05 Mart 2010
Sayı: SİKB 2010/10

 Kızıl Bayrak'tan
Genel grev-genel direniş yolunda ilerlemeliyiz!
Dinci gericilik demokratikleşmenin önündeki engeldir!
İsrail Heron’ların 6’sını
Ankara’ya teslim etti
Sosyalizm ve
kadın sorun - Nilgün Eren
İstanbul ve İzmir’de 8 Mart’ın 100. yılında emekçi kadınlar buluştu
8 Mart çalışmalarından
TEKEL işçileriyle
dayanışma faaliyetleri...
Sendika ağaları çadırları kaldırdı!.
İşçi ve emekçi hareketinden...
TKİP III. Kongresi
Kapanış Konuşması...
TEKEL Direnişi gösterdi ve öğretti - Vokan Yaraşır
TEKEL direnişi ve sendikalar
Karadağ cinayetinin iddianamesi hazırlandı...
İmzalar baskı ve
terör rejimine karşı...
Gençlik özgür üniversite düşmanı Doğramacı’yı unutmayacak!
Üniversitelerde soruşturma terörü
Sömürgeci politikalar
İngiltere-Arjantin ilişkilerini geriyor...
Türkiye’de demokratikleşme sorunu hakkında kısa notlar /3 -M. Can Yüce
Evrim Erdoğdu’ya özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TKİP III. Kongresi Kapanış Konuşması...

III. Parti Kongresi bir dönüm noktasıdır

 

II. Bölüm

7 Kasım 2009’da kamuoyuna ilan edilen TKİP III. Kongresi’nin Cihan yoldaş tarafından yapılan kapanış konuşmasının elden geçirilmiş kayıtlarıdır... Konuşmanın parti güvenliğini ilgilendiren bölümlerine yer verilmedi. Metnin başlığı ve ara başlıkları ise buradaki yayın esnasında konuldu...

Solda tasfiyeci kırılmalar ve devrimci örgüt sorunu

Parti kongresi gündeminde de vurgulandığı gibi, partimizin en öncelikli sorunu hala da sağlam temellere oturmuş ihtilalci örgüt sorunudur. Genel öneminin ötesinde, bu sorunun dönemsel olarak biri sol hareketin durumundan, ikincisi partimizin ihtiyaçlarından kaynaklanan iki temel önemde nedeni var.

Bugünün Türkiye’sinde halkçı geleneğin son temsilcileri şahsında devrimci örgüt geleneği artık tümden tasfiye olmaktadır. Bu herkesin bildiği ama bilmezlikten geldiği bir açık olgudur. Yapısal zaafların zaman içinde yarattığı zayıflama, yıpranma ve yorgunluk, devletin sistemli ve yöntemli saldırıları ile de birleşince, bu sonuçta halkçı demokrat akımlarda tasfiyeci sonuçlarını bir dönemdir izlediğimiz genel bir irade kırılmasına yol açtı. Bu ise kendini öncelikle devrimci örgüt geleneğinin pratikte terkedilmesinde gösterdi. Gelinen yerde artık ideolojik sonuçlarına da varmaktadır. Son dönemlerde adeta moda haline gelen her biçimiyle yeni liberal ideolojik açılım ve söylemler bunun ifadesidir.

2007 yılında toplanan TKİP II. Kongresi bu kırılmayı nispeten erken bir zamanda açıklıkla saptadı. “Devrimci örgüt yaşamsaldır!” şiarını da bu saptamayla bağlantılı olarak yükseltti. Bu, soldaki kırılmaya karşı bir direniş ve tasfiyeci sürüklenişe karşı bir mücadele çağrısı idi. Gelinen yerde bu mücadele çok daha yakıcı bir önem taşımaktadır. Zira tasfiyecilik halkçı devrimci hareketin son temsilcileri şahsında artık açık biçimler kazanmaktadır ve açık sonuçlarını örgüt sorunu üzerinden de göstermektedir.

Devrimci örgüt sorununun bizim için taşıdığı önem öncelikle buradan gelmektedir. İkinci ana neden ise partimizin kendi öz örgütsel gelişme ihtiyaçlarıdır. Buna parti örgütünün sağlam illegal temellere oturtulması ihtiyacı ve mücadelesi de diyebiliriz. Bu sürece II. Kongre öncesinde girilmişti; II. Kongre, buna yönelik parti iradesini yeni bir düzeye çıkardı ve bunu soldaki örgüt tasfiyeciliğinin bir değerlendirmesi ile birleştirdi. MK’nın 2008 sonbaharı toplantısı ve bunu takiben örgüte sunulan kapsamlı rapor ise, hem o güne kadarki sürecin bir bilançosunu çıkardı ve hem de partinin bu alandaki yeni adımlarını somutladı. Bu ise örgütsel gelişme sürecimize yeni bir itilim kazandırdı. Uygun bir zemin oluştu, böylece bu alandaki sorunlarımızın ve öncelikli gelişme ihtiyaçlarımızın anlaşılması da kolaylaştı. III. Parti Kongresi bu sürecin üzerine geldi, bu gelişme, birikim ve deneyim üzerinde yükseldi. III. Kongre, partinin örgütsel alandaki yeni görevlerini ve hedeflerini, bütün bu sürecin bilançosu ışığında saptamış oldu.

