İçindekiler:

14 Mayıs 2022
Sayı: KB 2022/18

Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği
Rezaletler ve riyakarlıklar serenomisi
Göçmenin ekonomi politiği
Düzen siyaseti ve İmamoğlu'nun otobüsü
"Güvenlik" harcamaları
Özelleştirmeler ve kağıt krizi
2022 1 Mayıs'ının ardından...
Sermayeye teşvik
Acarsoy işçileri röportajı
Katliamın 8. yılında madenciler anıldı
Gençlik hareketi ve partinin gençlik çalışması
Faşizmin yenilgisinin 77. yılı...
Almanya'da savaş ve silahlanmaya karşı kampanyalar
Sol Parti'de neler oluyor?
Sri Lanka'da emekçilerin direnişi
"68 gençlik hareketinin kolektif ruhu"
Çocuk işçi sömrüsü
İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“68 gençlik hareketinin kolektif ruhuna tanıklık ettik!” 

 

‘68 gençlik hareketinin ve Türkiye Devrimci Hareketi’nin önder isimlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarının 50. Yılı’nda galası yapılan “Devrimin Beyaz Küheylanı: Beyaz Motosiklet” belgeseli üzerine belgeselin yönetmeni ve yapımcılarından Aslı Esma Karaca, uygulayıcı yapımcısı ve kurgucusu Sibel Tekin ile konuştuk…

- Bugüne kadar 68 dönemini ve dönemin öne çıkan devrimcilerini anlatan pek çok belgesel çekildi. Ancak “Beyaz Motosiklet” konuyu özgün bir noktadan çıkarak ele alıyor. Öncelikle projenin ortaya çıkış sürecinden bahseder misiniz?

Aslı Esma Karaca: Projenin ortaya çıkışının oldukça uzun bir geçmişi var. Anne tarafından Adalet Partisi, baba tarafından Cumhuriyet Halk Partisi destekçisi bir ailede büyüdüm. 1980 darbesini mahallemizde gezinen askerler ve arkadaşlarımla sokakta oynamamanın engellenmesinden duyduğum mutsuzluk düzeyinde anımsıyorum.

Büyürken ODTÜ’lü olan amcamdan çok etkilenmiştim. Amcamın Gazi Üniversitesi’nde okurken sağcı bir grup tarafından sokak arasında sıkıştırılıp dövüldüğünü ardından tekrar sınava girip ODTÜ’ye geçtiğini anımsıyorum. Bir de Ankara’da Mamak’ta 18 yaşında vurulan babamın amca oğlunu. Sonra annemin bıyıkları iki yana sarkan ve benim çok sevdiğim milliyetçi dayısının köydeki samanlıkta saklanmasını, jandarmanın yabayla samanları deşerlerken tesadüfen dayının olduğu yere dokunmayışının anlatıldığını, dayının kaçaklık hikayelerini anımsıyorum, yakalanıp hapis yatmasını… İki farklı siyasi görüşten insanların hikayelerinin arasında büyüdüm. Belki de bu bana geniş bir perspektif kazandırdı ve bu perspektiften bakabildiğim için bahsettiğiniz özgünlükte bir ‘68’ hikayesi anlatmanın peşine düştüm. 

Amcamın üniversite yıllarında dinlediği Şafak Türküsü kaseti vardı Ahmet Kaya’nın. Gözlerim dolarak dinliyordum her seferinde. Amcam bahsetmişti biraz hikayesinden. Ortaokulda olduğum yıllarda okumaya başlamıştım bu şafak vakti idam edilen genç adamlara dair yazılanları. Sonrasında da ilgim ve merakım büyüyerek arttı. Hele de elimdeki kitapları görünce dayımların, teyzemlerin, anne tarafından dedemin tepkilerini görünce; dikkat et, yasak, tehlikeli uyarılarını duyunca iyice meraklanıp daha çok okumaya başladım.

Hep bir şeyleri anlatmanın derdinde olduğumdan ve o anlattığımın da insanlara dokunmasını niyet ettiğimden 1990’lardaki eczacılık fakültesinde, öğrencilik yıllarımda, tiyatro yaklaşımı ve 1970’li yıllardaki politik duruşuyla ilgimi çeken Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) gençlik kadrosuna dahil oldum. Üniversiteyi bitirdikten sonra çalışırken Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’ne girdim. Okulda en çok etkilendiğim tiyatro insanlarından biri Bertolt Brecht idi. Epik tiyatronun felsefesinden büyülenmiştim. Ardından Avangard tiyatro, post dramatik tiyatro kuramları ile tanıştım. Tom Stoppard’ın Hamlet metnine ince dokunuşu “Rosencrantz & Guildenstern Are Dead” oyununda kullandığı teknik başımı döndürmüştü. Shakespeare’nin Hamlet’inde sahneye giren habercinin repliği “Rosencrantz ve Guildenstern öldüler.” Stoppard’ın oyununun ana aksını oluşturur. Hamlet’te bir gölge gibi kalan Ros ve Guil’i oyununun ana karakterleri yapmıştır Stoppard. Tüm bunlar bir anlatıyı biçimlendirmede nasıl yol alacağım konusunda ufkumu açan bilgiler oldu.

