05 Mart 2010
Sayı: SİKB 2010/10

 Kızıl Bayrak'tan
Genel grev-genel direniş yolunda ilerlemeliyiz!
Dinci gericilik demokratikleşmenin önündeki engeldir!
İsrail Heron’ların 6’sını
Ankara’ya teslim etti
Sosyalizm ve
kadın sorun - Nilgün Eren
İstanbul ve İzmir’de 8 Mart’ın 100. yılında emekçi kadınlar buluştu
8 Mart çalışmalarından
TEKEL işçileriyle
dayanışma faaliyetleri...
Sendika ağaları çadırları kaldırdı!.
İşçi ve emekçi hareketinden...
TKİP III. Kongresi
Kapanış Konuşması...
TEKEL Direnişi gösterdi ve öğretti - Vokan Yaraşır
TEKEL direnişi ve sendikalar
Karadağ cinayetinin iddianamesi hazırlandı...
İmzalar baskı ve
terör rejimine karşı...
Gençlik özgür üniversite düşmanı Doğramacı’yı unutmayacak!
Üniversitelerde soruşturma terörü
Sömürgeci politikalar
İngiltere-Arjantin ilişkilerini geriyor...
Türkiye’de demokratikleşme sorunu hakkında kısa notlar /3 -M. Can Yüce
Evrim Erdoğdu’ya özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TEKEL direnişi ve sendikalar

TEKEL işçilerinin 78 günlük Ankara direnişi sınıf hareketinin hemen tüm temel sorunlarına ayna tutuyor. Direniş yıllardır yükselmesi beklenen sınıf hareketine şimdilik ilkbaharını yaşattı. TEKEL direnişi ve harekete geçirdiği diğer sınıf bölükleri sayesinde, sınıf hareketinin yıllardır süren suskunluluğun da etkisiyle sendikal alanda derinleşen bozulma ve statükoları bir bir günyüzüne çıkardı. Yıllardır bilinen gerçekler TEKEL direnişi vesilesiyle daha açık hale geldi.

Güçlü bir sınıf hareketinin ilk görünümü sayılabilecek bugünkü mücadele düzeyi bile bu alanlarda yaşanan sorunları ve mevcut gerçekliği oldukça berrak bir biçimde orta koymuştur. Kurulduğu günden bu yana devletçi kimliği ve sermaye uşağı rolüyle bilinen Türk-İş bugün de çıbanın başıdır. Üçüncü ayına yaklaşan TEKEL direnişine karşı Türk-İş’in aldığı tutum geçmiş kimliğinden bir şey kaybetmediğini göstermiştir. Kısa sürede toplumun temel bir gündemi haline gelmiş ve önemli bir desteği etrafına toplamış TEKEL direnişi karşısında esasta kılını kıpırdatmamıştır. Üstelik Türk-İş kendi çizgisine DİSK ve KESK gibi sözde mücadeleci sendikaları da yedeklemiştir. Böylece, direniş karşısında gösterdiği teslimiyetçi, işbirlikçi ve ihanetçi tutumları için başka suç ortakları bulmuştur.

Konfederasyonlarla birlikte tek tek sendikalar ve sendika şubelerinin büyük bir çoğunluğunun direniş karşısındaki tutumlarında esasta bir farklılık yoktur. Direniş belli bir evreden itibaren toplumu sarsmışken, giderek uluslararası dayanışma büyürken, deyim yerindeyse direnişin burnunun dibindekilerden doğru dürüst ses çıkmamıştır. Bu özellikle Türk-İş sendikaları için geçerlidir. Kitlesel TEKEL eylemlerinde ve 4 Şubat iş bırakma gününde sendikalar üzerlerine düşen sorumluluğun gereklerini yerine getirmemiştir. DİSK de altına imza attığı kararları yaşama geçirmek için şubelerde ve işyerleri düzeyinde etkin hiçbir çalışma yapmamıştır. Tek istisna 4 Şubat dayanışma eyleminde İzmir’de ortaya çıkan tablodur. Onun da CHP belediyelerinin AKP karşıtı tutumundan ileri geldiğini biliyoruz. KESK ise toplam süreçte en sıkı konuşmaları yapan, en kararlı görünümü sergileyen sendika olmasına karşın, süreçteki varlığı tabanında barındırdığı ilerici öğelerin ötesine geçmemiştir.