III. Kongre partimizin gerçek manada bir ihtilalci sınıf örgütü haline gelmesinde bir dönüm noktası olacaktır. Bu önümüzde çok ciddi bir örgütsel gelişme, genişleme, derinleşme ve sağlamlaşma dönemi olduğu anlamına da geliyor. Kongremizin yaptığı tartışmalar, ulaştığı açıklıklar, vardığı sonuçlar ve sonuçta sağladığı mutabakat, bu konuda en büyük dayanağımızdır. Bu imkanı en iyi biçimde kullanarak yeni düzeyde gerçek bir örgütsel inşa dönemine girmek görevi ile yüzyüzeyiz. Sağlam temellere oturan gerçek bir yeraltı örgütü, bu temel üzerinde kapsamlı ve çok yönlü bir legalite istismarı, illegalite ile legalitenin ilkelere ve amaca uygun bir biçimde birbirleriyle bağdaştırılması, bu açıdan bütünsel bir parti çalışması, bunlar örgütsel alanda bizi bekleyen görevlerin genel çerçevesini oluşturmaktadır.

Devrimci örgüt, temel önemde bir stratejik sorundur. Devrimci örgüt, devrim yapabilmenin en temel koşulu, olmazsa olmaz aracıdır. Örgüt kavrayışı ve pratiği en sınırlı devrimci liderlerden biri olarak Troçki, 1920’lerde, üstelik de parti içi mücadelede tecrit olduğu bir evrede, parti konusunda son derece anlamlı bir düşünce dile getiriyor. Bir İngiliz atasözüne atıfta bulunarak, “doğru ama yanlış benim partim” diyor ve ekliyor: Çünkü tarih, devrimi gerçekleştirmenin temel ve vazgeçilemez bir aracı olarak, parti dışında bir araç yaratabilmiş değil henüz!

Devrimin zaferi ancak sağlam biçimde örgütlenmiş devrimci bir partinin önderliği altında olanaklıdır, tarihin de göstermiş bulunduğu gibi. Rusya’da devrimci parti var, devrim zafere ulaşıyor. Almanya’da devrimci parti yok, devrim kaçınılmaz bir biçimde başarısızlığa ulaşıyor. Ortak sonuç şudur: Devrimler her zaman devrimci partiler önderliğinde başarıya ulaşıyor. Bu henüz modern anlamda siyasal partilerin tarih sahnesine çıkmadığı bir dönemde gerçekleşen büyük Fransız Devrimi için bile geçerli. Kamu Selameti Komitesi yönetimindeki Jakoben Klüpleri ağı Büyük Fransız Devrimi’ni tüm sonuçlarına götüren devrimci bir partiden başka nedir ki? Bütün Fransa baştan başa Jakoben Klüpler ağı ile örülüdür. Kendi aralarında ve elbette merkez durumundaki Paris ile çok yoğun ve sıkı bir iletişim, etkileşim, düşünce, ruh ve eylem birliği var. Jakobenlerin de kendi ölçülerinde bir devrimci çizgileri ve sürekli bir merkezi karargahları var. Jakobenizm de bir tür partidir, modern anlamındaki partinin bir tür prototipidir. Bir felsefesi, bir çizgisi, bir örgüt ağı, bir merkezi, kendine göre bir iç disiplini, hayli karmaşık bir iç mücadelesi vardır.

Devrim sürecini başarıyla yönetmenin ve devrimi zafere ulaştırmanın temel aracı devrimci partidir; ama kurulu düzeni aşan, sağlam temellere dayalı bir örgütlü yapı olarak devrimci parti... Uzun ve zorlu bir hazırlık ve sınavlar sürecinden geçmiş, zaman içinde güç ve deneyim kazanmış, sınıf mücadeleleri sürecinde ustalaşmış bir güç olarak devrimci parti... Bir çizgi, bir program hiçbir zaman kendi başına bir sonuç yaratmaz. Bunun için çizginin taşıyıcısı olarak devrimci örgüt ve çizgiyi maddi bir kuvvet haline getirecek devrimci sınıf ve kitle hareketi gereklidir. Devrimci parti de ancak bu koşullarda gerçek anlamını bulur ve misyonunun hakkını verebilir. Teori kitlelere malolursa maddi bir güç haline gelir diyor Marks. Ama işte bunun zorunlu koşulu ve vazgeçilmez aracı devrimci partidir. Marksizm devrimci partilerin siyasal misyonu üzerinden kitleler içinde maddi bir güç haline gelmiştir. Bu olmasaydı insanlık için bugün taşıdığı anlama ve etki gücüne de ulaşamazdı.

Devrimci örgüt sorunu böylesine temel önemde ve belirleyici nitelikte bir sorundur. Temel değerlendirmelerimizde de ifade edildiği gibi, çok iyi bir ideolojik çizginiz, sağlam temellere oturan bir programınız da olsa, onun taşıyıcısı ve koruyucusu olacak devrimci örgüt yoksa, bu çizgi ve programı hayata geçirebilmek bir yana, onu koruyabilmeniz bile olanaklı olamaz.

