08 Ekim 2010
Sayı: SİKB 2010/39

 Kızıl Bayrak'tan
Eşitlik ve özgürlük için
devrimci sınıf kavgasına!.
Kürt halkının tek seçeneği mücadeleyi büyütmektir!
MGSB dinci partinin inisiyatifinde
yeniden şekillendiriliyor!
TÜSİAD’dan hükümete: Hizmete devam!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Ekim Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal işçileri MESS önündeydi.
ÇEL-MER işçileri:
Verilen sözler tutulsun!
Anakonda işçileri direniyor! 
Herkese eşit, nitelikli ve parasız sağlık hizmeti!.
İşçi ve emekçi hareketinden
Tayyip’in tersane şovu için polis terörü!
“Kazanacağız başka yolu yok!”.
Yeni dönem ve
genç komünistlerin görevleri
Soruşturma-ceza terörüne karşı üniversitelerde direniş var!
YÖK gençliği teslim almak istiyor!
Ağaoğlu'nun HERKES için tek gerçeği
Kamu emekçileri hareketi üzerine
Avrupa'da büyüyen mücadele dalgası üzerine...
Dünyadan.
Ekvador’da darbe girişimi
püskürtüldü
Mücadeleci Kadınlar Konferansı
yapıldı
Kilisede fetih namazı
- Mahmut Alınak
“Bir şey çıkar mı?”
- M. Can Yüce
“Habip ve Ümit’in göz bebeklerindeki dünyayı kuracağız!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ağaoğlu’nun HERKES
için tek gerçeği...

Şimdilerde reklam panolarını süsleyen, radyo ve TV’lerde dönen bir cümle insanın içine oturuyor. Reklamın yüzü, geçmişin müteahhiti bugünün ünlü emlak patronu Ağaoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu. Yeni projesi, Ayazma’da Olimpiyat Stadı’nın yanına yapılan, “My Wold Europe”u tanıtıyor kendince. Çekilen bu reklam ile oldukça da başarılı olmuş ki artık satışlara yetişemiyormuş. Yani reklamlar için ayırdığı parayı bir cebinden çıkartıp öbür cebine kat ve kat fazlasıyla koyuyor. Üstüne üstlük, başka birtakım yerlerden de reklam teklifleri alıyormuş.

Tüm bunları bir kenara koyup bu tanıtım kampanyasında sloganlaştırılan bir cümlenin altını çizmek istiyoruz; “Bu ülkede HERKES iyi yaşamayı hakediyor.” Üstelik bu cümleyi, proje kapsamında barınma hakları ellerinden alınan Ayazmalılar’ın yüzlerine utanmadan bakarak söylüyor. Tıpkı tersanelerde ölen işçileri ya da selde boğulan insanları cahillikle suçlayan sınıfdaşları gibi utanmazlığın ve yüzsüzlüğün dibine vuruyor.

Ağaoğlu’nun insan hayatı üzerinde biriken sermayesi

Ağaoğlu’nu bu reklam vesilesi ile tanımadık elbet. Daha öncesinde de burjuva medyada yer alan sözleri ile hayatlarımıza tecavüz etmişti. Çok değil yaklaşık bir sene öncesine, Referans Gazetesi’nin Ali Ağaoğlu ile 17 Ağustos depreminin 10. yıldönümü vesilesi ile yaptığı söyleşiye dönelim.

Bu zat biriktirdiği sermaye ve sahip olduğu derin ilişkilerden güç alarak hiçbir korku ve tedirginlik hissetmeden, fütursuzca şu cümleleri etmekten geri durmamıştı: “... İstanbul konut, inşaat sektörünü en iyi bilen isimlerden biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stoğunun yüzde 70’i deprem açısından güvenli değil. 1970’li yıllarda İstanbul’un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi’nden demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul’a ordu bile giremez, ölen şanslıdır”(Referans Gazetesi,20.08.2009,Ayten Güvenkaya)

O günlerde bu cümleleri okuduktan sonra, bir anlık şaşkınlık içerisinde, “nasıl olur da hakkında bir soruşturma açılmaz” diye düşünme gafletinde bulunmuş olanlar vardır kesin. Ama bu gafletten sıyrılıp küçük bir araştırma yapanlar bu kişinin daha önceden de bu tür ifşaatlarda bulunduğunu görmüş olacaklar.

