27 Nisan 2018
Sayı: KB 2018/17

Aslolan devrimci sınıf mücadelesini büyütmektir!
Seçim oyunlarını sokağın gücü bozar!
Erken seçim ve düzenin siyasal krizi
Orman arazileri satışa çıkarılacak
Tutsak annesi: Çocuklarımıza insanca davranılmasını istiyoruz!
“Devrimci tutsakların sesi olmak zorundayız!”
“Bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diye...”
“Savaştan daha fazla insan ölüyor iş cinayetlerinde”
“İşimiz ve iş güvencemiz için 1 Mayıs’ta alanlardayız”
Genç işçilerde sınıfsal bakış ve kapitalizmin yaydığı ahlak üzerine...
Suriye’ye emperyalist saldırı güçler dengesini değiştirmeyecek
Blair’in anı defterinden Macron’a miras kalan yalanlar ve Suriye gerçeği
Avrupa Komisyonu Raporu ve AKP rejiminin çıkmazları
Fransa’da öfke dinmiyor, kavga kızışıyor
Küba seçimleri ve görev devri
Dünya işçi ve emekçi eylemlerinden…
Nafaka-sadaka ile süren bir hayat değil, özgür, eşit bir yaşam ve çalışma imkanı!
“1 Mayıs’ta da alanlarda, sahnede var olacağız!”
Onlar bölmek istiyorlar, bizler birleşiyoruz!
Fransa üniversitelerinde neler oluyor?
Emek olmayan yerde umut ölüyor
İhraç olan hayatlar
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Küba seçimleri ve görev devri

 

Küba’da geçtiğimiz Kasım ayında yapılan seçimlerde yerel meclis üyelerinin seçilmesinin ardından, 11 Mart tarihinde ulusal parlamento seçimleri gerçekleştirildi. Katılımın yaklaşık %78 olduğu seçimlerde, adayların %53’ünün kadın olması dikkat çekici temel bir olguydu. 11 Mart’taki seçimlerde yenilenmiş olan meclis ise 19 Nisan’da yeni devlet başkanını seçti.

Devlet başkanlığı görevini Küba Devrimi’nin lideri Fidel Castro’dan devralan Raul Castro, görevini Devlet Başkanı Yardımcısı Miguel Díaz-Canel’e devretti. 19 Nisan 2018 günü yapılan genel seçimde 605 vekille oluşan Ulusal Meclis; Meclis Başkanı, Devlet Konseyi ve Devlet Konseyi Başkanı’nı seçti. Devlet Başkanlığı görevine devrimden sonra doğmuş olan Miguel Díaz-Canel seçildi. Küba’da milletvekillerinin yüzde 87’si 1959’daki devrimden sonra doğmuş olan kuşaktan oluşuyor.

Küba, bugüne kadar, devrime emek vermiş ve öncülük etmiş bir kuşağın önderliğinde yönetiliyordu. Tartışmasız olarak 20. yüzyılın devlerinden biri kabul edilen ve devrimin ölümsüz önderi olan Fidel Castro, 1976’dan 2008’e kadar ülkenin devlet başkanlığı görevini üstlenmişti. 2008’den bugüne kadar ise, Fidel’den sonra iki dönem devlet başkanlığı görevini Raul Castro sürdürdü. Fidel’in devlet başkanlığı süresince ABD başta olmak üzere tüm emperyalistler, Fidel’i “diktatörlük”le itham edip, onun üzerinden devrime saldırıyorlardı. Raul’ün Fidel’in görevini devralmasıyla birlikte devrime saldırmanın argümanı “Ülkeyi Castro hanedanı yönetiyor” biçiminde değişmişti. Emperyalizmin bu propagandasına liberal soldan bile destek gelmiş, “özgürlük ve demokrasi” hayranı bu liberaller takımı da “hanedanlık” şarkılarına eşlik etmişlerdi.

