İçindekiler:

14 Mayıs 2022
Sayı: KB 2022/18

Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği
Rezaletler ve riyakarlıklar serenomisi
Göçmenin ekonomi politiği
Düzen siyaseti ve İmamoğlu'nun otobüsü
"Güvenlik" harcamaları
Özelleştirmeler ve kağıt krizi
2022 1 Mayıs'ının ardından...
Sermayeye teşvik
Acarsoy işçileri röportajı
Katliamın 8. yılında madenciler anıldı
Gençlik hareketi ve partinin gençlik çalışması
Faşizmin yenilgisinin 77. yılı...
Almanya'da savaş ve silahlanmaya karşı kampanyalar
Sol Parti'de neler oluyor?
Sri Lanka'da emekçilerin direnişi
"68 gençlik hareketinin kolektif ruhu"
Çocuk işçi sömrüsü
İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Güvenlik” harcamalarına milyarlar, emekçilere açlık ve yoksulluk!

 

2002 yılında sermaye iktidarının tepesine yerleşen AKP, iktidara oturduğu günden bu yana geçen 20 yılda işçi ve emekçilerden trilyonlarca lira vergi topladı. Toplanan vergileri kendi lüksü-şatafatı ve yandaşlarını zenginleştirmek için kullandı. ‘99 depreminin ardından “deprem vergisi” adı altında emekçi halktan vergi toplanmaya başlandı. Oysa toplanan milyarlarca lira deprem anlarında kullanılmadı ve depremde zarar görenlerin ihtiyaçları bu vergiden karşılanmadı. Bunun en güncel örnekleri olarak 2011’de Van’ı, 2021 Elâzığ ve İzmir’i göstermek bile deprem vergilerinin halk için kullanılmadığının ispatıdır.

Bin bir çeşit yolla “vergi” adı altında emekçi halktan trilyonca lira para toplanıyor. Bizzat devletin açıkladığı resmi rakamlara göre, 2021 yılında vergilerden edilen gelir 1 trilyon 164 milyar 809 milyon liraya ulaştı. Toplanan bu vergilerin nereye ve ne için harcandığı ya gizleniyor ya da yandaş şirketlerin vergi borçlarının silinmesi için kullanılıyor.

Dinci-faşist rejimin lüks ve şatafat harcamalarının dışında “devletin ve ulusun güvenliği”ni koruma adına ama fiiliyatta iktidarın kendi güvenliği ve geleceği için kullandığı açıktır. Savunma Bakanlığı’nın 2021 Yılı Faaliyet Raporu’na göre; “Ulusal Savunma ve Güvenlik” için 70 milyar TL, Suriye ve İran sınırında inşa edilen duvar için 200 milyon TL, TSK’nin yurtdışında gerçekleştirdiği faaliyetler için ise 2 milyar TL harcandığı belirtiliyor.

“Ulusal Savunma ve Güvenlik” başlığı altında harcanan 70 milyar TL’lik bütçe halkın güvenliğinden ziyade toplumsal öfkenin patlamasına karşı kendi rejimini korumak için kullanmaktadır. Bu kapsamda yapılan harcamaların diğer bir kısmını ise savaş ve militarizmi arttıracak savaş aygıtlarının alınması ya da Türkiye’de inşa edilmesi oluşturmaktadır.

TSK’nin “yurtdışı faaliyetleri için yapılan 2 milyar TL’lik harcama ise başta kardeş Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu’nun farklı bölgelerinde girişilen işgal saldırıları için yapılan harcamalar olduğunu unutmamak gerekir. Zira yakın dönem üzerinden baktığımızda 2011 yılından bu yana Ortadoğu’da ve Kürdistan topraklarında sayısız işgal ve saldırganlıkta milyarlarca lira harcanmış ve mazlum halklar katledilmiştir. Son dönemde Rojava ve Güney Kürdistan’a yönelik saldırılar tırmandırılarak, bu saldırılar için bütçeden ayrılan pay arttırılmıştır.

Suriye ve İran sınırına yapılan yeni bir duvar ile halkların özgürce ülke değiştirmeleri ya da yaratılan savaş atmosferinden çıkmalarını engellemenin yeni bir örneği olarak karşımızda durmaktadır. Ulusların sınırlarını ayırmak için 200 milyon TL gibi bir harcama yapılmıştır.

