı ve saldırgan tutum sergiledi. “Modern” bir soykırım olan Filistin ablukasının “görünmeyen” mimarlarından biriydi. İsrail'in güvenliğinin garantörü gibi davrandı. Mübarek bu tutumuyla ABD tarafından her zaman ödüllendirildi. ABD Mısır'a Camp David Anlaşması'yla başlayan her yıl yapılan 2 milyar dolarlık yardımını sürdürdü.

Mübarek döneminde neoliberal politikalar hayata geçirildi. Kritik önemdeki birçok devlet işletmesi özelleştirildi. 1990'ların başında neoliberal dönüşüm daha radikal uygulanmaya başlandı. Mısır'da uluslararası sermayenin tam bir soygunu ve talanı yaşandı. 1991'de IMF ile imzalanan stand-by anlaşması (Sedat döneminde 1976,1978 ve 1980'de imzalanmıştı) geniş ve yaygın özelleştirmeleri dayatıyordu. Devletin ekonomik alandan bütünüyle çekilişini içermekteydi. Ayrıca sermaye hareketlerinin serbestliği yönünde düzenlemeler yapıldı.

Mısır liberalleşmede gösterdiği performansı nedeniyle ödüllendirildi. ABD ve Arap ülkelerine olan 14 milyar dolarlık borcu silindi. Nasır döneminden kalan kamusal varlıklar bütünüyle uluslararası sermayeye sunuldu. 1992-1998 arasında 314 kamu işletmesinin 92’si finans kapitale satıldı. 2000 yılında hükümet 90 kamu işletmesini satışa sundu. Özelleştirmeler 2000'li yıllarda hız kesmeden sürdü. Mısır'da her alanın piyasalaşması ve metalaşması yönünde adımlar atıldı. Motorola, Citi Bank, General Electric gibi uluslararası birçok tekel Mısır burjuvazisi ile ortak yatırımlar (Orascom Osman, Bahgat gibi gruplarla) gerçekleştirdi.

Ekonominin çeşitli alanlarında oligopoller oluştu. Bu arada 1974 yılında Mısır'da bankalar 7 iken 1998'de bu sayı 98'e ulaştı. Ayrıca “kar payı dağıttığı” iddiasıyla kurulan 100'ün üzerinde islami yatırım şirketi halktan topladıkları paraları kullanarak çeşitli spekülasyon hareketleriyle ciddi karlar elde etti. Bu sürecin Mısır halkı için anlamı kronik işsizlik, yoksulluk ve sefaletti. Tarımda uygulanan tasfiye politikaları köylülük için yıkım oldu. Toprak kiralarının artması, topraksız kiracı çiftçilerin yığınsal işsizliğine yol açtı. Hızlı bir proleterleşme süreci yaşandı. Radikal özelleştirmeler sonucu toplu tensikatlar gündeme geldi. İşsizlik kronikleşti. Resmi rakamlara göre işsizlik her ne kadar yüzde 10 ilan edilse de gerçek oran yüzde 20’nin üzerindedir. Sefalet korkunç boyuta ulaştı. Sadece başkent Kahire'de mezarlıklarda 500 ila 800 bin arasında yoksul yaşamını sürdürüyor. 82 milyon nüfusa sahip Mısır'ın yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 23 milyona yakın kişi günlük 2 dolarla geçiniyor. Nüfusun yine üçte biri kronik açlık çekiyor. Böylesi olağanüstü şartlara karşı kitlelerden yükselecek her tepki polis devleti tarafından şiddetle bastırıldı.