Örneğin Uludağ My Resort Oteli’nde yaptığı değerlendirme toplantısında yaptığı ifşaatlardan biri şöyle: “Benim kendi tesisim dahil buradaki birçok tesis kaçak. Vilayet Evi’nin de içinde bulunduğu diğer kamu kuruluşlarına ait 18 tesis de aynı durumda. Ben kendi otelime yenileme ve restorasyon amaçlı olarak geçen yıl 10 milyon TL yatırım ve itiraf etmeliyim ki bu yenilemeyi de müsaadesiz ve kaçak yaptım. Müşterilerimiz bizden yenileme bekliyor, ya oteli kapatmak ya da bu yenilemeyi yapmak zorundaydım. Uludağ’da tam bir çevre katliamı yaşanıyor. Tüm tesislerin atıkları dağa ve ormana bırakılıyor. Hep birlikte burada bir çevre cinayeti işliyoruz. Bu atıklar nedeniyle Bursa bile büyük tehdit altında.” (Radikal Gazetesi, Başbakanım, hani Uludağ’ı Davos yapacaktınız? 27.01.2009)

Tüm iyi niyetimizle, bu şahsın günah çıkarma niyetinden ya da kendini topluma, kendi deyişi ile HERKES’e karşı sorumlu hissetmesinden kaynaklı olarak “My Wold Europe” projesini hayata geçirdiğini düşünebilirdik. Yani çevremizde olan bitenlere kulaklarımızı tıkayıp, gözlerimizi kapasak ve Ayazmalılar’ın yaşadıklarnı bilmesek, Kentsel Dönüşüm Projeleri’nin nasıl bir rant barındırdığını farketmesek, zamanınında ucuz işgücü niyetiyle insanların gecekondu yapmalarına ya da imar almalarına göz yumup, şimdi gözlerindeki bu çapaklardan kurtulma telaşında olan bir erkin terörü altında olmasak inanabilirdik. Ama ne biz böyle bir dünyada yaşıyoruz, ne de burjuvazi eşyanın tabiatı gereği HERKES’e karşı sorumluluk sahibi.

Sonuç olarak daha fazla kazanmak uğruna insan hayatını hiçe sayarak yaptığı projelerde deniz kumu ve hurda demir kullanan, yine daha fazlası için yıllardır Ayazma’da yaşayan insanların barınma ve yaşama haklarını elllerinden alan bir sınıfın mensubu var karşımızda. Onları tanıyoruz ve tanıtmaktan da imtina etmiyoruz: Ali Ağaoğlu en kodamanından bir burjuvadır.

Toplumcu Eksen


 


Güvencesizlik tartışıldı

İş cinayetine kurban giden Harita Mühendisi Gülseren Yurttaş’ın ölümünün 3. yıldönümünde çeşitli disiplinlerden mühendis, mimar, şehir plancıları “Güvencesizlik, Esnek Çalışma ve Taşeronlaştırma” başlıklı bir söyleşide biraraya geldi. EMO İstanbul Şubesi’nde düzenlenen söyleşiye katılan BETESAN direnişçisi Zeynel Kızılaslan, yaşadığı süreci ve neden direnişe geçtiğini katılımcılarla paylaştı. Tersanelerde sadece işçilerin değil teknik elemanların da aynı sorunlar içerisinde olduğunu vurgulayan Kızılaslan, bu durumu yakın geçmişte bir gemi mühendisinin iş cinayetine kurban gitmesiyle örneklendirdi.

Avcılar Belediyesi’nde sürgün saldırısına maruz kalan Tüm Bel-Sen üyesi inşaat mühendisi Ali Erdoğan, TMMOB ve sendikaların mevcut durumuna değindiği konuşmasında, benzer sorunların bu örgütlenmeleri de kestiğini belirtti.

