08 Ekim 2010
Sayı: SİKB 2010/39

 Kızıl Bayrak'tan
Eşitlik ve özgürlük için
devrimci sınıf kavgasına!.
Kürt halkının tek seçeneği mücadeleyi büyütmektir!
MGSB dinci partinin inisiyatifinde
yeniden şekillendiriliyor!
TÜSİAD’dan hükümete: Hizmete devam!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Ekim Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal işçileri MESS önündeydi.
ÇEL-MER işçileri:
Verilen sözler tutulsun!
Anakonda işçileri direniyor! 
Herkese eşit, nitelikli ve parasız sağlık hizmeti!.
İşçi ve emekçi hareketinden
Tayyip’in tersane şovu için polis terörü!
“Kazanacağız başka yolu yok!”.
Yeni dönem ve
genç komünistlerin görevleri
Soruşturma-ceza terörüne karşı üniversitelerde direniş var!
YÖK gençliği teslim almak istiyor!
Ağaoğlu'nun HERKES için tek gerçeği
Kamu emekçileri hareketi üzerine
Avrupa'da büyüyen mücadele dalgası üzerine...
Dünyadan.
Ekvador’da darbe girişimi
püskürtüldü
Mücadeleci Kadınlar Konferansı
yapıldı
Kilisede fetih namazı
- Mahmut Alınak
“Bir şey çıkar mı?”
- M. Can Yüce
“Habip ve Ümit’in göz bebeklerindeki dünyayı kuracağız!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Habip ve Ümit’in göz bebeklerindeki dünyayı kuracağız!”

Merhaba dostlar, yoldaşlar;

Hepinizi Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden tüm devrimci coşkumuzla selamlıyoruz. Düzen kendi açmazlarından çıkabilmenin yolunu, her zaman faturayı işçi-emekçilere keserek, onları peşinden sürükleyerek bulmuştur. İnsanlık dışı sömürüye ve sefalet koşullarına karşı kurtuluşun tek yolu olan işçi-emekçilerin ayağa kalkmasını sağlayacak, onlara yön gösterecek öncüleri düşmana korku salmıştır her daim. Çünkü burjuvazi kendi geleceğini, sonunu görmektedir onların gözlerinde. Ayağa kalkmış milyonların gücünün nelere kadir olduğunu görüp korkmaktadır. Tek başına da kalsa başı dik olanların gözlerinde...

Bu yüzden, “içeriyi kontrol altına almadan, dışarıyı kontrol altına alamayız” deniyordu 11 yıl önce. İşçi-emekçilerin öncülerinde cisimleşen, hayat bulan sınıf kini ve proleter iradeye çarptı, bu kontrol altına alma çabası. Ölümün karşısında halaya duranlar haykırdılar hep bir ağızdan “Hayata Dönüş” operasyonunun provası karşısında: Sizin vaat ettiğiniz kapitalist hayata dönmeyeceğiz diye. Teslim olmadılar. Nasıl yaşadılarsa el ele, omuz omuza, yârin yanağından gayrı paylaşarak her şeyi ve yürekleri mücadelenin ateşiyle beslenerek, öyle de kucakladılar ölümü, yarına giden yolda bir adım öne çıkıp yolu aydınlatarak.

11 yıl öncesinden bugün akıllarda kalan ölüm değildir; aksine yaşamak ve yaşatmak için ne kadar direnilebileceğidir, iradedir, yaşama isteğidir. 11 yıl önce sermayenin başkentinde “hayata” döndürülmeye çalışılanlar için inşa edilmiştir bu duvarlar. Duvarların her iki tarafında da sınıf çatışması sürmektedir, sınıflar var olduğundan beri. Fabrikada, sokakta, okulda… Nasıl iki sınıfın iradesi çarpışıyorsa göğüs göğüse; öyle çarpışmaktadır Sincan’da dört duvar arasında da.

Sınıf çatışmasının keskinleştiği, işçi sınıfının lehine bir seyir izlediği bir yerde tutuklamalarla da karşılaşılmaktadır. Sınıf mücadelesi bugün sermayenin başkentinde sınıf devrimcileri için Mamak Kültür-Sanat Festivali’nde Mamaklı işçi-emekçilerle buluşmak, işçi direnişleriyle nefes alıp vermektir. TEKEL direnişinde olduğu gibi. Ve her çabaya, başarıya cevap kelepçelerle verilmeye çalışılmaktadır. Ancak, her zaman olduğu gibi Sincan’a gelişte de, buradan çıkışta da temel belirleyici sınıf mücadelesinin seyridir.

Bugün, bu seyri; UPS işçilerinin direnişi, tek başına da olsa direnmesini bilen işçi kardeşimiz, ablamız, anamız Türkan Albayraklar, tersaneler cehenneminde kendi elleriyle cenneti kurmak için kolları sıvayanların iradesi Zeynel Kızılaslanlar belirlemektedir. Bu sınıf mücadelesinin büyütülmesinden geçmektedir. Özgürlüğün, sömürüsüz bir dünyanın ve zindanların yıkılmasının yolu...

“İçeri”de gözüyle değil, yüreği ve bilinciyle bakabilenler beyaz duvarlarda görecektir tüm bir direniş tarihini, işgalleri, grevleri, iradeyi. Bakamayanları saracaktır o dört, beyaz duvar. Ancak, yüreği ve bilinciyle geleceğe bakanların gözlerindeki kızıllık boyayacaktır beyaz duvarları, kızıla.

11 yıl önce düşündüğü gibi yaşamayı bilen, sınıf çatışmasının doğru bildiği safında, proleter saflarda mücadele ederek yaşayanlar, yaşadıkları gibi de ölme mutluluğunu yaşadılar. Kimileri onlar için çok ağır bedeller ödediklerini söyledi. Ancak bahsettikleri sadece fiziki bedellerdi. Peki doğru bildiği gibi, düşündüğü gibi kendi sınıfının çıkarları için yaşamamanın bedeli çok daha ağır değil midir?