Mısır'da 2004 yılından sonra yükselen işçi hareketi Mübarek rejimi tarafından ciddi bir tehlike olarak görüldü. Sınıfı, korporatist ve bürokratik sendikalar aracılığıyla kontrol etmeye çalışan rejim bunu başaramayınca değişik taktiklere başvurdu. Grev kırıcıları kullanılarak grevler engellenmek istendi. Önder işçilere yönelik tutuklama operasyonları yapıldı. Ayrıca her işçi direnişi ve eylem şiddetle bastırılmaya çalışıldı. Özellikle çıkarılan anti-terör yasalarıyla ve Müslüman Kardeşler'e karşı “savaş devleti”ne dönüşmüş hukuki düzenlemeler ve uygulamalarla sınıf hareketi terörize edilmeye ve bastırılmaya çalışıldı. Mübarek rejimi tarımın tasfiyesine yönelik kır emekçilerinin radikal direnişine karşı da şiddet uyguladı. 1997-2001 arasındaki direnişlerde, köylülerle devlet güçleri arasında bir dizi çatışma yaşandı. Bu çatışmalarda 90'a yakın kişi hayatını kaybetti. 500'ün üzerinde kişi yaralandı. 800 kişi tutuklandı.

Mübarek rejiminin, toplumsal muhalefeti her düzeyde bastırma girişimine karşı ciddi direnişler gerçekleşti. Özellikle 2000'li yılların başlarından sonra yaygın özelleştirme saldırılarına karşı işçi sınıfı harekete geçti. Sendikaların işbirlikçi tavırlarına, grev yasaklarına ve devletin şiddet politikalarına karşı işçi sınıfı işsizliğe ve açlığa karşı direndi. Bazı özelleştirmeler bu direnişler karşısında durduruldu. 2007 yılı bu anlamda bir moment oldu. 2007’de 600'e yakın direniş, grev ve işgal eylemi gerçekleşti. Bu eylemlerin 350'sine 150 binden fazla işçi katıldı, 35 grev yaşandı. Özellikle Mahalla Tekstil grevi Mısır işçi sınıfının mücadelesinde yeni bir dönemin habercisi oldu. Kapitalist kriz sonrasında işçi eylemleri ve direnişleri yaygınlığını sürdürdü. Bu birikimler bir silkinmenin, ayağa kalkışın işaretleri oldu. Kapitalizmin yapısal kriziyle birleşen toplumsal arayış 30 yıllık bir diktatörlüğü yıkacak olanakları sağladı. Kapitalist kriz ve neoliberalizmin yıkıcı etkileri Arap coğrafyasında olduğu gibi Mısır'da da sınıfsal antagonizmayı keskinleştirdi. Kronik açlığa, yoksulluğa, işsizliğe ve geleceksizliğe karşı Mısır halkı ekmek, eşitlik, özgürlük ve onur mücadelesi için ayağa kalktı. Tunus'ta başlayan isyan dalgasal olarak ve kendi özgünlüğünde Mısır'ı da sardı. Diktatörlüğe karşı kitleler ayaklanarak tarihsel bir eyleme atıldı. Tunus'ta Bin Ali diktatörlüğü devrilirken, Mısır'da Mübarek devriliyor. Tunus'ta ve Mısır'da “devrim” sürüyor.

Olasılıklar ve sonuçlar

Bugün Mısır'da devrimci durum hala sürüyor. Ayaklanmanın gelişim seyri belli değil. Kitle hareketinin muazzam zenginliği ve karmaşıklığı en saf haliyle kendini dışavuruyor. Mısır'da yaşanacak olasılıkları genel başlıklar altında şöyle toparlayabiliriz:

1- Kitle hareketi büyük salınımlarla devam ediyor. Ayaklanmanın ve isyanın kitlelerde yarattığı coşku, arayış, muktedir olma duygusu kendini koruyor. 1 Şubat'ta Tahrir Meydanı'nda 2 milyon kişinin toplanması ve Mısır'ın diğer büyük şehirlerinde yüzbinlerin biraraya gelmesi bunun göstergesi oldu. Kitleler Mübarek'in iktidarı bırakmasına kilitlenmiş haldeler. Mübarek iktidarı fiilen çökmüş durumda. Mübarek'in iktidarı bırakmama ısrarı kitleyi yormak, ajitasyonu en üst noktaya çıkarmak, rejime soluk aldırmak amacına bağlıdır. Böylece statükoda daha kolay revizyon gerçekleştirilebilir.

