19 Mayıs 2017
Sayı: KB 2017/19

Efendi de uşak da yerli yerinde…
Erdoğan ve heyeti ABD’deki görüşmelerini tamamladı
Savaşın rantını yiyenler “çözüm” istiyor!
Polis saldırısına uğrayan avukatlara açılan dava görüldü
İran sınırına duvar ve Kürt sorunu
Sermayenin saldırılarına karşı birleşik mücadele!
Kıdem tazminatı için “İşsizlik Fonu” itirafı
İşten atma saldırılarına ve köleliğe karşı grev ve direnişler sürüyor
DEV TEKSTİL GMYK 2017 Mayıs Ayı Toplantı Sonuç Bildirgesi
Gülmen ve Özakça ile dayanışma eylemleri
Açlık greviyle dayanışma büyürken polis saldırısı da tırmanıyor
Kamu emekçilerinin İstanbul’daki direnişi sürüyor
DGB-DLB, evlatlarını yitiren anneleri ziyaret etti
Namık Kemal Üniversitesi’ndeki boykot deneyimimiz üzerine
İsrail zindanlarında direniş devam ediyor
Siyasal İslam, Hamas ve direniş
Yunanistan’da toplumsal çöküntü
Reklamlarda güzellenen Shell ve “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”
“Bizim kutlayacak Anneler Günü’müz yok!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Namık Kemal Üniversitesi’ndeki boykot deneyimimiz üzerine

 

1-Neden Boykot?

Okulda yemeklere üst üste yapılan zamlar öğrenciler arasında bir hoşnutsuzluk yaratmıştı. Aslında bizler bu hoşnutsuzluğu daha öncesinde ulaşım sorunu ile ilgili yürüttüğümüz faaliyet esnasında öğrencilerden birçok kez duymuştuk. En son yemekhaneye, kantine ve otobüse aynı anda zam gelmesiyle bu hoşnutsuzluk daha da arttı.

Bizler de bu konuda devrimci bir müdahale yapma gereksinimi duyduk. Bunun yanı sıra üniversitemizde politik bir atmosfer yaratmak ve bunun devamlılığını sağlamak Devrimci Gençlik Birliği (DGB) olarak öncelikli hedefimizdi.

2-Bileşenlerin toplanma süreci

DGB’liler olarak böylesi bir süreçte üniversitedeki ilerici, devrimci öznelerle ortak bir mücadele örme düşüncemiz vardı. Fakat bu konuda kırmızı çizgilerimizin olduğunu her fırsatta dile getiriyorduk. Bu doğrultuda HDP gençliği, FKF, Gençlik Muhalefeti, KP gençliği gibi okulda bulunan birçok gençlik örgütünü ve örgütlü olmayan arkadaşlarımızı toplantıya çağırdık.

Toplantıyı FKF dışındaki tüm örgütlerin katılımıyla gerçekleştirdik. Toplantıda bu tür faaliyetlerin gereksiz olduğunu, ülkedeki yakıcı gündemin bu olmadığını söyleyen arkadaşlar olsa da, birçok kişi boykot konusunda hemfikir oldu. Herkesin görev ve sorumluluklarının bilincinde olmasıyla yerine getirmesiyle, iradeli ve kararlı durmasıyla boykotun elbette başarıya ulaşacağını her fırsatta dile getirdik. Bu kapsamda ilk olarak forum gerçekleştirme kararı aldık.

3- İlk forum ve örgütlenme süreci

Foruma çağrı metninin hazırlanmasını bir yoldaşımız üstlenmişti. Metin zamanında yazıldı ve diğer bileşenlere aktarıldı. Fakat kimi insanların bu metni “beğenmemesi” gibi gerekçelerle sosyal medya üzerinden metin tekrardan ve bizden habersiz bir şekilde yazılmaya çalışıldı. Toplantıda alınan kararlar yok sayıldı. Daha sonra biz bunu öğrendiğimizde bu tavrı ciddi bir şekilde eleştirdik ve toplantıda alınan kararlar dışındaki hiçbir kararı tanımadığımızı söyledik.

Her ne kadar forum çağrısı sürecinde aksaklıklar olsa da birkaç gün yaptığımız faaliyetlerle olabildiğince her öğrenciye ulaşmaya çalıştık ve bunların sonucunda forumumuzu gerçekleştirdik. 70’i aşkın bir katılım oldu. Forumdan boykot ve bununla birlikte yürütülecek imza kampanyası kararı çıktı. Aslında boykot fikrini bizler öne sürecekken foruma katılan öğrencilerin bunu söylemesi açıkçası bizleri de şaşırttı. Çoğu öğrenci iradeli ve kararlı bir duruşumuz olursa başarıya ulaşacağımızı, önümüzde bir gücün duramayacağını yineledi. Zamların sadece bu foruma çağrı yapanların değil bu foruma katılanların ve hatta diğer foruma katılmayan arkadaşlarımızın ortak bir sorunu olduğunu ve herkesin boykotu sahiplenmesinin, kolektif bir biçimde hareket etmesinin önemine birçok kez dikkat çekildi.

4- Boykotun başlaması

Forumda çıkan kararla boykot başlatıldı fakat bir şeyler eksikti. Boykot sırasında masada durup boykotu sahiplenen kitlenin büyük çoğunluğu sadece boykot fikriyle forumu örgütleyen kitleydi. Bunun ötesine gidememiştik. Bunu yoldaşlarımız arasında değerlendirirken bu tür durumlarda meclis, komite kurmanın önemine dikkat çektik. Boykot esnasında birçok arkadaş evde hazırladığı şeyleri masamıza getirip diğer öğrenci arkadaşlarla paylaşıyordu. Kendi çayımızı, kahvemizi kendimiz yapıyorduk. Bu açıdan gerçekten güzel bir komün havası vardı. Öbür yandan boykot kararının hem yemekhaneye, hem kantine yönelik olduğunu söylemişken BHH’liler ısrarla gidip kantinden yiyecek içecek alıyordu. Bu konuyu onlarla defalarca konuşmamıza rağmen sürekli bir şekilde kantincinin “solcu” birisi olduğunu, ona bu şekilde davranmamamız gerektiğini söylüyorlardı.

