İçindekiler:

9 Nisan 2021
Sayı: KB 2021/Özel-14

Karadeniz’de gerilim ve Montrö tartışmaları
Düzen muhalefetinin “zevzekliği”!
Montrö tartışmalarının gerisinde ne var?
ABD emperyalizmine yaranmaya çalışıyorlar!
Yitirilen, Meclis’in kandırma işlevidir
BDSP: 1 Mayıs’ı yasağına geçit vermeyelim!
Keyfi yasaklara geçit vermeyelim!
Krizin faturasına karşı
1 Mayıs’a, mücadeleye!
1 Mayıs’ta alanlara!
Kapitalist barbarlığa karşı 1 Mayıs’a!
Kemalist diktatörlük ve TKP - Şefik Hüsnü
Davaya adanmış bütün bir yaşam...
Kadınlar sokakları terk etmiyor…
DLB: Örgütlü mücadele!
Uzaktan eğitime ODTÜ öğrencileri de uzak!
Emperyalist blokun Ukrayna provokasyonu
Biden yönetimi Filistin sorununu mu çözecek?
Kapitalizmin aşısı, aşının kapitalizmi
Ekim Devrimi’ne sonsuz inançla bağlı bir şair
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Düzen muhalefetinin “zevzekliği”!

 

Emekli amirallerin bildirisi, düzen muhalefetinden farklı sesler ve sinik bir “muhalefet” ile karşılandı. Bunun en çarpıcı örneği İYİ Parti’den yansıyan tepkiler oldu. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “Sabah bir uyandık emekli amirallerin canı sıkılmış, bildiri yayınlamışlar. Bu bir zevzekliktir” sözleriyle çapını ve düzeyini ortaya koydu. Bu tutumu pek çok kesimde “şaşkınlık” yaratırken parti içerisinde de tartışma konusu oldu.

CHP’de kimi isimler bildiriye destek veren açıklamalar yaparken bunlar çok fazla öne çıkmadı. Zira CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bildiriyi “sahte gündem” olarak yorumladı. CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak da konuyu “AKP’nin mağduriyet kastığı sahte gündemleri konuşmaya değer bulmuyoruz” diye ele aldı.

Erdoğan’ın eski yol arkadaşları da konuyu “darbe-demokrasi” demagojisine sıkıştırdılar. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın ilk yorumu, “Tarihimizin utanç sayfaları askerlerin siyasete yönelik hadsiz müdahaleleriyle doludur. Bu acı hafıza depreştirilmemelidir” oldu. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu da, “Bildiri ülkenin tarihsel hafızasını ve içinden geçtiği hassas süreci göz önüne almayan; kötü niyetli bir sorumsuzluk örneğidir” ifadelerini kullandı.

Son dönemde iktidarın attığı dinci-gerici adımlardan kendine “başarı” payı çıkaran “Milli Görüş” cephesi de CHP’nin “sahte gündem” tutumuna benzer bir yaklaşım sergiledi. SP’nin “Geçim İttifakı” kampanyasına işaret eden Temel Karamollaoğlu, gündemi “bugün konuşulmaması gereken bir konu” olarak değerlendirdi.

AKP-MHP ittifakının sergilediği güç gösterisine aldığı tutumla geçit veren düzen muhalefeti, tırmandırılan saldırı kampanyasına bir bakıma ortak oldu. Buna rağmen özellikle CHP, dinci-faşist rejim tarafından bildiriden bizzat sorumlu olmakla suçlandı. Rejimin tüm pervasızlığına karşın düzen muhalefeti konunun esasını gündemde tutmaktan kaçındı. Meselenin esasını çarpıtan polemik ve atışmalarla gündemi meşgul ederek, düzen siyasetindeki çürümüşlüğü bir kez daha gözler önüne serdi. Tüm bu tartışma ve çarpıtmalar adeta bir “zevzeklik” örneği oldu.

Düzen muhalefetinin tepkileri, aynı zamanda ikiyüzlülüklerinin de açık bir şekilde ortaya serilmesine vesile oldu. Aylardır iktidarla Kanal İstanbul polemiğine girenler, Kanal İstanbul’u da dolaysız olarak kesen bir konuya “sahte gündem” dediler. Bir yönüyle ülkenin “bağımsızlığı” tartışmasını da ilgilendiren mesele, “milli” sıfatını dilinden düşürmeyenler tarafından “konuşulmaya gerek olmayan bir konu” ya da “zevzeklik” yorumlarıyla karşılandı. Dinci-faşist rejim her hafta HDP’li “seçilmişlere” yönelik yeni bir saldırıyı devreye sokarken, bizzat HDP’nin kapatılması gündemdeyken, “darbe” niteliğindeki bu saldırılara suskunlukla onay veren “muhalefet”, emekli amirallerin bildirisinde “darbe iması” gördü.