Arjantin'de kriz sonrasında başlayan ayaklanma birkaç cumhurbaşkanının feda edilmesiyle yatıştırılmıştı. Benzer taktikler Mısır'da da denenebilir. Ama her şeyden önce egemenler açısından kitle hareketinin kontrolü önem taşımaktadır. Çünkü yıkıcı gücün ne yapacağı belli olmaz.

2- AB'nin ve ABD'nin açıklamaları benzerlik taşıdı. Mübarek'e, reformların hayata geçirilmesi tavsiye edildi. Mısır ABD emperyalizmi açısından jeo-stratejik olarak son derece önemli bir ülkedir. Ortadoğu ve Akdeniz Havzası'nı kontrol etmesi ve politikalarını realize etmesinde Mısır'ın belirleyici bir rolü var. Ayrıca Mısır ABD'ye Ortadoğu'da jandarmalık yapıyor. İsrail'in koruma duvarı gibi hareket ediyor. Mısır'da statükoları değiştirecek her gelişme özellikle ABD ve İsrail'i yakından ilgilendiriyor. ABD ve İsrail açısından statükonun devamı büyük önem taşıyor. Anlaşılan, Mübarek sonrası revize edilmiş bir statükoyla süreç aşılmaya çalışılıyor. Bu yönde kitle hareketinin kontrolü için CIA ve Pentagon'un devreye girdiğini düşünmek abartılı bir değerlendirme olmayacaktır.

3- Bu gelişmelere paralel olarak ordunun tavrı ilginç bir seyir izledi. Polis, diktatörlük ve Mübarek rejimiyle özdeş tutulurken kitlelerin orduya yaklaşımının son derece ılımlı olması dikkat çekicidir. Ayaklanma başladığı sırada polis kitlelere şiddetle saldırdı. 200'e yakın kişinin ölümüne, binin üzerinde kişinin ise yaralanmasına neden oldu. Polis ayaklanan kitlelerin ilk hedefi oldu. Ayaklanmanın üçüncü ve dördüncü gününde sokaklardan çekildi. Kitleler rejimin simgesi olan iktidar partisi binalarına, dışişleri bakanlığına, parlamento binasına, içişleri başkanlığına, devlet televizyonuna saldırdı. Ayrıca polis merkezleri, emniyet müdürlükleri, karakollar ve istihbarat merkezleri öfkeli kitleler tarafından yakıldı. Ordu 29 Ocak'ta sokağa indi. Halka yönelik bir hamlede bulunmadı. Askerle halk arasında sıcak görüntüler ortaya çıktı. “Ordu halk elele!” sloganları atıldı. Bugüne kadar da bu “sıcak” ilişki sürüyor. Mısır'ın siyasal tarihinde ordunun rolü hep belirleyici oldu. Anlaşılan, ABD, AB, İsrail ve Mısır burjuvazileri ordunun bu rolü koruyarak halktan bir reaksiyon almadan yeni dönemin şekillenmesinde aktif olmasını hesaplıyor. Ordunun bir anlamda Mübareksiz dönemin statüko koruyucusu olarak devrede olacağını söylemek olanaklıdır.

2 Şubat'ta Mübarek taraftarları diye yansıtılan (ama içlerinde çok büyük oranda sivil polis ve gizli servis üyelerinin bulunduğunu tahmin etmek zor değildir) (6) yansıtılan geniş kitlenin isyancılara saldırması Mısır'ın biraz da kurgulanan bir tarzda iç savaş sürecine girme olasılığını yükseltmiştir. Bu gelişme karşısında ordu taraflara itidal çağrısında bulundu. Böylesi bir ortamda, ordunun “anarşiyi, iç savaşı ve kardeş kavgasını engellemek” söylemleriyle aktif olarak devreye girme olasılığı arttı. Diktatörlük toplum mühendisliği operasyonlarıyla orduya yeni imaj ve misyonlar yüklemeye çalışıyor. Ordu son derece programlı ve politik bir şekilde “tarafsız” ve Mübarek'le mesafeli bir görüntü veriyor. Çatışmaların yaygınlaşması askeri darbe ihtimalini arttırıcı bir faktördür.

