22 Şubat 2019
Sayı: KB 2019/08

CHP kuyruğunda demokrasi mücadelesi!
Tarım ürünlerinde olağanüstü ‘Hal Yasası!’
Kürt siyasi hareketine dönük saldırılar sürüyor
Sosyal yardımlar bağlamında AKP iktidarı
Doğa yok oluşa doğru sürükleniyor!
Sendika bürokratlarının yerel seçim heyecanı
MİB MYK Şubat 2019 Toplantısı sonuç metni
YEP balonu işsizlikte erken patladı
“Alman ajanı” Lenin
TKİP VI. Kongresi toplandı!..
Venezuela, Latin Amerika ve hegemonya mücadelesi
Münih Güvenlik Konferansı: Çatışmalar ve zoraki birliktelikler
Varşova zirvesi: İçi boş bir seremoni
“Kadın grevi”ne dair…
Edebiyat ustası koca çınar: Yaşar Kemal
Gebze işçisi safları sıklaştırıyor
Sömürü zincirlerini kırmak, karanlığı parçalamak için örgütlenelim!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Metal Fırtına’dan öyküler - II

Gebze işçisi safları sıklaştırıyor

 

Sınıflı toplumlar tarihinin yarattığı çelişkileri çözmek için tarih boyunca çok derviş gördü Anadolu toprakları. Günümüz dervişleri ise sınıf devrimcileriydi.

Gebze-Harem minibüsü Tuzla sınırından çıkıp Gebze’ye girmişti. Tuzla’dan sonra insanın içini sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimlerinin hatırası kaplar. Fabrikalar, işçilerin devrimci dönüşümdeki başrollerini hatırlatırcasına sıra sıra dizilmiştir. Kroman Çelik fabrikası Gebze’nin “Hoş geldiniz!” fabrikasıdır. Sömürüye ve köleliğe “hoş geldiniz” der, fabrika tüm ürkütücü görüntüsüyle.

Kroman Çelik fabrikasının içini bilmeseniz de sömürüyü bilen işçiler açısından dış görünüşünden her şeyi çıkarmak mümkündür aslında. Koca fabrikanın üstünü adeta bir kol gibi sarmalayan üzeri pas tutmuş havalandırma boruları, işçileri kuşatmış, geleceklerini ve sağlıklarını ellerinden almış sömürü kollarını anıştırmaktadır. Fabrikanın yüksek, penceresiz ve pis duvarlarına bakınca içeride neler olduğunu kestirmek güç değildir. İşçi hayatları buralarda öğütülmektedir.

Ama fabrika bacasından çıkan pis havayı gölgede bırakarak, bembeyaz dışarı çıkan su buharı, dans ederek gökyüzüne karışırken, umudun yitip gitmediğini herkese hatırlatmaktadır.

Zeynel bir kaç yıl önce Kroman Çelik fabrikasına MİB bültenlerini dağıtmak için gelmişti. Birlik toplu sözleşme sürecinde metal işçilerine mücadele ve tabanda işçi birliğini güçlendirme çağrıları yapmak için ortak bülten dağıtımları yapıyordu. Fabrikanın dış görünüşündeki çelişkiler yumağı ta o zaman dikkatini çekmişti. Zamanın birinde, bu çelişkilerin çözülmesi mücadelesinde işçilerle omuz omuza olacağı sözünü vermişti kendi kendine.

Bülten dağıtımında yeni Pehlivan Ali’leri görmek onun için zor olmamıştı. Ama buradaki işçilerde daha bir farklılık vardı. Demir-çelik işçilerinin düşünce ve hislerini sömürü çarkları arasında tuz buz etmişti kapitalizm. İşçilere çıplak, dolaysız vahşi sömürü dayatıldığı için yoğunlaşmış öfke insanın gözüne ilk çarpan şeydi.

Nasırlı eller, yorulmuş gözler ve kamburu çıkmış beller ile bülteni alıyordu işçiler. Sömürü koşullarına karşı mücadele dedikleri için işçiler bülteni ve onun çizgisini sahiplense de bir mesafe olduğunu da görmek zor değildi. Mücadele eğilimi güçlü olan işçilerin birçoğu gericiliğin ve milliyetçiliğin etkisi altındaydı. Sömürüye karşı MİB’le birlikte mücadele çağrısı onlarda hâlâ da aşamadıkları karmaşık duyguların yaşanmasına neden oluyordu. İşçilere yıllardır düşman olarak gösterilenler, hiç kimsenin adını anmadığı ama işçilerin nefesini kesen sömürüye karşı bir tek onlar ses çıkarıyordu. Kararlı, dişe diş ve sonuç alıcı bir mücadele çağrısı için senelerdir fabrika giriş çıkışlarında hiç usanmadan işçileri karşılıyorlardı. Ve sadece çıplak gerçekler üzerinden yol göstermeye çalışıyorlardı. Metal işçileri ile sınıf devrimcileri arasındaki “mesafeli aşk” bu zamanlarda doğmuştu.

