İçindekiler:

14 Mayıs 2021
Sayı: KB 2021/Özel-18

Çeteleşen devlete karşı mücadeleye!
Kullanışlı aparatlar olarak çeteler
Filistin halkı kazanacak!
Tıkanan rejimin Mısır’la anlaşma telaşı
Sömürgeci işgal harekatı
Aşı programında turizm önceliği
“Büyüyen” Türkiye, derinleşen yoksulluk
İntiharlardaki artış
Gerici-faşist iktidarın korku genelgesi
İkizdere’de devlet-yandaş işbirliği ile talan
12 Eylül yenilgisi, işçi hareketi ve bahar eylemleri
1 Mayıs iradesi keyfi yasakları parçaladı
İsrail’in katliam savaşı ve Filistin direnişi
Kolombiya’da yeni isyan dalgası
Kapitalizm geleceği savaşta arıyor
Kapitalist ilaç tekelleri
DGB: Direnen Filistin halkı kazanacak!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Gerici-faşist iktidarın
korku genelgesi

 

Geçtiğimiz günlerde sermaye iktidarı, kitle eylemlerinde ve hak arama mücadelelerinde yaşanan polis terörünün, işkence ve zorbalığın teşhir edilmesini engelleyebilmek için harekete geçti. Emniyet Genel Müdürlüğünce bir genelge yayınlandı. Genelgede eylemlerde ses ve görüntü alınması yasaklanırken, polislerin kaydedilmesinin engellenmesi ve bunu yapan kişiler hakkında adli yaptırımlar uygulanması istendi.

Kamuoyunda büyük tepkiyle karşılanan genelge basın ve ifade özgürlüğüne açık bir saldırı olduğu gibi, düzenin mevcut hukukuna dahi aykırıdır. Gerici-faşist iktidarın duyduğu büyük korkunun doğrudan bir ürünüdür. Basın emekçileri bu genelgeyi tanımayacaklarını belirtip geri çekilmesini isterken, onlarca baro ve hukuk örgütü genelgenin hukuksuzluğuna işaret edip iptali için dava açtı.

Elbette ki söz konusu genelgenin şaşırtıcı bir yanı yok. Çünkü sermaye iktidarı halihazırda burjuva hukukunu bile kendi lehine kullanamadığı takdirde ayaklar altına alıyor. Devrimci, ilerici, muhalif basına her fırsatta saldırıyor. Geçtiğimiz günlerde TGS’nin Dünya Basın Özgürlüğü Günü vesilesi ile yayınladığı rapor ve Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün dünyadaki 180 ülkenin basın özgürlüğü karnesi bunun özetini oluşturuyor. RSF’nin hazırladığı raporda, 2021 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye, 153. sırada yer alıyor. Muhalif, devrimci ve ilerici gazeteciler “tek adam rejimi”nin zindanlarına dolduruluyor. Söz konusu genelgenin ve yanı sıra birçok faşist baskı ve zorbalık uygulamasının nihayetinde tek bir amacı var. O da çürümeye yüz tutmuş AKP-MHP iktidarını ve sefil çıkarlarını korumak, çöküşünü engellemektir.

Gerici-faşist iktidarın çöküş korkusu uzun süredir biliniyor ve pek çok somut örnekte görülüyor. Gezi Direnişi ile başlayan ve her toplumsal hareketlilikte hortlayan bu korku, daha geçtiğimiz aylarda gençliğin Boğaziçi Direnişi çıkışında, kadınların İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinde sokaklara inmesi gibi süreçlerde çok net bir şekilde görüldü. Sermaye devleti bu süreçte ev baskınları, gözaltı ve tutuklama saldırıları gerçekleştirdi. Sokak eylemlerine azgın ve pervasız bir şekilde saldırdı. Açıktan saldıramadığı eylemler sonrasında bile (8 Mart eylemleri, Newroz mitingleri vb. gibi) ev baskınlarını ve soruşturmaları devreye soktu. Dahası sokaklarda, fabrika önlerinde irili ufaklı, en basit hak arama eylemleri dahi sermaye devletinin keyfi yasaklamaları ve azgınca saldırısı ile karşılaştı. Bu süreçlerde yaşanan devlet terörü, polis işkencesi, insanlık onuruna aykırı dayatmalar toplumda bir öfke uyandırdı.

“Tek adam rejimi”nin meşruiyetini yitirdiği, işçi ve emekçilerde, gençlikte ve kadınlarda büyük bir öfkeyi mayaladığı gün gibi ortadadır. Söz konusu genelge de baskı ve zor aygıtları ile bu çürümüş ve çökmekte olan rejimi bir gün daha ayakta tutabilme çabasının ürünüdür.

Pandeminin daha da ağırlaştırdığı sömürü koşulları altında işçi sınıfı, iradeleri yok sayılan Kürt halkı, eğitim hakları gasp edilen gençlik, artan kadın cinayetleri, taciz ve tecavüze karşı kadınlar toplumsal mücadelenin en diri dinamikleri olarak sık sık harekete geçmektedirler. Genelgenin tam da böylesi bir dönemde, 1 Mayıs öncesi yayınlanması dahi tesadüfi değil. Bu dinamiklerin 1 Mayıs’ta birleşmesi, sokakları-meydanları doldurabilecek olmasının yarattığı korku sermaye iktidarını bu sefil genelgeyi yayınlamaya mecbur bırakmıştır. Fakat çürümüş bir rejimin faşist baskı ve zorbalıkla sonsuza kadar ayakta tutulamayacağı açıktır.