Her şeye karşın devrim, ayaklanma ve isyan günlerinin neyi getireceği belli olmaz. Bir günde halkla “kaynaşmış” ordu nefret imgesi haline dönüşebilir. Aynı ordunun ekmek ayaklanmalarını bastıran diktatörlüğün uzun yıllar temel dayanağı olduğu kitleler tarafından kavranabilir. Böylesi bir gelişme sistemin temel kurumlarıyla hızla çöküşünün önünü açabilir. Bu süreç bir yanıyla politik devrim sürecidir. Sürecin olağanüstülüğü içinde siyasal güçlerin hızla şekillenmesi olasıdır. Bunun yanında aynı süreç bir iç savaş süreci olarak da yaşanabilir. Devrim bir karşıdevrimle, askeri darbeyle bertaraf edilebilir.

4- Bugün ayaklanma içinde yer alan burjuva muhalefet etkili bir güç değildir. 6 Nisan Hareketi ve ayaklanma başladığında Mısır'a yollanan M. El Baradey ayaklanmayı şekillendirecek organizasyon ve etkiye sahip değildir. Ayaklanmaya ilk gün mesafeli davranan, ikinci gün vatandaş olarak katıldıklarını açıklayan ancak dördüncü gün bir aktör olarak yer alan Müslüman Kardeşler organize olma kabiliyeti olan tek yapıdır. Ayaklanmada yer alan diğer toplumsal kesimler başta işçi sınıfı, yoksul yığınlar, özellikle gençlik, küçük burjuvazi ve orta sınıfın bir kesimi ise örgütsüzdür. Ya da etkili örgütlenmeleri bulunmamaktadır. Ayaklanmada öne çıkan şiarlar, atılan sloganlar bunun göstergeleridir. Ama yığınların diktatörlüğe karşı büyük bir hıncı, kini ve öfkesi açığa çıkmıştır.

Ayaklanma islamcı, dini bir karakterde gelişmemektedir. Bunda Müslüman Kardeşler'in Mübarek yönetimiyle uzlaşmasının da etkisi vardır. Bu uzlaşma örgütün gücünü azaltmış ve parçalı bir karakter göstermesine yol açmıştır. Yine de mobilizasyon yetenekleri, ayaklanmanın ilerleyen günlerinde Müslüman Kardeşler öne çıkabilir.

Her ne kadar Müslüman Kardeşler radikal bir programa sahip olmasa da bu süreçte inisiyatifi alması ABD ve İsrail'in istemediği bir durumdur. Ordunun tek etkili güç olarak devrede olması böylesi bir gelişmeyi kesmeye yöneliktir. İlginçtir, Müslüman Kardeşler de girdikleri ittifaklarda ve önderlerinin açıklamalarında bugün ayaklanmanın genel rotası dışına çıkmamaya özen göstermektedir.

5- Bütün bu vurgularımız bir yönelim tespit etme ve olasılıklar üzerinedir. Ama devrimler ve isyanlar bize tek bir şey göstermiştir. Son sözü kitleler söyler. Mısır'da da son sözü kitleler söyleyecektir. Her şeyden önce Mısır halkı ayaklanmanın içinde “arınmış”, “silkinmiş” ve “yeniden doğmuş”tur. Devrimi tatmıştır. Yapabilme, muktedir olma duygusunu yaşamıştır. Sokakların, eylemin özgürleştiriciliğini yaşayarak görmüştür. Kitle hareketi karşısında koca bir sistemin sarsıldığını hissettirmiştir. Mısır halkı tıpkı Tunus halkı gibi müthiş bir devrim pratiği içindedir. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Mısır ayaklanmasının sonucu ne olursa olsun Mısır halkı devrimin, ayaklanmanın yıkıcı gücünü yaşayarak görmektedir. Bu kitlelerin mücadelesinde müthiş bir deneyimdir. Halkların başlı başına böylesi bir deneyim sahibi olması bile önemlidir. Arap coğrafyasında Mısır'da yeni bir tarihsel momentuma girilmiştir. Artık bu coğrafya isyan ve ayaklanmaların coğrafyasıdır. Dalga durmayacaktır. Kavga yeni başlamıştır.

