9 Mart 2018
Sayı: KB 2018/10

Emperyalistler ve işbirlikçileri yenilecek, direnen halklar kazanacak!
Ekonomide sahte rekorlar ve gerçekler
Sağlıkta neo-liberal programların çöküşü
“Tarım politikalarıyla şeker fabrikaları zarar ettirildi”
Efrîn’de “ateşkes” boyunca 33 sivil katledildi
İşçi ve emekçiye reva görülen yoksulluk
“İşimizi geri alacağız!”
Performans sistemine karşı Eğitim Sen’den kampanya
Devletten çocuk işçilikle mücadele yalanı!
‘Türkiye’de Kadınlar ve Kadın Emeği’ raporu
Burjuva toplumu ve burjuva kadın hareketi - H. Fırat
Sınıf devrimcilerinden 8 Mart etkinlikleri
Ekim Devrimi’nin 100. yılında Kollontay’ı okurken…/ 7
Siyasal süreç ve gençlik mücadelesi
Büyüyen küresel ‘‘ticaret savaşları”
Avrupa’da ırkçı-faşist tırmanış!
Körfez şeyhleri “Hizbullah’ın şifreleri”ni çözebilir mi?
Nükleer rekabet ve savaş tehdidi
Gazi Direnişi 23. yılında
Kiralık senaryolu “Freiheit” filmi üzerine
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekonomide sahte rekorlar ve gerçekler

 

2017 yılı “Türkiye ekonomisi” için sözde “refah” yılı oldu. Kapitalistler rekor kârlar açıkladılar. İhracat rekorları kırıldı, banka kârları katlandı, vb...

Patronlar bu sözde “parlak tablo”yla övünürken, bunun işçilere yansıması yine sefalet oldu. 2018 yılı asgari ücretine yüzde 14 oranında zam yapıldı. Bu zam açlık sınırını geçemedi. MESS toplu sözleşmesinde de sözde “büyük zam” elde edildi. Ama üretimde kırdıkları rekordan işçilere kalan pay kırıntı düzeyinde kaldı. Bu zam oranları belli başlı işkollarına da yansıdı.

Ortada işçi sınıfı açısından “parlak tablo”, “huzurlu, istikrarlı, güvenli, büyük Türkiye” yoktur. İşçiler sefalete sürüklenirken, onların sırtından kazanan sermaye büyümüştür.

Ekonomide sahte rekorlar ve ‘OHAL büyümesi’

İşçilerin gündelik sorunlarına doğrudan yansıyan ülkedeki OHAL, devlet terörü ve baskılar, Türkiye kapitalizminin 2017 yılı “ekonomik büyüme”sinde belirleyici olmuştur. TÜİK’in açıkladığı milli gelirin dağılımı, patronların işçi sınıfını nasıl sömürdüğünü göstermektedir. Şişirilmiş büyümenin gerçekleştiği 2017 yılı 3. çeyreğinde, bir önceki yıla kıyasla işgücü ödemelerinin payı yüzde 32.7’ye, sabit sermaye tüketiminin payı 15.8’e düşerken, net işletme artığı/karma gelir yüzde 52.2’ye çıkmıştır. Yani işçilerin milli gelirden aldığı pay düşmüş, patronların payı artmıştır.

Ayrıca ekonomik büyümenin teknik gelişmeye eşlik etmediği, işçi sınıfının daha fazla sömürülerek ekonominin büyüdüğü görülmektedir. Buna paralel bir diğer gösterge, imalat sanayi kapasite kullanım oranlarındaki artıştır. 2017 yılı kapasite kullanım oranları, 2008 krizi öncesindeki döneme kadar çıkmış, son 9 yılın rekoru kırılmıştır. İşsizliğin düşmediği de göz önünde bulundurulduğunda tablo açıktır: Patron sınıfının ve demir yumruğu Erdoğan’ın iddia ettiği gibi bir “istihdam seferberliği” gerçekleşmemiş, işçiler patronlarının kârları için seferber edilmiştir.

Özetle, OHAL koşullarında geçen 2017 yılında katlanan kârlar, işçilerin daha fazla sömürülmesiyle sağlanmıştır. Ağırlaşan sömürünün güvencesi de OHAL rejimidir. İşçilerin gasp edilen haklarını almak için attığı en ufak bir adım, patronların ve AKP iktidarının baskısıyla yüzyüze kalmaktadır. Zam isteyen işçi, işten atma tehdidiyle karşılaşmaktadır.