Parti yaşamının öteki bazı sorunları

Partiyi muhtemel saldırılara karşı savunabilmek önümüzde duran temel önemde bir başka görevdir. Buna ilişkin sorunları çok yönlü olarak tartıştık, değerlendirmeler yaptık ve sonuçlara vardık. Parti bugünkü düzeye çok büyük emeklerle geldi. Buna rağmen katettiği yol henüz çok sınırlıdır. Ama işte büyük emeklerle ancak sınırlı mesafeler katedebilmişsek, bu sınırlı mesafelerin ifade ettiği maddi kazanımları ne edip edip korumalı, her türden saldırıya karşı savunmalıyız. Önümüzde partiyi saldırılara karşı korumak gibi bir sorumluluk var. Bu büyük bir dikkat, titizlik ve ciddiyet gerektirmektedir. Çok yönlü ve derinlikli bir kavrayış gerektirmektedir. Büyük bir sorumluluk ve enerjik bir tutum gerektirmektedir. Bu konuda hepimizi büyük görevler beklemektedir.

Örgüt sorunu kapsamında kadrolaşma, bizim için hayati önemde bir başka sorundur. Buna büyük bir önem vermek, bunu çok özel bir iş edinmek zorundayız. Zira birçok sorun ve tartışma gelip gelip kadro sorununa dayanıyor ve çoğu kez de orada tıkanıyor. Planlar yapıyorsunuz, kadro gerektiriyor. Hedefler koyuyorsunuz, kadro gerektiriyor. Görevler somutluyorsunuz, kadro gerektiriyor. Partinin düzeyini yükseltmek istiyorsunuz, bunun kadrolaşmak kapsamındaki sorunlarla kopmaz bağını görüyorsunuz. Yayınlarınızı güçlendirmek istiyorsunuz, kadrosal sınırlılık engeli ile karşılaşıyorsunuz vb...

Kadrolaşma sorununu, genel siyasal çalışmamızın sonuçları kendiliğinden alınabilecek bir yan ürünü olmaktan çıkarmak, gündelik çalışmamızın en asli ve özel ilgi gerektiren bir sorunu haline getirmek durumundayız. Bundan böyle her ilin, bölgenin ve alt organın çalışmasının başarısını aynı zamanda artan kadro sayısı ve varolan kadroların düzeyindeki değişim üzerinden de değerlendirmeliyiz. Periyodik örgüt raporları bundan böyle kesin olarak buna ilişkin bilgiler ve değerlendirmeler içermelidir. Raporlarda buna ayrı bir başlık, özel bir bölüm ayrılmalıdır. Ve parti yönetimi, illerde İK’lar, sunulan verilerin ışığında bu alandaki gelişmeleri de özel bir tarzda takip etmeli, gerekli durumlarda gerekli müdahaleleri yapmalıdırlar. Partide kadrosal düzeyi mutlak biçimde yükseltmeli, parti saflarındaki kadro sayısını ifade uygunsa geometrik ölçülerde çoğaltmalıyız. Bu, partinin büyümesinin ve politik etki alanını misliyle genişletmesinin olmazsa olmaz koşullarından biridir, böyle ele alınmalıdır.

Parti yayınlarımızın her açıdan güçlendirilmesi bir öteki sorunumuzdur. Bu konuda da gerekli tartışmaların yeterli kapsamda ve çözücülükte yapıldığına inanıyorum. Gerisi artık bir uygulama sorunudur. Uygulamada bunun gerektirdiği titizliği, duyarlılığı ve tutarlılığı gösterme sorunudur. Bir bütün olarak parti, özellikle de yeni seçilmiş MK, bu konuda gerçek bir sınavdan geçecektir. II. Parti Kongresi’nden beri süregelen kapsamlı tartışmalar ve müdahaleler, bu alanda artık kesin bir sonuca ulaşmak dışında herhangi bir ihtimale olanak tanımamaktadır. Sınavdan kastım da budur.

Öncelikle yayınlarımızın sağlam partililer tarafından yönetilmesini güvence altına almamız gerekir. Bu yeni seçilmiş MK’yı bekleyen bir sorumluluktur. Partinin bütün ileri kadroları parti yayınlarının asli unsurları haline gelebilmelidir, getirilebilmelidir. Partiyi yöneten, partiye yön veren kadroların bilincinin, iradesinin, tercihlerinin, saptadığı politikaların yansıdığı araçlar haline gelmelidir yayınlarımız.

Partiyi temsil eden önderlik ekibinin gerek siyasal yaşam ve gerekse parti çalışması kapsamında her zaman söyleyecek sözü, dile getirilecek düşüncesi vardır. Gerçek bir önderlik ekibiyse sözkonusu olan, olmalıdır da. Bu sözün, bu düşüncenin temel taşıyıcısı ise parti yayınlarıdır. Yayınlarımızın çizgisi, ruhu ve esasa ilişkin içeriği parti yönetimi ve parti ileri kadroları tarafından belirlenip yönlendirilmelidir. Kesin ve mutlak biçimde...