Bir insan göz bebeğinde geleceğin çelik parıltısını taşıyarak yaşamanın mutluluğunu hangi ihtişama, hangi mülkiyete, burjuva mutluluğuna değişebilir? Hem de bunu, insanın en doğal davranışı görerek. 11 yıl önce bu sorulara verilen cevapları dost düşman gördü, yaşadı. Aynı cevapları vereceklerle, omuz omuza el ele kucaklayacağız geleceği. Habip ve Ümit’in göz bebeklerindeki dünyayı kuracağız.

Devrimci selamlarla…

Onur İnce

Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi




Devrimci sosyalist basın Arınçlar’ın yüreğine korku salmaya devam edecek!

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği Babıali Şenliği’nin üçüncüsü kısa bir süre önce gerçekleştirildi. Şenlikte gazetecilerin karşı karşıya bulunduğu birçok sorun gündeme geldi. Öne çıkan konulardan biri de tutuklu ilerici, devrimci ve sosyalist gazetecilerin durumuydu.

Şenlikte konuşan TGC Genel Başkanı Orhan Erinç, birçok gazetecinin hala parmaklıklar ardında bulunduğunu, Avrupa ülkeleri arasında en fazla gazetecinin cezaevlerinde yattığı ülkenin Türkiye olduğunu, bu konuda AKP hükümetinin çözüm üretmesi gerektiğini ifade etti. Erinç’in ardından kürsüye çıkan Bülent Arınç ise, Erinç’in, ‘birçok gazeteci cezaevinde yatıyor’ sözlerine göndermede bulunarak devrimci-sosyalist basına kinini kustu.

Gazeteciler hakkında 5 bin ya da 10 bin açılmış dava bulunduğunu söyleyen Arınç şöyle devam etti: “Gazeteci kimliği ile hakkında dava açılanlar var. Yargılaması devam edenler var. Bu konuda Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü’nden aldığım neticelere göre, sıfatı gazeteci olmakla birlikte ifade ve düşünce ile hiç alakası olmayan suçlardan yatanlar da var. Ama sıfat olarak gazeteci sıfatı taşıyıp cezaevinde yatanların birkaç yüz olduğunu söyleyeyim.”

Arınç devrimci-sosyalist basına duyduğu kini gizlemeyerek şöyle devam etti: “Böyle bir gazete Türkiye’de çıkıyor mu diye hayret ettim. Sordum, soruşturdum. Bunlar piyasa da satılmıyor. Bunlar belli amaçlarla çıkarılıyor ve dağıtılıyor. Amaç propagandadır. Şu veya bu örgütün propagandasını yapmak için devletin her kurumuna küfretmeyi, Türkiye de zalimlerin, düşmanların yönetimde olduğu söylemlerini kullananlar var.”

Bülent Arınç yaptığı bu konuşma ile AKP hükümetinin basın özgürlüğüne ilişkin gerçek düşüncesini de tüm açıklığı ile ortaya koymuş oldu. AKP, hükümet olduğundan bu yana bir yandan basın özgürlüğünden dem vurdu. Öte yandan devrimci-sosyalist basına yönelik ekonomik-sosyal-hukuksal terörü katmerleştiren düzenlemelerin altına imza attı. Bir yandan da dağıtım tekellerinin devrimci-sosyalist basına yönelik ambargosunu hararetle destekledi.

AKP bununla da yetinmedi. Türk devletinin tarihinde bile az görülür kapatma ve sansür uygulamalarına imza attı. Örneğin sadece 2005 yılında 319 ilerici ve devrimci basın çalışanı gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Halen cezaevlerinde binlerce devrimci basın emekçisi bulunmaktadır. Yine 2009 yılında suç işlediği gerekçesiyle 785 devrimci basın çalışanı hakkında dava açılmış, 7,5 milyon liralık tazminat talep edilmiştir. Tüm bu rakamlar ve devam eden hukuk terörü, devletin düşünce özgürlüğünü sadece sermaye basınına tanıdığını, devrimci sosyalist basına ve çalışanlarına ise işkence, baskı, cezaevleri ve ağır para cezalarını reva gördüğünü kanıtlamaktadır.

Bülent Arınç gibi devlet görevlileri, baskı, sansür ve terörle ayakta tuttukları burjuva sınıf iktidarına karşı gerçeğin diliyle konuşan devrimci basını doğal olarak düşman sayıyorlar. Çünkü burjuvazinin iktidar olduğu bu düzende, devrimci basın çalışanlarını demir parmaklıkların ardına göndermek devletin değişmez politikasıdır.

Bülent Arınç’ın devrimci sosyalist basına yönelik düşmanlığının elbette ki sınıfsal bir mantığı var. Ona göre, kelle-kulak avcılarının kirli icraatlarını teşhir eden, kirli savaşı bütün yönleriyle haberleştiren, Kürt halkının özgürlük mücadelesini manşetine taşıyan, işçi ve emekçilerinin hak ve özgürlük mücadelesine ışık olan devrimci basın çalışanlarının yeri cezaevleridir. Hatta onların yok edilmesi en doğru olandır. Bu nedenle “asmayalım de besleyelim mi” kafası Arınçlar’ın da kafasıdır.

Ülkemizde devrimci basın geleneği, Bülent Arınç ve hizmetinde olduğu sermaye düzenine karşı başeğmez bir direnişle yaratıldı. Kuşku yok ki, bundan sonra da bu gelenek sürecek, Bülent Arınç türünden burjuva uşaklarının yüreğine korku salmaya devam edecektir!