6 Eylül 2019
Sayı: KB 2019/32

Krizin yıkıcı etkisine karşı eylemsel bir mücadele hattı
12 Eylül düzeni sürüyor
12 Eylül karanlığında semiren gericilik
Sermayedarların sömürü cenneti Türkiye!
Petrol-İş 28. Genel Kurulu üzerine
Tekstilde “Grev kapıda” mı?
Esenyurt’taki anket çalışmamızdan yansıyanlar
Ağustos Ayı İşçi Hakları İhlalleri Raporu
EYT hareketi sürüyor
Ankara İşçi Meclisi piknikte buluştu
Sovyetler Birliği ile bütün insanlık arasındaki çıkar birliği - Mao Zedung
İşgalci-saldırgan politikanın bumerangı
Hegemonya mücadelesi olarak “ticaret savaşları”
Amazonlar, ekolojik yıkım ve kapitalizm
İsviçre’de kadına yönelik şiddet ve cinayetler
Ağustos ayı kadın cinayetleri: En az 49 kadın katledildi
Yoksulluğun çözümü: Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek!
Sanatı ve yaşamıyla yiğit bir devrimci: Yılmaz Güney
İllerde 1 Eylül eylemleri
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hegemonya mücadelesi olarak “ticaret savaşları”

A. Engin Yılmaz

 

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından ABD, emperyalist sistemin tartışılmaz hegemon gücü olarak yükseldi. Savaşta harabeye dönmüş olan Avrupa’nın karşısına güçlü ekonomisi, savaşta zarar görmemiş endüstrisi ve askeri gücüyle dikilen ABD, batılı emperyalistlerin kendilerini toparlamasına da yardımcı oldu ve dünya ekonomisini ayağa kaldırdı. ‘70’li yıllardan sonra egemenliği aşınma ve sarsılma sürecine girse de 20. yüzyılın sonuna kadar kapitalist dünyanın tek hegemon gücüydü.

20. yüzyıl, Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile kapandı. Bu gelişme dünya ilişkiler sistemini kökten değiştirdi. Dünya jandarması olarak ABD, “Hür dünya”nın efendisi olarak ortaya çıkan “yeni dünya”ya “yeni bir düzen” verme (Yeni Dünya Düzeni) liderliğini üstlendi. 11 Eylül’ün ardından ise 21. yüzyılın bir Amerikan yüzyılı olacağı ilan edildi.

11 Eylül saldırısı, çoktan başlamış bulunan gerilemesini durdurmak, sistem karşıtı güçleri ve kendi rakiplerini ezmek ve bu yolla dünya hakimiyetini korumak ve güçlendirmek için ABD emperyalizmi bakımından bulunmaz bir fırsat oldu. ABD bunu bir imkana çevirmek için kendi ifadesiyle “yıllara yayılacak ve tüm dünyayı kapsayacak” bir savaşlar dizisi başlattı.

“Ya bizimle berabersin ya karşımızdasın” ikilemini dünyaya dayatarak ve “dünya lideri” olarak en ufak bir itiraza bile tahammül etmeyerek, buyurgan ve tehditkar küstahlığıyla tüm emperyalistleri peşine takarak, Afganistan’a saldırdı. Rakipsiz olan ekonomik, teknolojik ve askeri gücüne yaslanarak savaşlar serisi başlatan ve sıranın öteki “şer ekseni” ülkelerine geleceğini ilan eden ABD, böylece 21. yüzyılın da tek hegenomik gücü olma peşinde koşuyordu.

‘90’lı yıllarda Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla birlikte ABD, “sosyalist blok”un siyasi ve askeri rekabetinin dizginleyici faktöründen kurtuldu. Aynı zamanda, söz konusu blokun temsil ettiği “sosyalizmin” kapitalizmin alternatifi olduğu tezinden de “kurtulmuştu.” Böylece kapitalizmin ya da “serbest piyasa ekonomisi”nin alternatifsiz ve yaşanılır tek sistem olduğu, “tarihin sonu” naraları eşliğinde ilan edilmişti.

Artık sorunlar emperyalist dünyanın kendi içinde yaşanmakta, rakipler de oradan çıkmaktaydı. Alternatifsizliği ilan edilen kapitalist dünyanın en güçlüleri arasında kıyasıya bir nüfuz ve pazar kavgası giderek kızıştı. Bu kavgada, çeşitli emperyalist odakların yanı sıra Çin Halk Cumhuriyeti de bir dünya devi olarak yükseliyor ve ABD’nin karşısına dünyanın ikinci büyük gücü olarak dikilmiş bulunuyor.

