19 Mayıs 2017
Sayı: KB 2017/19

Efendi de uşak da yerli yerinde…
Erdoğan ve heyeti ABD’deki görüşmelerini tamamladı
Savaşın rantını yiyenler “çözüm” istiyor!
Polis saldırısına uğrayan avukatlara açılan dava görüldü
İran sınırına duvar ve Kürt sorunu
Sermayenin saldırılarına karşı birleşik mücadele!
Kıdem tazminatı için “İşsizlik Fonu” itirafı
İşten atma saldırılarına ve köleliğe karşı grev ve direnişler sürüyor
DEV TEKSTİL GMYK 2017 Mayıs Ayı Toplantı Sonuç Bildirgesi
Gülmen ve Özakça ile dayanışma eylemleri
Açlık greviyle dayanışma büyürken polis saldırısı da tırmanıyor
Kamu emekçilerinin İstanbul’daki direnişi sürüyor
DGB-DLB, evlatlarını yitiren anneleri ziyaret etti
Namık Kemal Üniversitesi’ndeki boykot deneyimimiz üzerine
İsrail zindanlarında direniş devam ediyor
Siyasal İslam, Hamas ve direniş
Yunanistan’da toplumsal çöküntü
Reklamlarda güzellenen Shell ve “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”
“Bizim kutlayacak Anneler Günü’müz yok!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Reklamlarda güzellenen Shell
ve “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”

 

Avrupa ve ABD’nin bugünkü kapitalist gelişmişliğinin tarihinden bir kesittir Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları adlı eseri. Kapitalizmin ilk evrelerinde gerek hammadde gerek emek sömürüsü yönünden nasıl bir gözü dönmüşlük haliyle saldırdığının resmidir usta yazarca satırlara aksettirilenler. Bir kıtanın (kitabın adına da yansıdığı üzere) adeta işkence edilerek, iliğine dek sömürülüşüdür anlatılan. Yeraltı-yerüstü zenginlikleri yoksulluğun ve çekilen acıların sebebi olmuştur Latin Amerika’da. Avrupa’nın vahşi kapitalistleri öyle bir açlıkla saldırıyor ki kıtaya; yerli halkların köleleştirilmesi ile yetinilmeyip Afrika’dan getirilen siyahi köleler de (Avrupa’daki) sermaye birikiminin kurbanı ediliyor. İhraç edilen köleler ile kıtanın köleleştirilmesi katmerleniyor.

Kitaptan paylaşacağımız birkaç ara başlık dahi kitabın ilgiye değer olduğunu sergilemeye yeter diye düşünüyoruz: “Toprağın zenginliği insanın yoksulluğunu doğuruyor”, “Aç domuzlar gibi saldırıyorlardı altına”, “Brezilya altınının İngiltere’nin gelişimine katkısı”, “Şili’nin etine geçen bakırdan dişler…”

Biraz dikkatli izlediğimizde/dinlediğimizde reklamlarda çocuk yüzünün/sesinin her geçen gün daha fazla kullanıldığı çabucak göze çarpar. İrili ufaklı birçok markanın reklam filminde çocuklara yer verilmekte, doğayı-insanı, canlı-cansız ne varsa kâr uğruna yağmalayan kapitalist sistemin vahşiliğinin üzeri çocukların masumluğu ile gizlenmeye çalışılmaktadır. Reklamlarda çizilen bu tablonun gerisindeki çalışma koşulları, doğanın yağmalanması ve çocuk emeği sömürüsünün sermayenin damarlarında yaşamsal sıvıya dönüşmesi ve kapitalizmin döne döne ürettiği ve uzayıp gidecek sayısız toplumsal sorun buz dağının reklamlarda görünmeyen yüzüyken, milyonlarca işçi-emekçinin yaşamında son derece somuttur.

