14 Ağustos 2020
Sayı: KB 2020/Özel-9

Krizin faturasını sermaye iktidarına ödetmek için…
“Şahlanma” vaatleri çöktü...
İstanbul Sözleşmesi tartışmaları sürüyor...
“Onların direncine ses olmamız gerekiyor”
AKP iktidarının koronavirüsle “savaşı”
Sağlığımız ve geleceğimiz için mücadeleye!
Fabrikalar işçiler için ölüm kampı!
Sınıfa vurulmak istenen yeni pranga
İşçi kardeşim sınıfını bil, safa gel!
DİSK TEKSTİL sermayeye hizmete devam ediyor
Beyrut felaketinin ardından Lübnan
İsrail ve BAE arasında “normalleşme” anlaşması
TSK saldırısında Iraklı iki komutan öldürüldü
İran’da işçiler ayakta…
Pandeminin iki yüzü...
Fransa işçi sınıfı yeni saldırılarla karşı karşıya
İşsizliğe ve geleceksizliğe karşı örgütlü mücadeleye!
Parasız eğitim hakkımız için!..
“İstanbul Sözleşmesi” yaşatır mı?
İnternet ve ağ tarafsızlığı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Parasız eğitim hakkımız için!..

 

2020-2021 eğitim öğretim yılı için üniversite tercih dönemi başladı. Salgın koşullarında YKS‘ye giren 2.5 milyona yakın öğrencinin sadece yüzde 77.32‘si Temel Yeterlilik Testi’nin (TYT) 170 puan barajını geçebildi.

Üniversite tercih günleri başlamadan haftalar önce, özel/vakıf üniversiteleri adeta yarışırcasına Türkiye‘nin dört bir yanını tanıtım reklamları ile donattılar. Reklamlarda genellikle üniversitelerin sahip olduğu sosyal alanlar, üniversitelerinin kampüsleri, uyguladıkları eğitim yöntemleri ve yurtdışında sağladıkları imkanlardan bahsedildi. Akademik düzeyleriyle, bilimsel başarılarıyla övünen özel/vakıf üniversitesi neredeyse hiç yoktu. Bu üniversiteler reklamlara dev bütçeler ayırarak bu sene de öğrenci kapma yarışına girdiler.

YÖK tarafından yayınlanan “Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2020 Raporu”na göre Türkiye‘de toplam 77 özel ve vakıf üniversitesi var. Bunların 47‘si İstanbul‘da yer alıyor.  Bu üniversiteler kütüphaneler için yaklaşık 85.5 milyon lira, tanıtım reklamları içinse yaklaşık 217 milyon lira harcama yapmışlar. Üniversite bütçelerinden reklamlara ayrılan bu pay, eğitimin ticarileşmesinin geldiği boyutu anlatıyor.

Her alanı olduğu gibi eğitim alanını da ticarileştiren sermaye devleti, özel/vakıf üniversitelerine tam destek veriyor ve öğrencileri bu üniversitelere gitmek için adeta teşvik ediyor. Devlet üniversitelerine ise yeterli miktarda bütçe ayrılmıyor; teknik donanım, laboratuvar ve uzaktan eğitim için gerekli alt yapı ihtiyaçları karşılanmıyor. Böylece birçok imkana sahip görünen özel/vakıf üniversiteleri “cazip” fiyatlar ile öğrencilerin tercih ettikleri üniversiteler oluyor.

Öğrencilerin “müşteri”, rektörlerin ise “patron” olarak görüldüğü özel/vakıf üniversitelerinin tanıtım reklamları ne kadar “renkli, dikkat çekici ve övgü dolu” olsa da, bu üniversitelerin öğrencilerden aldıkları para ile öğrencilere harcadıkları para arasında önemli bir açı var. Örneğin, Avrasya Üniversitesi öğrenci başına 4 bin TL harcama yaparken öğrenciden 20 bin TL istiyor. Üsküdar Üniversitesi ise öğrenciye 8 bin TL harcama yapıyor ama talep edilen miktar 26 bin TL ve 108 bin TL arasında değişiyor. Öğrenciye en az harcama yapan üniversitelerin başında ise Esenyurt ve Biruni Üniversiteleri geliyor.

Eğitimin parasız, ulaşılabilir ve nitelikli olması en temel hak iken, milyonlarca genç olarak üniversite tercih dönemlerinde özel/vakıf üniversitelerine yönlendiriliyoruz. Geleceksizliğin, işsizliğin arttığı bir dönemde, bir emekçi çocuğu olarak bu üniversitelerin talep ettiği parayı karşılama olanağına sahip olan çok az arkadaşımız var. Sermaye devleti bir yandan eğitimi ticarileştirirken, bir yandan da mezun olsak dahi iş olanağı olmadığından kaynaklı bizlere işsizliği/geleceksizliği dayatıyor.