Bu mesafeyi kapatmanın yolunun fabrika içinde yürütülen sınıf çalışmasından geçtiğine inan Zeynel fabrikadan fabrikaya, sanayi havzasından sanayi havzasına dolaşıyordu. Sonunda yolu Gebze’ye düşmüştü. Yıllar önce kendine verdiği sözü tutmanın ayrı bir mutluluğu vardı yüzünde. Gebze İşçilerin Birliği Derneği’nin kapısını bu duygularla çalmıştı.

Sermaye sınıfı için AKP’nin tek başına iktidar olmasıyla birlikte 12 Eylül’den bu yana gerçekten güldüğü dönemler başlamıştı. Patronlar kârlarına kâr katarlarken metal işçileri toplu sözleşmelerde kuruşluk zamlara mahkûm kalıyorlar, bunun üstüne çalışma koşullarındaki ağırlaşma eklenince gerçekten sömürü katlanılmaz hale geliyordu. 2008-2010 toplu sözleşmesi ile birlikte artık kuruşluk toplu sözleşmelere ciddi tepkilerin biriktiği bir süreç olmuştu.

Fotokopi sendikacılığı işçilerin tabanda biriken öfkesinin ortaya çıkardığı basınçla terk edilmeye başlanmıştı. Sendikal bürokrasinin temel bir parçası olan Birleşik Metal-İş’in denetimi dışına çıkamayan işçi hareketi kısmi kazanımlar elde etmenin dışında bir sonuç elde edemiyordu. Her şeye rağmen, tabanda oluşan dinamik kazanma isteği ileri doğru gidişini sürdürüyordu.

Bu güçlü isteğin merkezlerinden birinin içine girmişti Zeynel.

Bu sefer fren balataları ve kampanaları yapılan demir döküm fabrikasında işbaşı yapmıştı. 300 işçinin çalıştığı fabrika, Taysad Organize Sanayi Bölgesi’nin işçi öğüten fabrikasıydı. Çelik-İş bürokratları tarafından uzun yıllardır patrona peşkeş çekilen işçiler, grup toplu sözleşmelerinde ek protokollerle Türk Metal ve Çelik-İş’e göre biraz daha iyi zam alınan Birleşik Metal-İş sözleşmelerine yüzünü dönenen işçi hareketinin bir parçası olmuşlardı.

Sınıf hareketi birbiri ile güçlü ve hızlı bir etkileşime sahiptir. İşçiler siyasal ve ideolojik olarak, yaşamsal olarak atomize olmuş olsalar da toplu sözleşmelerdeki kazanımlar çok hızlı bir şekilde yayılır. İşçilerin yaşamlarını sürdürebilmek için emeklerinden başka araçları yoktur ellerinde. Bu yüzden işçi emeğinin daha fazla değer gördüğü fabrikaları hep araştırır işçiler.

Uzun yıllardır metal sektöründe çalışan Zeynel makine ayarcısı olarak işe başlamıştı. Mesleğini severek yaptığı için zamanla kalifiye bir işçi olmuştu.

Eku Fren Balata işçileri sömürü ve işbirlikçisi sendikal düzenden kurtulmak için bir mücadele başlatmışlardı. Sendikalara rağmen gerekirse sendikaya karşı işçi sınıfının ileri sıçramak isteği Eku’da son derece belirgindi. Fabrikada patronla işçiler arasında son derece sert bir psikolojik savaş vardı. Fabrika işçilerinin çoğunluğu tarafından kabul gören sendika değişim hareketi güçlü bir birliğin temellerini atmıştı.

İşe ilk başladığında, Zeynel’i, patron yalakası gevezelikten başka bir şey yapmayan CHP’li bir işçinin yanına verdiler. Daha bismillah demeden işçilere küfür etmeye başlamıştı patron yalakası.