Sendika konfederasyonlarının bir süredir devam eden ortaklıkları, tarafların kendi tabanlarına karşı ellerini rahatlatmalarına da yaradı. İkisi göstermelik eylem kararlarına göstermelik yanıtlar verirken, diğeri bu işbirliği sayesinden direniş için iyi bir şey yapıyormuş görüntüsü oluşturdu. Biri alması gereken daha güçlü eylem ve genel grev kararlarına TEKEL direnişiyle dayanışmanın ve sahiplenmenin zayıflığını gerekçe gösterirken, diğerleri sürecin asıl muhataplarının alacağı kararlara uyacaklarını bildirdiler. Konfederasyon ağaları kitlelerin gözünün ününde adeta bir orta oyunu sergilediler. Emekçilerin gözünün içine baka baka onlarla, en çok da TEKEL işçileriyle alay ettiler. Bu orta oyunu kendilerine bağlı sendikaların elini de rahatlattı. Aldığı güdük ve etkisiz eylem kararları, kendi isteksizlikleriyle de birleşince, ara kademe sendika bürokratlarının da kararları ortada bırakılmalarını sağladı. Ne de olsa denetleyen ya da hesap soran yoktu. Üstelik bir şeye yaramayacağı daha baştan belli olan bir eylem için patronlarla ya da işyeri yöneticileriyle sorun çıkarmaya değmezdi. Eylem kararları ortada bırakılarak sorun da çıkarılmamış oldu.

Sınıf hareketinin yıllardır yaşadığı suskunluk sendika bürokratlarını iyiden iyiye çürütmüştür. Direnişe karşı ilgisizlik ve vurdum duymazlık bununla bağlantılıdır. TEKEL direnişi aynasından bakıldığında, bir elin parmağını geçmeyen sendika şubeleri ve kimi mücadeleci sendikacılar sayılmazsa, boydan boya tüm sendikal cephe bu çürümüşlüğün içindedir. Hiçbir biçimde bir sınıf aidiyeti taşımamaktadırlar. Kimi süreçlerde bu sendikalar şu ya da bu düzeyde bir mücadelenin içine girebiliyorlarsa eğer, o da varlık zeminlerini kaybetme tehlikesindendir. Sendikal cephede Türk-İş ile benzerleri devlet ve hükümet yanlısı sendikacılık çizgisini temsil ederlerken, DİSK ve KESK sol-demokrat maskeli çizgiyi temsil etmektedir. Bir kısmı devlet ve hükümet tarafından beslenip uysallaştırılmışken bir kısmı da bizzat sermayenin kendisi tarafından beslenip uysallaştırılmıştır. Sendikaların bu kimlikleri direniş süreci boyunca aldıkları tutumlarda da kendini ifade etmiştir. İster konfederasyonlar düzeyinde olsun isterse ara kademede olsun, birbirlerinden tek farkları vardır. O da tabanlarını ve hala daha onlardan bir beklentisi olan işçi ve emekçileri aldatmakta kullandıkları dildir. İkiyüzlülük, sınıfa ihanet ve mücadele kaçkınlığı bunların ortak paydasıdır. Yaşam tarzları, alışkanlıkları ve sendikacılık anlayışları birdir. Böylece tutum ve kimlikleri aynılaşanların yan yana gelmeleri de kolaylaşmaktadır.

TEKEL direnişi süreci göstermiştir ki, ister devletçi olsun ister sol-demokrat maskeli olsun, mevcut sendikal anlayışlar bitmiş durumdadır. Bunların sınıf mücadelesinin şu ya da bu ihtiyacını karşılayacak niyetleri de takatleri de yoktur. Kuşkusuz bu yeni görülen bir gerçek değildir. İşçi ve emekçilerin yıllardır düşük ücret, ağır çalışma koşulları ve zam furyaları altında inletilmesine rağmen yaprak kıpırdamamasının birinci elden sorumluları bunlardır. Her hak arama mücadelesini, her ileri çıkışı, koltuğunu kaybetmemek ve patron, devlet ya da hükümetle karşı karşıya gelmemek kaygısıyla geriye çeken ve bastıran bu sendikacılardır. Onların uzlaşmacı ve işbirlikçi anlayışlarıdır.