Devrimci sınıf hareketi eksenine oturmak

Örgüt ve kadro sorunu çerçevesinde, sınıfla devrimci birleşme sorununa da değinmek istiyorum. Bu zor bir süreç, biliyorum, kolay mesafe alınamıyor bu alanda. Kolay mesafe alınamadığı için de kadrolaşma sorunu derken, parti içi demokrasi derken, disiplin derken, iç kenetlenme derken, ruhsal bütünlük derken, bütün bu sorunları bugünkü koşullarda ne edip edip proleter sınıf ekseninde çözelim diyemiyorum. Zira biliyorum, buna daha zaman var, buna dayalı çözüm henüz kısa vadenin bir sorunu değil. Partimiz devrimci sınıf hareketi eksenine sağlam biçimde oturana kadar daha yıllar geçecek. Ama buna henüz ulaşamadığımız bir aşamada biz, bunun yarattığı güçlükleri bilinçli iradi bir tutumla göğüsleyeceğiz, göğüslemek zorundayız. Kafa açıklığıyla, bu doğrultuda ortaya konulacak iradi kararlılıkla dengeleyeceğiz bu boşluğu. Sınıf yönelimimizin kendisi, bu çerçevede hemen tüm çalışmamızın sınıf zemininde sürüyor olması, tüm partinin sınıfı devrimcileştirme çabası içinde bulunması, tüm bunlar da işimizi önemli ölçüde kolaylaştıracaktır, bunun da bilincinde olacağız.

Ama öte yandan şunu da hep gözönünde bulunduracağız: Ne edip edip devrimci bir sınıf eksenine oturamadığımız sürece, sözkonusu sorunların köklü, kalıcı ve kapsamlı bir çözümüne de gerçek manada ulaşamayız. Bu açıdan sınıfla devrimci birleşme sorununu tüm sorunlarımızın gerçek çözümünün düğüm noktası olarak alacağız. Devrimcileşmiş bir sınıf hareketi, istikrarlı bir eksendir devrimci bir sınıf partisi için. Her türlü güçlüğü göğüsleyebilmenin en sağlam temeli, her türden çalkantıya dayanabilmenin en iyi güvencesidir. Stratejik amaç ve hedeflere yürüyebilmenin da olmazsa olmaz koşuludur. Bolşevizm deneyiminin de bize bütün açıklığı ile gösterdiği gibi.

Bolşevizm kelimenin tam anlamıyla devrimci bir proleter sınıf hareketidir. Geçen yüzyılın başında Rusya’da güçlü bir öğrenci hareketi var, Bolşevikler öğrenci hareketi içinde önemsiz bir güçtür. Güçlü bir ilerici aydın geleneği var, 19. yüzyılın o ilerici düşünsel-kültürel birikiminden gelen, ama ilerici-devrimci aydınların önemli bir bölümü Sosyalist Devrimcileri, geriye kalanı ise Menşevikleri desteklemektedir. O günün Rusya toplumunun onda dokuzu köylülüktür, ama devrim öncesinde Bolşeviklerin köylülük içinde hemen hiçbir etkisi yoktur.

Bütün bunlara karşılık Bolşevikler proletarya içinde gerçek bir güçtür. Bolşevizm gerçek bir devrimci proleter sınıf hareketidir. Konuya ilişkin hangi ciddi kaynağa başvurursanız vurunuz, bunun açıklıkla dile getirildiğini göreceksiniz. Öğrenci hareketinde zayıftır, aydın desteği çok sınırlıdır, köylü hareketinde ise hemen hiç yoktur. Ama kararlaştırıcı günler gelip çattığında, Rusya gibi onda dokuzu köylülük olan bir ülkede, Bolşevik Parti buna rağmen her şeyin, tüm devrimci sürecin eksenidir. Çünkü toplumun biricik tutarlı devrimci sınıfıyla, tüm ötekileri de ardından sürükleyebilme yeteneği ve kapasitesine sahip biricik sınıfla, işçi sınıfı ile devrimci bir temelde birleşip kaynaşmıştır. İşçi sınıfı eksenine oturmuş olmak, genel devrimci sürecin ekseni haline gelebilmenin de güvencesi olmuştur. Bu ekseni tuttuğu içindir ki, gerçekte Sosyalist Devrimcilerin ezici etkisi altında bulunan köylülüğü de ardından sürükleyebilmiştir. Bunu önce bu partide devrimci bir bölünmeye yolaçarak, ardından ise köylü kitlelerinin desteğini bizzat kazanarak yapabilmiştir.

Özetle Bolşevizmin başarısının temelinde işçi sınıfının devrimci desteği vardır, bu sınıfla et ve tırnak gibi kaynaşmışlığı vardır. Ama bu da öyle bir anda olmamıştır. Bunun için uzun yıllar, zorlu süreçler ve büyük emekler gerekmiştir. Sınıfla devrimci birleşme doğrultusunda büyük bir sabır, inat ve kararlılık gerekmiştir.