Yalama Kemal, tüm kimliksizliği ve pisliği ile Zeynel’e fabrikayı anlatıyordu. “Bak Zeynel kardeş, burada bazıları senin kafanı karıştıracaklardır. Sakın kimsenin sözüne inanma. Bizim patronumuz çok iyi bir insandır. Dişinden tırnağından arttırarak bize ekmek veriyor. Bak başka fabrikalarda patronlar işçinin yüzüne bile bakmıyorlar. Adam her sabah gelir kolay gelsin der. Birazdan gideriz yemeğe buradaki yemekleri dışarıda yiyemezsin…”

“Nankörler adamın kıymetini bilmiyor” derken, ihtiyar Kemal’in rengi kızarmıştı. Keline varana kadar kıpkırmızı olmuştu. O anda ihtiyar Kemal kalpten gidecek sandı Zeynel. Bir anda konuşmayı bırakıp makinanın içine kafasını soktu. Yalandan bir şeylerle uğraşmaya başladı. Jöle kafalı, kıvırcık, giyimi özenli her halinden patron olduğu belli olan Sami’yi Kemal’e kolay gelsin dediğinde fark etti. Yalama Kemal’in makinenin içinden kafasını çıkarıp “Sağ olun Sami bey” dediği anı sonra hiç unutamadı Zeynel. Bir insan nasıl bu kadar alçalabilir diye düşündü içinden. Lanet bir yere verildim dedi içinden. Bu karaktersiz onu çok yoracaktı. Bir tane fabrikada CHP’li olup da mücadele eden hiç işçi yok mu diye sordu kendi kendine.

Jöle kafalı Sami’nin uykuları kaçıyordu. Aynı zamanda organize sanayi yönetim başkanlığı yapan patronun imajı da bozulmuştu. Asalak burjuvalar kıs kıs arkasından gülüyorlardı. Tüm planlarını bu birliği dağıtmak üzerinden yapıyordu.

Ama o zamanlar Eku’ya rengini veren karaktersiz, ispiyoncu ve yalama işçiler değildi. Pırıl pırıl parıldayan işçilerin bizzat kendi emek ve stratejileri ile geliştirdikleri işçi birliğindeydi üstünlük.

Bir vesile ile forkliftçi Halil, Zeynel’in yanına yaklaşmıştı. Ayaküstü sorguya çekilen Zeynel sınavdan geçememişti. Halil sorguyu bitirip giderken yukarıdaki demirleri göstererek dikkat et kafana düşmesin diyerek inceden tehdidini de yapmıştı.

Halil ve Nimet işçi tuğlalarını bir araya getiren birer harç görevi görüyorlardı. Toplu hareket yapmak istediklerinde gözler Halil’in üzerinde olurdu. Halil’in bir ıslığı her şeyi çözerdi. Islık sesi duyulduğu an işçiler duvar dibinde toplaşır, yemeğe birlik şovlarını yaparak giderlerdi. Yemek masaları ve mola yerleri patron yalakaları için tam biz zulme dönüşürdü. Bu işçileri dışladıkları gibi yalakalıkları her fırsatta bunların yüzüne vurulurdu.

Zeynel bu ortama girmek için çok çabaladı ama bir türlü sonuç alamamıştı. Bir türlü anlam veremiyordu buna. Halbuki hiçbir yanlışı da yoktu. Ortamlardan dışlanmasa bile yapılan sohbetler Zeynel ortama girince değiştiriliyordu. Sürekli sorgulayan sorulara muhatap kalıyordu.

Vardiya amiri Erdal ile kapışana kadar bu böyle devam etti. Ayarcı olarak işe başlayan Zeynel’i kendine rakip gören Erdal sürekli zor işlere Zeynel’i gönderiyordu. Zeynel sonunda buna tepki göstermiş ve işçilerin içinde bozmuştu Erdal’ı. Tabi ayarcılık hayalleri de suya düşmüştü. Bu olaydan birkaç hafta sonra Başkan İbrahim ‘sen ayarcı olarak geldin, patron adamı olduğunu düşündüğümüz için seni aramıza almadık’ dediğinde taşlar yerine oturdu.

Sonrasında hayatının en güzel fabrika örgütlenme deneyimini yaşadı Zeynel.