Sonuçlar

1- Hobsbawn, “Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılık Çağı” adlı kitabında 20. Yüzyıl'ı büyük sarsıntıların yaşandığı ama kısa bir yüzyıl olarak tanımladı. Aslında bugün Tunus ve Mısır'ı saran ayaklanma dalgası, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'yu sarsan gelişmeler “uzun 20. Yüzyıl”ın göstergeleri oldu. Bütün bu bölgelerdeki gelişmeler soğuk savaş sürecinde oluşmuş statükolarının parçalanması ve diktatörlüklerin yıkılmasını içeriyor. Sovyetler'in çöküşü ve Doğu Bloku'nun yıkılması (1989-1991) gerçekleşti. Bu dönemde başlayan büyük alt-üst oluşlar, 20 yıl içinde toplumsal fay hatlarındaki enerji birikimleriyle birlikte Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da bugün patlamalar şeklinde kendini dışavuruyor. Bunun en temel nedeni 1970'lerin başında kapitalizmin yaşadığı yapısal krizdir. Bir uzun dalga biçiminde şekillenen kriz Sovyetler'in çöküşü, Doğu Bloku'nun dağılması yaklaşık 1,5 milyar insanın kapitalist sisteme entegre oluşu ve sosyal devletin ilgasıyla uzun süre resesyon döneminden geçti. 2008 krizin depresif aşamasıdır. Bu dönemde (çeyrek asırlık dönemde) finans kapitalin krize karşı geliştirdiği karşıdevrimci neoliberal politikalar tarihin gördüğü en büyük talan ve soygun hareketi oldu. Bu politikalar halklar için açlık, sefalet ve yıkım anlamına geldi.

Kapitalizm doğayı tahrip etti, metalaştırdı, öldürdü. Salt insanlığın değil dünyanın ve bütün canlıların geleceği tehlike altına girdi. Bu katastrof 2008 sonrası bütün coğrafyalarda sınıfsal antagonizmayı keskinleştirdi. Krizin ve neoliberalizmin yıkıcı etkileri küresel düzeyde sınıfsal öfke ve kini açığa çıkardı.

Önce Avrupa'nın Akdeniz Havzası'nı sarsan büyük işçi hareketleri, grevler, genel grevler, direnişler ardından karşı yakada Kuzey Afrika’da ayaklanmalar ve isyanlar şeklinde kendini dışavurdu. Bu ülkelerde 30-40 yıldır “sarsılmaz” statüko, korku imparatorlukları paramparça oldu. Artık Akdeniz gerçek anlamda “bizim denizdir” Yani Mare Nostrum. Yani isyanın, ayaklanmanın, devrimin coğrafyası... Daha yeni 21. Yüzyıl'a giriyoruz.

2- Mısır ve Tunus ayaklanmaları başlı başına müthiş gelişmelerdir. Ayaklanmalar halkların yaratıcı ve yıkıcı gücünü açığa çıkardı. Unutulmuş, unutturulmuş isyan ve ayaklanma ruhu yeryüzünde dolaşmaya başladı. Bu iki ayaklanma da kendiliğindenci karakterdedir. Aslında bu özellik her devrimin ve ayaklanmanın karakteristik özelliğidir. Mısır ve Tunus'ta yaşananlar yakıcı bir şekilde devrimci özne ve program ihtiyacını ortaya koymaktadır. Bu tanımlama, gelişmelerin olağanüstülüğünü görmeyen “doktriner” bir bakış açısı değildir. Politik devrim potansiyeli taşıyan bu deneyimlerin içeriğine ve olası yönelimine yönelik bir vurgudur. Çünkü İtalyan komünisti Gramsci'nin 1920 İşçi Konseyleri pratiğinden çıkardığı sonuç gibi “kendiliğindenlik alt sınıfların tarihinin karakteristik özelliğidir.” Devrimci komünistler kendiliğindenci harekete tepeden bakmazlar ya da başka bir bağlamda kendiliğindenci harekete tapınmazlar. Kendiliğindenci hareketle bilinçli önderlik arasındaki diyalektiği kurarlar. Bu diyalektik üzerinde dururlar.