Biz bu ülkede Marksizmi proleter sınıf özüne ve eksenine oturttuk. Böylece işçi sınıfının tarihi devrimci rolü üzerine temel marksist düşünceyi anlamsızca tekrarlanan boş bir laf olmaktan da çıkarttık. Bu halkçılığa karşı kazandığımız en büyük ideolojik zafer oldu ve en özgün yanımızı oluşturdu. Günümüz Türkiye’sinde halkçılığın ideolojik çöküşü ve sınıf dışı devrimciliğin tükenişi, doğruluğumuzun ve haklılığımızın tam bir kanıtlanması anlamına gelmektedir. Ya işçi sınıfı o teoride tanımlanan tarihi devrimci rolü oynayabilecek yegane toplumsal sınıftır, bu durumda tüm politik-pratik hesaplar onun üzerinden yapılmalıdır, tüm dikkatler öncelikle ona yöneltilmelidir, ya da bilimsel sosyalizmin bilimsellik iddiası üzerine söylenen herşey anlamsız boş bir laf yığınıdır. Biz sorunu böyle ele aldık, bu açıklık ve kesinlikte ortaya koyduk. Köklü halkçı önyargıların karşısına da bu bakışaçıyla dikildik. Marksizmi proleter sınıf özü üzerinden kavradık ve pratik yönelimimizi bunun üzerinden saptadık. Devrimci sınıf partisinin inşası süreçlerini bunun ışığında ele aldık. Zaman tutumumuzdaki isabetliliği tam olarak kanıtlamış bulunmaktadır. Halkçı geleneğin ideolojik çöküşü bunun ifadesidir. Bu partimiz için büyük bir ideolojik ve moral zaferdir.

Bizim için sorun sınıfın anlık durumu değil, burjuva toplumundaki bilimsel ve tarihsel olarak kanıtlanmış tarihi devrimci konumu ve bundan kaynaklanan devrimci misyonu idi. Marks “İşçi sınıfı ya devrimcidir, ya da bir hiç!” diyor. Türkiye işçi sınıfı bugün bir hiç değildir kuşkusuz, ama devrimci olamadığı için de etkisiz bir güçtür. Bir hiç değildir; çünkü her şeye rağmen bir dinamizmi, sonu gelmeyen bir kendiliğinden hareketliliği var. Ama işçi sınıfının tarihi rolü üzerine, modern burjuva toplumundaki devrimci misyonu üzerine söylenenler, onun kendiliğinden bir sınıf olmaktan çıkıp kendisi için bir sınıf haline gelmesiyle, yani devrimcileşmesiyle, bağımsız devrimci bir kuvvet olarak tarihsel-siyasal sahnede yerini almasıyla, bir anlam kazanır ve pratikte gerçekleşme şansı bulur.

Ama işte bu noktada da devrimci partinin çok önemli bir rolü vardır. Kendiliğinden süreçler sınıfı döne döne eyleme iterler. Ama kendiliğinden süreçler içerisinde eyleme geçen sınıfın kendisi için bir sınıf haline gelebilmesi, bilinçli ve örgütlü bir sınıf düzeyine yükselebilmesi, bağımsız bir güç ve alternatif bir kuvvet olabilmesi, devrimci sınıf partisinin varlığını, onun sistemli öncü devrimci müdahalesini gerektirmektedir. Sınıfın kendiliğinden çıkışlarına sınıf zemininde nefes alıp veren devrimci bir partinin öncü bir müdahalesi yoksa eğer, bu çıkışların kendi başına bir yere varamayacağını tüm tarihi deneyim bize ayrıca göstermektedir. Devrimci sınıf partisi olmak iddiası çerçevesinde biz de misyonumuza buradan bakabilmeliyiz.

Öte yandan, parti olarak yaşadığımız birçok sorunun çözümünün maddi zemininin bu olduğunu da tüm açıklığı ile gözönünde bulundurmalıyız. Biz halihazırda esası yönünden devrimci ideolojik bilincimiz ve buna uygun pratik yönelimimiz sayesinde ayakta duruyor, yol yürüyoruz. Ama bunu ne edip edip maddi sınıf zemini ile de birleştirip bütünleştirmek durumundayız. Marks’ın güzel ifadesiyle, felsefeyi, yani partiyi maddi silahlarına kavuşturmak durumundayız; öyle ki, tersinden de proletarya felsefede, demek istiyorum ki partide, kendi ideolojik ve entelektüel silahlarını bulabilsin. Yani sosyalizmle sınıf hareketi nihayet birleşip bütünleşebilsin. Birlikte yıkılmaz bir güç haline gelebilsin, böylece devrimin gelecekteki zaferini güvenceleyebilsin.

Parti sınıfla birleşemezse zamanla kaçınılmaz bir biçimde bozulup yozlaşacaktır. Devrimci ideolojik zeminini yitirecek, devrimci amaçlarından uzaklaşacaktır. Öte yandan sınıf hareketi sosyalizm ile (somutlanmış örgütlü ifadesi olarak öncü devrimci parti ile) birleşemezse, burjuvazinin yedeği olmaktan, gerici burjuva akımların ardından sürüklenmekten kurtulamayacaktır. Marksist teori, Lenin şahsında, sorunu işte tam da böyle ortaya koymaktadır. Lenin, son derece anlamlı ve bilinçli bir tutumla, Iskra’nın ilk sayısının başyazısını bu fikirler üzerine kurmuştur. Bu rastlantı değildir. Rastlantı olmadığını Lenin’in tüm düşüncesinden ve Bolşevizmin gelişme seyrinden biliyoruz. Tarihsel gelişme seyri içinde Bolşevizm, sosyalizm ile sınıf hareketinin örgütlü devrimci birliğinin gerçek bir ifadesi olmuştur. Bunlar çıkışından itibaren hareketimizin halkçılığa karşı ideolojik savaşının en temel vurgulardır.

