21 Temmuz 2020
Sayı: KB 2020/Özel-6

Sermaye rejiminin saldırılarına karşı birleşik örgütlü mücadeleye!
Kürt düşmanlığı pandemide de durmadı
Soygun uğruna parçalanan ülke: Libya
İstanbul Sözleşmesi yine hedefte!
Otomotiv üretimi ve ihracatı dipte, döviz krizi kapıda
“İşçi sınıfının birliğe ve mücadeleye ihtiyacı var”
Havai-fişek fabrikasında toplu iş cinayeti
“Türkiye tarihinin en büyük işsizliği”
Sınıf devrimcisi Elif Alçınkaya’dan işçilere mektup
Metal Fırtına ve devrimci sınıf politikası
İkinci Enternasyonal üzerine
Büyük Fransız Devrimi üzerine
Zirvelerin gölgesinde körüklenen Suriye savaşı
Çin-Hindistan anlaşmazlığı
Devrimci Gençlik Birliği MYK toplantı sonuçları
LGS sonuçları açıklandı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Zirvelerin gölgesinde körüklenen Suriye savaşı

 

2011’de Suriye’nin paylaşılması için başlatılan savaş Suriye halklarına büyük acılar yaşatmaya devam ediyor. Bugüne kadar süren savaşta yüzbinlerce insan hayatını kaybederken, milyonlarca insan da yerinden edilerek, göçe zorlandı. Yakılıp yıkılan ülkenin ekonomisi iflasa sürüklendi. Açlık, yoksulluk ve çok yönlü sefalet girdabına itilen Suriye’de 11 milyon kişi insani yardıma muhtaç hale geldi, 9 milyon insan yeterli gıdadan mahrum bırakıldı.

Savaş öncesinde Suriye’nin nüfusu 21 milyon civarındaydı. Dünya Bankası’nın verilerine göre Suriye nüfusu 2019’da 16 milyon 900 bine düştü. İşgalci güçlerin ve onların kanatları altında büyüyen silahlı çetelerin katliamlarına bağlı olarak bazı kentler ve yerleşim alanları boşalırken, silahlı çetelere dayanacakları temel sağlamak için İdlib gibi kentlerin nüfusları hızla çoğaltıldı. BM kaynaklarına göre, 2017 öncesinde İdlib’in nüfusu 1,5 milyon iken, silahlı çetelerin temizlendiği bölgelerdeki halkın bu bölgeye göç ettirilmesi sonucunda ikiye katlanarak, 3 milyonu geçti.

Türk sermaye devletinin açıkladığı verilere göre ise, Türk ordusu ve cihatçı çetelerin işgali altındaki Afrin ve “Fırat Kalkanı” bölgesinin nüfusu 2 milyona yaklaşmış durumda. Ülke nüfusunun üçte birine denk gelen 6 milyon Suriyeli, bugün fiilen ülkeden kopartılmış olan ve değişik güçlerin işgali altında bulunan toprak parçalarında yaşıyorlar. İşgal altındaki topraklarda, Suriye Lirası’nın yerine Türk Lirası’nın kullanılmasının teşvik edilmesi işgalcilerin işgal ettikleri topraklarda kalıcı olmayı amaçladıklarını gösteriyor.

Fırat kalkanı korumasında HTŞ hükümeti

Bu arada savaşa sözde “siyasi bir çözüm” bulmak gerekçesiyle yapılan Astana görüşmelerinin sonuncusu 1 Temmuz Çarşamba günü gerçekleştirildi. Astana’da İdlib’in silahlı çetelerden temizlenmesiyle yükümlü kılınan Türk sermaye devleti, bu çeteleri bölgeden temizlemediği gibi, “gözetim ve koruması altındaki” İdlib’de HTŞ’nin “Kurtuluş Hükümeti” kurmasını teşvik etti ve ona koruyuculuk kalkanı sağladı.

Askeri ve polis gücüne sahip olan HTŞ, eyaletteki “eğitim ve sağlık hizmetlerini” karşılıyor ve idareyle ilgili kuralları koyuyor. Türkiye’ye geçişlerin sağlandığı Cilvegözü sınır kapısı da HTŞ’nin elinde bulunuyor. İdlib’de kullanılan temel gıda malzemeleri, ilaç, tekstil gibi ürünlerin ticareti de Cilvegözü kapısı üzerinden Türkiye ile yapılıyor. 10 Haziran’da HTŞ’nin ekonomiden sorumlu ismi Bassel Abdülaziz, günlük alışverişlerde Türk Lirası’nın kullanılacağını, İdlib’de de maaşların TL ile ödeneceğini duyurdu. Ekmek, benzin, ilaç gibi hayati önemdeki alışverişlerin TL ile yapılması zorunlu hale geldi. İdlib’de görev yapan uluslararası sivil toplum kuruluşları ve derneklerinin çalışanlarının ücretleri de TL ile ödeniyor. Hem HTŞ hem diğer bölgelerdeki güçlerle iş yaptığı için ismini vermek istemeyen bir tüccar, ticari işlemleri ve para transferleri konusunda şunları söylüyor: “Benim şimdiye kadar bildiğim İdlib’deki insanlar bu tüccarlara toplam 6 milyon dolar verdi. O para ya Türkiye’ye götürüldü ya da El Bab, Afrin ve Cerablus’a götürülüp PTT üzerinden TL’ye çevrildi.”

