28 Eylül 2018
Sayı: KB 2018/36

Kriz sizin, mücadele bizim işimiz!
Sınıfa karşı sınıf mücadelesini büyütelim!
Sermayenin “Yeni Saldırı Programı”
YEP: Krizi emekçilere fatura etme programı
EMİS krizin faturasını işçiye kesmek istiyor
Fabrikalarda işten atma ve ücretsiz izin!
Patronlardan kriz fırsatçılığı
Patronlar devlet korumasında, taleplerimiz karşılanmadı!
Greif davası bilgilendirme toplantısına çağrı
EİB Genişletilmiş Yürütmesi toplandı
Düzenin krizi ve devrimci sınıf alternatifi
Krizdeki sistemin işlevsiz örgütü
Küresel ısınma; buzullarda erime, kuraklık ve sıcaklıklarda değişim!
İlmek ilmek örülen bir fabrika deneyimi
AKP’nin öğrenci yerleştirme kaosuna çözümü mesleki eğitimi güçlendirmek
Patronlar bu kriz sizin, bedelini ödeyin!
“Kurtuluşumuz örgütlenmemize bağlı!”
Hapishanelerde işkence itirafı
Yargının bağımsızlığı?
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yargının bağımsızlığı?

 

Sınıfların hakim olduğu toplumlarda hukuk ve adalet egemen sınıfın tekelindedir. Hukuk sistemi özellikle mal, mülk, miras hakları üzerinden şekillenmiştir. Sermaye sınıfının hükümdarlığında devlet ve devletin önemli bir ayağı olan yargı düzeni de bağımsız değil, sermaye devletinin hizmetindedir. Siyasi rantlar uğruna adalet hiçe sayılır ya da yargı gücü kullanılarak şartlar zorlanır. Günümüz Türkiye’sinde bunun da ötesine geçildi, Türkiye’de tek adam diktatörlüğü kuruldu. Yargı-yasama-yürütme tek elde toplandı. Özellikle bu dönemde yargının bağımsızlığından bahsetmek gülünç olmaktan öteye anlam teşkil etmez.

Hukuki karar ve siyasi karar diye iki ayrı kavram vardır. Hukuksallığa aykırı olsa da “düşünce suçluları” mevcut anayasanın çiğnenmesi pahasına siyasi karar ile cezalandırılırlar. Hakkını arayan işçi, sosyalist, komünist, muhalif her insan bu yargı düzeninden nasibini almaya devam ediyor. “Tahtakuruları ile yatmak istemiyorum, bana insan gibi davranılsın” diyen inşaat işçileri huzuru bozmaktan tutuklandı. Bu hem sınıfsal hem de siyasal bir saldırıdır.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu (HHB) avukatları siyasi bir karar ile bir yılı aşkındır tutukluydular. 17’si tutuklu 20 avukatın yargılandığı 14 Eylül tarihli duruşmada tüm tutuklu avukatlar tahliye edilmişlerdi. Ancak bir gün geçmeden bu karar bozulmuş 12 avukat için tekrardan tutuklama emri verilmişti. Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), tahliye kararını veren heyet başkanı ve bir başka heyet üyesini sürgün etti. Kapatılan ÇHD’nin başkanı olan Selçuk Kozağaçlı hakkında yapılan göstermelik duruşmada tutuklama kararını veren hâkim ise terfi ettirildi.

HSK’nın altı üyesi doğrudan Cumhurbaşkanı, yedi üyesi de Meclis’teki çoğunluk tarafından seçiliyor. Siyasi iktidar HSK üzerinden pek çok önemli davaya müdahale ediyor. Hidroelektrik santraller, Aladağ yangını, Soma gibi birçok davada yargıçlar karar süreci ya da sonrasında HSK’nın yaptırımları ile davaları sonuçlandırdılar. İktidarın hoşuna gitmeyen kararları alan heyetler değiştirildi, dağıtıldı, sürgün edildi. 2015 yılında 3. Köprü’ye iptal kararı veren hâkim sürgün edilmişti. Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen yasa maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne dava açan hâkim de sürgün edilmişti. Ermenek davasında heyet değiştirilerek sanıkların tahliyesine karar verilmişti. Torunlar Center’da 10 işçinin katledilmesi ile ilgili davada da heyet değiştirilerek sanıklara yalnızca para cezası verilmişti.