Bursa Bosch işçilerini yarı yolda bırakan Birleşik Metal-İş, aslında Eku işçilerini de yarı yolda bırakmıştı. Ancak işçiler zorla sendika yönetimini işin içine katmaya çalışıyordu. Yetki davası sürecinde sürecin iyice uzaması, sendikanın yeterli ilgiyi göstermemesi olumsuzluk yaratsa da işçiler birlik duruşlarını hep koruyorlardı.

Nimet, ODTÜ mezunu solcu imalat müdürünün provokasyonu sonucu işten çıkmak zorunda kalmıştı. Halil, jöle kafa Sami’nin yakın markajı altındaydı. Her an açık kolluyordu Sami. Patronun saldırıya hazırlandığı belli olmuştu.

İşçilerin birliği büyük oranda fabrika sınırında sağlanıyordu. Büyük oranda kendiliğinden bir hareketti. Zeynel ve yoldaşları inisiyatif alınması gerektiğine karar verdiler. Aksi takdirde patron avantajlı duruma geçecekti.

Sendikanın ilgisizliği ya da el altından satışı buna eklenince komite kurma ya da işçilerin var dediği kendiliğinden ilerleyen komiteyi toparlama ihtiyacı daha elzem bir hal almıştı. Nimet işten çıksa dahi işin peşini bırakmamıştı. İşçilerin Birliği Derneği’nde Zeynel ile görüşüp komite ile tanıştırmaya söz vermişti. Böylece komite ile bağ kurulmuştu. Komitenin bir parçası olan sınıf devrimcileri hızla komiteye bir şekil vermeye çalıştılar.

Ancak patron harekete geçmişti. Sudan sebeplerle öncü mücadeleci işçileri işten çıkarıyordu. Buna karşı toplu olarak tepki verebilmek için sendikayı önlerine kattılar. Taysad OSB’den Gebze merkeze kadar 30 km’lik bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Sendika başkanı zorla da olsa fabrika önünde işçilere seslenmek zorunda kaldı. Servislere binerken alkışlı protestolar yapılıyor, içeride patron yalakalarına nefes aldırılmıyordu.

Bağlık mahallesinde yöre dernekleri, çay ocakları, Çayırova meyhaneleri işçilerin ve fabrika komitesinin doğal örgütlenme alanlarıydı. Zeynel buralarda işçilerle görüşmeler yapıyordu. Sınıf devrimcileri komiteyi sağlamlaştırmak ve hareketli süreci devam ettirmek için çabalıyorlardı.

Yetki davasının uzamasından ötürü zam zamanı geçmiş, patron cezalandırma amaçlı zam vermemişti. Bu süreç patronu zor durumda bırakmıştı. O dönemin koşullarına göre sendika olan fabrikalarda alınmayan bir zammı da aldı işçiler.

Fabrika komitesinde belli bir toparlanma olmuştu. Yeni işe giren işçiler de sürecin bir parçası oluyorlardı bu arada. İşten çıkan ya da mücadelede kenara çekilen işçilerin yeri hiç boş kalmıyordu.

Sınıf devrimcileri Zeynel’in bu ileri çıkışının işten atma saldırısı ile karşılanma olasılığını göz önünde bulundurarak başka yoldaşlarını da Eku’da işbaşı yaptırmış ve onları daha geri planda tutmuşlardı.

Beklenen oldu ve Zeynel işten çıkarıldı. İşten çıkarılmanın asıl nedenini ve Eku işçilerine bundan sonraki süreçte ne yapılması gerektiğine dair çıkardıkları bildirileri işçilere ulaştırdılar. İşçiler bildiri dağıtımında Zeynel ve yoldaşlarına daha fazla saygı duydular. Onların söyledikleri işçiler için daha fazla değerliydi artık.

Zeynel komünist kimliğinden ötürü işçiler ile arasındaki mesafenin ilk defa bu kadar aza indiğini görmüştü. İşçiler sınıf devrimcilerinin toplantılarına katılıyordu. Son derece doğal ve samimi bir ilişki kurulmuştu işçilerle.

Sınıf devrimcileri fabrika içinden ve dışından sürece müdahale etmeye devam ettiler. İki yönlü yapılan bu müdahalelerle işten çıkarılma ve işi bırakmalara rağmen işçi birliğinin korunmasını sağladılar.

Ta ki Ocak 2015’te Birleşik Metal-İş işçilerinin yaptığı greve kadar…

Y. Derviş

 

 

 

 

Hepsi bu...