Bunların yanı sıra kapitalist patronlar, AKP iktidarının son düzenlemeleriyle elini daha da güçlendirmiştir. Kiralık işçilik uygulaması, patronun işçiyi işten atmakla tehdit etmesinin önünü daha fazla açmıştır. Arabuluculuk düzenlemesi, işçilerin zahmetli de olsa hukuki süreçlerden elde ettikleri ufak haklarının gasp edilmesinin yolunu düzlemiştir. Arabulucular patronların mağdur olmasını engelleme hizmeti görmektedir. Taşeronluk sözde kamuda kalkmış, ülke genelinde on binlerce taşeron işçisi işsizlik tehdidiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Grev yasaklarıyla, “İşçilerin hakkını arama gibi bir ‘lüksü’ yok, ne veriyorsak ona şükredecekler” denilmektedir.

Dışa bağımlılığın derinleştirdiği sorunlar

Türkiye kapitalizminin yabancı sermayeye bağımlılığının en açık göstergesi, 2008 krizi olmuştur. Özellikle ABD ve AB kaynaklı sermayenin ülkeye aktığı kriz öncesi dönemde, hem kısa vadeli sıcak para girişi hem de doğrudan yatırımlar Türkiye kapitalizmini rahatlatmıştır. Bu dönemde ekonomik büyüme görüntüsü krize açık yapının örtüsü olmuştur. Bu, hiç de “yerli ve milli” AKP politikaları ile olmamış, aksine emperyalistlere tam uşaklıkla elde edilmiştir. 2008 krizi ile yabancı sermaye musluğu kesildiğinde, ülke ekonomisi de çöküşe sürüklenmiştir.

2017 yılında 2016 yılına göre yabancı doğrudan yatırımlar düşerken, “sıcak para” girişi dörde katlanmıştır. Krizden çıkışta “sıcak para” akışı etkili olmuş, bu tablo yabancı sermayeye bağımlılığı bir kez daha ortaya sermiştir. Doğrudan yatırımlardaki düşüş, ülke ekonomisinin yeni bir çöküşe sürüklenebileceğinin sinyalini vermektedir.

Dışa bağımlılığın bir diğer göstergesi dış borçlardır. Özel sektörün kısa ve uzun vadeli dış kredi borçlarında artış yaşanmış, kısa vadeli borçlar katlanmıştır. 2017 Aralık ayında özel sektörün dış kredi borcu 240 milyar dolara ulaşmıştır. Bunun 70 milyarının bir yıl içerisinde geri ödenmesi gerekmektedir. “Mega projeler” kamu bankalarının da dış borçlarını arttırmıştır. Kamu bankalarının dış borçları 2013 yılından bu yana büyük artış göstermiş, artış miktarı özel bankaları geçmiştir.

2017 yılı ödemeler dengesi Türkiye kapitalizmindeki “parlak” tablonun geçici olduğuna işaret etmektedir. Cari açık 2016’ya kıyasla yüzde 45 artmıştır. Türkiye, “gelişmekte olan” ülkeler arasında en yüksek cari açığa sahip ülke olmuştur.

Türkiye kapitalizminin bu dışa bağımlılığı, krizlere alabildiğine açık olmasına neden olmaktadır. 2017’de gözlenen yabancı sermayenin çıkış eğilimi ve artan dış borçlar ekonomik çöküş tehdidini büyütmektedir. Bunun yaratacağı sorunları AKP şefleri de gayet iyi bilmektedir. AB ve ABD’deki efendileriyle son dönemde yoğunlaştırdıkları diplomasi trafiğinin esaslı bir yönü de budur. TÜSİAD ve MÜSİAD, 2017 yılında batılı emperyalistlerle yaşanan krizlerde AKP şeflerini “koruyor” görüntüsü vermeye çalışsalar da, “artık yabancı ortaklarımızla siyasi krizleri konuşmaktan, yatırımları ve ekonomiyi konuşamıyoruz, bu krizlere bir son vermeli” demektedirler. TÜSİAD, ABD kaynaklı doğrudan yatırımların 2008 öncesine göre düşük seviyede seyretmesi, AB kaynaklı girişlerin belli bir düzeyi geçememesi nedeniyle AKP’yi eleştirmektedir.

Büyük sermaye gruplarının 2017 yılı sonlarında yoğunlaşan bu uyarıları, Erdoğan AKP’sini emperyalist efendilerinin peşine düşürmüştür. İçeride ve dışarıdaki açmazlarla birlikte, ekonomik çöküş tehdidi uykularını kaçırmaktadır. Çünkü böyle bir çöküşün tetikleyeceği bir sosyal patlamadan korkmaktadırlar.

İşçi sınıfı ve emekçiler böyle bir çöküşü fırsata dönüştürmek için şimdiden hazırlıklarını yapmadıkları koşullarda, sermayenin demir yumruğu olarak hareket eden Erdoğan ve AKP’sinin çok daha azgın saldırıları ile yüz yüze kalacaklardır.

 
§