Sınıfa yabancılaşma ve çürüme öyle bir noktaya gelmiştir ki, patronlar da hükümet de işçi ve emekçilerin karşısına sendikaların icraatlarıyla çıkıyorlar. Sendikacıların çalıp çırpmalarını, karşı koyuyor göründüklerinin altına hükümetle birlikte imza atmalarını emekçilere delil olarak sunuyorlar. Üstelik ortaya sürülen bu iddialar yalan da çıkmıyor. İş yasası için bilim kurullarında, sendikal yasalar için üçlü danışma kurullarında, asgari ücret tespit komisyonlarında ve özelleştirme operasyonlarında, 4/C uygulamasında, sermaye hükümetine suç ortaklığı edenler mevcut sendikalardır. Adına çalışma yasası denen 4857 sayılı kölelik yasası, sendikaları iyiden iyiye devletin avucunun içine almayı amaçlayan sendikal yasalar, ancak bir evin kirası, bir simit ve bir çay parasına denk gelen asgari ücret... TEKEL işçilerine dayatılan ise güvencesiz ve geleceksiz bir yaşamdır. Sendikaların içinde yer aldıkları kurullardan ve komisyonlardan çıkanlar bunlardır. Bu süreçlerde hükümet tarafından dikkate alınmayanlar ya da taban tepkisinden çekinerek süreçlerin dışında kalmak zorunda olanlar da göstermelik olarak muhalefet sahnesinde yer almaktadırlar.

Dışarıdan bakıldığında bunlar görülürken, bir de içeride yaşananlar vardır. Sendika kasalarının boşaltılması sıradanlaşmış, işçi aidatlarıyla kontrgerilla finanse edilmiş, delege pazarlıklarında verilen rüşvetler, yapılan eğlence masrafları büyük ölçüde kanıksanmıştır. Araba, daire ve şişirilen cüzdanlar karşılığında toplusözleşmelerin satılması, patronlarla yapılan pazarlıklarda mücadeleci işçilerin işten attırılması, kafa kol ittifakları ve kirli koltuk pazarlıkları… Bunlar da çürümenin bir başka yüzüdür. Fakat yaşananların bunlarla sınırlı kalmayacağı da açıktır.

Bugünkü sendikalar gerçeği, burjuva politikasının da sosyal reformizmin de çürümüşlüğünü gözler önüne sermektedir. İstisnalar dışında mevcut sendikacılar, dincisinden sosyal demokratına, faşistinden reformistine kadar düzen siyasetinin eklentisi durumundadırlar. Militan bir sınıf hareketinin ve bunun yaratacağı devrimci taraflaşmanın yokluğu, sınıf kitlelerini şu ya da bu düzen politikasının yediğine almaktadır. Sendikal bürokrasi sendikaları sınıf kimlikleriyle değil uzantısı oldukları düzen politikası ekseninde yönetmektedirler. Bugün için sendikalarda en etkin olan düzen politikasıdır. Bu en bariz biçimiyle konfederasyon seçimlerinde görülmektedir. Türk-İş seçimlerinde görüldüğü gibi, dinci gericilik seçimlere cumhurbaşkanı eliyle müdahale etmekte, sendika yönetimlerini denetimi altına almaktadır. Aynı şey sosyal demokrat CHP ve faşist MHP için de geçerlidir. Sendika şubeleri seçimlerinde düzen partilerinin müdahalesi daha da belirgin ve alenidir. Yapılan müdahaleler düzen partilerinin sendika ve işyeri yönetimleriyle kurduğu politik bağlar sayesinde gerçekleşmektedir. Her renkten burjuva gericiliğinin sınıf kitleleri üzerindeki genel etkisini de hesaba kattığımızda işleri daha da kolaylaşmaktadır. İşçi ve emekçilerin en basit bir sorununu dahi gündemine almayan, parlamento kürsülerini bir kez bile emekçilerin sorunlarını dile getirmek için kullanma zahmetine girmeyen faşist parti bile sınıf mücadelesi açısında en kritik yerde duran sendikaların tepesini tutabilmektedir.

Henüz burjuva partiler kadar güçlenmemiş olan reformistler de başka yollarla aynı sonuçlara ulaşmaktadırlar. Güçlü oldukları yerde kimseyi dikkate almadan yekvücut davranmakta, değilse ilkesiz ve karşılıklı çıkarlara dayalı ittifaklarla işlerini bağlamaktadırlar. Bunlar öylesine ilkesizleşmişlerdir ki, gericilerle ortak listeler çıkarmakta, her zeminde devrimcileri kapı dışarı etmeye çalışmaktadırlar.