BBC Türkçe’ye konuşan, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Eş Başkan Yardımcısı Bedran Çiya Kürd ise durumu şu şekilde yorumluyor: “Bu, Türkiye’nin bu bölgeleri ilhak etmekte olduğunu teyit eden sayısız kanıttan biridir. Türkiye’nin Suriye’de kontrol ettiği bölgeler, Suriyeli karakterini yitirmektedir. Bu politikanın Suriye krizinin çözümü ile bölgedeki barış ve istikrarın geleceğinde ciddi ve negatif yansımaları olacaktır.”

Şam’da yaşayan ve hükümete yakınlığıyla bilinen siyasi analist Arif Della da BBC’ye verdiği cevaplarda benzer görüşleri dile getiriyor: “Bazı bölgelerde TL kullanımının arkasında doğrudan Türkiye vardır. Bu uygulama ve aralarında Türkiye’nin Suriye topraklarında insanları tutuklaması, apartheid duvarları örmesi, Suriye topraklarında Türkiye bayrağı dalgalandırması ve hem Türkiye hem de Türkiye’nin desteklediği terörist gruplar tarafından işgal edilen yerlerdeki okullarda Türk eğitim müfredatını dayatması; Türkiye’nin siyasetinin, işgalini sağlamlaştırmaya doğru gittiğini teyit etmektedir.” Della, “Türkiye ile Suriye arasındaki ikili ilişkiler, işgal eden ve işgal edilen seviyesine gelmiştir. İşgali Suriye-Türkiye ilişkilerini tanımlayan tek kavramdır ve buna Suriye tarafından kesinlikle karşı çıkılmalıdır.” diyor

“Suriye için savaş” “Libya için savaş”a doğru evriliyor

Suriye ve Ortadoğu’yu paylaşma savaşlarının Suriye’de ortaya çıkardığı vahim tablo bu iken, Astana görüşmeleri çerçevesinde Türkiye-Rusya-İran üçlü zirvesinin bir kez daha toplanmış olması, bölgedeki durumun daha da ağırlaşacağını gösteriyor. “Suriye savaşına siyasal çözüm bulmak için” kaç toplantının yapıldığını saymak mümkün değil. Ancak, yapılan zirvelerden sonra bölgedeki durumun daha da ağırlaştığını, savaşın yaygınlaştırıldığını her gözlemci rahatlıkla tespit edebilir. Son zirvenin ardından perde arkasında hangi pazarlıkların yapıldığının ayrıntısı henüz bilinmiyor. Fakat kamuoyuna yönelik olarak yapılan açıklamalarda riyakarlığın ölçüsünün kaçırılmış olması, tehlikenin boyutlarını gösteriyor.

AKP şefi Erdoğan söz konusu toplantıda, “Suriye’nin siyasi birliğinin ve toprak bütünlüğünün muhafazası sahada sükunetin tesis edilmesi ve ihtilafa kalıcı bir siyasi çözüm bulunması temel önceliklerimizdir.” açıklamasında bulunmuştu. Bu sözlerin bölgede yaşanan bu kadar acıdan sonra hiçbir inandırıcılığı ve kıymeti harbiyesi yoktur elbette. “Sahada sükunetin” bir ülkenin topraklarının işgaline ve uydu devletçikler kurulmasına son verilmeden sağlanamayacağı açık. Keza AKP şefi, egemen bir devletin para birimi yerine işgalci bir devletin para biriminin dolaşıma sokulmasının, eğitim müfredatının işgalci ülkeye göre uyarlanmasının “sahada sükûnet”e ne gibi bir katkısı olduğunu da açıklamıyor.

Zirvede konuşan Putin ise IŞİD’in Suriye’nin kuzeydoğusunda faaliyetlerini ciddi oranda artırdığını söyleyerek, Suriye’nin kuzeybatısında yer alan İdlib’deki durumun “tehlikeli” olduğuna dikkat çekti. Öncelikleri ve amaçları kökten farklı olan Astana garantörlerinin ağızlarına aldıkları “barış” sözcüğü oldukça iğreti kalıyor. Şam yönetiminin (elbette Rusya’nın desteğiyle), İdlib’e yönelik başlattığı operasyon mart ayında Türkiye ile Rusya arasında varılan anlaşmayla durdurulmuştu.

1 Temmuz’da video konferans yöntemiyle yapılan toplantıda söylenen sözler bölgedeki durumun daha çok alevleneceğini gösteriyor. Suriye savaşının giderek Libya savaşıyla iç içe geçmesi ve ABD’nin bölgedeki varlığını Türk sermaye devleti üzerinden daha çok göstermesi, durumu daha da ağırlaştıran temel faktörler olacaktır. ABD’nin kendi rakiplerinin, özellikle de Çin’in yolunu kesme hesapları ile AKP-MHP rejiminin ülke içerisinde derinleşen sorunları bir fetih savaşıyla ertelemeye olan ihtiyacının kesişmesi, bölge için asıl tehlike olmaya devam ediyor.