Okuduğum kitaplardan birinde Hüseyin, Yusuf ve Deniz’in yakalandığı beyaz motosikletin sahibinin adı geçiyordu. Tayfur Cinemre. Benim aynı soyadını taşıyan bir arkadaşım vardı: Okan. Okan’ı aradım ve Tayfur Cinemre’nin amcası olduğunu ve İstanbul’da yaşadığını öğrendim. İnanılmaz heyecanlandım. 2012 yılında Tayfur Cinemre ile tanışmamla Beyaz Motosiklet’in hikayesi başladı.

10 Ekim 2015’de Ankara Garı katliamında kaybettiğim kuzenim Ata Önder Atabay için bir klip yapmak niyetiyle gar önünden görüntüler araştırırken sevgili Sibel Tekin ile tanıştım. Kafamdaki projeden bahsettim. Sibel zaten kimseye “hayır” demez, bana da demedi. 2018’de çekimlere başladık. Sibel’in sabrı ve titizliği benim delişmen cesaretim ve kararlılığımla birleşince ortaya iyi bir iş çıktı.

Sibel Tekin: Beyaz Motosiklet, Devrimin Beyaz Küheylanı belgeseli Aslı Esma Karaca’nın 20 küsur yıldır hayalinde olan bir proje. Aslında yönetmenin hikayesinin de filme katılması gerekirdi diye düşünüyorum. Ama bu konuda yönetmeni ikna etmek mümkün olmadı. 2015 yılında yaşadığımız 10 Ekim Ankara Katliamı tanışmamızı sağladı. Onunla tanışana kadar ‘68 Hareketi öncelikli ilgi alanım değildi. Bu belgesel sayesinde, Tayfur Cinemre’nin kolektif mücadele vurgusu ve gölgede kalanların hikayelerini öğrenmem ile eskisinden farklı bakıyorum. Her belgeselin bir değişim içermesi gerekir. Hikayedeki değişimin yanında izleyicide ya da ekipte bir değişim yaratabilmesi önemlidir. Bu açıdan yer aldığım pek çok belgesel çalışması içinde en çok içime sinen ve “evet, biz yaptık” diye gururla söyleyebileceğim bir çalışma oldu. 

- Bu aynı zamanda derin bir sözlü ve yazılı tarih çalışması demek. Bu çalışma sırasında neler yaptınız? Hangi zorluklarla karşılaştınız? Bu çalışmanın deneyimlerine ilişkin aktarmak istedikleriniz nelerdir?

Aslı Esma Karaca: Belgesel çalışması sırasında iki kitap oluştu. Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken olayının faillerinden Hasan Ataol’u anlatan “Hasan”, SAV tarafından 2020’de basıldı. Dört Amerikalı’nın kaçırılması olayında yakalanan Mete Ertekin’i anlatan “Mete”, Yeni İnsan Yayınevi tarafından idamların 50. Yılı’nda, 6 Mayıs 2022’de baskıya yetiştirildi. 

Çalışmanın en zor kısmı kuşağın hayatta kalan temsilcilerini yaptığıma, yapmaya çalıştığıma ikna etmekti. Bana güvenmeleri ve yapmaya çalıştığım işin samimiyetine inanmaları zaman aldı. Benim açımdan yıpratıcı bir süreç oldu. Diğer önemli zorluklardan biri, 68 model beyaz Jawa motosikleti bulmaktı. Kafamdaki şey Tayfur Cinemre’yi aradan geçen onca yıl sonra motosikletiyle karşılaştırmak ve bu karşılaşmada yaşadığı duygu durumlarını, anlatacaklarını çekmekti. Tüm Türkiye’de 68 Beyaz Jawa’yı aradım. Sonunda Antalya’da buldum. Koleksiyoner olan ve motoruna gözü gibi bakan sahibini ikna etmek, nakliye kamyonunu ayarlamak, çekim izinlerini almak, ODTÜ’ye motosikleti sokmak… Aslında motosiklete binmesini tehlikeli bulduğumdan böyle bir talebim olmamasına rağmen kafamı çevirdiğimde arkadaşımın amcası olduğundan artık benim de amcam olan Tayfur Cinemre’yi motosikletin üzerinde rektörlük önünde turlarken bulmam, bir kaza olacak diye yüreğimin ağzıma gelmesi….