Demek istiyorum ki, bugün politik çalışmada ve örgütsel yaşamda önemli sorunlarımız var. Bunların üstesinden kısa dönemde daha çok ideolojik kavrayışın gücüyle, aynı anlama gelmek üzere iradi çabayla gelmeye çalışacağız. Ama sınıf çalışmamızı da her bakımdan çok sıkı tutacağız. Devrimci sınıf eksenine oturamadığımız sürece iradeyle, bilinçle aştığımız sorunların döne döne karşımıza yeniden çıkacağını bir an bile gözden kaçırmayacağız.

Bu açıdan partinin hiçbir biçimde sınıf eksenli bir çalışmadan sapmaması gerektiğini bir kez daha kuvvetle vurguluyorum. Her şey ona tabidir, her şey ona bağlı olmalıdır, her şey onun hizmetinde ele alınmalıdır. Gençlik çalışması, olduğu kadar semt çalışması, mutlak biçimde ona tabi olmalıdır, onun hizmetinde ele alınmalıdır. Daha tam bir ifade ile, dosdoğru onun organik bir uzantısı olmalıdır. Tersanelerde çalışan yoldaşlarımız çalışmanın sorunlarını ele alırlarken, ama işçiler aynı zamanda yaşam alanlarında da zor koşullar altında bulunuyorlar, tersane eksenli çalışıyoruz ama yaşam alanları üzerinden de müdahale etmemiz gerekir dedikleri zaman, sorunu doğru biçimde koymuş oluyorlar. Bu anlamda evet, bizim de semt çalışmamız olacaktır, ama bugünün koşullarında yalnızca bu anlamda ve bu sınırlarda. Sınıf eksenli planlanmış çalışmanın çok yönlü olarak güçlendirilmesi bakışı, kavrayışı ve planlaması içerisinde. Bunun dışında kendi ekseninde, kendi içinde semt çalışmasını bugün için unutmalıyız. Yarın için sınıf içinde elde edeceğimiz güç ve etki bize onları kendiliğinden kazandıracaktır. Biz ilişkiyi bugünden doğru kurarsak bu açıdan yarın da sorun kalmayacaktır.

II. Kongre’nin kapanış konuşmasında devrimci sınıf partisi olabilme sorunu çerçevesinde Türkiye solunun mezhepçi kimliği ve geleneği üzerinde de durmuştum. Temel önemde vurgular var sözkonusu konuşmada, bu açıdan yeniden incelenmeye fazlasıyla değer. Sol hareketi anlamak bakımından son derece açıklayıcı bölümlerdir bunlar. Geleneksel solun en temel özelliklerinden biri, denebilir ki birincisi, sınıf dışılıktır, mezhepçi gelenek buradan köklenmektedir. Sol bir bütün olarak proleter sınıf kavrayışından ve dolayısıyla pratik yöneliminden yoksundur.

Mezhep değil de devrimci sınıf partisi olabilmenin ilk ve zorunlu koşulu ideolojik kavrayıştır, ama sorunun gerçek pratik çözümü devrimci sınıf eksenidir. Bu ekseni yakalayamadığınız sürece mezhepsel eğilimlerden kurtulmanız olanaklı değildir. Politik yaşamda, kitlelerle ilişkilerde ve nihayet örgüt yaşamınızda bunun etki ve sonuçlarıyla bir biçimde yüzyüze kalırsınız. Bu nedenle sorunlarımızın kesin ve köklü çözümünü sınıfla devrimci birleşmede görelim, bunun için de ne edip edip bir an önce sınıf içinde örgütlü bir güç olmaya bakalım.

Büyük kitlesel devrimcileşmeler, geniş çaplı sosyal kaynaşmalar ve hareketlilikler olmadan olanaksızdır. Devrimci siyasal çalışma ve ajitasyon kendi başına buna yetmez. Ama yine de bizim bu gericilik döneminde bile bu konuda katedebileceğimiz önemli mesafeler vardır, bunun nesnel açıdan belirli sınırları olsa bile.

Bugün her şeye rağmen sınıf içinde sonu gelmeyen kıpırdanmalar yaşanmaktadır. Bunlardan da en iyi şekilde yararlanıp ilk dayanaklarımızı elde etmeye bakalım biz. Bugünkü gerici kuşatma dönemi nasılsa geride kalacak, kitlesel kaynaşma günleri yeniden gelecektir, bundan kuşku duymayalım. Biz hazırlığımızı sıkı tutmaya ve bugünkü imkanlar ölçüsünde ilk önemli dayanaklarımızı yaratmaya bakalım. Unutmayalım, sınıf içinde kimin önden birtakım dayanakları varsa, kim bu alanda bir güç ve deneyim biriktirmişse, büyük hareketlenmeler döneminde etkili ve verimli müdahaleler yapmak imkanına da en çok o sahip olabilecektir.

Sol hareketin durumu ve TKİP’nin misyonu

Sol hareket üzerine kapsamlı değerlendirmelerimiz var. Bunlar hayat tarafından sürekli olarak ve giderek daha somut biçimde doğrulanmaktadır. Bu nedenle ben bu konuda solun mevcut durumunun partimize yüklediği çok özel sorumluluğu bir kez daha vurgulamakla yetineceğim.

