6 Nisan 2018
Sayı: KB 2018/14

Sömürüye, savaşa, baskı ve gericiliğe karşı mücadele çağrısı: 1 Mayıs!
Pazarlık, icazet, kabadayılık, işgal!
Efrîn’de ilhak süreci devam ediyor
Basını tek tipleştirme saldırısı emekçilere karşıdır
Erdoğan’ın Gezi sendromu sürüyor
Gericilik sağlığa zararlıdır!
Sendikalar cephesinden 1 Mayıs hazırlıkları
İşsiz kalan taşeron işçilerinden eylemli tepkiler
Artık yeter, ölmek istemiyoruz!
Tekstil sektöründe çocuk işçilik ve sermayenin ikiyüzlülüğü
Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu - IV - H. Fırat
“Diplomasi savaşı”ndan yeni bir emperyalist paylaşım savaşına
“Ajan zehirleme” krizi ve sermaye devleti
Dünyada en fazla silah üreten ve satan Almanya’da silahlanmaya karşı Paskalya yürüyüşleri
Gestapo’nun hortlayan ruhu ve bir hukuk rezaleti
Dinsel gericilik toplumsal yaşamın her alanını kuşatıyor…
“Bu böyle gitmez, sömürü devam etmez! Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde…”
Sermayenin “sanatçı”ları
Engelli pazarı
Umut işçide
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Engelli pazarı

 

İŞ-KUR’a gitmek için Şirinevler Meydan’da buluşmuşlardı. İkisi de 20’li yaşlarda idi. İŞ-KUR Bahçelievler Şubesi’ne doğru giderken sohbet ediyorlardı. Aslında birbirlerine zıt karakterli iki kadın idiler. Birinin henüz 3 yaşında çocuğu vardı. Senem, çocuk yaşta evlendirilmişti. Yıllarca kayınbabaya bakmıştı. Onun küfürlerine de, “zararsız” denilen sözlü tacizlerine de katlanmıştı mecburiyetten. Şimdi kayınbaba vefat etmişti ve Senem gizleyemediği bir mutluluk içindeydi. “Bir insanın ölmesine sevinmek kötü bir şey biliyorum ama napayım, kurtuldum eziyetten” diyordu arkadaşına. Çocuğa ablası bakacak, o da zar zor ikna ettiği eşinin izin verebileceği bir işte çalışacaktı. İşi zordu. Önce iş bulması ardından da eşine kabul ettirmesi gerekiyordu. Aslı ise sağlık sorunları nedeniyle üniversite hayalleri boşa düşmüş bir engelli kadındı. Engelli maaşı olarak verilen para hiçbir işine yaramıyordu. Hatta kendisine külfet bile oluyordu. “Engelli dostu” devletin kendisine lütfettiği aylık 400 TL gibi bir parayı alabilmek için gerekli prosedürleri yerine getirmişti. Ama bunun için ikametgahını alakasız, uzak bir ilçeye almak zorunda kalmıştı. Babasının geçinmelerine yetmeyen emeklilik maaşı yüzünden devlet kendisine engelli maaşı bağlamıyordu. O da bir öğrenci evine aldırmıştı adresini. Gel gör ki, ilaç yazdırmak için İstanbul’u bir baştan bir başa dolaşması gerekiyordu.

