9 Şubat 2018
Sayı: KB 2018/06

İşçi-emekçi barikatlarını yükseltelim!
Kirli savaşın kiralık kalemşörleri
Sosyal demokrasinin sözde savaş karşıtlığı
“Yaşamdan, barıştan yana tutumumuzu sürdürüyoruz!”
Tabutluk hücrelere sağlıklı girip tabutta çıkmak
Hapisanelerde sürece yayılan katliam
Metal işçilerinin birliği ve mücadelesi kazanacak!
10 Şubat 2014, Greif: İşgal, Grev, Direniş!
Onursuzluk dayatmalarına ve sömürüye karşı direnişi ve mücadeleyi büyütelim
Ekim Devrimi, işçi sınıfı ve sınıf örgütleri
Kapitalist kriz, siyasal gericilik ve sınıf mücadeleleri
Emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı birleşik devrimci direniş!
Almanya’da metal TİS’lerinde anlaşma
Ekim Devrimi’nin 100. yılında Kollontay’ı okurken… / IV
Liseliler birliğe, mücadeleye!
Çocuk işçiliğin yasal hali: Çıraklık!
Yeni bir sendikal hareket için ileri!
“Birleşirsek tok, birleşmezsek yok oluruz!”
Greif İşgali işçi sınıfına yürünmesi gereken yolu gösteriyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekim Devrimi’nin 100. yılında Kollontay’ı okurken… / IV

Komünizm ve aile

Z. Kaya

 

Kollontay, Ekim Devrimi’nin hemen ardından yayınlanan Komünizm ve Aile adlı broşüründe işçi-emekçi kadınlara seslenir. Popüler bir dille, yalın bir biçimde yazılan bu broşürde sıradan emekçilere komünizm propagandası yapar. Kapitalist sistemde ailenin çözülmesi olgusunun izini sürer ve bu olguyu devrimle birlikte topyekûn değişen ekonomik sistemin etkisi ile ailenin nasıl ortadan kalkacağına ve “aile” kavramı altında gizlenen iki cinsin karşılıklı ilişkisine ve çocuk bakımına vardırır.

Dünden bugüne değişen “aile”

Broşüre “Komünist devlette aile korunacak mı? Aynen bugünkü gibi mi olacak?” soruları ile başlayan Kollontay, bu soruları “Kendimizden gerçeği saklamak için hiçbir neden yok: Eski günlerin normal ailesi, erkeğin her şey, kadınınsa hiçbir şey olduğu, kendi iradesi, kendine zamanı olmadığı için günden güne değişmekte, neredeyse geçmişe ait bir şey haline gelmekte” diye cevaplar. Değişmeden ve bozulmadan kalabilen ne bir gelenek ne bir politik örgüt ne de ahlak kurallarının var olabildiğini ifade ederek, ailenin de bu değişime tabi olduğunu tarihsel örneklerle açıklar. “Gününü doldurmuş geçmişin izlerinin yavaş yavaş aşıldığı ve kadınla erkek arasında yeni ilişkilerin yeşermekte olduğu gerçeği karşısında dehşete kapılmak için hiçbir sebep” olmadığını belirten Kollontay, işçi kadınlara kendilerine sadece şunu sormalarını salık verir: “Aile düzenimizde zamanı dolan nedir ve işçi kadın ve işçi erkeğin ve köylü kadın ve erkeğin karşılıklı ilişkilerin de her birinin hakları ve görevleri nelerdir ki, yeni işçilerin Rusya’sı olan bizim Sovyet Rusya’mızdaki hayat koşulları ile en iyi uyumu göstersinler?”

Burjuva düzenin çözülen “aile”si ve kadın

Burjuva düzende “aile” biçimini tarifleyen Kollontay, erkeğin aileye, ailenin ve özellikle kadının da çocuklara bakmasıyla oluşan tabloyu betimler. Ve aile geleneklerinin köklü bir biçimde değişimine en büyük katkının, ücretli emeğin kadınlar arasında evrensel olarak yayılması olduğunu belirtir. Artık bir işçi olan kadının belli başlı üç görevi olduğunu anlatır. “Kocası gibi bir sanayi veya ticari işletmede zorunlu çalışma saatlerini doldurmak, sonra yapabildiğince kendini ev işlerine adamak ve aynı zamanda çocuklarına bakmak.” Kollontay, kapitalizmin, kadının omuzlarına onu ezen bir yük oturttuğunu ve kadını ana ve ev kadını olarak kederini azaltmadan ücretli işçi yaptığını söyler.