Bizler sermaye devletinin bizlere reva gördüğü “geleceği” yaşamak zorunda değiliz! Özel/vakıf üniversiteleri arasında “en uygun fiyatlı olanı seçme” mecburiyetinde değiliz! Üniversite tercihimiz ne olursa olsun, gittiğimiz üniversitelerde beslenmeden ulaşıma, barınmaya kadar birçok sorun ile de karşılaşacağız. Tüm bunlara karşı üniversitelerde birliğimizi kurmalı, geleceğimiz için birlikte mücadele etmeliyiz.

Devrimci Gençlik Birliği

 

 

 

 

 

Yükselen, meslek liselerinin yıldızı değil sermayenin iştahı!

 

MEB LGS yerleştirme sonuçlarının açıklanmasının ardından meslek liselerine tercihin geçtiğimiz senelere oranla yükseldiğini açıkladı. Bakan yardımcısı Mehmet Özer gazeteye verdiği röportajda  “Sınavlı okulların tamamı doldu, meslek liseleri yükselen yıldız oldu!” açıklaması yaptı.

2019’da sınavlı ve sınavsız öğrenci alan okullara toplam 298 bin 153 öğrenci yerleşmişken 2020’de bu sayı 417 bin 233’e yükseldi. Mesleki eğitime yerleşen öğrenci sayısında 2019’a göre artışın %40 olduğu belirtiliyor. Meslek liselerinde öğrencilerin iş garantisi olduğu izlenimi ve pandemi sürecinde dezenfektan, maske, önlük, siperlik gibi malzemelerin üretiminin devam etmesinin meslek liselerin prestijinin arttığı öne sürülüyor.

Sınavda yüksek başarı gösteren öğrencilerin tercihlerinin de meslek liseleri olduğunun ifade edildiği röportajda ticaret ve sanayi odaları ile anlaşmalı okulların ilk sıralarda yer aldığı bildiriliyor.

LGS’ye giren öğrencilerin sayısı geçen yıla oranla yarım milyonun üzerinde arttı. Adrese dayalı sistemle istedikleri okullara gidemeyen öğrenciler meslek liselerine yöneldi. Üstelik gerçek işsizlik oranının yüzde 30’ları aştığı, TÜİK’in genç işsizlik oranının %27’yi geçtiği bir dönemde gençler hayallerinden ve isteklerinden vazgeçerek meslek liselerine yönleniyor, yönlendiriliyorlar. Ya da okul kontenjan sorunu yüzünden en yakın okulları tercih etmek zorunda kalıyorlar. Gerçek hiç de MEB’in gururla ifade ettiği gibi istekle değil, zorunlulukla oluyor.

Sanayiye ucuz ve nitelikli ara eleman yetiştiren meslek liseleri şimdiden yüksek verimle üretimin bir parçası haline geldi. Atölyelerde yapılan üretim ve geliştirilen projeler yüksek ihalelerle satışa sunuluyor. Döner sermayeden okul yönetimleri aslan payını alırken öğrencilere ise emekleri karşılığında ne kadar verildiği dahi tartışılmıyor. Bunun en yakın ve açıktan örneği pandemi sürecinde MEB’in çağrısı ile dezenfektan, temizlik ürünleri üreten meslek liselilerin “vardiyalı, tam kapasite” ile çalışmaları oldu.  

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk bu pandemi öncesi kabine toplantısında şu sözleri sarf etmişti: “Herkes üniversiteye gitmek zorunda değil. ‘Okumayan çocuğu meslek lisesine göndereyim’ algısını yıkmalıyız. Dönüşümü sektörle birlikte, istihdam ihtiyacına göre gerçekleştireceğiz. Sanayici bizden nitelikli ara iş gücü istiyor. Herkes üniversiteli olmak zorunda değil. ‘Sen ağa ben ağa, bu inekleri kim sağa’ durumu var yani.”

Bu tablo sermayedarların ve onların temsilcisi olan iktidarın da iştahını kabartıyor. Gelişen teknoloji ve üretime kısa sürede uyum sağlayabilecek genç beden ve zihne ihtiyacı olan sermayedarlar için yükselen yıldız, daha ucuza çalışan, daha çok kâr ettiren genç işçiler ordusu oluyor. MEB’in de meslek liselerini her dönem ön plana çıkarmasının, her konuşma ve açıklamada vurgulanmasının nedeni bu.

İster Z kuşağı ister Y, X kuşağı desinler; gençliğe geleceksizlikten başka bir şey vaat etmeyen dayatmacı bu sisteme karşı mücadele etmekten başka bir seçenek yok. Meslek lisesi öğrencilerinin yıkılan hayalleri üzerinden büyütecekleri sermayelerine ve sermaye düzenlerine karşı birlik olmalı, mücadeleyi büyütmeliyiz.

Meslek Liseliler Birliği