Çünkü saf bir kendiliğindencilik olmadığını bilirler ve kendiliğindenci hareketin yarattığı muazzam devrimci olanakların altını çizerler. Ancak şu da unutulmamalıdır. Yine Gramsci'nin altını çizdiği gibi her kendiliğindenci hareket aynı zamanda karşıdevrimci güçlerin tepkileriyle içiçe gelişir. Bu durum Tunus ve Mısır için de geçerlidir. Buradaki vurgumuzu, Troçki'nin “Parti ve Kitle Mücadelesi” metaforuyla biraz daha açarsak, kitlesel mücadele buhar gibidir. Devrimci parti de buhar makinasını çalıştıran pistondur. Buharsız bir piston sadece bir metal parçasıdır. Pistonsuz buhar ise dağılır ve sonuca ulaşamaz. Devrimi parti değil kitleler ve işçi sınıfı yapar, parti işçi sınıfının rehberidir.

“Rehber bir örgütlenme olmaksızın kitlelerin enerjisi piston kutusu tarafından çevrilmemiş buhar gibi dağılıp gider. Ancak, şeyleri hareket ettiren piston ya da kutu değil buhardır.” Kısaca Tunus ve Mısır ayaklanmaları ve Avrupa'nın Akdeniz Havzası'ndaki gelişmeler yaşadığımız dönemin altını bir kez daha çiziyor. “21. Yüzyıl sosyalizmin ve devrimin yüzyılı, önümüzdeki binyıl ise komünizmin binyılı olacaktır.”

Dipnot:

1- Joan Baez’in bir şarkı sözü

2- Nasır ve politikaları, Arap sosyalizmi hakkında daha geniş bilgi için bakınız, Volkan Yaraşır, Sokakta Politika, Gendaş Yayınları 2002; Hasanneym Heykel, Kahire Dosyası, Bilgi Yayıncılık, 1974; Peter Mansfield, Mısır İhtilali ve Nasır, Akşam Kitap Kulübü, 1967; Nasır, Arap Devriminin Yöntemleri, Habora Kipatevi Yay., 1970; Ahmet El Kadsi, Arap Dünyasında Milliyetçilik ve Sınıf Mücadelesi, Köz Yayıncılık, 1975; Adid Davışa, Arap Milliyetçiliği Literatür, 2004

3- Arap Komünist Partileri üzerine dikkat çeken bir çalışma olarak bakınız; Tarık Y. İsmail, Arap Dünyasında Komünist Hareket, Kapı Yayıncılık, 2006; Faruk Pekin, “Ortadoğu'da Sosyalist Mücadele ve Komünist Partiler”, Ant SosyalistTeori ve Eylem Dergisi, Şubat 1971, sayı:10

4- Mısır'da siyasal islamın gelişimi, Müslüman Kardeşler ve Seyit Kutup çizgisi hakkında daha geniş bilgi için bakınız. Volkan Yaraşır, Siyasal İslam ve AKP, Tümzamanlar Yayıncılık, 2002, Salih El Verdani, Mısır'da İslami Akımlar, Fecr Yay., 1986

5- Kutup'un idamından sonra İhvan grubu üyelerinin “cehenneme kadar yolun var” diye bağırması Mısır'daki islamcı ayrışmanın boyutunu göstermesi açısından ilginç bir örnektir.

