20 Ağustos 2010
Sayı: SİKB 2010/33

 Kızıl Bayrak'tan
Hak ve özgürlüklerimiz için fiili-meşru, birleşik mücadeleyi yükseltelim!
AKP şefleri efendilerinin desteğini almak için çırpınıyor!
“Ateşkes” adımı atan Kürt hareketinin düzenle bütünleşme çabası sürüyor
Acılarımızı dillerine dolayanlar hesap verecekler!.
Düzen kliklerinin kapışması söz düellosuyla devam ediyor
BDSP’nin referandum
çalışmalarından. 
Enerji özelleştirmeleriyle
sermayenin cüzdanı, emekçinin faturası kabarıyor..
BETESAN direnişçisi Zeynel Kızılaslan’la konuştuk.
BETESAN direniş güncesi
Kamuda toplu görüşme oyunu başladı
İşçi ve emekçi hareketinden.
7. Mamak Kültür Sanat Festivali başarıyla gerçekleştirildi
UPS’de direniş coşkusu
dayanışmayla büyüyor
UPS işçileriyle direniş süreci üzerine konuştuk..
Tek Gıda-İş’te maske düştü
Devrimci sınıf faaliyetlerinden
Kapitalizm için sürdürülebilir pazar: Ekolojik ürünler.
toplumcueksen.net yayında.
Ölüm mangası AEGİS Basel’de
Dink cinayetine devlet savunması
Ağırlaştırılmış müebbet
cezası üzerine
Referandum ve “Demokratik Özerklik”-
M. Can Yüce
Hacıbektaş şenlikleri üzerine
Sacco ve Vanzetti
Medya, bu düzenin vazgeçilmez bir aracıdır..
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Medya, bu düzenin vazgeçilmez bir aracıdır…

Kapitalist sistem, bir yandan işçi ve emekçilere sosyal yıkım ve no-liberal politikaların her gün bir yenisini eklerken, bir yandan da işçi ve emekçilerin asıl gündemlerini değişik mekanizmalarla istediği gibi şekillendiriyor.

Bu düzenin medyası bunun için en vazgeçilmez araçlardan bir tanesidir. Gazeteleri, radyoları ve televizyonları da bu düzen için vazgeçilmez bir uyuşturucu işlevi görür. İnsanların gündemini en rahatından istediği yere çekip diğer tarafta olan asıl gündemlerinden soyutlayabilir. Sermaye devletinin işçi ve emekçilere yönelik sosyal yıkım saldırıları, elektriğe, suya, doğalgaza yapılan zamlar bile işçi-emekçiler açısından önemsiz olabiliyor. Asıl gündemleri televizyon dizileri olup çıkıyor.

Son zamanlarda artan polis dizileri ise, sermaye devletinin, bekçilerini işçi ve emekçilerin gözünde şirin göstermek için hazırlanmış bir tezgâhtır. En ufak bir hak arama mücadelesine bile tahammül edemeyen bu düzenin kolluk kuvvetlerini hak arama mücadelesi veren insanlara saldırttığını sanki bu ülkedeki milyonlarca işçi ve emekçi bilmiyormuş gibi onları işçi ve emekçilerin gözünde meşrulaştırmaya çalışıyorlar.

Bu dizilerdeki asıl amaç, toplumu uyuşturup mücadeleden uzaklaştırabilmektir. İşçi ve emekçilerin kafasını boş şeylerle doldurarak onları asıl gündemlerinden uzaklaştırmak istiyorlar. Nitekim de istedikleri de büyük bir ölçüde oluyor. Toplumda ise, bu televizyon dizilerinin tuttuğu yer bellidir. Her günün dizisi ayrıdır. Pazartesiden pazara durmak yok. Çoluk çocuk dizilerinin yanı sıra her gün dizi saatleri de bellidir.

Sonra dizileri izleyen yetişme çağındaki gençlerimizin burjuva gazetelerin 3. sayfasında bir haberini okuruz. Haberde aynen şöyle yazmaktadır. “Lisede arkadaşlarından haraç almaya çalışan bir liseli istediğini alamayınca bana racon mu kesiyorsun diye liseli arkadaşın kafasını ekmek bıçağı ile kesmiş”. Bu gibi daha anlatılacak onlarca örnek var. Bu faciaların gerisinde her gün o pazartesiden pazara kadar izlediğimiz dizilerin yönlendirici rolünü gerçekçi bir noktadan bakan herkes görebilir.

Bu dizilere benzeyen onlarca dizi her gün televizyonlarda art arda veriliyor. Polisiye, mafya vb toplumda artık kimi meşrulaştırmak istiyorlarsa o standartlarda bir dizi furyasınan geçilmiyor.

Bu kapitalist düzen, işçi ve emekçileri sorgulamayan ve düşünmeyen sabah işine gidip gün boyunca kapitalizmin en vahşi yüzünü görüp akşam işten gelip dizilerinin başında uyuyan bir toplum yaratmak istiyor. Böyle istiyorlar çünkü işçi ve emekçilerin en ufak bir hak arama mücadelesi onlar için çok büyük bir yıkım demektir. Bu sistem bizi uyutup koyun gibi gütmek istiyor. Ancak onların istediği koyun olmayacağız. Çünkü işçi ve emekçilerin bu düzene karşı mücadelesi bu sistemin sonu olacaktır. Çünkü bu düzenin esas yıkıcı gücü işçi sınıfıdır.