ABD ile ekonomik, teknolojik ve askeri alanda neredeyse boy ölçüşebilecek bir konuma yükselen Çin, ABD için mutlak şekilde dizginlenmesi gereken büyük bir rakiptir. Yükselişini sürdüren ve emperyalist hegemonya mücadelesinde ABD’nin başlıca hedefi haline gelen Çin, ABD ile kıyasıya bir rekabet ve çok yönlü bir mücadele içindedir.

“Ticaret savaşı” bunun bir parçasıdır. Trump yönetiminin başlattığı ticaret savaşının genişleyerek ve yeni boyutlar alarak kapitalist sistemi derinden sarsabileceğine dair kaygıları büyüyor. Zira hegemonya krizinin çarpıcı ifadesi olan ticaret savaşlarının dünya pazarına etkisinin yıkıcı olacağı, genel kabul görüyor.

Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla başlattığı ticaret savaşı

Seçim kampanyasında Çin mallarına vergi koymayı vadeden Trump, “Önce Amerika” sloganıyla başkanlık koltuğuna oturmuş ve ABD tekellerini uluslararası rekabetten korumak için ulus devletin önceliğini vurgulayarak, kapitalist küreselleşmeyi “karşısına” almıştı. Ticaret savaşlarından korkmadığını, bunun ABD’nin yararına olacağını savunan Trump, buna uygun adımlar attı.

Ucuza mal edilen ürünlerin fikir ve tasarımı konusunda Çin’i hırsızlıkla suçlayan Trump, 2018 yılının başlarında “çok aptalca olan ticaret anlaşmaları ve politikaları nedeniyle” ABD’nin yıllık 800 milyar dolar bütçe açığı verdiğini ve buna bir son vereceğini söylemişti.

ABD tarafındaki korumacı hamlenin açılışı, 2018 Ocak’ında güneş panelleri ve çamaşır makinelerini kapsayan adımların atılmasıyla yapıldı. Çin’e yönelik bu saldırının aynı zamanda Malezya, Güney Kore ve Vietnam’ın ihracatını da etkilediği görüldü. Ardından da çelik ithalatına yüzde 25, alüminyum ithalatına ise yüzde 10 ek gümrük vergisi getirileceği açıklandı. Hedefte Çin olmakla birlikte çelik ihtilatında, en fazla zarar görenlerin başında Kanada ve AB yer alıyor. Bunları, ulusal güvenlik adına başta Çin olmak üzere rakip ülkelerin tekellerine karşı başka saldırılar takip etti.

Bu hamleler, ticaret savaşının Trump tarafında başlatıldığının ilanı kabul edilmişti.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında emperyalist sistemin hegemon gücü olan ABD, uluslararası ticarette kurduğu üstünlüğe dayanarak, gümrük duvarlarının yükseltilmesine karşı çıkıyor, sermaye ve meta akışı önündeki engellerin kaldırılması için bu duvarların yıkılmasını savunuyor ve tüm dünyaya serbest ticareti dayatıyordu. Şimdi aynı ABD, bizzat kendisi ulusal gümrük duvarlarını gitgide yükselterek, dünya ölçüsünde sert bir ticaret savaşı başlatmış bulunmaktadır. Bu, aynı zamanda “serbest ticaret” efsanesine de indirilmiş bir darbedir. Dolaysıyla ABD, kendi yarattığı kurallara dayalı çok yönlü ticaret düzeninin “sonunu” getirmeye çalışmakla suçlanmaktadır. “Çin’e özgü sosyalizm” ise uluslararası kurallara uymadığı gerekçesiyle ABD’yi DTÖ’ye şikayet ediyor ve serbest ticaretin militanlığını yapıyor.

Bu savaşta, serbest piyasa ekonomisinin ve serbest ticaretin zarar göreceğini söyleyen Çin, kendisinin bu savaşı kaybetmeyeceğini, barış istediklerini ama savaşa da hazır olduklarını belirterek misillemelerde bulunuyor. Bunu yaparken de sorunu ağırdan almayı, tansiyonu düşürmeyi tercih ediyor. Ekonomik büyümesini güvenceye almaya çalışarak uluslararası alanda nüfuzunu arttırmayı hedefleyen Çin, “Tek Yol Tek Kuşak” ve “Made in China 2025” isimli projeleriyle önemli çıkışlar yapıyor. Zira Çin’in küresel bir güç olma yolundaki atılımının en sembolik ifadeleri olan bu dev projelerle Çin, çok geniş coğrafyayı etkisi altına almaya çalışıyor ve önemli başarılar da elde etmiş bulunuyor.