Kadının ücretli emeğinin giderek yaygınlık kazanması ile çözülmenin daha da ileri gittiğini kaydederek “Karı ve kocanın fabrikanın farklı bölümlerinde çalıştıkları, kadının çocuklarına doğru dürüst bir öğün yemek bile hazırlayamadığı bir aile hayatı! Anne ve babanın 24 saatin çoğunu ağır emek harcayarak geçirdikleri, çocuklarıyla birkaç dakika bile geçiremedikleri bir aile hayatı!” diyerek işçi ve emekçilere bizzat kendi gerçekliklerini hatırlatır.

Ayrıca ulusun çıkarları ile kocanın çıkarlarının çatıştığını belirterek kapitalizm öncesinde aile içinde kadın ne kadar “hamarat”sa, o kadının daha çok çeşitli ürün (kumaş, deri, yün) yarattığını ve bu ürünlerin fazlasının en yakın pazarda satıldığını ve böylece ülkenin ekonomik zenginliğine katkı sunduğunu aktarır. Fakat kapitalizmin bu yaşam biçimini değiştirdiğini ve artık aile içinde üretilen her şeyin büyük miktarlarda atölyelerde ve fabrikalarda imal edildiğini belirterek “Bağımsız aile tüketiyor, fakat artık üretmiyor” tespitinde bulunur. Şimdi evi idare edenin, kadının, fabrikasının dışındaki mesai saatlerinde emek verdiği başlıca iş sayısının dört olduğunu belirterek bunları sıralar: “Temizlik işleri (yerleri temizlemek, toz almak, ısıtmak vs.), pişirme (öğünlerin hazırlanması), yıkama ve ailenin giyeceklerinin ve çamaşırlarının bakımı (tamir yapma).”

Ve kapitalist sistem içinde kadının sıralanan bu ev işleriyle artık ulusal ekonomi açısından devlet için yararlı olma niteliğinin de kalmadığını, çünkü bu emeğin yeni değerler yaratmadığının altını çizer.

Komünist toplumda kadınlar

Bundan sonra ise Kollontay, burjuva “ailenin” ev ve çocuk bakımı sorununu nasıl çözdükleri ile komünist bir toplumda bu sorunların nasıl çözüleceğini karşılaştırır. Bunu yaparken ise ajitasyon dilini ustalıkla kullanarak, işçi kadınlara devrimin sunduğu ve sunacağı olanakları anlatır. Kollontay’dan dinleyelim:

Komünist bir toplumda çalışan kadın, ne yazık ki az olan dinlenme saatlerini yemek pişirmekle geçirmek zorunda kalmayacak, çünkü komünist toplumda herkesin gelip yemeğini yiyebileceği kamu lokantaları ve merkezi mutfakları olacak... Fakat kapitalist düzende yalnızca cüzdanı şişkinlerin yemeklerini lokantada yemeğe güçleri yeterken, komünist şehirde isteyen herkes gelip merkezi mutfak ve lokantalarda yiyebilecek. Aynı şey yıkama ve diğer işler için de geçerli olacak: çalışan kadın artık pislik deryasının içine gömülmek veya çoraplarını veya çamaşırlarını tamir ederken gözlerini mahvetmek zorunda kalmayacak; sadece her hafta bunları merkezi çamaşırhanelere taşıyacak ve her hafta bunları yıkanmış ve ütülenmiş olarak geri alacak. Çalışan kadının bir yükü daha hafifleyecek. Ayrıca özel giysi tamir atölyeleri çalışan kadınlara akşamlarını, şimdiki gibi tüketici bir bedeni çalışma yerine, eğitici yayınlara, sağlık faaliyetlerine ayırmaları olanağı verecek. Bu yüzden hâlâ kadına yük olan dört görev de yakında, muzaffer komünist rejim altında yok olacak.”

Burjuva düzende çocukların bakımı

Çocuk bakımı üzerinde de duran Kollontay, işçi çocukların yetiştirilmesinin aileye, özellikle de kadına bırakıldığını ifade ederek “Ama yapabiliyor muydu gerçekten? Aslında proletaryanın çocuklarını yetiştiren sokaktır” der. “Kapitalist rejimde çocuklar, çoğunlukla ve hatta her zaman, proleter ailesi için ağır ve taşınamaz bir yüktürler” ifadesiyle bir kez daha proletaryanın koşullarını özetler. Komünist toplumda ise “Çok küçük bebekler için evler, gündüz kreşleri, çocuk yuvaları, çocuk grupları ve yuvaları, sağlık evleri ve hasta çocuklar için sağlık yurtları, lokantalar, okulda bedava yemekler. Ders kitaplarının, sıcak giyeceklerin, ayakkabıların eğitim kurumlarının öğrencilerine parasız dağıtımı”nın olduğunu belirterek sorar: “Bütün bunlar, çocuğun, ailenin dört duvarının dışına çıktığını ve ana-babaların omuzlarından kollektiviteninkilere geçtiğini yeterince göstermiyor mu?”