İşte bu reklamlardan birisi de petrol tekeli Shell’in son reklam filmidir. TV ve radyolarda 5 yaşındaki masum çocuk sesi ile davet edilmekte insanlar Shell istasyonlarına. Shell istasyonu adeta bir misafirhane, bir yaşam alanı olarak pazarlanmakta. İşte Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nda, petrol şirketlerinin gerçek yüzünü de ortaya sermektedir. Özellikle de Shell tekeli tüm acımasızlığıyla teşhir edilmiştir.

Eduardo Galeano orta sınıfa mensup bir aileden gelen Uruguaylı bir yazardır. “Aynalar”, “Ve Günler Yürümeye Başladı”, “Gölgede ve Güneşte Futbol” gibi adlı kitapları incelendiğinde, dünyanın dört bir yanından ezilen halkların söyleyen-yazan dili olduğu rahatlıkla görülecektir. Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nda Galeano, kendi yaşadığı kıtayı-coğrafyayı anlatmakta ve bugüne de ışık tutmaktadır. Kapitalist tekellerin ışıltılı maskesini yırtıp atmak çabası içinde olanlara fazlasıyla yararı olacaktır.

Özgür Karagöl

Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Hapishanesi

 

 

 

 

Latin Amerika’nın Kesik Damarları’ndan*:

Petrol, Lanetler ve Başarılar

 

Petrol, günümüz dünyasını harekete geçiren bir yakıt, kimya endüstrisinin önemi giderek artan bir hammaddesi ve askeri etkinliklerin vazgeçilmez stratejik unsurudur. Hiçbir madde, yabancı sermaye için “kara altın” kadar çekici değildir, hiçbir kaynak bu derece kazançlı olamaz. Petrol, kapitalist sistemin bütününde en çok tekelleşmiş zenginliktir. Büyük petrol şirketlerinin politik gücüyle yarışacak bir kurum yoktur. Standard Oil ve Shell, bütün kıtalarda, bütün ülkelerde söz sahibidirler. İktidarları belirler, hükümet darbelerini finanse eder, saray oyunlarını düzenlerler. Ellerindeki çok sayıda general, bakan ve James Bond’la bu şirketler, savaş ve barış kararlarını verirler. New Jersey Standard Oil Co., kapitalist dünyanın en güçlü endüstri kuruluşudur. Hemen ardından Royal Dutch Shell gelir. Kartelin rafinerileri, ham petrolü kendi şirketlerinden alıp işledikten sonra yine kendi dağıtım şirketlerine satarlar. Kartel ayrıca, petrol boru hatları ve petrol taşımacılığının büyük bölümünü de elinde tutmaktadır. Dünya fiyatları, vergileri düşürüp kazancı arttıracak şekilde, bu şirketler tarafından belirlenir. Ham petrol fiyatlarında artış, daima işlenmiş petrol fiyatlarındaki artıştan daha düşüktür.

“Kahve ve et için geçerli olan sonuçlar petrol için de geçerlidir. Zengin ülkelerin petrol tüketiminden sağladıkları kazanç, yoksul ülkelerin petrol üretiminden sağladıkları kazançtan çok daha yüksektir. Aradaki fark onda bir oranındadır; şöyle ki, bir varil petrolden elde edilen ürünün fiyatı olan on bir dolardan, vergiler karşılığı olarak ihracatçı ülkenin eline ancak bir dolar geçerken, gelişmiş ülkenin eline on dolar geçer. Bunun içine gümrük tarifeleri, üretici ülkelerin vergilerinin sekiz katı olan vergiler, taşıma, işleme ve dağıtım masrafları girer.” (OPEC tarafından yayınlanan belgeler, 1969)