Dünyanın bu iki ekonomik gücü arasında yaşanan ticaret savaşlarının bu iki küresel güçle sınırlı kalmayacağı belliydi, bunun emperyalist cephede saflaşmalara ve küresel sonuçlara yol açacağı kesindi. Nitekim ABD, artık yalnızca Çin gibi büyük bir güçle değil, aynı zamanda Avrupalı rakipleriyle de karşı karşıyadır.

Alman Başbakanı Angela Merkel’in, “Artık Avrupalılar tamamıyla başkalarına bağımlı değil, kendi kaderimizi kendi ellerimize almalıyız” sözleriyle AB, ABD’nin dünya liderliği karşısına bağımsız bir emperyalist odak olarak konumlanmak arzusunu dile getiriyordu. ABD’nin çelik ve alüminyum vergilerine karşı AB’nin bir dizi ürüne 2,8 milyar avroluk gümrük tarifesiyle misillemede bulunması da bunun ticaret savaşı çerçevesindeki ifadesidir.

“Ateşkesle soluklanma”nın ardından yeniden tırmanış

30 Kasım-1 Aralık tarihleri arasında Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te düzenlenen G20 Zirvesi’nde gerçekleşen ABD Başkanı Trump ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping görüşmesinin ardından, ticaret savaşına üç aylık süre boyunca ara verilmesi kararı alındı. “Ateşkes” gereğince, her iki taraf karşılıklı olarak yeni ek gümrük vergisi getirmeyecek, karşılıklı olarak birbirilerinin pazarına ulaşmaları kolaylaşacak, siber suçlara karşı ortak hareket edilecek ve yanı sıra Çin ABD’den tarım ürünlerinin yanı sıra önemli miktarda enerji ve endüstri ürünleri ithal ederek, iki ülke arasındaki ticaret dengesizliğinin azaltılmasına katkı yapacak vb. İki ülkenin 3 aylık müzakere sürecinin sonunda bir anlaşma sağlayamaması durumunda, yüzde 10’luk tarifenin yüzde 25’e yükseltileceği belirtildi.

Çin açısından bir taviz olarak değerlendirilen “ateşkes”in ardından ticaret savaşları yeniden hızlandı.

İki lider arasındaki anlaşmaya rağmen, Trump’ın mayıs ayında “ulusal güvenlik” gerekçesiyle Çin teknoloji devi olan Huawei’yi kara listeye alması, Huawei’nin tepe yöneticisinin Kanada’da gözaltına alınması ticaret savaşını yeni bir düzeye taşımıştı. Çin Dışişleri Bakanlığı “yakalama kararını protesto ettiklerini” bildirmek için ABD Büyükelçisi’ni bakanlığa çağırmıştı. ABD’nin Ticaret Temsilcisi Robert Lighthizer’in yanı sıra bazı ticari danışmanlar da Huawei vakasının yasal bir konu olduğunu ve Çin ile yürütülen görüşmeleri gölgelemeyeceğini savunuyor.

Küresel piyasaları kaygılara boğan ABD-Çin ticaret savaşı karşılıklı adımlarla büyümeye devam ediyor. ABD yönetimi, Çin’den ithal edilen 34 milyar dolar değerindeki 800’den fazla ürüne yüzde 25 ek gümrük vergisi uygulamaya başladı. Trump’ın “teknoloji hırsızlığı ile adaletsiz ticaret uygulamaları” nedeniyle Çin menşeli teknoloji ürünlerine uygulama kararı aldığı 50 milyar dolarlık gümrük vergilerinin ilk bölümü hayata geçti. 16 milyar dolar değerindeki 300’e yakın ürünü içeren ikinci bölümün ise temmuzun sonunda ya da ağustosta hayata geçirilmesi planlandı.

Pekin yönetimi buna misillemeyle yanıt verdi. Çin Ticaret Bakanlığı Sözcüsü Gao Fing, yaptığı açıklamada “Çin asla ilk ateş eden taraf olmayacak ancak ABD vergi tedbirleri aldığı takdirde, Çin de kendi ülkesinin ve halkının temel çıkarlarını korumak için buna karşılık vermeye mecbur kalacaktır” dedi. Trump ise Çin’in tarifelere misillemeyle karşılık vermesi halinde ülkeye 200 milyar dolarlık daha gümrük vergisi getirilmesinin talimatını verdiğini açıklamıştı.

