6 Nisan 2018
Sayı: KB 2018/14

Sömürüye, savaşa, baskı ve gericiliğe karşı mücadele çağrısı: 1 Mayıs!
Pazarlık, icazet, kabadayılık, işgal!
Efrîn’de ilhak süreci devam ediyor
Basını tek tipleştirme saldırısı emekçilere karşıdır
Erdoğan’ın Gezi sendromu sürüyor
Gericilik sağlığa zararlıdır!
Sendikalar cephesinden 1 Mayıs hazırlıkları
İşsiz kalan taşeron işçilerinden eylemli tepkiler
Artık yeter, ölmek istemiyoruz!
Tekstil sektöründe çocuk işçilik ve sermayenin ikiyüzlülüğü
Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu - IV - H. Fırat
“Diplomasi savaşı”ndan yeni bir emperyalist paylaşım savaşına
“Ajan zehirleme” krizi ve sermaye devleti
Dünyada en fazla silah üreten ve satan Almanya’da silahlanmaya karşı Paskalya yürüyüşleri
Gestapo’nun hortlayan ruhu ve bir hukuk rezaleti
Dinsel gericilik toplumsal yaşamın her alanını kuşatıyor…
“Bu böyle gitmez, sömürü devam etmez! Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde…”
Sermayenin “sanatçı”ları
Engelli pazarı
Umut işçide
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gericilik sağlığa zararlıdır!

 

AKP dönemiyle birlikte artan dinsel gericiliğin toplumsal yaşama müdahaleleri her alanda görülüyor. Toplumu Ortaçağ karanlığına geri döndürme hamlelerine her geçen gün yeni bir halka ekleniyor. Bunun sağlık alanına etkisi ise oldukça vahim sonuçlar üreteceğinden dolayı ayrı bir önem taşımaktadır. Son dönemde artan bir şekilde karşımıza çıkan aşı karşıtlığı ve hacamatçıların sağlık sistemine dâhil edilmesi ise gericiliğin tıp alanındaki iz düşümleridir.

2011’de 183 olan aşı karşıtı aile sayısının 2017 yılında 23 bine ulaşması bilime olan düşmanlık üzerinden gericiliğin geldiği boyutu gözler önüne sermektedir. Reddedilen aşılar arasında kızamık, kızamıkçık, kabakulak, difteri, boğmaca, çocuk felci, menenjit aşıları da bulunuyor.

Geçmişten bugüne dünyanın çeşitli yerlerinde aşı karşıtları olmuştur. Daha çok batıl inançlarla, bilime duyulan düşmanlığın bir yansıması olarak görülen aşı karşıtlığını, “insan vücudunun bütünlüğüne saygı”, “kişisel özgürlük” meselesi olarak ifade eden ya da kimi maddelerin neden olduğu hastalıklarla gerekçelendirenler de vardır. Bu aşı karşıtları aşının içeriğinde cıvalı ya da alüminyumlu katkı maddeleri olduğu ve bunların otizm gibi hastalıklara neden olduğunu iddia etmektedirler. Oysa bu katkı maddeleri aşıların bozulmadan saklanabilmesi ya da etkinliğinin arttırılabilmesi için aşılara eklenen maddelerdir ve tolere edilebilir miktarlardadır. Bunların otizme neden olduğuna dair bilimsel hiçbir veri yoktur. Bu savı 1998’de ortaya atanlardan biri olan Britanyalı “Doktor” Andrew Wakefield’in bir şarlatan olduğu açığa çıkmıştır. Wakefield’in, otistik çocukların aşı firmalarını dava etmiş olan avukatları ile para ilişkisi içinde olduğu açığa çıkınca, İngiliz Tıp Konseyi 2010 yılında Wakefield’i etik dışı araştırma ve yalan yayın yapma dahil, 18 ayrı başlıkta suçlu bulmuş, hekimlik yetkisini iptal etmiştir.

Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı verilerine göre, aşıyı reddedenlerin oranı aşının içeriğine güvenmediği için % 23, dini sebeplerle % 17 ve basında yer alan olumsuz haberlerin yarattığı etki ile % 4 oranındadır. Özellikle AKP döneminde kendilerine alan bulan dinsel gericiliğin toplumun genelini hedefleyen uygulamaları, modern yaşam üzerinden çarpıtılmış tepkilerle ve bilime yönelik düşmanlıkla birleşince, aşının gerekliliğini kavrama noktasında ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Bunların arasında aşıya “üretiminde domuzlardan faydalanıldığı” için karşı çıkanların ya da “Aşılar çocukları domuzlaştırıyor ve maymunlaştırıyor” diyenlere kanıp “alternatif tıp” savunucularına inananların oranının hiç de az olmadığını eklemek gerek.