ABD petrolünün fiyatı yüksektir (devletin sübvansiyonu sayesinde dev otomobil filosu ucuz benzinden yararlanır). Ama Venezuela ve Ortadoğu’da çıkarılan petrolün fiyatı, 1957’den başlayarak, 1960’lı yıllar boyunca sürekli bir düşüş göstermiştir. Örneğin 1957’de Venezuela’da çıkarılan bir varil petrolün fiyatı ortalama 2,65 dolarken, bu satırların yazıldığı 1970 sonunda 1,86 dolardır. Rafael Caldera hükümetinin fiyatları tek yanlı olarak çok daha yüksek bir düzeyde belirleyeceği yolundaki açıklamasına karşın, 1957’deki fiyatlara ulaşılamayacağı açıktır. ABD dünyanın hem en büyük petrol üreticisi hem de en büyük ithalatçısıdır. Ham petrolün büyük kısmının Kuzey Amerika topraklarından çıkarıldığı süre boyunca fiyat yüksekti, ama İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD ithalatçı ülke durumuna geçince fiyat politikası değişti. Fiyatlar sistematik biçimde düşmeye başladı. “Piyasa kuralları” tersine dönüverdi: Fabrikaların, otomobillerin ve enerji santrallerinin çoğalmasıyla artan talebe karşın petrol fiyatları sürekli düşüyor. Tek çelişki bu değil tabi: Petrol fiyatı düştüğü halde, tüketicilerin yakıta ödediği fiyat bütün ülkelerde artıyor. Ham petrol ve işlenmiş petrol arasındaki oransızlık korkunç. Bütün bu saçmalıklar zinciri aslında son derece mantıklı: Kapitalist dünyada petrol ticareti, bütün ipleri elinde tutan bir kartelin elinde.

Bu kartel 1928’de oluşturuldu. New Jersey Standard Oil, Shell ve bugün adı British Petroleum olan İngiliz-İran şirketleri, Kuzey İskoçya’da sislerle çevrili bir şatoda bir araya gelerek dünyayı bölüşmeye karar verdiler. New York Standard Oil, California Standard Oil, Gulf ve Texaco kartele daha sonra katıldı. 1870’te Rockefeller tarafından kurulan Standard Oil, 1911’de, tröstleri engellemeye yönelik Sherman Yasası gereğince, otuz beş ayrı şirkete bölünmüştü. Bugün bu şirketlerin en büyüğü olan New Jersey Standard Oil’in satışları, New York ve California Standard Oil satışlarıyla birlikte, kartelin toplam satışının yarısını oluşturur. Bütün Kuzey Amerikan firmalarının dünyada kazandığı gelirin üçte biri Rockefeller grubuna aittir. Tipik bir çok uluslu şirket olan New Jersey Standard Oil, kârlarının büyük bir bölümünü yabancı ülkelerden sağlar. Latin Amerika’dan elde ettiği gelir, ABD ve Kanada’dan elde ettiği toplam gelirden fazladır. Rio Bravo’nun güneyinden sağlanan kâr kuzeydekinin dört katı kadardır. “New Jersey Standard Oil’in Venezuela şubeleri, 1957’de şirketin toplam kârının yarıdan fazlasını kazanıyor, aynı yıl Shell şirketinin toplam kârının yarısı da Venezuela’daki şubelerden geliyordu.” (OPEC tarafından yayınlanan belgeler, 1969)

Bu çok uluslu şirketler, etkinliklerini yürüttükleri ülkelere ait değildirler. Yalnızca kapitalist sistemin güç merkezlerine dört bir yandan petrol ve dolar çektikleri oranda çok ulusludurlar. Girişimlerinin gelişmesini finanse etmek için sermaye ihraç etmeleri gerekmez. Yoksul ülkelerden sağlanan kâr, başlıca hissedarların bulunduğu birkaç kentte toplanır ve işlemlerin yürütüldüğü uluslararası ağın genişletilmesi için kısmen yeniden yaratılır. Kartelin yapısı, birçok ülkeye egemen olunması ve hükümetlerine nüfuz edilmesi anlamına gelir. Petrol, başkanları ve diktatörleri belirler, buyruğu altına aldığı toplumların yapısal bozukluklarını daha da arttırır. Dünya üzerinde petrol çıkartılacak bölgeleri, rezerv bölgelerini belirleyen de şirketlerdir, üreticinin isteyeceği, tüketicinin ödeyeceği fiyatı saptayan da. Venezuela’nın ve diğer Latin Amerika ülkelerinin doğal zenginliği, örgütlü saldırılar ve yağmalar kaynağı olan petrol, bu ülkelerin politik köleliğinin ve toplumsal çöküntüsünün başlıca aracı haline gelmiştir. Petrolün tarihi, uzun bir lanetler ve başarılar, alçaklık ve meydan okuma tarihidir.