Castro hanedanlığı üzerine konuşmayı pek sevenler, Raul’un Fidel’in kardeşi olduğu için değil, Küba’daki seçim sisteminin doğal sonucunun yanı sıra devrimin gerçek önderi olduğu için seçildiğini görmezden geliyorlardı. Küba halkının, devrim öncesi Havana’da yeraltı örgütlenmesi içinde olan, Moncada Kışlası baskınına katılan, Küba Devrimi’ni örgütlemek için Granma yatıyla Küba’ya giriş yapan, Sierra Maestra dağlarında savaşan, “sosyalizmin” kuruluşuna önderlik eden, devrim sonrasında da Küba’nın en zor süreçlerinde devrimci mücadelenin en ön safında olan Raul’u seçmesi kadar doğal ne olabilirdi ki?

Şimdi aynı emperyalistler ve gericiler tayfası, bu kez de yeni başkan üzerinden Küba’ya saldırmaktadırlar. Devlet başkanlığına Miguel Mario Díaz-Canel Bermudez’in seçilmesinin ardından, emperyalizmin bilinen klişe yorumu, “gerçek iktidarın bundan sonra da Raul Castro’da olacağı” iddiasında ortaklaştı. Emperyalist cephe, Díaz-Canel’in “kapalı bir kutu” olduğu, “demokratik olmayan” seçim sistemiyle seçildiği, “Küba’da diktatörlüğün devam ettiği” vb. argümanlarla Küba’yı karalama kampanyası sürdürüyor. Fakat öte taraftan da Castro’lar döneminin kapandığını söylemekte, Díaz-Canel ile birlikte “Küba değişecek” diye de heveslenmektedirler. Küba’nın bundan sonraki akıbetinden bağımsız olarak, bugüne kadar birçok heves emperyalistlerin kursağında kaldı. Fidel, “adayı batırırız ama emperyalistlere teslim etmeyiz” demişti. Dediği gibi, tüm zaaflarına, zayıflıklarına, güçlüklerine ve kapitalist restorasyona kapı açan girişimlere rağmen Küba bugüne kadar emperyalizme teslim olmadı.

Yeni devlet başkanı: “Devrim devam edecek”

2008’den beri başkan olan Raul Castro, 2013’te ikinci dönem seçildiğinde “bu son” demişti. Zira 2012’de kendisini de kapsayan biçimde tüm kamu görevlilerinin görev sürelerini iki dönemle sınırlayan bir yasa meclisten geçmişti.

Castro bu yasaya uygun olarak adaylığını koymadı. Küba’da Raul Castro’nun yeniden aday olmadığı devlet başkanlığına, aday gösterilen Miguel Díaz-Canel seçildi. Raul Castro ise Komünist Parti liderliğini bir sonraki kongrenin yapılacağı 2021’e kadar sürdürecek.

Milletvekillerinin yüzde 99,83’ünün oyunu aldığı açıklanan 58 yaşındaki Díaz-Canel, ülkenin kurucu kadroları içinde yer almayan ve 1959’daki devrimden sonra doğan bir lider. Fidel’i kendisine idol olarak seçtiği söylenen ve devrimden sonraki kuşağın ilk önemli liderlerinden biri kabul edilen Miguel Díaz-Canel’in bu göreve gelebilmesi için birçok süreci geride bıraktığı belirtiliyor. 20’li yaşlarından beri Komünist Parti içinde görev yapan Díaz-Canel, Komünist Parti gençlik örgütünde de önemli görevler omuzladı. 1997’de Küba Komünist Partisi’nin Politbürosu’na seçildiğinde, o güne dek bu göreve seçilmiş en genç kişiydi. Santa Clara’daki Merkez Las Villas Üniversitesi’nde elektronik mühendisliği eğitimi alan Díaz-Canel, silahlı kuvvetlerde görev yaptıktan sonra kendi üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2013 yılında da Raul Castro tarafından devlet başkan yardımcılığına getirilmişti.

