İçindekiler:

14 Mayıs 2022
Sayı: KB 2022/18

Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği
Rezaletler ve riyakarlıklar serenomisi
Göçmenin ekonomi politiği
Düzen siyaseti ve İmamoğlu'nun otobüsü
"Güvenlik" harcamaları
Özelleştirmeler ve kağıt krizi
2022 1 Mayıs'ının ardından...
Sermayeye teşvik
Acarsoy işçileri röportajı
Katliamın 8. yılında madenciler anıldı
Gençlik hareketi ve partinin gençlik çalışması
Faşizmin yenilgisinin 77. yılı...
Almanya'da savaş ve silahlanmaya karşı kampanyalar
Sol Parti'de neler oluyor?
Sri Lanka'da emekçilerin direnişi
"68 gençlik hareketinin kolektif ruhu"
Çocuk işçi sömrüsü
İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Özelleştirmeler ve kâğıt krizi

 

Kitap yayıncılığının yıllardır süren sıkıntıları pandemi ve peşi sıra derinleşen ekonomik kriz nedeniyle daha da arttı. Sansür, baskı ve yasaklamaların yanı sıra en çok ekonomik sorunlarla boğuşan yayıncılık faaliyetleri pandemi döneminde durma noktasına geldi. Yayıncılık ve matbaa işleri pandeminin ardından döviz kuruna bağlı olarak artan maliyetler nedeniyle bir kez daha kriz içerisinde bulunuyor.

Çarpıtılmış TÜİK verilerine göre bile yıllık fiyat artışı yüzde 256’yı bulan kâğıdın tonu piyasada geçen yıl mart ayında 5 bin lirayken, bu yıl 25 bin liraya ulaştı. Kâğıdın zamlanmasının yanı sıra solvent, mürekkep, kalıp vs. gibi matbaa giderlerindeki devasa artışlar da kitap basımını etkiledi.

Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından açıklanan 2022 Şubat Bandrol Verileri’ne göre 2022’nin ilk iki ayında geçen yıla kıyasla yüzde 14,53’lük bir düşüş var. Bu da 7 milyondan fazla kitabın basılamadığı anlamına geliyor.

Yaşanan kâğıt krizi nedeniyle pek çok kitapçı kapandı, çok sayıda gazete ve dergi basıma ara verdi. Ekonomik krizin derinleşmesi ve TL’nin döviz karşısında değer kaybının dolaysız etkisi altında olan yayıncılık faaliyetlerinin durma noktasına gelmesinin baş sorumlusu ise özelleştirmelerdir. Kâğıt fabrikalarının özelleştirilmesi ve kapatılması nedeniyle 2005’ten beri Türkiye’de kâğıt üretimi yapılmıyor, kâğıdın tamamı yurtdışından ve döviz kuru üzerinden geliyor. Kâğıt fabrikalarının kapatılmasının sonuçları bugün daha yakıcı biçimde hissediliyor.

SEKA’nın serüveni

Ülkenin önemli kâğıt fabrikalarından biri olan SEKA’nın serüveni şu an yaşanan krizin nedenini açıkça ortaya koyuyor. Kapitalizmin en ağır krizlerinden 1929 buhranının ardından dışarıya bağımlılığı azaltmak amacıyla 1936’da kurulan SEKA, 1998 yılında Özelleştirilme Yönetim Kurulu tarafından özelleştirme kapsamına alındı ve 2005 yılında kapatıldı. Kâğıdın hammaddesi olan selüloz, gazete kâğıdı, defter, ambalaj dahil her türlü kâğıdı üreten entegre bir kuruluş olan SEKA’nın İzmit, Dalaman, Afyon, Balıkesir, Silifke, Çaycuma, Giresun’da fabrikaları vardı.

SEKA işçisinin mücadelesi

SEKA’nın kapatılmasından geriye işçilerin özelleştirmelere karşı verdiği anlamlı mücadelesi ve kâğıt krizi kaldı. SEKA’da 1977-1987 yıllarını kapsayan 10 yıl içinde işçi sayısı sürekli azaltıldı. Buna karşın üretimin sürekli arttığı SEKA’da 1977 yılında işçi başına 24 ton olan üretimi 1987 yılında işçi başına 34 tona çıkarıldı. SEKA işçileri, 1988 yılında grev kararı kaldı. 133 gün süren grevin ardından fabrikanın kapatıldığı 2005’e dek işçilerin mücadelesi sürdü. 51 gün süren işgal eylemi ve mitinglerle 1998’de fabrikanın kapatılması engellendi. Bu mücadelede Kocaeli halkının da azımsanmayacak desteği önemli rol oynadı. Çünkü SEKA sadece bir fabrika değil aynı zamanda okulu, kreşi, sineması, tiyatro salonları, spor kulüpleri ile kentin önemli bir yaşam alanıydı.