6- Mısır'da 1,5 milyon polis görev yapıyor. Polis teşkilatının sicili oldukça bozuktur. Şiddet politikaları ve sistematik işkence uygulamalarıyla ün yapan teşkilat, isyan günlerinde büyük bir katliam gerçekleştirdi. Kitlelerin öfkesini üzerine çekti. Mübarek sonrası süreçten en çok etkilenecek kurumlardan birinin polis teşkilatı olduğu ortadadır. Polis ve kontrgerilla güçlerinin karşıdevrimci operasyon girişimleri, isyan bastırma taktikleri sürecektir. Hatta bu taktikler dikkatleri “en kötüye” çekerken ordunun “aklanmasına” hizmet edebilir.

 

 

 

 

Direnen işçilerle enternasyonal dayanışmaya!


Türkiye’de son dönemlerde yoğun bir hareketlilik yaşanıyor. Toplumun en diri kesimi işçi sınıfıdır ve doğal olarak işçi sınıfı bu hareketlilik içinde belirgin bir yer tutuyor. Şu ya da bu fabrika ve işyerinde, hak ve örgütlenme eksenli direnişler patlak veriyor. Tüm veriler bu durumun devam edeceğini gösteriyor.

Dahası var, son dönemlerde taşeronluk sistemine karşı gelişen mücadele ve öte yandan metal işkolundaki grev süreci önümüzdeki dönemde sınıf cephesinde yaşanan hareketliliğin yeni bir ivme kazanacağını göstermektedir. Sınıfın mücadele eğilimi içinde olduğu bir gerçektir. Şüphesiz ki, bu hareket henüz parçalıdır. Ne ki, bu tümüyle haklı direnişler kısa süre içinde hatırı sayılır bir kamuoyu yaratmakta, başta sınıfın diğer bölüklerinden olmak üzere, toplumun çalışan kesimlerinden aktif destek almaktadır. Tabandan beslendiği için de dayanıklıdırlar. O kadar ki, Emine Arslan, Gülistan Kobatan, Türkan Albayrak ve Zeynel Kızılaslan örneklerinde olduğu gibi, tek tek işçilerin direnişi dahi belirgin biçimde toplumun gündemine oturabilmektedir.
Tüm veriler, sınıf hareketinin gitgide toplumsal mücadelenin ekseni haline geleceğini işaretlemektedir. Bunun kendisi, gelecek açısından çok büyük değer taşımaktadır ve umut vericidir. TEKEL direnişinin de bir kez daha gösterdiği gibi Türkiye’de çok büyük bir güç haline gelen dinsel gericiliğin oluşturduğu boğucu atmosferi dağıtıp geriletecek, burjuvazinin Kürt sorunu üzerinden yaratılan şoven atmosferi dağıtacak ve Alevi emekçilerine dönük sinsi manevraları boşa çıkartacak, gerici ve şoven saldırıları püskürtecek, toplumun ezilen ve sömürülen tüm kesimlerini birleştirip, harekete geçirecek yegane güç işçi sınıfıdır. Toplumsal-siyasal sorunların çözüm ekseni de sınıf mücadelesidir. Parçalı karakterine karşın, bugünkü işçi direnişlerinin değeri de buradan gelmektedir.

Sınıf adına ortaya konan bu direnişler, politik, maddi ve moral her türlü desteği hak etmektedir. Sınıf dayanışmasını yükseltmenin tam zamanıdır. Türkiye’deki ile eşzamanlı biçimde, uluslararası alanda örülecek ve adım adım güçlendirilecek bir sınıf dayanışması ise çok daha anlamlı olacaktır. Öte yandan, bilinmelidir ki uzun sürelere yayılan direnişlerin dayanıklılığı maddi imkanlara da bağlıdır.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu (BİR-KAR) olarak, Avrupa’nın doğulu-batılı yerli-göçmen, tüm uluslardan işçileri, emekçileri, ilerici ve devrimci kişi kurum ve kuruluşları, enternasyonal mücadele bayrağını yükseltmeye, Türkiye’deki işçi direnişlerini eylemli ve etkin biçimde desteklemeye, bir Direniş Fonu oluşturarak, direnen işçilere maddi destek sunmaya çağrıyoruz.

Yaşasın enternasyonal sınıf dayanışması!
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu (BİR-KAR)