08 Ekim 2010
Sayı: SİKB 2010/39

 Kızıl Bayrak'tan
Eşitlik ve özgürlük için
devrimci sınıf kavgasına!.
Kürt halkının tek seçeneği mücadeleyi büyütmektir!
MGSB dinci partinin inisiyatifinde
yeniden şekillendiriliyor!
TÜSİAD’dan hükümete:
Hizmete devam!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Ekim Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal işçileri MESS önündeydi.
ÇEL-MER işçileri:
Verilen sözler tutulsun!
Anakonda işçileri direniyor! 
Herkese eşit, nitelikli ve parasız sağlık hizmeti!.
İşçi ve emekçi hareketinden
Tayyip’in tersane şovu için polis terörü!
“Kazanacağız başka yolu yok!”.
Yeni dönem ve
genç komünistlerin görevleri
Soruşturma-ceza terörüne karşı üniversitelerde direniş var!
YÖK gençliği teslim almak istiyor!
Ağaoğlu'nun HERKES için tek gerçeği
Kamu emekçileri hareketi üzerine
Avrupa'da büyüyen mücadele dalgası üzerine...
Dünyadan.
Ekvador’da darbe girişimi
püskürtüldü
Mücadeleci Kadınlar Konferansı
yapıldı
Kilisede fetih namazı
- Mahmut Alınak
“Bir şey çıkar mı?”
- M. Can Yüce
“Habip ve Ümit’in göz bebeklerindeki dünyayı kuracağız!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 


“Açılım”ın diğer yüzü baskı,
terör ve tehdit!

Referandumun ardından “açılım” trafiğine hız veren düzen cephesi Kürt hareketine dönük dizginsiz baskı ve terörüne ara vermiyor.

Gözaltı ve tutuklama terörü devrede

2009’daki yerel seçimlerin ardından “KCK’nın Türkiye Meclisi” ile ilişkileri olduğu gerekçesiyle yüzlerce BDP’liyi tutuklayan sermaye devleti, 1 Ekim günü de aynı operasyon kapsamında gözaltılar gerçekleştirdi. Böylece KCK’nın 30 Eylül günü eylemsizlik kararını bir ay daha uzattığı açıklamasının üzerinden 24 saat bile geçmeden yeni saldırıları devreye sokmuş oldu.

Urfa’da 4 Ekim günü “KCK operasyonu” kapsamında birçok ev ve kuruma yönelik gerçekleştirilen polis baskınlarının ardından, aralarında BDP Urfa İl Eşbaşkanları İbrahim Ayhan ve Adile Fidan’ın da bulunduğu 8 kişi tutuklandı.

Kürt hareketine dönük gözaltı ve tutuklama furyası bununla da sınırlı kalmadı.

Urfa’nın Hilvan İlçesi’nde HPG’li Yasin Özmen’in cenaze törenine katıldıkları için gözaltına alınan Reşit Ülek ve Hasan Barlas, 5 Ekim günü tutuklandı. TZPKurdî’nin anadilde eğitim talebiyle 4 Ekim günü İzmir’in Kadifekale semtinde gerçekleştirdiği eyleme saldıran polis, 15 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlardan yaşları on sekiz altında olan iki çocuk, 5 Ekim günü çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.

İstanbul Maltepe’deki üç ayrı mahalleye 5 Ekim günü helikopterler eşliğinde düzenlenen baskınlar sonucu 15 BDP’li gözaltına alındı. 6 Ekim günü ise, Şırnak, Batman ve Mardin’de gerçekleştirilen eş zamanlı operasyonlarda, “PKK’lilere bilgi akışı sağladıkları ve yardım ettikleri” gerekçesiyle 2’si korucu 15 kişi gözaltına alındı. Erzincan’da da aynı gün 3 kişi “PKK’ye yardım” ettikleri gerekçesiyle gözaltına alındı.

Atalay Kürt illerine “çıkarma” yaptı!

Bu arada İçişleri Bakanı Atalay, aralarında AKP’li bölge vekilleri, Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Köksal ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat ve Terörle Mücadele Daire Başkanları’nın da bulunduğu geniş bir heyetle 30 Eylül ve 1 Ekim günlerinde Kürt illerini dolaştı. Hakkari, Şırnak ve Mardin’i içine alan ziyaretlerde, bir yandan demokrasi masalları okundu diğer yandan ise Kürt hareketine dönük yeni tehditler savruldu.

Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesindeki temasları sırasında basına açıklamalarda bulunan Atalay, Türkiye-Irak sınırında oluşturulmak istenen tampon bölgeyle ilgili planı gözden geçirdiklerini söyledi. Kürt hareketinin Kürdistan’daki boykot başarısına dönük hazımsızlığını gizleyemeyen Atalay, BDP’nin kampanya afişlerinde seçim sandığının üzerine çarpı koymasına değindikten sonra, “Sen demokrasinin ve milletin üzerine çarpı işareti koyuyorsan, ortada siyasi partiyim diye gezmene gerek yok. Git kendini iptal et.” tehdidini savurdu.

Atalay Cizre’de gerçekleştirdiği basın toplantısında ise tasfiye stratejisine ilişkin daha da net konuşarak, “Bu çalışmalarımızın hepsi yurt içi yurt dışı hepsi birbiriyle irtibatlıdır. Bu çalışmalarımızın hepsi büyük, kapsamlı bir stratejinin parçalarıdır. Bunların hepsini birlikte yürütüyoruz. Irak’taki Amerika yönetiminin üst düzey yetkililerle de irtibatlıyız.” dedi.