İzmir’den bir Kızıl Bayrak okuru

 

 

 

 

 

Boykot; sömürü düzenine hayır

Mehmet boykot bildirileri dağıtıyordu. Yoldaşları mahallenin bir sokağına girince, “ben de şu sokağa gireyim” diyerek, yoldaşlarının girdiği sokağın yanındaki sokağa girdi. Mahalle işçi emekçi mahallesiydi. Sürekli çalışma yaptıkları bir mahalle olduğu için, içi rahattı. Bildiriye alacağı tepkinin olumlu olacağını düşünüyordu. Tanıdığı bir işçi bakkaldan evine doğru gidiyordu.

“Seyhan merhaba. Dur hele şu bildiriyi al” dedi.

Mehmet bunları söylerken bildirilerden birini Seyhan’a verdi. Seyhan bildiriye şöyle bir göz attı. Seyhan okuyan ve bir nebze de olsa sınıf bilinçli bir işçiydi. Mehmet, Seyhan’ın bildiriyi bir solukta okuyacağını ve doğru bulacağını düşünüyordu. Bu yüzden Seyhan “Boykot politikası yanlış” deyince çok şaşırdı.

“Neden, neden yanlış?” diyerek Mehmet kekeler gibi sordu soruyu.

Seyhan: “Gel hem kahvaltı yapalım, hem de konuşalım.” dedi.

Mehmet, Seyhan’dan bir dakika izin isteyip yan sokaktaki yoldaşlarının yanına gitti. Durumu anlatıp, “beni merak etmeyin” diyerek ayrılıp Seyhan’ın yanına gitti.

Seyhan’ın annesi kahvaltıyı hazırlamıştı bile. Yer sofrasına kuruldular. Mehmet, Seyhan’ın yemekle daha yoğun ilgilendiğini görünce dayanamadı sordu:

“Boykot neden yanlış Seyhan?”

“Boykot AKP’nin ekmeğine yağ sürmeyecek mi?”

“Nasıl ekmeğine yağ sürecek?”

“Referandumda en doğru politika hayır demektir. AKP’ye haddini bildirmek için hayır demeli. Ama boykotla bir yerde evet denmiş oluyor.”

“Referandumda evet-hayır, tek seçenek gibi gösteriliyor. Oysa ki boykot da bir tavır. Hangi ülke hatırlamıyorum ama, AB anayasası oylaması referanduma sunulmuştu. Bu referandumda boykot edenler de değerlendirildi ve anayasa kabul edilmedi. Diyeceksin ki, ama burada değerlendirilmiyor. Evet değerlendirilmiyor. Ama bu duruma hayırcılar, tek bir kere, dil ucuyla olsun itiraz etmediler. Diyelim ki şu an boykot taktiği değerlendirilmediği için AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor. O halde hayırcılar niye buna karşı tek söz olsun etmiyorlar?”

Seyhan hafızasını zorladı. Ama tek bir itiraz örneği hatırlamadı.

“Elbette anayasa değişmiyor. Hem de AKP kendini daha sağlama almak için böyle bir atak yapıyor. Ama bir düşün buna ‘hayır’ derken 12 Eylül anayasasına ‘evet’ demiş olmuyor musun?”

“Ne yani evet mi diyeyim?” dedi Seyhan.

“Hayır. ‘Evet’ de demiyorum. Ama yasalar çerçevesinden bakarsan, referandumda evet-hayır arasında hiç fark yok. Zaten asıl sorun yasalar değil, yasada ne yazarsa yazsın, güç kimdeyse asıl olarak onun yasası geçer. AKP’yi bugün böyle güç haline getiren 12 Eylül Anayasası değil mi? Anlayacağın Seyhan, bugün hayırcılar asıl olarak AKP’ye hayır diyor. Bu yüzden anayasadan çok, Tayyip’in villası filan konuşuluyor meydanlarda. Evetçiler de doğal olarak AKP’ye evet diyor. Biz ise, hepsi düzen partisi, ‘birbirlerini yer gibi dalaşanlar biz işçi emekçilere karşı bir oluyorlar’, diyoruz. Düzene karşı devrim diyoruz. Buna uygun politika, bugün boykottur. Anlayacağın Seyhan, düzen partileri, hepsi aynı. Birine hayır, diğerine evet demek, devrimcilerin ve işçi emekçilerin işi değil. Aslında boykot, hepsine hayır demek. Biz öyle yapıyoruz.”

“Valla Mehmet iyi hoş söylüyorsun da bu AKP hepsinden daha kötü. Ben yine de ona hayır diyeceğim.”

“Söylediğine değil, ama sana saygı duyuyorum. Daha sonra uzun uzun tartışırız. Şimdi gitmem gerekiyor.” dedi ve ardından Mehmet, Seyhan’la ve anasıyla vedalaşıp çıktı. Bildirileri dağıtmaya devam ediyordu. “İşimiz baya zormuş” diye düşündü. Baştaki gibi safça bir iyimserliği kalmamıştı, ama daha ısrarlı ve kararlıydı.

M. Kurşun