Alman gazetesi Die Welt’in muhabiri olan Deniz Yücel davasını hatırlarız. Gazeteci Deniz Yücel bir yıla yakın süre boyunca iddianame olmadan tutuklu kaldı. Tayyip Erdoğan, Deniz Yücel’in serbest bırakılmasına dair bir soruya “Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla... Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan-terörist” cevabını vermişti. Oysa Almanya ile Leopard tankları üzerinden yapılan pazarlıklar sırasında iddianamesi bile olmayan Deniz Yücel bir gecede serbest bırakıldı. Yurtdışı yasağı, denetimli serbestlik gibi sınırsızca dağıtılan cezalar dahi verilmedi. Keza Deniz Yücel ilk attığı sosyal medya mesajında neden tutuklandığını ve neden bırakıldığını bilmediğini belirtmişti.

Yine bilindiği gibi Rahip Brunson davası ABD ile Türkiye arasında yaşanan çeşitli krizlerin görünür hale gelmesine sebep olmuştu. “Ver imamı al papazı” deniliyordu. İktidar bir yandan biz yargıya karışamayız, yargı bağımsızdır gibi açıklamalarda bulunuyorken bir yandan da pazarlığa devam ediyordu. İki ülke arası krizin derinleştiği bugünlerde bu dava eskisi kadar gündemde tutulmuyor.

Mevcut düzenin hukuk sistemi görüldüğü gibi gerçek hakları savunmamaktadır. Maden sahipleri, şirket yöneticileri iktidardaki sınıfa mensup olduklarından dolayı yargılama sonucu ceza almadan salıverilmektedirler. Aynı zamanda hükümet kendi siyasi-ideolojik çıkarları uğruna yargı düzenini kullanmaktadır. Oysa muhalif her ses en ağır cezalara çarptırılmaktadır. Yargının bağımsız olmadığı vurgusuna son olarak gerçek adaletin sınıf mücadelesinin yasalarınca belirlendiğini ekleyebiliriz. Haklar her zaman mücadeleler sonucu elde edilmişlerdir.

U. Aze

 

 

 

 

Milli/yerli” sermaye iktidarının ‘adaleti’

 

Şaibeli 24 Haziran seçimlerinde AKP’ye iltihak eden MHP, o günden beri çete reislerini, azılı katilleri, tecavüzcüleri kapsayan bir af tartışması yürütüyor. Af tasarısını meclise sunan faşist parti, 16 yıldır hizmet ettiği AKP’nin desteği ile katilleri sokaklara salmaya hazırlanıyor. Belli ki, kriz koşullarında onlara daha çok ihtiyaç duyacaklar…

Azılı katilleri ‘fakir halk çocukları’ diye pazarlayan “yerli/milli” AKP/MHP koalisyonu, hak arayan işçileri ise zindanlara dolduruyor. Üçüncü havalimanı inşaatında çalışan işçilerin vahşi kapitalizme karşı direnişe geçmeleri, sermayenin “yerli/milli” uşaklarını çileden çıkardı. Eli kanlı çete reislerini sokaklara salmak için çırpınan bu koalisyon, hak arayan işçileri ise zindanlara kapattı.

Sermayenin ‘demir yumruğu’ olan tek adam rejiminin bu iki icraatı, madalyonun iki yüzünden başka bir şey değildir. Bu kepazelik ancak din bezirganı AKP ile ırkçı-şovenizmin borazanı MHP’ye yakışır. AKP şeflerinin farklı telde çalıyormuş gibi yapmaları, ciddiye alınacak bir tutuma benzemiyor. Zira her iki parti sefil çıkarlar için diğerine muhtaçtır.

Bir ABD projesi olarak kurulan AKP ile 16 yıllık stepnesi MHP’nin “yerli/milli” söyleminin mahiyeti daha da belirginleşti: Dinci faşist zihniyetin başını çeken T. Erdoğan’la müritleri onuru ve emeği için direnen işçilerden nefret ederken, çete reisleriyle, katillerle, tecavüzcülerle “ruh ikizi” olduklarını bir kez daha ispatladılar.

Vurgulamak gerekiyor ki, onurlu işçi ve emekçilerin “yerli/milli” sermaye iktidarının bu “katil sever/emek düşmanı”  karakterini göz önünde bulundurarak hareket etmeleri büyük bir önem taşıyor…