Burjuva toplumunun ise işçi sınıfının bu konudaki gereksinmelerini karşılamada ileri gidemeyeceğini, çünkü ailenin çözülmesinden korku duyduklarını belirtir. Nedenini ise Kollontay şu sözlerle ifade eder: “Kapitalistlerin kendileri eski ailenin, kadının köle, erkeğin ise ailenin bakımı ve refahından sorumlu olduğu bu tip ailenin proletaryanın özgürlük çabalarını boğmak için, işçi kadının ve işçi erkeğin devrimci ruhunu zayıflatmak için en iyi silah olduğunu bilmiyor değillerdir. Ailesi için endişe işçinin belini büker, sermaye ile uzlaşmaya zorunlu kılar. Ana ve baba çocukları açsa, ne yapmazlar ki?”

Komünistler çocukları annelerinden koparacak mı?

Kollontay, komünistlere sıkça yöneltilen bu soruyu da broşürde cevaplar. “Çalışan annelerin içleri rahat olsun. Komünist toplum ne çocukları ana babalarından almak, ne de bebeği anasının göğsünden ayırmak niyetinde, ne de aileyi dağıtmak için zora başvurmak niyetinde. Öyle şey yok!” diyen Kollontay, bunların komünist toplumun amaçları olmadığını belirtir. Ve tekrar yıpranmış ailenin parçalandığını anlatır ve bu durumdan hem ana babaların hem de çocukların zarar gördüğünü ifade eder.

Komünist toplumun dünyaya gelen her yeni çocuğu selamladığını söyleyen Kollontay, “Çocuğunuzun geleceği için endişelenmenize de gerek yok. Çocuğunuz ne açlığı ne soğuğu tanıyacak. Ne mutsuz olacak ne de kapitalist toplumdaki gibi kaderine terk edilecek. Çocuk dünyaya gelir gelmez, çocuğun ve annenin geçimi ve özenle bakımı işçi devletince, komünist toplumca sağlanır. Çocuk komünist anavatanın özeniyle doyurulur, büyütülür, eğitilir; fakat bu anavatan hiçbir şekilde, çocuklarının eğitimine katılmak isteyen ana babalardan çocuklarını kopartıp almayacak. Komünist toplum çocuğun eğitilmesi görevlerini üstlenecek fakat evlat sahibi olmanın hazları, analık duygularının verdiği doyum- böylesi mutlulukları anlama ve takdir etme yeteneğini gösterenlerin elinden bunlar alınmayacaktır” der.

İşçi kadın yeni toplumun doğuşunu coşkuyla selamlayacaktır”

Eski tip “aile”nin miadını doldurduğunu ifade eden Kollontay “Bu komünist devletin suçu değil, hayatın değişen koşullarının bir sonucu. Aile, devlet için eskiden olduğu gibi gerekli olmaktan çıkıyor, aksine yararsız olmaktan daha da beter bir hal almakta, çünkü kadın işçileri gereksiz yere daha üretken ve çok daha ciddi işlerden alıkoymaktadır” der.

Aile”nin artık kendi üyeleri için de gerekli olmadığını, çünkü eskiden aileye ait olan çocukları yetiştirme görevinin her gün biraz daha kollektivitenin ellerine geçtiğini kaydeder ve ekler: “…bir önceki ailenin yıkıntılarının üzerinde pek yakında kadın ve erkek arasında tamamıyla başka ilişkiler içeren yeni bir biçimin yükseldiğini göreceğiz: Bu sevgi ve yoldaşlık birliği, komünist toplumun eşit iki bireyinin birliği, her ikisi de özgür, her ikisi de bağımsız, her ikisi de işçi.”

Son olarak Kollontay, işçi kadınlara seslenir: “İşçi sınıfının kadınları artık ailenin şimdi olduğu biçimiyle yok olmaya mahkûm olmasına üzülmesinler. Kadınları ev köleliğinden kurtaracak, analık yükünü hafifletecek ve nihayet, kadınların üstünde asılı duran en korkunç laneti, fahişeliği ortadan kaldıracağını göreceğimiz yeni toplumun doğuşunu coşkuyla selamlayacaklardır.”

 

 

 

 

İstismarı ortaya çıkarana sürgün, bildirmeyene terfi

 

İstanbul Küçükçekmece’deki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne 5 aylık süreçte 115 hamile çocuğun başvuru yapmasına rağmen kamu görevlilerine bildirimde bulunulmadığını ortaya çıkaran Sosyal Hizmet Uzmanı İclal Nergiz sürülürken, soruşturma dilekçesinde adı geçmesine rağmen hakkında soruşturma izni verilmeyen doktor terfi aldı.

