19 Mayıs 2017
Sayı: KB 2017/19

Efendi de uşak da yerli yerinde…
Erdoğan ve heyeti ABD’deki görüşmelerini tamamladı
Savaşın rantını yiyenler “çözüm” istiyor!
Polis saldırısına uğrayan avukatlara açılan dava görüldü
İran sınırına duvar ve Kürt sorunu
Sermayenin saldırılarına karşı birleşik mücadele!
Kıdem tazminatı için “İşsizlik Fonu” itirafı
İşten atma saldırılarına ve köleliğe karşı grev ve direnişler sürüyor
DEV TEKSTİL GMYK 2017 Mayıs Ayı Toplantı Sonuç Bildirgesi
Gülmen ve Özakça ile dayanışma eylemleri
Açlık greviyle dayanışma büyürken polis saldırısı da tırmanıyor
Kamu emekçilerinin İstanbul’daki direnişi sürüyor
DGB-DLB, evlatlarını yitiren anneleri ziyaret etti
Namık Kemal Üniversitesi’ndeki boykot deneyimimiz üzerine
İsrail zindanlarında direniş devam ediyor
Siyasal İslam, Hamas ve direniş
Yunanistan’da toplumsal çöküntü
Reklamlarda güzellenen Shell ve “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”
“Bizim kutlayacak Anneler Günü’müz yok!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermayenin saldırılarına karşı birleşik mücadele!

 

Sermaye sınıfından “istikrar” beklentilerine ve “iş dünyası için yatırım ortamını iyileştirecek ekonomik reformlar ve programların öncelikli olduğuna” dair özel vurguları sürekli duymaya alışığız. 16 Nisan referandumunda da, daha sonuçlar resmi olarak belli olmadan TÜSİAD açıklama yapmış, “Türkiye’nin yapısal sorunlarına yönelik reform ve çözüm” çağrılarını yinelemişti.

Sermaye sınıfının istikrar ve reformdan anladığı, kasalarını sorunsuzca ve daha fazla doldurabilmeleri için gerekli koşulların sağlanmasıdır. Bir başka ifadeyle işçi sınıfını daha fazla sömürmek, işçilerin şimdiye dek elde ettiği hak kazanımlarından kurtulmak ve bunu yaparken de hiçbir eylemsel tepki, direniş, grev vb. ile karşılaşmamaktır. İstedikleri, dikensiz gül bahçesidir. Yani çalışma düzenini tamamen esnekleştirerek, işçi sınıfını kuralsız, keyfince ve güvencesiz çalıştırabilmektir.

Sermaye bu amaçla pek çok koldan saldırmaktadır. Öncelikle sermaye için bir yönetme aygıtı olan devletin yarattığı imkânlardan bahsetmek gerekmektedir. Son dönemde yaşanan hak gasplarına baktığımızda bu daha net görülebilmektedir. Örneğin meclisten işçi yararına çıkan bir yasaya/karara rastlamak mümkün değildir. Kiralık işçilik yasasını meclisten geçirenler şimdilerde kıdem tazminatının gaspına hazırlanıyor. Ya da kamuda yeni personel rejimi düzenlemeleri ile esnek ve güvencesiz çalışma tipi yaygın ve kalıcı hale getirilmek isteniyor. Öte yandan işçi sınıfı, haklarını korumak adına bir adım attığında devletin polisini, yargısını karşısında buluyor. Bir kalemde grevleri yasaklanıyor vb. Bundan sonra sermayedarların işleri daha da kolaylaşacaktır. Zira artık referandumla adım atılan “tek adam rejimi” ile bir çırpıda istedikleri yasaları hiçbir engel tanımadan geçirebilecekler.

Tabi burada sendikal bürokrasinin sermayeye verdiği hizmetleri de belirtmek gerekir. Yandaş sendikalar örneğinde olduğu gibi sermayenin istediği “reformlar” açıktan desteklenmekte ya da sarı sendikalar örneğindeki gibi, işçi sınıfının eylemsel potansiyeli boşa düşürülmekte, fiili mücadelesinin önüne geçilmektedir.

Bunlarla birlikte ele alınması gereken bir diğer önemli yan ise sermaye düzeninin propaganda çalışmalarıdır. Bu kirli ve gerici propagandayı ellerindeki medya imkanlarıyla sürekli işliyor, işçilerin bilinçlerini bulandırıyorlar. Nasıl ki zamanında F tipi hücre hapishanelerini villa diye sunmuşlarsa, hak gasplarını da reform diye işçilere yutturmaya çalışıyorlar. Algı yönetmede ustalaşan AKP iktidarı eliyle bu daha kolay yapılıyor. Örneğin kıdem tazminatının gaspı Çalışma Bakanı tarafından bir “müjde” gibi sunuluyor. Medyada bu gasp, “1 gün çalışan bile kıdem tazminatı alacak”, “istihdam artacak” gibi yalanlarla işleniyor.

Bir yandan taşeron işçiye kadro sözleri her seçim öncesi sürekli öne çıkarılırken, diğer yandan tüm çalışma yaşamında taşeron güvencesizliği egemen hale getirilmek, tüm işçileri güvencesiz, esnek çalışma koşullarında sefalet ücretlerinde eşitlemek istiyorlar. Bunu da sınıfın çoğunluğunun iş bulacağı, çalışma sürelerinin kısalacağı yalanlarıyla birlikte yapıyorlar.