New Jersey Standard Oil şirketinin hatırı sayılır gelir kaynaklarından biri de Küba’ydı. Şirket, Venezuela’daki şubesi Creole Petroleum’dan kendi belirlediği fiyata aldığı ham petrolü işleyip işine gelen fiyattan adaya dağıtırdı. Ekim 1959’da, devrimin hararetli günlerinde, Küba’daki Kuzey Amerikan yatırımları konusunda kaygıya düşüldü: Kuzeyden ‘korsan’ uçaklarının bombardımanları başlamıştı, ilişkiler gergindi. Ocak 1960’ta, Eisenhower Küba’dan şeker ithalatının düşürüleceğini açıkladı. Şubat ayında da Fidel Castro, Sovyetler Birliği’yle, şeker karşılığında Küba için avantajlı fiyatlara petrol ve diğer ürünler almayı öngören bir anlaşma imzaladı. New Jersey Standard Oil, Shell ve Texaco şirketleri, Sovyetler’den gelen petrolü işlemeyi reddettiler. Temmuz’da Küba hükümeti tazminat ödemeden şirketleri denetimi altına alarak ulusallaştırdı.

New Jersey Standard Oil tarafından kışkırtılan şirketler ambargoyu başlattılar. Nitelikli personelin boykotuna parça ve nakliye ambargosu eklendi. Bu bir egemenlik sınavıydı ve Küba girdiği bu sınavdan başarıyla çıktı. Artık ne ABD bayrağında bir yıldız ne de Standard Oil’in dünya çapındaki çarkında bir dişliydi.

Yirmi yıl önce, Standard Oil ve Royal Dutch Shell şirketleri, Meksika’ya uluslararası ambargo uygulamaya karar vermişlerdi. Kartel, 1939-1942 yılları arasında, Meksika’dan ihraç edilen petrole ve kuyularla rafineriler için gerekli maddelere ambargo koydu. Başkan Lázaro Cárdenas şirketleri ulusallaştırmıştı. 1939’da Standard Oil’in başarıları üzerine yazdığı tezle iktisatbilimci unvanını alan Nelson Rockefeller, bir anlaşma imzalamak üzere Mexico’ya gitti, fakat Cárdenas ilkelerinden vazgeçmedi. Biri kuzeyi, diğeri güneyi alarak Meksika topraklarını paylaşan Standard Oil ve Shell, Meksika’daki çalışma yasalarıyla ilgili Temyiz Mahkemesi kararlarını reddediyordu. Bununla da kalmayıp, ünlü Faja de Oro kaynağını baş döndürücü bir hızla kuruttuktan sonra, Meksikalıları kendi petrollerine, ABD ve Avrupa’dakinden daha yüksek bir fiyat ödemeye zorluyordu. Otuz-kırk yıl süreyle çalışabilecek durumda olan birçok kaynak, söz konusu ihracat furyasında birkaç ayda acımasızca tüketilmişti. “Meksika’nın en zengin kaynakları soyulmuş, geriye bir dizi işe yaramaz rafineri, Tampico kentinin yoksulluğu ve acı anılar kalmıştı” diyor Harvey O’Connor. Yirmi yıldan kısa bir sürede üretim beşte birine düşmüştü. Meksika’nın elinde dış talebe yönelik, köhne bir endüstri ve 14 bin işçi kalmıştı. Teknisyenler kaçıp gitmiş, taşıma araçları bile ortadan kaybolmuştu. Cárdenas petrol üretiminin canlandırılmasını ulusal bir hedef olarak ele aldı ve aklı ve cesaretiyle buhrana bir son verdi. Pemex (Meksika Petrolleri), bugün Latin Amerika’nın en önemli ulusal şirketidir. Jesús Silva Herzog’un da vurguladığı gibi, ‘Meksika’nın korsan şirketlere borçlu değil, yasal olarak alacaklı’ olduğu halde, ödemek zorunda kaldığı tazminatları 1947-1962 arasında Pemex’in kârları sayesinde ödeyebilmiştir. 1949’da, ABD’nin Pemex’e vermek üzere olduğu borç Standard Oil tarafından veto edilmiş, uzun bir süre sonra, Pemex benzer bir olayı Amerikan Kalkınma Bankası ile yaşamıştır.