Düzen muhalefetinin bu tutumunun gerisinde ne yatıyor? Bildirinin esası hakkında söz söylemekten, dinci-faşist rejimin gerçek yönelim ve hedeflerini ortaya koyup, onu bunun üzerinden hedef almaktan niye özenle kaçındılar?

Konuşulması gereken gerçek gündem!

Bu soruya yanıt vermek için, dinci-faşist rejimi bildiri karşısında “güç gösterisi” sergilemek durumunda bırakanın ne olduğuna bakmak gerekiyor. Sorun açık ki, bildirinin gece yarısı yayımlanması, sözde “darbe iması”, orduyla bağlantılı “emekli amiraller” tarafından yayımlanması vb. değildi. İktidarın ve düzen muhalefetinin tümünün dillendirdiği bu noktalar sorunun tali yanıydı. Asıl rahatsız edici olan, dinci-faşist iktidarın Amerikan uşaklığı hesaplarının bu biçimde deşifre olmasıydı.

Ukrayna ve Karadeniz’de son dönemde yaşananlar, Amerikan emperyalizminin Rusya’ya yönelik saldırgan hamleleri, NATO ve ABD’yi arkasına alan Ukrayna devletinin Kırım ve Donbass bölgesini geri almak için operasyon hazırlığı gibi gelişmeler AKP-MHP iktidarı tarafından da kendi bekasını kurtarmak için fırsat olarak görülüyor. Bildiride dikkat çekilen Montrö Sözleşmesi tartışmaları, güdülen bu hesaplara ve söz konusu tehlikenin ne kadar yakıcı olduğuna işaret ediyor. Bu nedenle çileden çıkan AKP-MHP iktidarı, tali yanları öne sürerek, demagoji ve güç gösterisiyle durumu kurtarmaya çabalarken, Erdoğan ertesi gün çıkıp “Montrö’ye bağlıyız” açıklaması yapmak durumunda kaldı. AKP şefi yine de “Ama daha iyisi çıkana kadar” diyerek açık kapı bırakmayı da ihmal etmedi.

Büyük bir çıkmaz içinde debelenen dinci-faşist iktidar, Amerikan emperyalizminin bölgeye dönük saldırgan politikasında rol üstlenmeye hazırdır. Böylece efendisine uşaklığını pekiştirerek, yaşanan krizleri bertaraf etme arayışındadır. Amerikan emperyalizmine engel teşkil eden Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, Kanal İstanbul üzerinden yapılan hesaplar, bu arayışın dolaysız bir ürünüdür.

Emperyalizme bağımlılığı pekiştirecek, bölgede savaş tehdidini daha yakıcı hale getirecek bu politikalar, düzen muhalefetinin öne sürdüğü gibi “sahte gündem” ya da “konuşulmayacak konular” değildir. Asıl bunu görmezden gelenler “zevzeklik” yapmaktadır. Fakat düzen muhalefetinin bu söylem ve yaklaşımlarının şaşılacak bir yanı yoktur. Çünkü tümünün mayasında Amerikan emperyalizmine kölece bağlılık bulunmaktadır. Bu konuda AKP ve MHP ile diğer düzen partilerinin birbirinden farkı yoktur. Asıl şaşırılması gereken, ondan beklenti içerisinde olmaktır.

Emekçilere dayatılan yoksulluk, sefalet ve ağır sömürü, işsizliğin tırmanması, krizin ve pandeminin tüm faturasını emekçilere yıkılması elbette bugünün en temel gündemleridir. Fakat, aynı şekilde Türk sermaye devletinin ve dümenindeki dinci-faşist bloğun Karadeniz üzerinden hesapları, düzen muhalefetinin “sahte”, “zevzeklik”, “sorumsuzluk” dediği gelişmeler, işçi ve emekçilerin yaşadığı yıkımın çok daha ağırlaşmasına yol açacaktır.

Bu nedenle işçi ve emekçiler, kapitalistlerin krizinin ve pandeminin faturasının yanı sıra emperyalizme uşaklığa ve savaş tehditlerine de geçit vermemelidir.