Senem’le Aslı’yı birleştiren ortak nokta iş arayan iki işsiz olmalarıydı. Bir tekstil atölyesinde yevmiyeci olarak çalışırken tanışmışlardı. Ortak amaçları olan sigortalı bir işe girmek, onları yakınlaştırmıştı. Bir haftadır tanıdıkların yönlendirdiği fabrikaları, atölyeleri dolaşmışlardı. Servis dolu, engelli kadroları dolu, üretimde ihtiyaç yoktu vb. nedenlerle geri çevrilmişlerdi. Buldukları işler de yok değildi. Servisi olmayan atölyelerdi iş buldukları yerler. Senem’e kalsa hemen başlayacaktı ama eşi yanaşmıyordu. Aslı bir keresinde “maaşı eşine vereceksen neden çalışacaksın ki?” diye sormuştu. Senem çalışmayı, evin dört duvarının arasından çıkış, bir nevi kaçış olarak gördüğü için istiyordu. Arada yevmiyeye gidiyordu ama o da ayda yılda birkaç defa... Geçim derdinin ağırlaşması ve kayınbabanın vefatı çalışmasının önünü açmıştı. Çocuğundan uzak kalacağı için üzülmüyor değildi ama özgürlük özlemi evlat özleminden ağır basıyordu şu an. Aslı ona fabrikalarda kreşlerin olması gerektiğini anlatan bir broşür okuduğunu söylediğinde gözleri büyümüştü adeta. O zaman her şey istediği gibi olabilirdi. Çocuğu, minik Buse’si kendisinden uzak olmaz ve akranları ile birlikte oyun oynayabilirdi. Ama öğrendi ki, kreş-mreş yoktu. Patronlar cüzi bir miktarla kreş açma yükümlülüğünden kurtuluyorlardı.

Aslı ise sigortalı bir işe girdiğinde maaşı otomatik olarak kesilecekti. Ama o engelli maaşını çoktan gözden çıkarmıştı. Zaten engelli maaşı bağlandığından beri muayene parası ödüyordu eczanede. İlçeler arası yolculuk da cabası. Arada yevmiyeci olarak çalışıp harçlık çıkarıyordu kendisine. Sigortalı bir işe girecekti, kafasına koymuştu ancak sağlığına güvenemiyordu. Doktoru “çalışabilirsin” demişti ama ardından eklemişti; “gerekirse istirahat yazarım.” Bu demekti ki, sağlığı kötüye gidebilir. Hem sürekli rapor alan bir işçiyi atmazlar mıydı? Başına gelmemiş değildi. Üst üste rapor almak zorunda kaldığında bir hafta boyunca formenin mobbingine maruz kalmış, başında beklenmesini hazmedemeyip işten çıkmıştı. Yine de şansını deneyecekti. Kendisini “işe yaramaz” hissetmekten bıkmıştı. Öte yandan kalp hastası babasının açlık sınırındaki maaşını her ay toplayıp çıkarıp bölmesine dayanamıyordu artık. Senem’e diyordu ama o da maaşını babasının eline sayacaktı. Aradaki tek fark; birinin zorunlu diğerinin ise tamamen gönüllü olarak bunu yapacak olması idi.

İster zorunluluktan ister gönüllü olarak yapacak olsunlar, ikisinin de emeği evde ek gelir olarak görülüyordu. Aslı’nın babası hasta kızının çalışmasını istemiyordu fakat kredi borcunun bitmesine az kalmıştı. Evde lise çağında bir çocuğu daha vardı. Onu okutabilirse en azından biri kendisini kurtarmış olurdu. Ablasına da el uzatırdı zamanı geldiğinde. Eğer ki Aslı dişini altı ay sıkabilirse rahata ereceklerdi. Sonra kızını çalıştırmamaya kararlıydı. Senem’in eşi de artık “karı dırdırı” dediği şikayetlerden sıkılmıştı. Biraz hevesini alır, elalemin bağırıp çağırmasına dayanamaz sonrasında da dizini kırıp evinde oturur, diye düşünüyordu. Bu arada bir araba alacak parayı da biriktirebilirdi.