Devrim için bu ülkede son elli yılda yüzlerce, binlerce insan kendini feda etti. Onbinlercesi işkencelerden geçti, hapisler yattı, ağır bedeller ödedi. Çok sayıda devrimci işkencede ser verdi sır vermedi, gencecik insanlar başı dik olarak idam sehpalarına çıktılar. Bütün bunlara sayısız insan gruplarının her türden zorluğa, yokluğa, sıkıntıya katlanarak devrimin başarısı için geceli gündüzlü uğraşıp didinmelerini ekleyiniz...

Bütün bunların, bunca emek ve fedakarlığın, bu topraklarda mutlaka kalıcı bir karşılığı, bir güvencesi, bir geleceği olmak zorunda. Parti olarak sorumluluklarımıza aynı zamanda buradan bakmalıyız. Devrimden düzene kaymış reformist solun bu konuda yapabileceği bir şey yok. Türkiye’nin devrimci halkçı geleneğinden bugüne kalmış birkaç grubun ise mevcut durumu ortada. Bunlar gelinen yerde ya tasfiyeci bir sürükleniş içerisinde tükenme, ya da en iyi durumda mezhepçi bir içe kapanma halindeler. Gelecekleri olmayan gruplar bunlar. Tarihsel ömürlerini çoktan doldurmuşlardı, şimdi siyaseten de tükenmekteler. Geçmişin politik ve moral birikiminin korunması ve geleceğe taşınması konusunda bunların da yapabilecekleri bir şey yok.

Türkiye solunun bugünkü tablosu içinde bu büyük sorumluluk kesin olarak TKİP’nin omuzlarındadır. Kendimizden çok öteye bir sorumlulukla yüzyüzeyiz burada. Geçmiş kuşakların harcadığı emeğin ve ödediği bedellerin bize yüklediği bir sorumluluktur bu. Bunu derinlemesine bilince çıkarmalı, bu bilinci tüm partiye yaymalıyız.

Bugünün TKİP’sinin muhtemel bir olumsuz akıbeti elbette her şeyin sonu demek değildir. Hiçbir siyasal etki ve iz tümden silinemez, hiçbir birikim boşlukta yitip gitmez. Ekim Devrimi’yle yaratılan tüm politik-maddi kazanımlar yitirildi, ama buna rağmen onun ilkeleri, idealleri, teorik kazanımları, açtığı yolun bütün bir öğretici deneyimleri yine de orta yerde durmaktadır. Bugüne olduğu gibi geleceğin büyük mücadelelerine de ışık tutacak, güç verecek, ilham kaynağı olacak, ruh aşılayacaktır bu büyük birikim ve deneyim. Bugünün ve yarının devrimci kuşakları da ondan eleştirel temelde en doğru bir biçimde yararlanacaklardır. Bizim akıbetimiz de bir biçimde kötü olsa bile, hayat ve mücadele durmayacak, bu topraklarda proletarya devrimi davasının taşıyıcısı olacak yeni güçler mutlaka çıkacaktır. Ama bugün biz bu açıdan büyük bir sorumlulukla yüzyüzeyiz; zira bugün için temel önemde üstünlüklere, önemli ideolojik ve moral avantajlara sahibiz. Sorumluluk bugün için kesin olarak bizim omuzlarımızdadır.

O günlere denk gelen bir konferansta, geçen Nisan ayında İstanbul’da çatışarak yaşamını yitiren Orhan Yılmazkaya hakkında bir konuşma yapmak olanağı bulmuştum. Bunu sarsıcı bir yiğitlik örneği sergileyerek ölüme giden bir devrimciye karşı bir görev de saymıştım. Ölüme gidişindeki soğukkanlılık ve ölmeden hemen önceki kısa devrimci veda konuşması son derece anlamlı ve etkileyici idi. Tok devrimci mesajlar içeren sade, duru aynı ölçüde içten ve kararlı bir konuşmaydı bu. Yaptığım değerlendirmede, bir yandan bu direnme ruhunu ve pratiğini yüceltmiş, bunu Türkiye solunu saran sağcı tasfiyeci eğilimin eleştirisi ile birleştirmiş, fakat öte yandan böylesi devrimcilerin yanlış bir çizgide heba olmasının anlamı ve sorunları üzerinde durmuştum. Umarım önümüzdeki dönemde yayınlanır, kayıtları olan bu konuşma.

Orhan Yılmazkaya’nın dahil olduğu grubun temsil ettiği ideolojik çizginin kuşkusuz hiçbir geleceği yok. Bu çizgi Türkiye’de daha önce de birçok grup şahsında denenmiş, hiçbir geleceği olmadığı da tüm bu örnekler üzerinden görülmüştür. Orhan Yılmazkaya’nın bir devrimci olarak kendini adama bilinci ve tutumudur burada asıl önemli olan ve bizi ilgilendirmesi gereken. Bunun da bu ülkede sayısız örneği yaşandı kuşkusuz, bu açıdan herhangi bir yenilik ifade etmiyor. Ama Orhan Yılmazkaya örneği, bu toprakların en berbat bir gericilik ve tasfiyecilik döneminde bile devrim uğruna gözünü kırpmadan ölüme gidebilen devrimci militanlar çıkarabildiğini bir kez daha gösteriyor. Sorun, bu samimi ve kararlı devrimcileri doğru bir devrimci çizgiye kazanabilmekte, gerçekten zafere götürebilecek olan bir devrimci bayrak altında birleştirebilmekte. Geleneksel solun hiçbir geleceği olmayan şu veya bu grubunun saflarında heba olup gidiyor bu türden sayısız devrimci.