Sermayenin sınıfa yönelik kesintisiz saldırıları, yılların kazanımlarının bir çırpıda ortadan kaldırılması, özelleştirmenin yarattığı işsizlik, sendikal hakların engellenmesi ve kullandırılmaması onların umurunda değildir. Onlar açısından esas olan, yıllarca oturacakları bir koltuktur. Özünde bir sınıf örgütü olan sendikaların bu misyona uygun davranması için gerekli olan mücadele programları, tabanın bilinçlendirilip örgütlülüğünün güçlendirilmesi onlar için kulakta vızıltıdan öte değildir. Onlara göre bunları dile getirip duranlar da en yumuşak söylemle “marjinal”dirler. “Günün gerçeklerini anlayamayan ve sendikaların durumundan bihaber” olanlardır. Sınıf mücadelesinin her zemininde mevcut durumu değiştirip ileriye taşımaya çalışanlar “dışarıdan gelenler”dir. TEKEL direnişine müdahale çabası içinde olan ilerici-devrimci güçlere karşı kullanılan argümanlar da aynıdır.

İşbirlikçiliği tescilli sarı sendikacılık bir yana, sosyal reformizmin de işçi sınıfına ve emekçilere verebileceği hiçbir şey yoktur. Sınıf hareketinin yılları bulan suskunluğuna rağmen Türkiye’de sınıf mücadelesi alabildiğine serttir. Düzen, sınıfın talep ve beklentilerini karşılayabilme olanaklarından yoksundur. Her kafa uzatanın kafasının ezilmesi, her hak arayanın başında copun patlaması bunu göstermektedir. Bir hakkı kullanmak, korumak ya da geliştirmek istiyorsanız, bedel ödemeyi göze almak zorundasınız. TEKEL örneğinde görüldüğü gibi, düzen sınırlarındaki anlayışlar, bırakalım bedel ödemeyi göstermelik bir kararlılıktan bile uzak kalmaktadır. Hem yaşam biçimleri hem de politik biçimlenişleriyle sınıfa yabancılaşan bürokratik kasttan, ortaya koyduklarından daha fazlası da beklenmemelidir.

Sendikaların bu tablosu TEKEL direnişine karşı takındıkları tavrı bir başka cepheden de açıklamaktadır. Direniş kendi sınırlarını aşmış ve ilk elden mücadeleci kesimleri etrafına toplamışken, en başta konfederasyon yönetimleri grev kırıcı rolü üstlenmişlerdir. Direnişin mücadelede sıçrama yaratacağı her eşikte dalgakıran gibi hareketin önünü kesmişlerdir. Şimdi ise çadırları kaldırarak direnişin ateşini söndürmek için varlarını yoklarını ortaya koymaktadırlar.  

Fakat mevcut sendikal anlayışlar açısından, burjuva politikasının payandası olarak göstermelik de olsa sınıf adına iş yapmanın sınırları gelinen aşamada bir hayli daralmış bulunmaktadır. TEKEL direnişinin düzen sendikacılığı ve düzen sınırlarındaki mücadele anlayışı için adeta turnusol işlevi gördüğü şu son günler artık hiçbir şeyin eskisi gibi yürüyemeyeceğini göstermektedir. TEKEL direnişi nasıl biterse bitsin bu sonuç değişmeyecektir. İhanetçi işbirlikçi sendikacılığın bugünkü temsilcileri çok kötü bir sınav vermişlerdir. İşçiler sendikacılarına rağmen kendi iradeleriyle Ankara’ya gelmiş, direniş çadırını kurmuşlardır. Yıllardır işçi ve emekçilere kapatılan miting kürsüleri ve sendika binaları işgal edilmiştir. Bürokratların kolları kanatları kırılmamış ve ağaca tırmanmak zorunda kalmamışlarsa eğer, bu onların saygınlıklarından değil, işçilerin henüz bu bilinç düzeyine ulaşamamış olmalarındandır.

Sendikal bürokrasi açısından kötü olan, istediklerini yapamamak değil artık yaptıklarını gizleyememektir. Attıkları her adımın izlenmesi, aldıkları her kararın tartışmaya ve karşı koyuşa konu olması, onları şimdiye kadar olmadık bir biçimde teşhir etmiştir. Öyle ki, aldıkları geri eylem kararları, başka kaygılarla da olsa burjuva basın tarafından bile eleştiri konusu yapılabilmektedir.

Bürokratlaşmış sendikal kast Türkiye’de sınıfı, dolayısıyla da toplumu denetim altına almanın en önemli güvencelerindendir. Sınıf mücadelesinin geriliği koşullarında sendikal bürokrasi taban karşısında oldukça önemli mevziler kazanmıştır. Sınıfın mücadele dönemlerinde işlevselleştirdiği sendikal demokrasi, tabanın söz ve karar hakkı ortadan kaldırılmıştır. Devlet yanlısı, işbirlikçi ve uzlaşmacı sendikacılık meşrulaşmış, kurumlaşmış ve sendikalarda kök salmıştır. Gelenler gidenleri aratmamış, hep aynı çizgi izlenmiştir. Taban basıncı ve denetiminin yokluğu sermayeyle içiçe geçmişlikle birleşmiştir. Sendikal kast yıllardır sınıf mücadelesinin gelişmesinin önünde büyük ve yıkılması zorunlu bir engel olarak durmaktadır.