Bir dizi alanda toplanan bu vergiler, eğitim ve sağlık için kullanılmazken, kendi iktidarlarının devamı ve savaş harcamaları için kullanılması bir gerçekliği daha gözler önüne sermiştir. Ortaya serilen gerçeklik, dinci-faşist rejimin vergiler üzerinden zenginleşmesi, emekçilerin ve halkların ise büyük bir yıkıma sürüklenmesidir.

Dinci-faşist rejim emekçi halkı soyarak, elindeki lokmayı dahi alarak topladığı milyarlarca liralık vergiler ile lüks harcamalar yapmakta, “güvenlik” adı altında emekçileri baskı altına alacak kolluk kuvvetlerine milyarlar akıtmakta, sınır ötesi işgallerle mazlum halkları katletmekte ve yerinden yurdundan etmektedir.

İşçi ve emekçilerin emeği ve alınteri üzerinden topladığı vergiler ile halkları baskı altına alan, sınır ötesi işgallerde katleden dinci-faşist rejime karşı örgütlü bir mücadele hattı örmek, bugünün en acil görev ve sorumlulukları biridir. Emekçiler ve ezilen halklar kendi alınterine ve emeğine sahip çıkmalı, emekçilerin emeğini çalarak zenginleşen tüm bu asalak güçlerinden hesap sormalıdır.

K. Sönmez

 

 

 

 

İstanbul’da 50 yılın çağrısı etkinlikleri

 

Sınıf devrimcileri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın katledilişinin 50. Yılında İstanbul’da 71 Devrimci Çıkışı’nın önderlerini andı. Sefaköy, Esenyurt ve Sarıgazi’de anma etkinlikleri gerçekleştirilirken DGB’de söyleşi gerçekleştirdi.

Etkinliklerde ‘71 devrimci kopuşunu anlatan sinevizyon izlendi ve Denizler şahsında saygı duruşunda bulunuldu.

Yapılan konuşmalarda Denizlerin mirasının hala mücadeleye ışık tuttuğu vurgulandı. ’71 devrimci Çıkışı’nın önemi üzerinde duruldu. Sermaye devletinin ‘71 devrimci çıkışından duyduğu korkuyla katliamları devreye soktuğu ifade edildi. Onların mirasına sahip çıkmanın yolunun onların mirasını daha da ileriye taşımaktan geçtiği belirtildi. Bunun da ancak işçi sınıfı devrimciliğini ete kemiğe büründürmekten, devrimci bir sınıf hareketi yaratmaktan geçtiği söylendi.

“Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i anmak onların sadece vahşice katledilmelerini anlatmak değil, onların mücadelesini ileri taşımaktan geçer” denilen etkinliklerde Tarihsel TKP ile başlayan Türkiye devrimci hareket tarihine ilişkin anlatım gerçekleştirildi. Ardından 1960’lı ve 1970’li yılların tüm dünya nezdinde devrimci dalganın yükseldiği özel bir dönem olduğundan bahsedildi. 

Vietnam Kasabı olarak adlandırılan Komer’in arabasının yakılması eyleminden Amerikan emperyalizmi için özel bir simge olan 6. Filo’nun Dolmabahçe’de denize dökülmesine kadar gençliğin eylemsel süreçleri anlatıldı. Dönemin önde gelen TİP ve YÖN gibi öne çıkan sol akımlarının hiçbirinin devrimci bir perspektifte olmadığı ve düzeni cepheden reddedebilecek bir çizgiye sahip olmadıkları belirtildi. Toplumsal muhalefetin yükselişte olduğu dönemlerde öncü partinin eksikliğinden bahsedildi. Ardından 71 devrimci kopuşu ile birlikte ortaya çıkan devrimci örgütlere ve devrimci önderlere dair sohbetler gerçekleştirildi. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın bugüne bıraktığı mirasa dair; siper yoldaşlığına, devrimci dayanışmaya, devrime olan bağlılık, inanç ve kararlılığa dair konuşmalar gerçekleştirildi. 

Etkinliklerde serbest kürsü bölümünde Türkiye’de sosyalizmin gelişimi, aydınlanmacılık ve parlamento üzerine konuşmalar yapıldı. ‘71 çıkışının devrimci önderlerinin düzenden kopuşu simgelediği gibi, düzene karşı başeğmezliğin, siper yoldaşlığının ve davaya inanmışlığın temsilcileri olduğu belirtildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul