Greenpeace İstanbulda
iklim değişikliği ve ekolojik felaketler tezgahlayan dev petrol şirketlerinin
karşısında!
Petrolcüler burada felaketi tezgahlıyor!.. (...) PETROLCÜLER BURADA FELAKETİ TEZGAHLIYOR yazılı bir
pankartı Conrad Otelinin üzerine asan Greenpeace çevre eylemcileri,
BPden John Browne, Shellden Gavin Graham ve Chevrondan
Peter J. Robertson gibi petrol endüstrisinin önde gelen isimleri ve
üst düzey devlet yetkililerinin katıldığı toplantının içyüzüne dikkat
çektiler. (...) Greenpeace Akdeniz Ofisi enerji kampanyası sorumlusu Melda Keskine
göre, Toplantı salonundaki üst düzey enerji şirketi yetkilileri,
petrol arama, çıkartma, taşıma ve kullanmanın iklim değişikliğine ve
artan ekolojik felaket tehdidine yol açtığını itiraf etmelidirler. Bu
petrol şirketlerinin, çevre kirliliği yaratan ürünlerini pazarlayabilmek
için, çevreci imajlara bürünerek dünyanın sırtından para kazanmalarına
izin verilemez. İstanbuldaki Üç Denizin Hikayesi: Dünya Enerjisiyle Bütünleşme
adlı toplantının amacı, uluslararası yatırımcılara Karadeniz, Hazar
Denizi ve Doğu Akdenizdeki fosil yakıtlara ilişkin bilgi ve fırsatları
sunmaktır. Keskin sözlerini şöyle sürdürdü: Enerji şirketleri temsilcileri
olarak, burada yenilenebilir enerji yatırımlarını planlıyor da olabilirlerdi;
ama yalnızca kirletici fosil yakıtlara odaklanmış durumdalar. Bölgedeki
gerçek enerji potansiyeli, güneş, rüzgar gibi temiz ve güvenli yenilenebilir
enerji kaynaklarında yattığı halde ve küresel ısınmaya, fırtına, sel,
kuraklık gibi şiddeti ve sayısı gittikçe artan aşırı doğa olaylarına
rağmen, bu kuruluşlar petrolle sonuna kadar daha fazla para kazanma
konusunda ısrarlıdır. Tehlikeli iklim değişikliklerini önlemeye yönelik
uluslararası çabaları engelleme girişimleriyle, Kyoto protokolunun etkisini
yok etme manevralarının ardındaki ana güç, işte bu petrol lobisidir. Toplantılarının ana gündemi, bölgesel ve uluslararası güvenlik açısından
ciddi bir tehdit oluşturan Hazar Denizi petrol yatırımlarıdır. Bu yatırımlarla
bölgedeki kirlilik on kat artacak, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından
geçen petrol tankerlerinin boyları ve sayıları ikiye katlanacaktır.
Boğazlardan geçirilmek istenen petrol miktarı başlangıçta yılda
600 bin varil (26,5 milyon ton), daha sonra ise yılda 1,5 milyon varil
(76,5 milyon ton) olacaktır. (...) ExxonMobil, Chevron,Texaco ve Conoco, Başkan Bushun Kyoto İklim
Sözleşmesi reddetmesini aktif olarak destekleyen şirketlerin başında
geliyor. Başkan Bush, geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Avrupa ziyaretinde,
dünyanın en fazla seragazı yayan ülkesi olan ABDnin, 12 yıldır
belli bir aşamaya getirilmiş olan uluslararası iklim görüşmelerini yok
saymasıyla tetiklenen, protestolar ve barışçıl doğrudan eylemlerle karşılandı. Greenpeace; hem bu bölgedeki hem tüm dünyadaki enerji yatırımlarının
21. yüzyılın enerji verimliliği teknolojileri ve yenilenebilir enerji
kaynaklarına dayanmasını, iklim değişikliğiyle mücadelenin ilk yasal
aracı olan Kyoto Protokolünün ülke parlamentolarınca acilen onaylanmasını
talep ediyor. (Greenpeacein 21 Haziran 01 tarihli açıklamasından...
Sermaye düzeni medyasını tahkim ediyor! Bir toplumda üretim araçlarına sahip olan sınıf aynı zamanda siyasi,
hukuki, kültürel, bürokratik ve askeri alanlarda da egemenlik kurar.
Sınıflı toplumlarda hükmetmenin temel aracı zor olmakla beraber, egemenliği
ayakta tutmak ve sürdürmek için eğitim ve iletişim araçları oldukça
önemli bir rol oynar. Bu araçlarla burjuvazi, kitlelere kendi ideolojsini,
çürümüş yoz kültürünü dayatır. Özellikle medya üzerinde kurduğu tekel
sayesinde siyasal, ekonomik uluslararası vb. gelişmelerle ilgili haber
akışını engeller. Kapitalist-emperyalist sistemde ve bu sistemin bir halkası olarak Türkiyede
üretim araçları üzerinde dev boyutlara ulaşan tekelleşme, kendini basın
alanında da göstermiştir. Türkiyede iletişim araçları birkaç kapitalistin
tekelindedir. Tekelleşmenin bu boyutu, medyayı tek sesli bir yalan ve
çarpıtma korosu haline getirmiştir. Dahası kritik gelişmelerin yaşandığı
dönemlerde sermaye basını doğrudan doğruya derin devletin yönlendirmesiyle
hareket eder. Cezaevleri katliamı döneminde ve halen süren ÖO direnişi
karşısında takındıkları tutum bu iğrençliğin çarpıcı örnekleri olmuştur.
Sunulan haberlerin metni ve gazetelerin manşetleri bile aynılaşabilmektedir.
Bunlar devletin tüm kanlı operasyonlarında ölüm çığırtkanlığı yapmaktadırlar. Sermaye medyası sistemin aynasıdır. Çeteleşme, mafyalaşma, rüşvet,
kara para aklama, banka hortumlama vb., alanlarda çürümenin kilit noktalarından
birini gazeteciler tutmaktadır. MİT ve CIA ajanlarının medya kuruluşlarında tuttukları yer, kimi zaman
bizzat bu kurumlar tarafından bile dile getirilebilmektedir. Rejimin kendini tahkim etme süreçlerine tam uyum sağlayan, 12 Mart,
12 Eylül gibi askeri faşist darbeler döneminde ve son 28 Şubat sürecinde
bu misyonunu yerine getiren sermaye medyasının patronları, bu hizmetlerinin
karşılığını almaktadırlar. Bankacılık, enerji, bilimum devlet ihaleleri
vb. alanlarda faaliyet gösteren bu holdingler, zaman zaman kendileri
açısından sıkıntı yaratan kimi yasaların değiştirilmesini de sistemli
kampanyalarla dayatmaktadırlar. Meclis gündeminde olan basın-yayınla
ilgili yasal düzenlemelerin bir an önce yasalaşması için yoğun bir çabanın
harcanması, patronlarının ihtiyaç duydukları yasal düzenlemelerin aynı
zamanda sistemin ihtiyaçlarıyla çakıştığını göstermektedir. Emperyalizme uşaklığın İMF tarafından ülkeye fiili başbakan atanmasına
kadar vardığı bir ülkede, bütün kurumların emperyalistler ve işbirlikçi
burjuvaların çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılması kaçınılmaz
olmaktadır. F tipi hücrelerin Avrupa emperyalizmi tarafından istenmesi
ve TÜSİAD tarafından savunulması da, bu yeniden yapılandırma çabasının
örneğidir. Basında tekelleşmeye yeni boyutlar katacak olan yasal düzenlemelerin
gündeme getirilmesi de aynı planın bir parçasıdır. Yaşamın her alanını kapsayan saldırıları egemenler, reform
adı altında gündeme getirmeyi adet edindiler. Onların dilinde katliam
hayata dönüş, sahte sendika yasası memura sendika
hakkı, kıdem tazminatlarının gaspı iş güvencesi olmaktadır,
vb. Emekçi kitlelerle alay edercesine her saldırı tam tersi kavramlarla
sunulmaktadır. Basınla ilgili hazırlanan yasa için de biz bunu
anti-tekelleşme için yapıyoruz denilerek, kitleler adeta aptal
yerine konulmaktadır. Oysa, basında fiili bir durum olan tekelleşme
bu yasal düzenlemelerle yasal bir kılıfa kavuşturulurken, boyutları
daha da artacaktır. Yeni yasal düzenlemeler tekelleşmeyi artırmakla sınırlı değil elbette.
Asıl önemlisi medya patronlarını rahatsız eden bazı yasaların kaldırılması
ve yayın kuruluşlarında mülkiyeti yüzde 20 ile sınırlayan yasanın geçersiz
kılınmasıdır. Ayrıca, radyo ve televizyon kuruluşlarında yüzde 10dan
fazla paya sahip olanların devlet ihalelerine katılım yasağı da ortadan
kaldırılıyor. Bu sayede medya tam anlamıyla sermaye sultası altına girecek.
Yayınların RTÜK kurallarına aykırı olması durumunda uygulanacak astronomik
oranlardaki para cezaları da tabloyu tamamlamaktadır. Özellikle yerel
yayın yapan muhalif radyolar, ekonomik yönden iflas ya da sisteme uyumlu
olma ikilemiyle karşı karşıya bırakılacaklardır. Her biri kapitalist bir holding haline gelen medya kuruluşları, fiilen
yürütmekte oldukları yayın yoluyla yargısız infaz, linç, yalan seferleri
vb. konularda daha da azgın olacaklardır. Haber alma hakları sermayenin
insafına terk edilen emekçi kitleler, aydınlanmak bir yana, basın tekellerinin
psikolojik terörüne maruz kalacaklardır. İMF, DB ve TÜSİADın topyekün saldırı programının medya ayağı
da bu yasalarla örülmüş olacaktır. Saldırının bütününde olduğu gibi,
basınla ilgili olanı da emekçilerin yaşamlarını daha da karartıcı bir
rol oynayacak, gerçeklere ulaşmanın önündeki engelleri büyütecektir.
Bundan dolayı, sermayenin kapsamlı saldırısına karşı mücadele aynı zamanda
karanlığı yırtıp aydınlığa ulaşma mücadelesi olmak durumundadır. |
|||||