Eymir ve Karşıyaka çekimleri; emanet motosikleti Ankara trafiğinde çekim bölgelerine taşımak, motosikletin Eymir’de bozulması…Zorluklar pek çoktu. Hangi birinden bahsedeyim? En önemlilerinden biri de arşiv sıkıntısı oldu. Özgün görüntüler, görseller kullanmak istiyordum ve bunun için çok yere ve pek çok insana başvurdum, çok araştırdım, çok uğraştım. Kolay olanı ‘68’e dair yapılmış işlere bakıp oralardan yararlanmaktı. Ancak bunu yapmak istemedim. Çalışmanın mümkün olduğunca özgün olmasını sağlamaya çalıştım. Burada Cengiz Özkarabekir’in adını anmadan geçemeyeceğim. Projeyi anlattığımda bize tüm arşivini tereddüt etmeden açtı.

Sibel Tekin: Belgeselin çekimlerine 2018 yılında başladık. Ankara’da ve İstanbul’da yaptığımız çekimleri hızlı bir şekilde tamamladık. Ek çekimler yapalım istiyorduk. Bunlardan biri Tayfur Cinemre ile, onun Hüseyin İnan ile dolaştığı Toroslar’da çekim yapmaktı. Bir diğeri Kızıldere Katliamı yıldönümünde Cihan Alptekin’in köyünde, mezarı başındaki anmaya katılmak ve Tayfur Cinemre’yi orada kaydetmekti. Sağlık durumu nedeni ile mümkün olmadı. Ve Tayfur Cinemre’yi neredeyse belgesele başladığımız tarihin birinci yıldönümünde kaybettik. Esma onun filmi izleyebilmesini çok istiyordu, ama mümkün olmadı. Kaba kurgusuna başlamıştık. O halini izleyebildi sadece. Kurgu aşaması biraz daha uzun sürdü. Hem yaşadığımız arşiv sorunu hem de pandemiye denk gelmek bunu etkiledi. Ama bir yandan da kurgu aşamasındaki uzama filmin yapısının da daha sağlam bir hale gelmesini sağladı diye düşünüyorum.

İlk başta Esma, peşine düştüğü motosiklet hikayesini anlatırken sadece Tayfur Cinemre’yi çekmeyi planlamıştı. Fakat Tayfur Cinemre dönemin kolektif ruhuna uygun olarak projeye Hasan Ataol’u, Tuncer Sümer’i ve Oktay Kaynak’ı dahil etti. Tayfur Cinemre’nin vurguladığı kolektif hareketi, ‘68 hikayesini anlatırken asla aklımızdan çıkarmamamız gerekti. Aynı zamanda Tuncer Sümer, Hasan Ataol ve Oktay Kaynak’ın katılımı filme dinamizm kattı.

Kurgu sürecine dair de birkaç arşiv görüntüsünü bulma heyecanımızdan bahsetmek isterim. Bunlardan ilki uzun uzun görüntüsünü araştırdığımız Ho Chi Mihn anması haberini Cumhuriyet gazetesinde bulmamız. Bir diğeri Filistin dönüşü Diyarbakır’da yakalanmalarına dair Diyarbakır Adliyesi’nde çekilmiş görüntülerde Alpaslan Özdoğan’ın hareketli görüntüsü olduğunu öğrenmemiz. Ve son olarak sosyal medyada Narodnaya Volya adını kullanan arşivci arkadaşımız sayesinde Cihan Alptekin’in hareketli görüntüsüne ulaşmamız.

- Belgeselde o dönemin kimi bilinmeyen ya da unutulan olaylarına ilişkin anekdotlar var. Bu açıdan ipucu vermek ister misiniz?

Aslı Esma Karaca: Evet, belgeselde dönemin bilinmeyen ya da unutulan olaylarına ilişkin anlatılar var. Bu zaten bilinçli bir tercih. Bilinenler ya da bilindiği sanılanlar anlatılageliyor zaten. Projenin amacı bilinmeyeni, unutulanı, gölgede kalanı belki de adı hiç geçmeyeni görünür kılmak. Belki biraz Stoppard’ın Ros ve Guil’de yaptığını yapmaktı.

Sibel Tekin: Belgeselde yer alan dönemin bilinmeyen ya da unutulan olaylarına ilişkin bir şeyler demek gerekirse, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan ve arkadaşlarının Filistin’e gidiş hikayesinden bahsetmeli. Türkiye Sol Tarihi’nde çok denk gelmiyoruz bu hikâyeye. Bu nedenle bizim ana karakterimiz Tayfur Cinemre ve ana hikayemiz beyaz motosikletle direk bir ilişkisi olmamasına rağmen vazgeçmedik ve yer verdik.