Kaliteli selüloz üretimi yapmak için ağaç yetiştirilerek denemeler yapılan 1600 dönümlük SEKA fidanlığı Mesut Yılmaz-Bülent Ecevit hükümeti tarafından Koç-Ford kapitalistlerine verildi.

2000 yılında zarar ettiği gerekçesiyle SEKA’nın kapatılması ve özelleştirilmesi yeniden gündeme geldi. Sermaye iktidarı özelleştirme saldırılarını hayata geçirebilmek için bilinçli politikalarıyla, teknik ve altyapı yatırımı yapmayarak, yandaşlarını tesise yerleştirerek SEKA’yı yağmaladı ve “zarar ettirdi”. Makineleri satıldı, selüloz üretilmediği ve getirilmediği için çalışamaz hale getirildi, arazileri sermayedarlara yok pahasına satıldı.

10 Mart 2005 tarihinde AKP hükümeti ve Türk-İş arasında yapılan satış protokolü sonucu SEKA, çalışanlar ve tüm varlıklarıyla beraber İzmit Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. Onca direnişe ve mücadeleye tanıklık eden fabrika arazisine park yapıldı. Giresun’daki fabrikanın makineleri hurdacıya satılırken arazisi TOKİ’ye devredildi.

1980’li yıllarda başlayan ve AKP’li yıllarda zirve yapan özelleştirme saldırılarının faturasını bugün halen işçi ve emekçiler ödemeye devam ediyor. SEKA’da İMF-TÜSİAD politikalarının gereği olan kamu kaynaklarının sermayeye peşkeş çekilmesinin bugünkü sonuçları özelleştirmenin arkasındaki sınıfsal gerçeği de ortaya koyuyor.

Türkiye’nin özelleştirme rotasını çizen IMF’nin direktifleri doğrultusunda piyasaların “serbestleşmesi” için SEKA’nın kapatılması gerekiyordu. Sermaye hükümetleri ve son olarak AKP, bu politikaları uygulayarak SEKA’yı yok etti. Böylelikle kâğıt ile yapılan her ürünün fiyatını emperyalist tekellerin belirlemesinin önü açılmış oldu. Bugün kâğıt fiyatlarının gündelik olarak tırmanmasının arkasında bu gerçek var.

 

 

 

 

HDP binasına saldırı girişimi protesto edildi

 

HDP İstanbul il binasına, 1 Mayıs tarihinde kimse yokken polis gözetiminde silahlı bir kişinin girmesi parti binasında basın toplantısı düzenlenerek protesto edildi. Toplantıda konuşan HDP İstanbul İl Eşbaşkanı İlknur Birol, 1 Mayıs günü eski bir çalışanlarının uyarı telefonu ile durumu fark ettiklerini belirterek şunları söyledi:

“1 Mayıs günü alanlardaydık, çalışanlarımız yoktu. Görüntülerde kimliği bilinmeyen bir şahsın binamıza girdiği 6-7 dakika içeride kaldığı, sonrasında çıktığını ve polislerle konuşarak olay yerini terk ettiğini gördük.”

Birol devamında görüntülerde tespit ettiklerini şöyle aktardı:

“Elde ettiğimiz toplam manzara sokağın içinde çeşitli araçların olduğu, üniformalı, üniformasız polislerin bulunduğu bu araçlardan yine tespit ettiğimiz bir tanesinin plakasız olduğunu ve binanın karşısında bulunan 2 resmi üniformalı polis ile plakasız araçta tespit edilen üniformalı bir polisin olay yaşandıktan sonra bir ilişkide bulunduklarını görüyoruz. Sonrasında araca geri geldiğini ve ardından hepsinin olay yerini terk ettiği gözlemleniyor.”

Bunun İzmir’de Deniz Poyraz’ın katledilmesiyle benzerlik taşıdığını vurgulayan Birol, olayın yetkililer tarafından kriminal bir olay gibi gösterilmeye çalışıldığını belirterek şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye’yi HDP üzerinden bir kutuplaştırma, kriminalize etme, HDP’yi yok sayma siyaseti yeni değildir. Biz 7 Haziran 1 Kasım arası ülkede her senaryonun vuku bulduğunu gördük. Devamında partimiz bu senaryoların birçoğuyla yeniden muhatap olmak zorunda kaldı. Arkadaşlarımızı kaybettik, yaralanmalar oldu, parti binalarımız zarar gördü. Şimdi aynı oyunu oynama niyetinde olanlar karşısında hem bütün kamuoyunu hem de meseleye hukuki, ahlaki ve vicdani bütün kesimleri duyarlı olmaları için paylaşıyoruz. Biz durduğumuz yerdeyiz, yürüdüğümüz yoldayız. Demokratik siyaset alanının hak olarak tanınmış bütün hakları kullanmakta kararlıyız.”

Daha sonra söz alan ÖHD avukatlarından Ferdi Yamar, suç duyurusunda bulunacaklarını ifade etti.