13 Eylül 2019
Sayı: KB 2019/33

Ablukayı dağıtmak için birleşik, kitlesel mücadele!
Demokrasi mücadelesi kiminle, kime karşı?
Artan zorbalığa dur diyelim!
Kızılay’ın yardımseverliği yönetici kadrolarına
Hakkımız olanı almak için daha çok grev, daha çok direniş!
Metal işçisinin tarihi, gücünün ifadesidir!
Metal iş kolunda TİS süreci: İşçiler şer üçlüsüne karşı
“Metal işçisinin kazanması için çabamızı sürdüreceğiz!”
Lenin Marks’ı nasıl çalışırdı? - Nadejda Krupskaya
İngiltere’nin Brexit krizi ve AB
Amazon yangınları ve İsviçre’deki uluslararası tekeller
Yeni bir eğitim-öğretim döneminin başında...
Bir fabrika deneyimi
Kocaeli’de bir yaz stajı deneyimi
Petlas direnişi üzerine...
DGM düzeni AKP eliyle sürüyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçi ve emekçiler çok yönlü bir kuşatma altında…

Ablukayı dağıtmak için birleşik, kitlesel mücadele!

 

Sermaye iktidarının iç ve dış politika alanında yaşadığı açmazlar derinleşiyor. Krize dönüşen Suriye savaşında İdlib düğümü Erdoğan yönetimini giderek köşeye sıkıştırırken, ABD ile gerilen ipler -ortak devriyeler vb. göstermelik hamleler bir kenara bırakılırsa- bir türlü gevşetilemiyor. Savaş alanında gündeme gelen her yeni hamle ise sermaye düzeni açısından hızla yeni bir kriz dinamiğine dönüşüyor. Rusya ve Esad rejiminin İdlib hamlesi ile gündeme gelen mülteci akını buna örnek verilebilir.

İçerideki tablo daha az karmaşık değil. Seçimlerin ardından ortaya çıkan siyasal belirsizlik tablosu ve AKP’de kızışan iç mücadele sermaye düzeni açısından istikrar sorununu yeni bir boyuta taşımış durumda. Dahası, referandumdan bugüne Erdoğan yönetimi ile düzen muhalefeti eksenine oturan rejim krizi seçimlerin ardından daha kırılgan bir hale gelmiş bulunuyor.

Hafiflemek bir yana, çeşitli alanlarda giderek ağırlaşan ekonomik kriz, rejimi bunaltan bir diğer önemli etken. Denebilir ki, ekonomik kriz AKP iktidarının en yumuşak karnı. Sermaye düzeninin yaşadığı çok yönlü krizleri yönetmek ve kendi açmazlarını dengede tutmak adına Erdoğan yönetiminin elinde kalan enstrümanlar ise sosyal yıkım saldırıları, savaş çığırtkanlığı ve çıplak zorbalıktan ibaret.

***

En genel çehresiyle yukarıda özetlenen Türkiye tablosu, sınıf ve emekçilerin yaşamını adeta cehenneme çevirmiş bulunuyor. Bir yanda artan işsizlik, pahalılık ve sefalet, öte yanda günden güne tırmanan baskı ve zorbalık... Bunlara savaş kışkırtıcılığını, Kürt halkını hedef alan çok yönlü saldırıları ve şovenist histeriyi de eklemek gerekiyor. Zira, Erdoğan yönetimi her sıkıştığında Kürt halkına dönük saldırganlığı tırmandırıyor, işçi ve emekçiler içerisinde Kürt düşmanlığını körükleyerek toplumu paralize etmeyi ve bu yolla nefes almayı hesaplıyor. Dahası, savaş koşullarında her türlü faşist kudurganlığın önünü sonuna kadar açıyor. Efrîn’e dönük işgal sürecinde bunu tüm çıplaklığı ve ağırlığı ile görmüş bulunuyoruz.

Tüm bunlara rağmen söz konusu koşulların emekçiler içerisinde alttan alta hoşnutsuzluğu büyüttüğünden kuşku duymamak gerekiyor. Zira emekçilerin yaşam şartları ve çalışma koşulları her geçen gün zorlaşıyor. Buna karşı biriken öfkenin henüz eylemli tepkilere konu olmaması sermaye düzeninin güncel planda en büyük avantajı. Keza, yaşadığı açmazlara karşın krizi hâlâ yönetebilmesinin gerisinde de bu aynı gerçek yer alıyor: İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüzlüğü ve hareketsizliği.

Geride kalan dönem içerisinde gündeme gelen lokal ve sektörel hareketlilikler ise büyük oranda sermaye, devlet ve sendikal bürokrasi tarafından dizginlenebildi. Elbette burada mevcut sendikal düzenin ve bürokratik aygıtın uğursuz rolü büyük. Sınıfın her çıkış arayışını daha en başta boğan, onu edilgenliğe iterek örgütsüz ve dağınık halini süreklileştirmeye çalışan işbirlikçi, bürokratik sendikal düzen, sermaye açısından krizi yönetebilmenin en etkili ve vazgeçilmez aracı. Son yıllarda gerçekleşen Greif İşgali, Metal Fırtına, tekil fabrika direnişleri ve örgütlenme deneyimlerinin yanı sıra son TİS süreçleri de bir kez daha göstermiş bulunuyor ki, işçi sınıfı içerisinde sermayenin ajanlığını yapan ve bu yolla sınıf mücadelesini kötürümleştiren bürokratik sendikal kastı etkisiz kılmak sınıf hareketinin önünü açmak bağlamında büyük önem taşıyor.

***

Bir arada değerlendirildiğinde tüm bu gelişmeler, yüklenilmesi gereken halkanın gerici faşist kudurganlık, savaş ve ekonomik yıkımın cenderesine sıkışmış bulunan işçi ve emekçileri harekete geçirmek, örgütlemek, birleştirmek ve sermaye düzeninin karşısına bir güç olarak çıkarmak olduğunu gösteriyor. Bu başarılmaksızın ne söz konusu gerici abluka dağıtılabilir ne de kapsamlı ekonomik-sosyal yıkım saldırıları geri püskürtülebilir.

Günümüz koşullarında bu sorumluluğu yerine getirmenin yolu ise her şeyden önce işçi sınıfını üretim birimleri zemininde kuşatmaktan geçiyor. Özetle, günün çağrısı şudur:

Çok yönlü saldırıları geri püskürtmek için birleşik, kitlesel ve devrimci bir sınıf hareketi! Devrimci bir sınıf hareketi yaratmak için fabrika fabrika, havza havza, sektör sektör örgütlenme seferberliği!