Herkesin hesabı başkaydı. Hesaplar havalarda uçuşuyordu ama kadınlar iş bulamıyordu. Artık form doldurmanın ustası olmuşlardı. Dikkat çekebileceğini düşündükleri her şeyi yazıyorlardı. Özellikle “eklemek istediğiniz hususlar” bölümünde adeta edebiyat parçalıyorlardı. “Buradan emekli olmak istiyorum” yazmıştı bir keresinde Aslı. Senem ise şirkete yağ çekerek “Sizinle çalışmayı çok isterim” diye yazmıştı. Ama nafile idi. Arayan yoktu. Son gittikleri yerde kendileri ile konuşan patron vekili kadınlara akıl vermişti. İŞ-KUR’dan işçi alıyorlardı. Anlaşmalarının olduğunu, iş başı eğitim programları ile işçi aldıklarını anlatmıştı. Aslı’ya da her Çarşamba günü İŞ-KUR’da engelli işçi görüşmelerinin olduğunu söylemişti. Zorunlu engelli kadrosunda çalışacak işçileri de İŞ-KUR’dan temin ediyorlardı.

İşte bir Çarşamba günü iki kadın İŞ-KUR’un kapısında idiler. Giriş bölümüne asılmış ilanları inceleyerek içeri girdiler. “Şoför aranıyor”, “Depoda çalışacak 25-30 yaş arası erkek eleman aranıyor” yazıları onlara hitap etmiyordu. İçeri girdiklerinde boğuk bir hava yüzlerine çarptı. Aslı hayretle etrafına baktı. Çeşit çeşit engeli olan insan kalabalığı ile karşılaşmıştı. Bastonuna dayanarak duvarın köşesinde bekleyeninden sırtında kamburu ile bir köşeye ilişmeye çalışanına kadar engelli insanlar her yerdeydiler. Çoğunluğu da erkekti. Kadınlar bir elin beş parmağını geçmezdi. Sıra numarası alarak bir görevliyle görüştü. Kendisine arkada bulunan kabinleri gösteren görevli, “Saat 10 ‘da görüşmeler başlayacak. Her kabinde bir şirket temsilcisi var. Onlar seçecek” demişti. Aslı’nın ekşiyen yüzünü görünce de sırıtarak devam etmişti: “Tabi siz de onları seçeceksiniz!” Aslı bu cevapla birlikte beyninden vurulmuşa döndü. Köle pazarı gibiydi. Kendisi üzerinden vergi indirimi sağlayacaklardı, buna rağmen kendisine diğer işçilerle aynı işi yaptırmaları yetmiyormuş gibi, raporlarını kafasına kakacaklardı. Sonra köprülerde pankartlar asılacaktı. Bir yılda bilmem kaç bin engelliye iş sağladık, diye böbürleneceklerdi. Gerçek ise köle pazarını andıran engelli pazarı idi. “Sen gel, sen gelme!” diyeceklerdi. Cevap vermeden kalktı. Senem’in yanına gitti. Onun görüştüğü görevli de Senem’e uygun olabilecek üç şirket adı veriyordu. Bir de tavsiyesi vardı: “İŞ-KUR sayfamızı takip edin. Şirketleri arayıp İŞ-KUR’un iş başı eğitim programı ile iş başı yapabilirim deyin, tercih ediyorlar.” Senem tam “tamam” demişti ki, Aslı atıldı. “İş başı eğitim programında sigorta yapılıyor mu?” diye sordu. “Hayır” dedi görevli ve ekledi. “Sadece sağlık sigortası. Prim ödenmiyor.” Aslı ağzının içinden mırıldandı: “neden tercih etmedikleri belli....” Senem ayağa kalktı. Görevli mahcup bir edayla kadınlara doğru eğilerek fısıldadı: “İş başı eğitim programının sonunda işe alıp almayacakları da belli değil. Siz en iyisi tavsiyemi unutun.” Teşekkür ettiler ve kapıya doğru yöneldiler. Aslı kabinlere girmek istememişti. Saat tam 10.00’u gösteriyordu ve engelli görüşmelerinin başladığı haberi verildi. Kalabalık haraketlendi. İtişip kakışmalar ve kabine önce girmek için muazzam bir yarış başladı.

Kadınlar kendilerini dışarı zor attılar. Aslı ceplerini yokladı gizlice, ardından Senem’e döndü ve sordu: “Çay içelim mi?”

Küçükçekmece’den bir sınıf devrimcisi

 
§