Ulusal Meclis’te seçim sonucu açıklanırken coşkulu alkışlar içinde kürsüye çıkarak yemin eden Díaz-Canel, Küba Devrimi’ni devam ettirme sözü verdi. Küba’nın yeni lideri, aldığı yetkinin Küba Devrimi’ni sürdürmek anlamına geldiğini, ülkenin dış politikasının değişmeyeceğini ve ilkeler konusunda müzakereye girilmeyeceğini, ama kendilerine eşit davranan herkesle diyaloğa her zaman hazır olacaklarını söyledi. Raul Castro tarafından “ideolojik sağlamlığıyla” övülen Díaz-Canel’in bayrağı devralması, ABD’nin hezimete uğratıldığı 1961’deki Domuzlar Körfezi çıkarmasının yıldönümünde gerçekleşti. Gerek bundan dolayı gerekse de 60 yılın ardında soyadı Castro olmayan birinin koltuğa oturması, bu seçimlere tarihsel değerde önemler atfedilmesine vesile edildi.

Castro’lar sonrası ne olabilir ya da yeni bir dönem mi?

En çok dillendirilen ve merak edilen sorulardan biridir bu. Castro’lardan sonra Küba’nın ne olacağı ve gelişmesini ne yönde sürdüreceği merakının yanı sıra, Küba’nın emperyalist kapitalist düzene entegre olarak değerlerini terk etmek durumunda kalacağı beklentisiyle, ellerini ovuşturarak beklemektedir dünya gericiliği. Raul’un başlattığı reform hamlelerini sürdüreceğine kesin gözüyle bakılan Canel’in izleyeceği politikalar, söz konusu umudu büyüten temel etkenlerden biridir.

Bilindiği üzere Küba’nın karşı karşıya bulunduğu sayısız güçlükler, açmazlar, zayıflıklar ve sorunların bir sonucu olarak, Raul Castro tarafından ekonomik, politik ve sosyal alanları içeren kapsamlı reformlara gidilmişti. Gündeme getirilmek zorunda kalınan bu reformlarla, Küba’nın kapitalizme geri döneceği yorumları yapılmıştı. Kâr yapmayan devlet işletmelerinin bazılarının kapatılması, yabancı yatırıma alan açılması, bazı sektörlerde özel ve kooperatif işletmelere izin verilmesi, cep telefonları, bilgisayarlar ve ev aletleri gibi tüketim mallarının satışı üzerindeki sınırlamaların kaldırılması, ev ve araba satışında özel alım-satıma alan açılması, tarım sektöründe ve ücret sistemlerinde özel üretimi güçlendirecek bazı değişikliklere gidilmesi vb. gibi adımlar, sosyalist ekonominin artık devam ettirilemeyeceği ve dolayısıyla adım adım kapitalizme geçişin zorunlu hale geleceği, söz konusu yorumlara nesnel bir zemin sunmaktaydı.

Bunların yanı sıra, 2014 yılında Obama döneminde ABD ile karşılıklı diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması, karşılıklı elçiliklerin açılması ve bir dizi anlaşmanın imzalanmış olması, kaygıları büyüten öteki adımlardı. Trump’ın göreve gelir gelmez anlaşmaların bir kısmını iptal ettiği bilinse de ABD ile ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceği önemli konu başlıklarından biridir.

Küba yönetimi yapmak zorunda kaldığı reformlar için yaptığı, “Hiç kuşkusuz, Fidel ve Raul’un rehberliğinde ve Parti’nin önderliği altında birleşmiş bir halk tarafından desteklenen ve savunulan, daha mükemmelleştirilebilir bir sosyalizm söz konusu olacağından, emperyalist felaket tellallarının uzun zamandır özlemini çektikleri türden ‘stratejik’ değişiklikler meydana gelmeyecektir” açıklamasıyla, sosyalist ekonominin mükemmelleşeceğini iddia etmişti.

Raul Castro sonrası devlet başkanlığı görevini üstlenen Miguel Díaz-Canel’in bu reformları hangi yönde ve nasıl devam ettireceği, hangi politikaları izleyeceği, Küba’nın geleceği açısından belirleyici önemde olacak.


 
§