Orhan Yılmazkaya, silahlı eğitim kampının bitiş töreninde yaptığı konuşmada, Kartacalı ünlü komutan Hanibal’a atfen, “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız!” diyor. Bununla, bir yol bulamadığımız için burada yeni bir yol açıyoruz demek istiyor. Oysa açtıklarını sandıkları yolda hiçbir yenilik yok. Benzer yollar son elli yılın Türkiye’sinde birden fazla grubun şahsında yeterince denendi ve her seferinde bir çıkmaza çıktıkları görüldü. O yollarda Orhan Yılmazkaya örneğini aratmayan büyük yiğitlikler de sergilendi. Ama bu yiğitlikleri sergileyen devrimcilerin içinde yer aldıkları yapıların dünkü ve bugünkü akibetleri ortadadır. Bu, bu yolların çıkmaz yol olduğunun en dolaysız bir göstergesidir.

Yeni yollar aramaya gerek yok; yürünecek yol, izlenecek çizgi, proletarya devrimini zafere taşıyacak bayrak, bugünün Türkiye’sinde artık vardır. Ona tam da geçmişin bütün bir birikiminin ve deneyiminin sağladığı olanaklarla, bunun eleştirel bir değerlendirmesi ve aşılması ile ulaşılmıştır.

Bu yol, bu çizgi yeterince açıktır. Bu yolu somutlayan devrimci program dostun düşmanın gözleri önünde çoktan göndere çekilmiştir. Onun taşıyıcısı devrimci örgüt büyük emeklerle inşa edilmiş, parti düzeyine yükseltilmiştir. Ve bu yol, daha şimdiden önemli sınamalardan da geçmiştir. Eski yolların tükenişe götürdüğü bir evrede bu yolun, varolma hakkı kazanmanın ötesinde, bir gelişme gücü ve dinamizmi gösterebilmesi bunun ifadesidir. Gelinen yerde sorun, mücadeleye akacak tüm diri ve samimi devrimcileri bu yola, bu çizgiye kazanmak, TKİP bayrağı altında birleştirmektir. Bunu başarmak bizim kendi öz görevimizdir. Dünün ve bugünün devrimci kuşaklarına karşı görevimizdir. Orhan Yılmazkayalar’ın anısına karşı ödenmesi gereken borcumuzdur.

Başarıya kilitlenmeliyiz!

Yeni bir döneme giriyoruz. Kongremiz başarılı olmuştur, buna büyük bir içtenlikle inanıyorum. Şu andan itibaren iç birliğimizi güçlendirmek, doğru ve dinamik bir çalışma tarzıyla görevlere sarılmak sorunuyla yüzyüzeyiz. Yeni MK’yı büyük sorumluluklar ve yanısıra önemli güçlükler beklemektedir. Sorumluluklar açıktır; bütün bir kongre çalışması bu konuda yeterli açıklıkları sağlamıştır. Bu sorumluluklar temelinden güçlüklerin çözümünü bulmaksa yeni MK’nın görevidir. Muhakkak ki bu çözümleri bulacağız. Devrimci bir partinin yeni yönetimi olarak bu en asli görevimizdir. Başka bir seçeneğimiz de yoktur.

Kongrenin ardından MK tam üyeli ve nispeten uzun süreli bir toplantıyla partiyi baştan aşağı yeniden gözden geçirmeli, güçlerin durumuna bakmalı, değerlendirmeler yapmalı, tercihler ortaya koymalı, bunu bir planlamaya bağlamalı ve bu planı kararlı bir şekilde uygulamalıdır. Bu, kongre sonrası dönemin çok verimli ve başarılı bir biçimde kullanılabilmesinin temel koşulu ve bir ilk adımıdır.

III. Parti Kongresi birliğimizin daha ileri düzeyde bir mayası olacaktır, buna inanıyorum. Burada en kritik halka, bir kez daha MK’dır. MK’nın önünde sağlam bir biçimde konumlanmak ve bunu amaca uygun verimli bir çalışma tarzı ile birleştirmek gibi acil bir sorun vardır. Partiyi yeni başarılara taşımak, yeni dönemi kazanmak sorumluluğu en başta yeni MK’nın omuzlarındadır. Ona yetki bunun için verilmiştir, bunun hakkını vermek de onun partiye borcudur.

Artık kelimenin tam anlamı ile zamanla yarışmalıyız. Beş yılda yapılacakları bir yıla sığdırarak, boş geçmiş yıllarımızı yeni yıllarda telafi ederek ne edip edip yol yürümeliyiz. Bu hepimizin kilitlendiği hedef olmalı, her şey buna tabi tutulmalı, başarı bununla ölçülmelidir. Bütün bir irade, bütün bir düşünce gücü ve duygu yoğunluğu, bütün bir pratik enerji ve seferberlik buna kilitlenmelidir.

Ekim, Sayı: 263, Şubat 2010
(www.tkip.org)