Öncelikle belirtmek gerekir ki aşı, bir halk sağlığı sorunudur. Temel bir koruyucu sağlık hizmetidir. Bu nedenle toplum sağlığı için koruyucu bir önlem olarak zorunlu olmalı, herkes kolay ve ücretsiz bir şekilde ulaşabilmelidir. Aşı, insanlığın ilerleyişinde elde edilen en önemli bilimsel başarılardan biridir. Aşılanmayla geçmişte yaşanan kitlesel ölümlere çözümler üretilmiştir. Zira, aşılamanın kişisel korunma sağlaması yanında esas önemli etkisi toplum genelinde bağışıklığı arttırmasıdır. Böylelikle zaman içinde salgın hastalıklar, çiçek ve çocuk felcinde olduğu gibi yok edilebilmektedir. Geçmişte milyonlarca insanın ölümüne neden olan çiçek hastalığı, aşılama sayesinde Türkiye’de 1957 yılından, dünyada ise 1977 yılından itibaren görülmemektedir. 1980’lerden itibaren aşısı da artık yapılmamaktadır. Yine aşılama sayesinde çocuk felci 1998’den beri Türkiye’de görülmemektedir. Dünyada ise geçmişte günde 300.000 – 400.000 çocuk felci vakası bildirilirken, bugün bu rakam birkaç vakaya düşmüştür. Difteri de aşılama sayesinde son 14 yılda sadece 1 vakada görülmüştür. Yeni doğan bebeğin ölümüne yol açan yeni doğan tetanosu ortadan kalkarken, çocukluk çağı tüberkülozu da önemli ölçüde kontrol altına alınmıştır.

Tüm bu örnekler aşılamanın toplum sağlığı açısından ne denli zaruri bir önlem olduğunu özetlemektedir. Ancak aşılamanın bu olumlu etkileri gösterebilmesi, salgınları önleyebilmesi için toplumun % 90’ının aşılanması gerekir. Bu nedenle aşı olup olmama kararı bir tercih değil, toplum sağlığının gerektirdiği bir zaruriyettir. Eğer bu konuda yeterli aşılama oranı yakalanamazsa hastalık riskleri de artmış olur. Örneğin Avrupa’da aşı karşıtlarının neden olduğu tartışmalar sonucu yaşanan bir zafiyet 2011’de başlayıp, 2013’te maksimum etkisini gösteren bir kızamık salgınına neden olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise, kızamık salgını sonucu ilaç tekellerinin ne kadar kazandığı olmalıdır.

Türkiye’de aşılama sayesinde kızamık hastalığının yılda sadece 4 ila 7 kişide görülme düzeyi son 15 yıldır değişmekte, az olan kızamık vakalarında artış görülmektedir. Resmi verilere göre 2017 yılında 85 çocukta kızamık vakası görülürken, 2018’in sadece ilk üç ayında kızamık vaka sayısı 44’e ulaşmıştır. Uzmanlar, aşı reddi 50 binleri bulursa Türkiye’de de kızamık salgınının meydana gelebileceğini belirtmektedir. Ve bir salgın meydana gelirse geçmiş veriler ışığında, her kızamık geçiren 1000 çocuğun 100’ü hastaneye yatacak, bu çocukların yaklaşık 20’si ölecek, 30’unda ise beyin hasarı meydana gelecektir.

Bu risk diğer hastalıklar için de geçerlidir. Hâlihazırda Türkiye’de uygulanan aşı takvimi ile çocuklar 13 hastalığa karşı bebekliklerinden itibaren korunabilmektedir. Konunun önemini vurgulamak açısından; örneğin aşılama bir anda durdurulursa, bir süre sonra 13 tane aşıyla korunduğumuz hastalıklar tekrar artacak ve buna bağlı her yıl 14.296 çocuk ölecektir.

Konu bu denli önemliyken, Türkiye’de aşı karşıtlığı tamamen bilim dışı saiklerle giderek artmakta, sermaye devleti de buna çanak tutmaktadır. Örneğin Uşak ve Mersin’de iki ailenin çocuklarını aşılatmak istememeleri ile açılan davalarda 2015 ve 2016 yıllarında Anayasa Mahkemesi, aşı uygulamasını vücut bütünlüğünün bozulmasına neden olacak müdahale olarak görüp, aşıyı zorunlu tutan bir mevzuat olmadığı için ailelerin aşıyı reddetme haklarının bulunduğuna hükmetmiştir. Sağlık Bakanlığı’nın ise aşıyı zorunlu tutan bir mevzuat çalışması halen yoktur.

Sağlık alanındaki özelleştirme politikalarının sonucu olarak devlet, koruyucu sağlık hizmetlerinden giderek uzaklaşmaktadır. Bu konuda üzerine düşen hizmeti, eğitimi, denetimi ya da gerekli mevzuat çıkarma görevlerini yapmamaktadır. Sağlık Bakanlığı, TTB gibi kurumların uyarı ve başvurularına ise kulak tıkamaktadırlar. Aksine, tamamen bilim dışı bir şekilde tartışılan aşı karşıtlığına ya da alternatif tıp adı altında hacamatçıların çağdışı uygulamalarına destek vermekte, önlerini açmaktadır. Sağlığın piyasalaştırılması ve gericileştirilmesi bir bütün olarak toplum sağlığını tehdit etmektedir. Oysa tüm sağlık hizmetlerinin bilimsel, nitelikli ve ücretsiz bir şekilde toplumun hizmetine sunulması gerekmektedir.


 
§