(...)

Madeni Dev Akbabaların Kursağına İnen Maracaibo Gölü

Dünya piyasasına katkısı ‘60’lı yıllarda yarıya indiği halde, Venezuela 1970’te hâlâ dünyanın en büyük petrol ihracatçısıdır. Kuzey Amerikan sermayesinin Latin Amerika’da sağladığı kârın yaklaşık yarısı Venezuela’dan gelir. Venezuela aynı anda hem dünyanın en zengin hem de en yoksul ve şiddetin en yoğun olduğu ülkelerinden biridir. Latin Amerika’da kişi başına gelirin en yüksek olduğu ülkedir. Yolları son derece moderndir. Kişi başına viski tüketiminin en yüksek olduğu ülke de Venezuela’dır. Petrol, gaz ve demir rezervleri her Venezuelalının mal varlığını on katına çıkarabilecek düzeydedir. El değmemiş uçsuz bucaksız topraklarında Almanya ya da İngiltere nüfusunun tamamını barındırabilir. Elli yılda petrolden elde edilen gelir, Marshall Planı’yla Avrupa’ya yapılan para yardımının iki katıdır. Petrol ilk kuyulardan fışkırmaya başladığından beri nüfus üç katına, ulusal bütçe de yüz katına çıktı, ama egemen azınlığın artıklarını paylaşmaya çalışan nüfusun büyük çoğunluğunun beslenme düzeyi, ülkenin kakao ve kahveye bağımlı olduğu dönemdekinin aynı. Başkent Caracas’ın kapladığı alan otuz yılda yedi katına çıktı. Serin gölgeli avlularıyla, sessiz katedraliyle eski sakin kent, Maracaibo Gölü’nde petrol kulelerinin yükseldiği hızla gökdelenlerle doldu. Caracas bugün elektronik aletlerin egemen olduğu bir kabus, tüketiciliği yaratıcılıktan üstün tutan, gerçek gereksinimleri gizlemek için yapay gereksinimleri arttıran petrol kültürünün merkezidir. Caracas’ta konservelere ve sentetik ürünlere bayılınır; yürünmez, otomobile binilir. Motorların çıkardığı duman, vadinin temiz havasını kirletmiştir. Caracas’ta uykusuzluk çekilir, çünkü kazanmak ve harcamak, tüketmek ve satın almak, her şeye sahip olmak arzusu bir türlü doyurulamaz. Tepelerin eteklerinde, sayıları yarım milyonu geçen bir unutulmuşlar ordusu, gecekondularından bu savurganlığı seyreder. Altın kentin geniş caddelerinde, binlerce son model araba gezinir. Yeni yıl yaklaşırken, La Guaira limanına Fransız şampanyası, İskoç viskisi ve Kanada’dan gelen Noel ağaçlarıyla dolu gemiler yanaşır. Öte yanda, Venezuelalı çocuk ve gençlerin yarısının okula gitme olanağı yoktur.