Korku en iyi yönetme biçimidir. Çocukken öcülerle, cinlerle korkutur çocuğun yapmaması gereken şeyleri yaptırmamaya çalışırız. Yaş büyüdükçe duruma göre korku nedenleri bulur, öyle sınırlarız kişiyi. Kitleleri yönetmenin, daha doğrusu çıkarımıza bir şeyler yaptırmanın en etkili yolu da korkudur. Yüzyıllar önce isyan eden ya da başkaldıran köleleri niçin vahşice öldürdüler? Diğer kölelere korku yaymak için. Etkili de oldu. Kaçmaya çalışan köle vahşice öldürüldüğünde diğer köleleri kaçma fikrinden caydırdı. Aynı köleler belki her gün birer ikişer ölüyor, ama öldürülme korkusuyla tek ses etmiyorlardı. Köle sahiplerinden aldık korku mirasını. Biz de iyi kullanıyoruz. Biz bir de ödüllendirmeyi koyduk devreye. Bizim çıkarlarımıza aykırı hareket edecek olanları korkutuyor, çıkarımıza uygun davrananları ödüllendiriyoruz…”

Selin kitapta bu satırları okuduğunda elbette dehşete düşmedi. Bildiği bir şeyi hatırlatıyordu. Odanın diğer ucunda kitap okuyan Rıfat’a döndü ve sordu.

- Rıfat sana bir soru soracağım. İnsan korktuğu için mi kaçar, yoksa kaçtığı için mi korkar?

- Korktuğu için kaçar Selin. Bazen korkuyu abartır ama korkmasa niye kaçsın insan?

- İyi ama köpekten kaçan birinin az sonra yıkılacağını bildiği bir binaya sığınması tuhaf değil mi?

- Tuhaf, fakat böyle yapan yok ki.

- Aman, ben de mecazi olarak böyle örnekledim. İşten atılmaktan korktuğu için ölümle koyun koyuna çalışıp, ölen işçilerin durumu benim örneğimden çok mu farklı? Çoluğum çocuğum sefil olmasın diye her an patlama veya göçük olma ihtimalini bile bile madene giren işçilerin çoluk çocukları sefil olmuyor mu?

- Seni anladım Selin. Şimdi sözü toplumun korkmasına getireceksin. Toplum korkuyor çünkü bunlar ha bire iç savaş çıkar diyor. Daha geçen Peker denen tetikçi silahlanın çağrısı yaptı. Silahlanıyor da...

Bu temadan devam etti Selin:

- Peki Peker’in adamları silahsız mı?

- Sanmam.

- Öyleyse bu çağrıyı kime yaptı? O söyledikleri yüzde elliye mi? Silahlar vb. her şey şu an bunların elinde değil mi? İsteseler değil yüzde elliye, yüzde yüze bir günde silah dağıtırlar.
15 Temmuz’da silah dağıtmadılar mı? Sence o gün her önüne gelene mi silah verdiler, yoksa kendi bildikleri kişilere mi?

- Tam bilmiyorum ama her önüne gelene silah vermemişlerdir. Kendi adamlarına silah vermişlerdir.

- Muhtemelen öyle Rıfat. Birincisi silahlanan bir işçi silahı bize karşı da kullanabilir, ama onlara da doğrultabilir. Çünkü savaş ganimetleriyle değil, az önce silah verdiği işçiyi sömürerek zenginliğine zenginlik katacaklar. Silahlı bir işçinin silahı onlara çevirme ihtimali de var. Üstelik zenginliği paylaşmak için sürekli birbirine giriyor bunlar. Gülencilerle kol kola yürüdüler. Ama paylaşılacak zenginlik artınca gırtlak gırtlağa geldiler. Dünkü bakanlar, hatta Cumhurbaşkanı bile bugün bunlara rakip oluyor. Böyle bir tabloda, halkın silahlanması onlar için de bir risk. Silahlar patlayabilir. Ölümler de olur ama iç savaş gibi bir şey onlar için de riskli. Bu tehditlerle ölümü gösterip, sıtmaya razı ediyorlar. Razı ettikleri sıtmanın ilacı var ama bunların elinde. Vermeyecekler de... Yani razı olunan sıtma bugün değil, yarın ölüm demek.

- İyi, hoş söylüyorsun Selin ama sen hiç korkmuyor musun?

- Korkuyorum, hem de çok. Ama onurumla bugün ölmeyi, yarın susup, onursuzlaşarak ölmeye yeğliyorum. Yani sıtmaya razı olmuyorum. Hepsi bu...

H. Ortakçı