Gerçekleri ters yüz ederek ya da kavramları değiştirerek, sömürüyü saklayabileceklerini sanıyorlar. Örneğin, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) temsilcisi Cengiz Delibaş, ILO tarafından düzenlenen Sosyal Diyalog, Sürdürülebilir Kalkınma ve Çalışma Yaşamının Geleceği Konferansı’nda, tam zamanlı çalışma gibi taleplerin eskide kaldığını, Türkiye’de kayıt dışı çalışma dışında esnek bir çalışmanın olmadığını söyleyebiliyor. Ya da kiralık işçiliğin yerine, “ödünç” denilmesini isteyebiliyor!

Bu algı operasyonunun bir diğer yanı da güvenceliyi güvencesizle, kadroluyu taşeronla vb. kıyaslayarak yapılanıdır. Sınıfı bölen bu yöntemle bir taşla iki kuş vurulmaktadır. Öncelikle bu yolla sınıfın birleşik mücadele ve dayanışma bilincine daha baştan ket vurulmaktadır. Biri ölümü gösterip sıtmaya razı edilmekte, diğeri de kendi kötü koşullarının nedeni diğeriymiş gibi bir yanılsamaya sürüklenmektedir. Örneğin kamudaki güvencesizleştirme saldırısı “memurların rahatlığına karşı kin” ile birlikte öne sürülebilmektedir. Ya da özelleştirmeye karşı yapılan işçi eylemlerinde görüldüğü gibi, kamudaki işçilerin iş güvencesi mücadelesi, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” mantığıyla kirli propagandalara konu edilmiş, özelleştirmeler meşrulaştırılmak istenmişti.

TEKEL işçilerinin Ankara eylemine ilişkin R.T. Erdoğan tarafından ifade edilenleri hatırlatmak konuyu özetlemektedir. TEKEL işçilerini maaş almadan çalışan işçilermiş gibi sunduktan sonra; “Depolarda duruyorlar, aydan aya maaşı alıyorlar. Ne üretim, ne şu, ne bu. Böyle bir şey yok. Böyle mi sürecek bu kardeşim? Bu ülke, bu devlet ayda TEKEL işçilerine 40 trilyon maaş ödüyor ve biz bu maaşla en az 3-4 kat işçiyi istihdam edebiliriz” demişti. Benzeri örnekler çoktur. Özellikle geri bilinçli, örgütsüz çoğunluğa yönelik olarak yapılan bu aldatıcı propagandalarla görece daha iyi çalışma koşulları olanlar karşı karşıya getirilmekte, birinin emeklerini korumaya dönük eylemleri karalanmakta ve yalnızlaştırılmakta, diğerinin ise kötü koşullarının nedeni saptırılmakta, toplamda sınıfın çalışma koşulları sefalet ve kölelik koşullarında eşitlenmek istenmektedir. Kazanan sermaye, kaybeden işçi sınıfı olmaktadır.

Sermayenin köleleştirme, güvencesizleştirme ve sınıfı bölen her türden saldırılarına karşı işçi sınıfının birliğini kurabilmesi ve sınıf bilincinin gelişmesi gerekmektedir. Bunun için de bilinçlendirme ve örgütlenme çalışmalarına hız verilmelidir.

 

 

 

 

Sendika düşmanı Hugo Boss’ta direniş

 

İzmir’de Hugo Boss fabrikasında çalışan ve Teksif Sendikası’na üye olduğu için işten çıkartılan Mehmet Fatih Uyda için 13 Mayıs’ta Gaziemir Serbest Bölge girişinde eylem yapıldı.

Vardiya değişimlerinin yapıldığı saatte serbest bölge girişinde pankart, döviz ve flamalarla işten çıkan ve işe giden işçiler karşılandı.

Fabrikanın vardiya çıkışı beklenirken basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasını okuyan, işten çıkartılan Uyda 15 yıldır Hugo Boss’ta çalıştığını ve 12 yıldır sendikal mücadele yürüttüğünü belirterek “Sendikaya üye olduğum için 20 Mart’ta hakkıma yönelik çeşitli iftiralarla tazminatsız işten çıkartıldım” diye konuştu.

Sendikalı olmanın anayasal bir hak olduğunu hatırlatan Fatih Uyda çeşitli bahanelerle sendika üyelerinin işten çıkarıldığını belirtti. Fabrikada çeşitli baskılar uygulandığına dikkat çeken Uyda, bunları şöyle sıraladı: “İşten çıkarma, üretim bandını değiştirme, akla ve mantığa sığmayacak psikolojik baskılar uygulanmakta, mobbing baskısıyla içeride çalışmayı zorlaştıran huzursuzluk ortamı yaratılmaktadır.”

Fabrikada 12 yıldır, 350 civarında işçinin sendikalı oldukları için işten atıldığını belirten Uyda, sendikalaşma talepleri kabul edilinceye kadar Esbaş önünde tek başına direnişe başladığını ifade etti.

Teksif Genel Başkan Yardımcısı Ersin Çelik’in de işten atma saldırısını teşhir ettiği eyleme BDSP, Eğitim Sen, Deriteks ve EMEP destek verdi.

 
§