Venezuela kapitalist dünyanın endüstriyel mekanizmasını harekete geçirmek üzere her gün üç buçuk milyon varil petrol üretir. Ama Standard Oil, Shell, Gulf ve Texaco’nun çeşitli şubeleri, çıkarılan petrolün ancak beşte birini kullanır, gerisi rezerv olarak tutulur, ihracat tutarının yarısından çoğu ülkeye dönmez. Creole (Standard Oil) firmasının reklam broşürlerinde kullanılan insancıl anlatım, 18. yüzyıl ortalarında Real Compañía Guipuzcoana firmasının kendine düzdüğü övgülerin neredeyse aynısıdır. Yatırılan sermayeye oranla bu bereketli ülkeden sağlanan kâr, geçmişte esir tüccarları ve korsanların elde ettiği gelirle karşılaştırılabilir ancak. Dünya kapitalizmi bu kadar kısa bir sürede hiçbir ülkeden bu kadar büyük bir kazanç sağlayamamıştır. Rangel’e göre Venezuela’dan akan kâr, İspanyolların Potosí’den, İngilizlerin Hindistan’dan elde ettiği zenginliği geçer. Birinci Ulusal Ekonomi Kongresi’nde açıklanan rakamlara göre Venezuela’daki petrol şirketlerinin gerçek kârları 1961’de %38, 1962’de %48 iken, şirket bilançolarında yer alan oranlar sırasıyla, %15 ve %17 olmuştur. Aradaki fark muhasebenin büyülü güçlerini ve gizli transferleri ortaya koymaktadır. Ayrıca, petrol ticaretinin karmaşık mekanizması, çoklu fiyat sistemi, ham petrol fiyatlarının görünürdeki düşüşü ve maliyetlerin görünürdeki artışı ardından gizlenen kârları tahmin etmeyi olanaksızlaştırır. Kesin olan bir şey varsa, o da son on yılda Venezuela’da yeni hiçbir yabancı yatırım yapılmadığı, tersine, yabancı yatırımlarda sistematik bir gerileme olduğudur. ‘Yabancı sermaye geliri’ olarak yılda 700 milyon dolar yurtdışına çıkmaktadır. Bu arada, şirketlerin her geçen gün kullandıkları işgücünü azaltmaları sonucu, petrol üretim maliyeti hızla düşmektedir. Yalnızca 1959-1962 yılları arasında, bu sektörde çalışan işçi sayısı yirmi üç bin olmuştur. Buna karşılık üretimde büyük bir artış kaydedilmiştir.

(...)

Petrol çılgınlığı yıllar önce başlamıştı. 1917’de Venezuela’da geleneksel latifundiumların (büyük çiftlik) yanında petrol bulunuyordu. Latifundiumlarda, boş geniş arazilerde büyük toprak sahipleri işçilerini kırbaçlayarak ya da yarı bellerine kadar toprağa gömerek verimi yükseltmeye çalışırlardı. 1922 yılı sonlarında, La Rosa kuyusu günde yüz bin varil dolduracak bir hızla fışkırmaya başladı ve böylece petrol furyası da patlak verdi. Maracaibo Gölü birden bire tuhaf aletlerle, kasklı adamlarla doldu. Petrol üretiminde çalışmak üzere akın akın gelen köylüler, kalaslarla petrol varilleri arasında sıralarını beklemeye koyuldular. O güne dek kimselerin uğramadığı bölgelerde, Oklahoma ve Teksas şiveleri duyulmaya başladı. Bir anda yetmiş üç şirket çıktı ortaya. Bu karnavalın kralı, eskiden And dağlarında çobanlık yapan diktatör Juan Vicente Gómez’di. İktidarda kaldığı yirmi yedi yıl (1908-1935) boyunca yalnızca, çocuk ve iş yapmakla uğraştı. Kara altın oluk oluk akarken Gómez yüklü ceplerinden petrol tahvilleri çıkarıp, dostlarına, ailesine, yardakçılarına, prostatını tedavi eden doktora, hayatını koruyan generallere, kendisini öven şairlere, Kutsal Cuma günü et yemesi için özel izin çıkaran piskoposa dağıtırdı. (...) Diktatörün yakınları, hisseleri Shell, Standard Oil ve Gulf’a satıyordu. Spekülasyon ve toprak altına duyulan iştah giderek arttı. Yerli toplulukların toprakları ellerinden alındı ve çiftçi aileleri, istemeseler de, tarlalarından vazgeçmek zorunda kaldılar. 1922’de çıkarılan petrol yasası üç ABD firmasının temsilcileri tarafından hazırlandı. Petrol bölgelerinin etrafı çevriliydi, bu bölgelerin özel güvenlik güçleri vardı. Şirketler adına çalıştığını kimlik kartıyla kanıtlamadan buralara girmek olanaksızdı. Gómez 1935’te öldüğünde, işçiler bütün dikenli telleri keserek grev ilan ettiler.