Tasfiye diplomasisinde Suriye durağı

Tasfiye diplomasisinde önemli duraklardan birini de Suriye oluşturdu.

Bu çerçevede, 3 Ekim günü Suriye’nin Lazkiye kentinde gerçekleştirilen “Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Toplantısı”nda konu dahilinde önemli görüşmeler yapıldı. Atalay tarafından “hükümetler arası stratejik bir işbirliği toplantısı” olarak tanımlanan toplantıya, Atalay’ın yanısıra 11 bakan katıldı.

Atalay toplantı öncesinde 2 Ekim günü İnegöl’de yaptığı konuşmada, Almanya ile istihbarat paylaşımının önemine vurgu yapmış, ancak Suriye ve Irak temaslarının bundan farklı olarak “somuta ilişkin” değerlendirmelere konu olduğuna dikkat çekmişti. Buna paralel olarak toplantı, Kürt hareketine dönük tasfiye planlarının ayrıntılı değerlendirilmesine konu oldu. Toplantı sonrası basına açıklama yapan Atalay, önümüzdeki süreçte ortak operasyonlar yapılacağına dair güçlü sinyalleri verdi.

Baskı ve terör ablukasını yarmak için mücadeleye!

Tasfiye diplomasisine paralel olarak düzen cephesinden yapılan açıklamalar, Kürt hareketine dönük askeri operasyonlarla destekli bir tasfiye sürecinin gelişebileceği ihtimalini de güçlendiriyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün TBMM açılışında “Kürt sorununun bölücü terörden ayrıştırılarak çözülmesi gerektiğine” vurgu yapması ve Erdoğan’ın, Bulgaristan ziyareti öncesinde “Bir an önce terörle mücadelede daha aktif neticeler almanın gayreti içindeyiz” açıklamasında bulunması, söz konusu tespiti daha da güçlendiriyor.

Öte yandan, sermaye devletinin Öcalan’la diyaloğu sürüyor. Avukatlarıyla son görüşmesinde, “Burada yapılan görüşmeler devlet adınadır. Kimsenin korkmasına gerek yok. Gelişecek süreç bir devlet projesidir, sadece hükümetin değildir. Önümüzdeki sekiz ay çok önemlidir” diyen Öcalan’ın bu sözleri, ateşkesin seçim sürecine kadar uzatılabileceği sinyallerini de güçlendiriyor. “Çözüm” havasına rağmen yoğunlaşma eğilimi gösteren baskı ve terör ise, Kandil odaklı Kürt hareketini sıkıştırmaya hizmet ediyor.

Böylesi bir tablo karşısında, Kürt halkının en temel ve meşru taleplerini dahi baskı ve terörle karşılayan sermaye devletinin tasfiye odaklı “açılım” oyununu bozmak, sorunun muhatabı tüm özneler için günün yakıcı görevini oluşturuyor.

 

 

 

 

Tecavüzcü polisler aklandı

Kadına yönelik cinsel şiddetin temel ayaklarını sermaye devletinin uygulamaları oluşturuyor. Devletin yargı mekanizması, cezasızlık politikasıyla tecavüzcüleri ödüllendirirken, gözaltında cinsel taciz ve tecavüz de bir baskı aracı olarak yaygın bir biçimde kullanılıyor. Özellikle de Kürt kadınları bu saldırıya mağruz kalıyor.

1993 yılında Mardin’in Nusaybin ilçesinde ‘PKK’ye yardım ve yataklık ettiği’ iddiasıyla gözaltına alınan Kamile Çiğci, 33 gün boyunca 7 polisin işkence, taciz ve tecavüzüne maruz kalmıştı. Çiğci’nin, işkenceci-tecavüzcü polislere açtığı dava üzerine Yargıtay’ın da sanık polislerin beraat ettirilmesine karar vermesi, yeni bir yargı terörü örneği oldu.

Çiğci’nin şikayeti üzerine, 1 komiser, 7 polis hakkında işkence ve ırza geçme suçlarından dava açıldı. Savcının hazırladığı iddianamede “Komiser İ.H.’nin yönlendirmesi ve talimatıyla sanıkların elbirliği ile falaka, elektrik verme, soğuk su sıkma, askı ve saire gibi gayri insani yöntemlere başvurup müştekiye suçunu ikrar etmesini sağlamaya çalıştıkları, ayrıca müştekinin sorgulanması sırasında cinsel organına cop sokmak ve fiilen tecavüz etmek suretiyle ırzına geçtikleri...” ifadelerine yer verilirken bu 8 polisin 16’şar yıl hapis istemiyle yargılanmaları talep edildi.

Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davalarda polisler, zaman aşımı bahane edilerek 2004 yılında işkenceden, 2009 yılında da ırza geçme suçlarından beraat ettiler. Bu kararı temyiz eden Çiğci bir kez daha mağdur edildi. Yargıtay Cumhuriyet Savcısı, yerel mahkemenin polisler hakkında verdiği beraat kararının onanmasını istedi.

Böylece devlet tecavüzcülerini bir kez daha aklamış oldu.