Çin’in 75 milyar dolarlık ABD ihraç ürününe getirdiği ek gümrük tarifelerini arttırmasını “siyasi” diye yorumlayan Trump, buna karşılık 1 Ekim’den itibaren 250 milyar dolarlık Çin ürününe getirilecek yüzde 25’lik gümrük vergisini yüzde 30’a yükselttiğini, kalan 300 milyar dolarlık Çin ihraç ürününe ise 1 Eylül’de uygulanmaya başlamak üzere, yüzde 10’luk gümrük vergisini de yüzde 15’e çıkacağını açıkladı.

Uzun yıllardır Çin ve diğer birçok ülkenin ABD ticaretinde, fikri mülkiyet hırsızlığından ve daha birçok konudan menfaat elde ettiğini ileri süren Trump, başkan olarak, bunun olmasına artık izin veremeyeceğini, adil ticarete ulaşma ruhuyla, bu haksız ticaret ilişkisini dengeleyeceğini söyleyerek, “Çin, ABD’nin 75 milyar dolarlık ürününe yeni gümrük vergileri koymamalıydı” ifadesiyle öfkesini dile getirdi. “Ülkemiz yıllardır, aptalca bir şekilde, Çin sebebi ile trilyonlarca dolar kaybediyor. ... Bunun olmasına izin vermeyeceğim. Çin’e ihtiyacımız yok, açıkçası onlarsız daha iyi olurdu” çıkışında bulunan Trump, böylece savaşı tırmandıracağını ilan etti.

Hegemonik konumu durdurulamaz biçimde sarsılmış bulunan ABD emperyalizmi, buna rağmen halen de sahip olduğu çok yönlü üstünlükleri kullanarak uluslararası ilişkiler alanında saldırgan ve savaşçı bir politika izliyor. Ülkelere saldırıyor ve işgallere girişiyor. Dünyanın birçok yerinde, askeri darbeler de dahil olmak üzere sayısız kirli yönteme başvurarak, iktidarlar değiştirmek için çırpınıyor. Yanı sıra çeşitli ülkelere ambargolar uygulamakta ve bunu da hemen tüm dünyaya dayatmakta, imzaladığı uluslararası antlaşmaları tek taraflı olarak iptal etmektedir.

Tüm bunların da bir sonucu olarak emperyalist dünyadaki çok yönlü çelişki ve çatışmalar giderek sertleşmektedir. Küresel ekonomik krizin de etkisiyle, bu çatışma iktisadi, mali ve ticari alanlarda da kızışmaktadır. Kapsamı genişleyen ticaret savaşları bunun güncel örneğidir.

 

 

 

 

Rusya ve İran’dan “güvenli bölge” açıklaması

 

Rusya ve İran dışişleri bakanları, 2 Eylül’de yaptıkları görüşme sonrası düzenledikleri basın toplantısında, ABD-Türkiye arasındaki “güvenli bölge” ortaklığına dair konuşarak “Suriye’nin toprak bütünlüğü” vurgusu yaptı.

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüştü. Dışişleri bakanları, görüşme sonrasında ortak basın toplantısı düzenledi.

Sergey Lavrov “güvenli bölge” konusunda ABD-Türkiye arasındaki müzakereleri takip ettiklerini belirterek Erdoğan’ın ziyaretinde Putin’e konuyla ilgili bilgi verdiğini dile getirdi. Fırat’ın doğusuna dair alınacak kararlarda Arap aşiretlerinin çıkarlarına saygı duyulması beklentilerini dile getiren Lavrov, Suriye’nin egemenliğinin korunması dileklerini belirtti.

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ise ABD’nin “güvenli bölge”deki varlığının gerilime sebep olacağını söyleyerek şöyle konuştu:

“ABD’nin Fırat’ın doğusundaki varlığı, çeşitli aşiretler arasındaki görüş ayrılıklarının artmasına ve uzun süreli aşiret çatışmalarına yol açar. Bu nedenle ABD’nin varlığının gayri meşru, yıkıcı olduğunu ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü ihlal ettiğini düşünüyoruz.”

Türkiye’nin sözde “sınır güvenliği kaygısı”na da değinen Zarif, “Suriye hükümetiyle işbirliği yapılması” çağrısında bulundu.