Tüm toplumun geleceksizliğe mahkum edildiği, sömürünün, işsizliğin, açlığın ve yoksulluğun arttığı, yaşamın çekilmez hale getirildiği bir dönemden geçiyoruz. Sermaye diktatörlüğünün geleceğimize, hak ve özgürlüklerimize yönelik bu saldırılarını ancak birleşik, kitlesel, militan bir mücadele ile püskürtebiliriz.

 

 

 

 

 

Çürümüş tek adam rejiminin kokuşmuş yansımaları

 

Tek adam rejiminin çürümüşlüğü artık sayısız örnek üzerinden dışa vuruyor. Yapılan yolsuzluklar, işe alımlarda gerçekleştirilen “torpiller” vb. birçok örnek verilebilir. Hem de kanıtlanmış, belgelenmiş bir şekilde… Pandemiyle birlikte bu çürümüşlük, daha fazla gün yüzüne çıkmıştır. Sağlık sisteminde yaşanan kaos, yandaşlara aşıda öncelik tanınması ya da eğitim sisteminde yaşanan sorunlar başlı başına çürümüşlüğün birer yansımasıdır.

Faşist tek adam rejiminin çürümüşlüğünün bir de içteki boyutları var. Devlete ne kadar çok “yararlı” hizmet edilirse, o kadar yüksek mevkilere terfi ettirilen bir sistemdeyiz. Damadın Maliye Bakanı yapıldığı, kızın baş danışmanlardan biri olduğu, tanıdıkların ise rektör vb. mevkilere kapağı attığı bir rejimdir Türkiye’deki. İçteki bu çürümüşlüğe, burun direklerini kıran kokuşmaya ayna tutacak son örneklerden biri Ruhsar Pekcan vakasıdır.

Ruhsar Pekcan, Erdoğan tarafından 9 Temmuz 2018 tarihinde Gümrük ve Ticaret Bakanı olarak atanmıştı. Ancak Pekcan’ın gümrükten vergisiz mal geçirdiği haberlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte, yine Erdoğan tarafından 21 Nisan 2021’de görevden alındı. Aslında göreve getirilmeden önce ve görev süresi boyunca da yaptığı yolsuzluklar devlet tarafından biliniyordu. Ruhsar Pekcan’ın icraatlarını, birçok vesileyle gazeteciler belgelerle ortaya koymuştu. Oda TV, Bakanın kendi şirketinden dezenfektan alışını ortaya çıkarmıştı. Sözcü gazetesinden Çiğdem Toker, Bakan Pekcan’ın mühendislik şirketine sağlanan ayrıcalıkları yazmıştı. Serpil Yılmaz, Gümrükler Genel Müdürlüğü Özel Bürosu’nun, Pekcan bakan olmadan 20 ay önce, kendi birimlerini Pekcan konusunda uyardığını ortaya çıkarmıştı. İsmail Saymaz ise, Pekcan’ın “Emine Erdoğan’ın yakınıyım” diyerek gümrüklerden vergi ödemeden geçmeye çalışacağı uyarısının belgesini yayımlamıştı. Aynı zamanda Emine Erdoğan’ın o dönemki özel kalem müdürüyle konuşarak süreci de doğrulatmıştı. Bu örnekler dahi devletin, işin içinde olduğunun ya da yapılanlara göz yumulduğunun kanıtıdır.

Ruhsar Pekcan henüz bakan olmadan önce, 2 Kasım 2016 tarihinde, Pekcan’ın yaptığı yolsuzluklar hakkında dönemin Ticaret Bakanı’nın özel kalemi uyarılmıştı. Bu istihbaratın iletilmesinin ardından, 4 Kasım’da, Bakanlığın Özel Bürosu’ndan Ticaret Bakanlığı’na, “Emine Erdoğan’ın adını kullanarak vergisiz mal çekmeye çalışan Ruhsar Pekcan” uyarısı gitti. “Dikkatli olun” bilgisinin gönderildiği bürokrat takımından 19 Gümrük Bölge Müdürü’ne ve konunun ayrıca üç bürokratın da bilgisine sunulduğu biliniyor. Bunlar bilinmesine ve istihbarat iletilmesine rağmen, Ruhsar Pekcan 2018 tarihinde Ticaret Bakanı olarak atandı. Atandığında ilk yaptığı icraat ise, kendisinin yaptığı yolsuzluklara karşı “Dikkatli olun” uyarısının yapıldığı o 19 Gümrük Bölge Müdürü’nün görev yerlerini ya da o bölge müdürlüklerinin yapısını değiştirmek oldu.

Bugün en basit bir memur olabilmek için dahi birçok soruşturmaya maruz kalınıyor. Ancak tek adam rejiminde bir bakan olabilmek için başarılı bir sahtekâr olmak ve devlete “yararlı” hizmetler sunmak yeterlidir.

Bir yanda onuruyla, alınteriyle çalışan ve ancak kırıntı bir ücretle geçinmeye çalışan milyonlarca işçi gerçekliği varken, diğer yanda o alınterini, emekleri gasp ederek her türlü yolsuzluğa adları karışan burjuva kesim var. Tek adam rejiminin çürümüşlüğü, her alandan yansıyor. Bu çürümüşlüğü kökünden söküp atmak ise, bugün devrimci bir partinin öncülüğünde işçi ve emekçiler başta olmak üzere toplumun tüm ezilen kesimlerinin birleşik, örgütlü bir mücadeleyi yükseltmesiyle mümkündür.