16 Ekim 2020
Sayı: KB 2020/Özel-18

Sefalet dayatmasına karşı insanca yaşam!
Kürt halkına karşı faşist kudurganlık
Bölgesel savaşlarla büyüme hayalleri
Tek adamın eli bütçede
Pandemi, eğitim sistemi ve okullar
Orman yangınları ve ırkçı-şoven kışkırtma
Sağlıkta gerici kadrolaşma ölüm demektir
Grev yasaklarına karşı fiili-meşru mücadele!
Novares’in 8 Mart’ı
İşçi birliklerinde, komitelerde birleşelim!
Türkiye’de işçi sınıfının durumu - J. Kitaygorodski
Kemalistlerin işçi hareketine uyguladığı terör
Kırgızistan’da yaşanan gelişmeler üzerine
“Eğitim ve sağlık hakkımızdan vazgeçmiyoruz!”
Uzaktan eğitim sınıfsal ayrımları derinleştirdi
Ölüm orucu direnişi 20. yılında!
Dinlenme ve eğlenme ne ifade eder?
“Tek çözüm kapitalizm bataklığını kurutmak”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Novares’in 8 Mart’ı

 

Geçtiğimiz günlerde Novares’te toplu iş sözleşmesi imzalandı. Fabrikada toplu sözleşme dönemi Ocak ayında başlamış, ancak araya pandeminin girmesi nedeniyle aylarca görüşmeler yapılamamış ve süreç yaz sonuna sarkmıştı. Ağustos ayında uyuşmazlık zaptının tutulmasının ardından 22 Eylül’de greve çıkılan Novares’te 23 Eylül’de anlaşma sağlandı. Sözleşmenin içeriği çeşitli değerlendirmelere konu oldu/oluyor.

Ancak bu yazı konusu Novares’te kutlanacak olan 8 Martlar. Sözleşmeye göre 8 Mart günü, fabrikada işçiler ile fabrika yönetimi ortak bir 8 Mart etkinliğinde buluşacak.

8 Mart uzlaşı değil, mücadele günüdür!

Yaşamı, çıkarları, dünya görüşü taban tabana zıt iki sınıf, 8 Mart gibi bir mücadele gününde hangi talepler etrafında yan yana gelecek, bu sorulması gereken ilk soru.

8 Mart; sosyalist kadın önder Clara Zetkin’in önerisiyle, o dönem kadın işçilerin verdiği eşit işe eşit ücret, daha kısa çalışma süreleri ve oy hakkı mücadelesine atfen uluslararası bir mücadele günü olarak belirlendi. O günden bugüne de dünyanın her yerinde kadınların özgürlük ve eşitlik istemlerini haykırdığı bir gün olarak kutlanıyor.

Burjuvazinin “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” bayrağını dalgalandırdığı ilk günlerden bugünlere kadınlar hiçbir zaman bu bayrağın altına kabul edilmediler. Onlar için “insan hakkı” demek, “erkek hakkı” demekti. Ancak kadınlar, sufrajetlerden 1871’in komünar kadınlarına, Rusya’da Şubat Devrimi’nin fitilini ateşleyen kadınlardan bugün parlamento binalarını yangın yerine çeviren kadınlara hem genel toplumsal mücadelelerde hem de özgün talepleri uğruna direnmekten vazgeçmediler. Karşılarında ise her zaman kurulu düzeni, sağından soluna bu düzenin temsilcilerini buldular. Sermaye için kadın; emeği yeniden üretecek ücretsiz işçi, emek gücü fiyatlarını düşürecek yedek sanayi ordusu, vitrinini süsleyecek objeden ibaretti. Bu düzen içinde kadınlar ne kazandıysa, düzene karşı savaşarak kazandı.

Kadını ucuz işgücü olarak üretime çeken, fakat “kutsal annelik ve eşlik görevleri”nden azad etmeyen, bu yolla çifte sömürüye maruz bırakan ve devasa bir bakım emeği yükünden kurtulan, kriz dönemlerinde ilk olarak kadına evin yolunu gösteren, kadın emeğini değersizleştirip eşit ücretlendirmeyen kapitalistlerin, kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin karşısında olduğu ortadadır. Sadece pandemi döneminde dahi kadınların erkeklerden 1,8 kat daha fazla işsiz kaldığı gerçeği bunu göstermektedir. Petrol-İş yönetimi Novares sermayedarında bu tablonun aksinde, bizim göremediğimiz bir şeyi mi görmüştür sormak gerekir.

Kadın işçilerle sınıf düşmanlarını -hele de 8 Mart gibi egemen sınıftan koparılıp alınmış bir günde- aynı etkinlikte buluşturmak, sendikaların bugün geldiği tabloyu gözler önüne seren sayısız örnekten yalnızca biri. Sınıf savaşının yerini sınıf işbirliğinin, mücadelenin yerini tavizkâr bir uzlaşmacılığın aldığı mevcut sendikal anlayış, sendikaların sınıfın mücadele örgütleri olmaktan uzaklaştırıldığını göstermektedir. Sendikalarımızı tekrar kazanmak, emeğin korunması mücadelesinde kadınlar için de bir mevziiye çevirmek, öz örgütlerimiz haline getirmek kadın işçilerin temel bir sorumluluğudur.

Son sözümüz de başta Petrol İş üyesi kadınlar olmak üzere tüm işçi kadınlaradır: Sermayedarlarla ortak etkinliklerde değil, kadın-erkek kendi sınıf kardeşlerimizle mücadele alanlarında, aşağıdaki taleplerimiz etrafında buluşalım!

-Toplumsal yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliği!

-Kadına yönelik her türlü şiddet için cezai indirime, affa, teşvike son!

-8 Mart tüm işçiler için ücretli izin ilan edilsin!

-Kadın işçilere regl izni!

-Tüm işyerlerine ücretsiz-nitelikli kreş!

-Eşit işe eşit ücret!

-Fabrikalarda cinsel taciz, baskı ve mobbinge son!

-Ebeveyn izinleri uzatılsın!

-Sendikalarda kadın temsiliyeti arttırılsın, kadın işçiler için özel politikalar geliştirilsin!

Gebze’den bir sınıf devrimcisi

 

 

 

 

 

İnsanca yaşanabilecek ücret için mücadeleye!

 

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR), Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından Eylül 2020’de yayımlanan verilerden yola çıkarak, verimlilik ve ücretler arasındaki makasa dair bir rapor yayınladı. Rapora göre ücretler ve verimlilik arasındaki makas hızla açılıyor. İşçiler daha fazla üretirken bu verimlilik artışı ücretlerine yansımıyor. 2012 1. çeyreği ile 2020 2. çeyreği arasında sanayide işgücü verimi yüzde 51,1 oranında artarken reel ücretlerdeki artış yüzde 14,8 düzeyinde kaldı.

Kapitalist sistemde çıkarları birbirine zıt iki sınıf vardır: Sermayedarlar ve işçi sınıfı. Birinin güçlü olması diğerinin zayıf olması anlamına gelmektedir. Dünyanın zenginliğini elinde tutan bir avuç kapitalist, varlığını işçi sınıfına borçludur. İşçi sınıfını ne kadar sömürür ve ücretini açlık sınırının altında tutmayı başarırsa o kadar büyür. İşçi sınıfı da daha iyi ücret için, çalışma koşullarının iyileşmesi için kapitalistlere karşı mücadele vermek zorundadır. Kolektif bir şekilde üretimde yer alan işçi sınıfı, kolektif olarak verebilecekleri mücadele ile ancak koşullarını düzetir ve ücretlerini artırmayı başarır. Mücadele sayesinde işçi sınıfına tavizler veren kapitalistler, işçi sınıfının zayıf anını kollar ve karşı saldırıya geçmeye çalışır.  

Türkiye’de son 40 yıldır uygulanan neo-liberal saldırılar sonucu yaratılan güvencesiz ve esnek çalışma koşulları, işçi sınıfının kölelik prangalarını arttırmıştır. Güvencesizliğin adeta güvenceye alındığı günümüzde, işçi sınıfının ücretleri daha da düşerken, çalışma koşulları ağırlaşmıştır. Ayrıca AKP iktidarı, işsizlik vb. fonları kapitalistlerin yağmasına açarak, kapitalistler için iş gücü “maliyetini” adeta minimuma indirmiştir. Bu süreçte İŞKUR’dan sözleşmeli işçi alan kapitalistler, kullan-at işçiliği kalıcılaştırmıştır. Pandemiyle birlikte gündeme gelen ücretsiz izin ve kısa çalışma ödeneği gibi saldırılar da kapitalistlerin karını artırmaya vesile olurken, işçi sınıfının ücretlerinin daha da düşmesine neden olmuştur.

‘70’li yıllarda işçi ücretlerinin bugüne göre daha yüksek olması (alım gücü bağlamında) ve verimlilik ile ücret arasındaki makasın daha düşük olması ise o dönemki sınıf mücadeleleri sayesinde olanaklı olmuştur. Grevlerle, işgallerle mücadeleyi büyüten dönemin işçileri, kapitalistlerden belli bir takım tavizler koparabilmişlerdir. Bununla birlikte, kapitalist sistemin çıkarlarını esas alan sermaye devleti ve sermayedarlar, emperyalist güçlerin bizzat desteğini alarak işçi sınıfına yönelik karşı saldırıya geçmişlerdir. Gerçekleştirdikleri 12 Eylül darbesi ile işçi sınıfının örgütlülükleri dağıtılmış ve mücadeleden kopartılmıştır. Günümüze gelindiğinde ise var olan sendikalar kapitalistlerin ajanı gibi çalışırken, işsizlik korkusu yüzünden işçiler aza tamah etmektedir. Yakın zamanda gerçekleşen Metal Fırtınası ve Greif İşgali gibi örnekler ise işçi sınıfının verili tablosu ve sendika bürokrasinin uğursuz rolü yüzünden toplama mal olmamıştır.

Her geçen gün yeni bir saldırıyla karşılaşan işçi sınıfı ağırlaşan yaşam koşullarına karşı tekrar mücadele sahnesinde yerini almalıdır. Kölelik prangalarına hapsolmuş, kendini çaresiz hisseden işçi sınıfının tek çıkış yolu, üretim birimlerinde yan yana gelerek başta insanca yaşamaya yeten ücret olmak üzere, kendi talepleri üzerinden mücadeleyi büyütmekten geçmektedir. İşçilerin yanı başındaki işçi arkadaşına güvenerek kapitalistlere karşı atacakları her adım, yaşanabilecek yarınlar için de bir tuğla demektir.

N. Kaya