- Yine belgeselde dönemin yaşayan tanıklarının ODTÜ içinde o dönem birlikte okudukları akademisyenler ya da sonraki kuşak ODTÜ bileşenleri ile karşılaşma anlar var. Bu anları kamera arkası gözünden anlatmanızı istesek?

Aslı Esma Karaca: Tayfur Cinemre’nin Makine Mühendisliği’nden 40. mezuniyet yılında ODTÜ’de düzenlenen törende yine spontan çekimler yaptık. Bu esnada evet dönem arkadaşlarıyla ve başka ODTÜ’lülerle karşılaştı. Ancak Tayfur Amca çok kontrollü bir insan olduğundan kamera arkasına dair söylenecek herhangi bir şey yok. Kameranın arkası da önü gibi aslında. Hissiyat olarak şunu aktarabilirim sadece: Yeni dönem ODTÜ’lülerin 5 Mart ODTÜ yurt baskınını bilmiyor olduklarını gözlemlemek üzücüydü, belki de bu film bunun için bitmeliydi ve ulaşabileceği kadar çok sayıda insana ulaşmalıydı.

Sibel Tekin: Filmde ODTÜ öğrencileri ile sohbet sahnesi var. Bu sahne ile ilgili kamera arkasından bahsetmek gerekir. Her belgeselde olduğu gibi pek çok etkili anı kaydetmek mümkün olmadı. Bu sahnenin öncesi de yine öyle oldu. Biz Tayfur Cinemre’nin Devrim Stadyumu’nda yol hikayesini anlattığı çekimleri yaparken, Hasan Ataol dinlenmek için yakındaki kafeye geçti. O sırada öğrencilerden biri onu diğer belgesellerden tanımış ve hayranlıkla sohbete başlamış. Yağmur nedeniyle çekimi sonlandırıp yanlarına geçtiğimizde, o karşılaşma halini kaçırdığımıza üzülerek sohbet kaydına başladık.

Kaydetmediğimize pişman olduğumuz bir an da gün boyu arızalan motosikletin tamiri için günün ve çekimlerin sonunda Tayfur Cinemre’nin lise arkadaşının evine gittik. Günün yorgunluğu ile o akşam kameraları çıkarmadık. Hem sohbeti hem evin bodrumundaki tamir atölyesini kaydetmediğimize çok üzüldük sonraki süreçte.

- Son olarak bu üç yiğit devrimcinin katledilişinin 50. Yılı’nda özel bir çalışma ile o mücadeleyi diri tutma çabası var bu belgesel ile. Siz bu açıdan neler söylemek istersiniz?

Aslı Esma Karaca: Çalışmanın idamların 50. Yılı’nda Ankara’da gala yapması da bilinçli bir tercih. Hatta bu 6 Mayıs’ın Şeker Bayramı tatili ile birleştirilebilme ve salonu dolduramama ihtimaline rağmen bu tarihi ve bilhassa Ankara’yı tercih ettik. Çünkü Ulucanlar da Karşıyaka da Ankara’da…

Son olarak şunu söyleyebilirim, biz bu çalışma sürecinde ‘68 gençlik hareketinin kolektif ruhuna tanıklık ettik. Filmin sonunu da zaten o ruhla bitirmek istedik. Her biri dönemin koşulları içinde mücadeleye omuz vermiş, katkı sağlamış, kendini adamış, gözü pek, kanı deli, genç insanlar. Biri ya da diğeri değil, hepsi. Toplu bir isyan 1968. Bunun altını çizmek önemliydi.

Ayrıca filmin yapım aşamasında ‘68’in başat sloganlarından olan “tam bağımsızlık”ı sonuna kadar koruduğumuzu vurgulamak isterim. Film için herhangi bir kişi, kurum veya kuruluşun herhangi bir desteği olmamıştır. Kimseden böyle bir destek talep dahi edilmemiştir. Tam bağımsızlık mücadelesi veren bir gençliğin hikayesinin tam bağımsız anlatılması gerektiğini düşündüğümden, herhangi bir destek, fon, sponsorluk vb. başvurusunu dahi etik bulmadım ve yapmadım. Tamamen kendi maddi imkanlarımla çalıştık. Sevgili eşime, babacığıma ve kardeşime her sıkıştığımda arkamda oldukları için minnettarım.

Sibel Tekin: Beyaz Motosiklet belgeseli dönemin ruhuna uygun olarak kolektif bir emekle üretildi. Film ekibinin büyük çoğunluğu gönüllü olarak emek verdi. Sena Şat’ın çizimleri arşivlerde bulamadığımız olayları, hikayeleri görsel hale getirdi. Cahit Berkay’ın müzikleri dönemin ruhunu verebilmemize katkı sağladı.

Kızıl Bayrak / Ankara