Kuşkusuz bu çürümüş sendikal kast yıkılmaz değildir. Sendikal bürokrasinin panzehiri sınıf mücadelesidir. Mücadelede ne düzeyde ileri çıkarılır ve kapsamı ne kadar genişletilirse, bürokrasi de o ölçüde geriletilebilecektir. TEKEL direnişinin deneyimleri bir kez daha göstermiştir ki, sınıf mücadelesi adına ileri atılan her adım mutlak bir biçimde bürokrasiyi de hedef tahtasına çakmak durumundadır. Bu yapılamadığında, ileriye atılan her adım bürokrasinin çarklarında öğütülmeye mahkûmdur. TEKEL direnişinde görüldüğü gibi, sendikacılar güçlü tepkilerin hedefi oldukları durumlarda bile çizgileri ve ayrıcalıkları sorgulanmamaktadır. Sendikal süreçlerde alınan her karar tabanın yaşamını ve geleceğini belirliyor olmasına karşın taban karar süreçlerine dahil edilmemekte ya da ölümle korkutulup sıtmaya razı edilmektedir. Son haftalarda TEKEL direnişinde yaşanan da budur.

Sendikaların teşhir olduğu şu günlerde onların ikiyüzlü ve teslimiyetçi tutumlarını mahkum etmek ayrı bir önem kazanmıştır. TEKEL direnişi, bürokratların güçten düşürme çabalarına karşın dinamizmini ve sınıf üzerindeki etkisini hala sürdürmektedir. Sendikalar, özellikle konfederasyonlar ise meşruiyetlerini yitirmektedirler. Safını sınıf mücadelesinin çıkarlarından yana belirlemiş olanlar, sendikal bürokrasiye karşı oluşan bu öfke ve tepkiyi en iyi bir biçimde değerlendirmeli, somut çabaların konusu haline getirebilmelidirler. Zira görülmüştür ki, direniş kararlılığına ve direniş sürecinde aldığı mesafeye rağmen, TEKEL işçilerinin bilinci de henüz ihanetçi ve teslimiyetçi sendikal çizgiyi sorgulayacak düzeyde değildir. TEKEL işçilerinin bu gerçekliği aynı zamanda kendiliğinden hareketin sınırlarını da işaretlemektedir. Açıktır ki, sınıfın bu bilinci kazanması etkin bir devrimci bir müdahaleyi gerektirmektedir. TEKEL direnişinin kazanması, sendikal ihanet şebekesinin yıkılması ve sınıf hareketinin sıçraması için yakıcı ihtiyaç budur.


 

BDSP Hamdullah Uysal’ı andı

BDSP, 25 Şubat günü yaşamını yitiren TEKEL direnişçisi Hamdullah Uysal için yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşün sonunda Hamdullah Uysal’ın direniş çadırı olan Samsun çadırı ziyaret edildi.

Samsun çadırının önünde BDSP adına yapılan konuşmada Hamdullah Uysal’ın ölümünün sorumlusunun sermaye devleti olduğu söylendi. Ayrıca Metal İşçileri Birliği’nin düzenlemiş olduğu “TEKEL işçileri ile 1 TL’ni paylaş” kampanyası sonucunda İstanbul’da toplanan paraların Hamdullah Uysal’ın ailesine verileceği duyuruldu. Maddi katkının ailesine ulaştırılması için adresleri alındı.

Eylem sonrasında Kızıl Bayrak satışı gerçekleştirildi. Bütün çadırlara girilerek Kızıl Bayrak gazetesi TEKEL işçilerine ulaştırıldı.

Direnişin Sesi bülteninin ise 14. sayısı TEKEL işçilerine ulaştırıldı. “Devletin baskılarına, Sendika bürokratlarının oyalamalarına karşı / Ölmek var, dönmek yok!” şiarıyla çıkan direnişin sesinde ayrıca IG Metal Sendikası aktivisti Zeliha Reçber’in Hamdullah Uysal’a yazdığı yazı kullanıldı. Yaklaşık 700 bülten dağıtıldı. Bülten, işçiler tarafından büyük ilgiyle karşılandı.

Kızıl Bayrak / Ankara