Mimar Özlem Aydın da yaşadığı süreç üzerine bilgilendirme yaptı. Aydın, çalıştığı birimde bir Kürt vatandaşın arkasından yapılan hakarete sessiz kalmayıp tepki göstermesi üzerine huzur bozucu olarak nitelendirildiğini söyleyerek; sürgün edilmesi ve işten atılması sürecinin böylelikle tetiklendiğinin altını çizdi. Birlikte mücadele etmenin önemine değindi.

Gülseren Yurttaşın kardeşi Hatice Yurttaş ise, Yurttaş’ın iş cinayetine kurban gitmesine yol açan koşulları ve ablasının bu çalışma koşullarını düzeltmek için sarfettiği çaba, bu konuda yaşadığı büyük sıkıntı ve engellemeler hakkında bilgilendirme yaptı.

Yapılan konuşmaların ardından söyleşiye geçildi. Oldukça canlı tartışmaların yapıldığı etkinlikte, farklı sektörlerde çalışan mühendis, mimar ve şehir plancılarının sendika ve odalarda yürüttüğü mücadelenin ortaklaştırılması gerektiği vurgulandı. TMMOB 41. Olağanüstü Genel Kurulu’nun da değerlendirildiği söyleşide, ücretli, işsiz ve kadın üyelerinin talep ve çalışmalarını reddeden TMMOB yönetimi eleştirilerek, sendika ve odaları değiştirecek asli gücün örgütlülük olduğu ifade edildi.

 

Hizmet sektörü çalışanları sendikaları tartıştı

Hukuk Bürosu Çalışanları Dayanışma Ağı, Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği Girişimi, Güvencesiz Öğretmenler, Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği, Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları tarafından “Hizmet sektörü çalışanları sorunlarını tartışıyor” üst başlığıyla hayata geçirilen söyleşi programının üçüncüsü 2 Ekim Cumartesi günü gerçekleştirildi.

“Mevcut sınıf örgütlerinin durumu”nun tartışıldığı söyleşide, konu başlığı, farklı alanlardaki deneyim ve yetersizlikler değerlendirilerek ele alındı.

Bu alanda KESK ve işçi sendikaları açısından örnekler olmakla birlikte günümüzde sendikalı sayısının çok geri bir noktada olduğu ifade edilirken, hizmet sektöründe çalışanların ağırlıklı olarak belediyelerde sendika çalışması yürüttüğü, özel sektörde bu oranın çok daha düşük olduğu belirtildi. Toplumcu Mühendis, Mimar & Şehir Plancıları, Avcılar Belediyesi’nde sürgün edilen ikisi mühendis 10 sendikalı çalışanın sendikalarıyla olan ilişkilerini örnek verdiler.

Hukuk Bürosu Çalışanları Dayanışma Ağı temsilcisi ise, bu alanda işçi-avukat tartışmalarının yeni yapılmaya başlandığını ve deneyim eksikliği olduğunu belirtti.

Çağrı Merkezi Çalışanları adına yapılan konuşmada, bu alanda taşeronlarda çalışmanın %70-75’lerde olduğu belirtilerek, büyük şirket-küçük taşeron denkleminin bu alanda bozulduğu; taşeronların farklı şirketlere hizmet vererek bünyesinde pek çok çağrı merkezi çalışanı barındırdığı aktarıldı.

Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği Girişimi adına yapılan konuşmada, bu alanda güncel olarak yürütülen tartışmanın meslek örgütü tartışması olduğunu belirterek, sendikalaşmanın bireysel tercihlerle yaşanabildiği ancak bu oranın da çok düşük olduğunu ifade etti.

Etkinliğin söyleşi bölümünde, IBM örneği ele alınarak greve çıkılamamasının neden ve sonuçları tartışıldı. Taşeron PTT işçilerinin geçmişte yaşadığı süreç ve “takım sözleşmesi” deneyimi, süreci takip edenler tarafından aktarıldı.