Hazırladığı tutanakla durumu 3 Ekim günü Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildiren Nergiz, 2 Ekim’de 115 çocuğa ilişkin kayıtları hastane yönetimine bildirdikten sonra Sefaköy’de bulunan Toplum Ruh Sağlığı Merkezi’nde görevlendirilmişti.

Nergiz bu birimde çalıştığı süreçte hastane yönetimi 12 Ocak’ta yeni bir karar aldı. Bu kararla Nergiz, hastane binası içinde bulunan Çocuk Ergen Turkuaz Umutlar Merkezi’nde görevlendirildi. Olayın gündeme gelmesinden 6 gün sonra hastane yönetimi yeni bir kararla Nergiz’in görevlendirme kararının iptal edildiğini belirtti.

İstanbul Valiliği, Nergiz’in yaptığı başvuru hakkında hastanede inceleme yapılmasını istemiş, ön inceleme için Lepra Deri ve Zührevi Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Mevlit Yurtseven, hastaneye giderek yerinde inceleme yapmıştı. Ancak suçlanan kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi yönünde görüş belirtirken valilik de aynı kararı onadı.

Valiliğin bu yazısından 9 gün sonra ise dikkat çekici bir atamanın yapıldığı anlaşıldı. Suçlanan isim Dr. Akif Akça, ön incelemeci olarak görevlendirilen Dr. Mevlit Yurtseven’in başhekim olarak görev yaptığı Lepra Deri ve Zührevi Hastalıkları Hastanesi’ne başhekim yardımcısı olarak atandı.

Bu arada, valiliğin soruşturma izni vermediği iki kamu görevlisi ile ilgili kararı da, yapılan itiraz sonrası, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi geçen 25 Ocak’ta iptal etti. İptal kararında, çocuk istismarına yönelik kuvvetli şüphenin bulunduğu belirtildi.

 

 

 

 

Ankara Kızılay’da kadına yönelik taciz

 

5 Şubat akşamı Konur 2 Sokak’ın Meşrutiyet Caddesi girişinde iki genç kadın önce elle, tepki göstermelerinin ardından da sözlü tacize uğradı.

Tacize uğrayan kadınlar tacizciden hesap sorarken, tacizci “İstediğin kadar ara polisi polis benim! Selahattin Demirtaş mıyım ki ben polisi çağırıyorsun! Ben neyin peşindeyim, sen neyin peşindesin!” sözleri ile siyasal gericiliğini de belli etti. O esnada olayın olduğu yerdeki taksi durağında bulunan taksiciler de tacizciyi “Bu kadar uzatmaya gerek yok. Amma da abarttınız” diyerek korumaya almaya çalıştılar. Fakat kadınların tepkisi onlara da geri adım attırdı.

Tartışmalar sırasında oradan geçen bir kadın da destek olmaya çalışırken “Nasıl olur da polis bu kadar gecikir, hemen şurada bir sürü çevik var” diyerek devletin işlevine de ışık tutmuş oldu.Pişkinliğine devam eden tacizci “Polis benim” diyerek etrafta kendisine tepki gösterenlere “15 Temmuz’da neredeydiniz?” diye sordu ve böylece gücü nereden aldığını gösterdi.

Tartışmalar esnasında bir genç polisi arayınca “‘Birisi cumhurbaşkanına hakaret ediyor’ diye çağırırsanız hemen damlarlar” dedi.

Polis arabası gelince tacizci kendisini polisin “güvenli” ellerine teslim etti. Fakat tacize uğrayan kadınlar tacizcinin peşini bırakmadılar ve karakola kadar gittiler.

Kızıl Bayrak / Ankara

 

 

 

 

İstanbul’da 8 Mart çağrıları başladı

 

Küçükçekmece’de sınıf devrimcileri işçi ve emekçilere seslenmeye devam ediyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü gündemli çalışmalara başlayan sınıf devrimcileri 3 Şubat günü işçi-emekçi kadınların taleplerine ilişkin duvar gazetelerini yaygın olarak kullandılar. Sefaköy merkez, Fabrikalar Caddesi, Cennet Mahallesi ve Bakırköy İncirli Caddesi’ne yapılan duvar gazeteleri ile “Sömürüye, baskıya ve gericiliğe karşı eşitlik ve özgürlük için 8 Mart’ta alanlara!” çağrısı yükseltildi.

Sınıf devrimcileri, Kızıl Bayrak gazetesini de Bakırköy’de emekçilere, gençlere ulaştırdı. Ajitasyonlar eşliğinde yapılan faaliyet ilgiyle karşılanırken, bir faşistin sözlü tacizine verilen yanıt emekçilerden de destek buldu.

Emekçiler desteklerini olayın ardından gazete alarak gösterdiler.

 
§