(...)

Yirmi yıl önce Latin Amerika’da başlatılmış olan endüstrileşme hareketi ise şimdiden yorgunluk belirtileri gösteriyor; halk yığınlarının yoksulluğu nedeniyle kısıtlı olan iç pazar, belli sınırlar ötesinde kalkınmayı destekleyemiyor. Öte yanda, Demokratik Eylem Partisi tarafından başlatılan toprak reformu, kendine çizdiği yolun henüz yarısını bile kat etmiş değil. Venezuela’da tüketilen gıda maddelerinin büyük kısmı ABD’den ithal edilmekte. Ulusal gıda olan fasulye bile üzerinde ‘beans’ yazılı çuvalların içinde Kuzey Amerika’dan geliyor.

Bu fetih kültürünün, petrol kültürünün cehennemini romanlarında anlatan yazar Salvador Garmendia, 1969 yılı ortalarında bana şunları yazmıştı: “Ham petrolü çıkarmakta kullanılan aleti hiç gördün mü? Sivri kafasını ağır ağır indirip kaldıran, gece gündüz bir saniye bile durmadan aynı hareketi tekrarlayan kocaman siyah bir kuşa benzer. Leşle beslenmeyen tek akbabadır o. Bu kuşun petrolü içerken çıkardığı sesi duyup da petrol bulamadığımız zaman ne olacak peki? Maracaibo Gölü’nde bir gecede ortaya çıkan, paranın değersiz olduğu, sinemaları, süpermarketleri, dancing’leri, randevuevleri ve kumarhaneleriyle göz kamaştıran kentlerde bu acayip müziğin ilk notaları duyulmaya başladı. Kısa bir süre önce oralarda birkaç gün kaldım. Mideme bıçaklar batırılıyormuş gibi hissettim. Ölümün kokusu petrolünkini bastırmış. Köyler yarı terk edilmiş durumda, sokaklar çamur içinde, her yanda böcekler kaynıyor, dükkanlar harabeye dönmüş. Eskiden şirket için çalışan bir dalgıç, şimdi her gün elinde bir testereyle dolaşarak terk edilmiş boruları kesip hurda olarak satıyor. İnsanlar şirketlerden masal kahramanları gibi söz etmeye başlamış. (...) Ülkenin yüzde 70’i her şeyin kıyısında kalmış. Kentlerde gelişen kafasız bir orta, yüksek maaşlarla, aptallığın doruğunda, gereksiz eşyalarla evlerini tıka basa doldurarak yaşıyor. Çok kısa süre önce, hükümet ülkede okur yazar olmayan tek kişi kalmadığını bağıra çağıra ilan etti. Oysa son seçimlerde, 18-50 yaşları arasındaki nüfusun bir milyonunun okur yazar olmadığı ortaya çıktı.”

* Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Eduardo Galeano,
Sel Yayıncılık


 
§