5- AGD ile masaya oturma

Boykot devam ettiği sırada kendisini öğrenci temsilcisi olarak tanıtan bir kişi bizlerin sorunlarını dinlemek amacıyla toplantıya davet etti. Fakat biz bu öğrencinin dinci, gerici, faşist çetelerden biri olan Anadolu Gençlik Derneği'nin (AGD) üyesi olduğunu, okuldaki temsilci seçimlerinin de bizlerden habersiz anti-demokratik bir şekilde yapıldığını ve boykotu yıkmaya dönük hesaplar peşinde olduklarını biliyorduk. Buna rağmen aralarında bizim de bulunduğumuz bir heyet toplantıya katıldı. Bu konudaki hatamız, bu kişiler her ne kadar öğrenci, bölüm temsilcisi olsa da(!) ne olduklarını bilip, buna rağmen masaya oturmamız oldu. Toplantı öncesi heyetteki arkadaşlarla bizim forumdan çıkan bir iradeyle bu boykota başladığımızı, o iradeyi yok sayamayacağımızı, kararımızın kesin olduğunu ve bunu söyleyip çıkacağımızı konuşmamıza rağmen toplantı sırasında yaşanan uzlaşmacı tabloyu engelleyemedik. Bu gerici ile kurulan diyalog kendisini boykot masasına davet etmeye, yemek yapıp boykot masasına katkıda bulunmalarına ve hatta “Bütçeniz var mı?” sorusuna kadar uzandı. AGD’liler ise sonraki gün boykot masasına geleceklerini söylediler. Toplantı sonrası bizim bu toplantıya katılmamızın yanlış olduğu özeleştirisini vermemize rağmen BHH’li birkaç arkadaş toplantı sırasında yanlış bir tavır takınmadıklarını iddia ettiler.

6-Ayrışma kararımız

Bu olayların akabinde boykota başladığımız kurumlarla acil bir toplantı yaptık. Toplantıda bu yaşananların bizim ilkelerimize ters olduğunu, dinci gerici bir çeteyle hiçbir şekilde uzlaşılmayacağını ve aynı masada oturulmayacağını, o toplantı masasına oturmanın en başından yanlış olduğunu, oturulduktan sonra da kendi aramızda kararlaştırdıklarımızın dışına çıkıp uzlaşmacı bir şekilde hareket edildiği ve devrimci bir tutum sergilenmediğini söyledik. (Bazı BHH’liler yoldaşlarının tutumlarının yanlış olduğunu söylese de net ve ortak fikirler ortaya koyamadılar.) Böylesi bir olaydan sonra boykot sürecinde BHH ile birlikte hareket etmeyeceğimizi, bundan sonra boykota uzlaşmacı bir tutum sergilemeyen HDP gençliğiyle devam edeceğimizi söyleyip toplantıdan ayrıldık. Hatırlatmak gerekir ki, bu olayların öncesinde yaşanan aksaklıklardan ve sorumsuzluklardan dolayı bir ayrılık kararı almıştık. Fakat bunu toplantıda dile getirmemiştik. Bu da bizim bu süreçteki hatalarımızdan biriydi.

7-Ayrışma sonrası boykot süreci

Ayrılık kararımızdan sonraki gün masaya geleceğini söyleyen dinci, faşist çete bizler tam boykot masamızı toparlarken geldiler. Bizler onların bu boykotu işlevsiz hale getirmek için uğraştıklarını bu masaya oturamayacaklarını söyledik. Onlar da dinci ve milliyetçi söylemlerde bulunup “okuldaki bayrakları yırtıp çöpe attığımızı” iddia ettiler. Bundan bir sonuç alamayan dinci, faşist çete bizim okul temsilcisini ve okuldaki tüm öğrencilerin iradesini tanımadığımızı söylemesi üzerine bizler de anti-demokratik yollarla yapılan seçim sonuçlarını tanımadığımızı söyledik. Çevredeki öğrencilere kimin temsilciyi seçtiğini sorduktan sonra kimse cevap vermeyince çevredeki öğrencilerin desteğiyle ve çeşitli ajitasyonlarla bu çeteyi geri püskürttük.

Sonraki gün ise boykotun en güçlü olduğu gün oldu. Farklı yöntemler denememizle birlikte o gün yemek alımlarında ciddi bir düşüş yaşandı. Bunun yanında masaya tekrardan gelen dinci, gerici, faşist çete masadan uzaklaştırıldı. Bunların yanı sıra Çorlu MYO’da ve ana kampüste de zamlara karşı bir memnuniyetsizlik vardı. Ana kampüste de bir hareketlilik yaşanmaya başlamıştı. Çorlu Mühendislik Fakültesi’ndeki (ÇMF) bu hareketlilik oralara da yansımıştı. Boykota katılımın artmasının sonucunda fakülte dekanı ve üniversite sekreteri boykot masamıza geldi. Masada taleplerimizi dinleyip bunları senatoya taşıyacaklarını söylediler. Yemekhanede verilen suların kalitesiz ve sağlıksız olduğunu, normalde yedi ila sekiz arasında olması gereken pH’ın dört ila beş arasında olduğunu ve bunu farklı yerlere taşıyacağımızı söylememiz üzerine sular anında değiştirildi.

Daha sonrasında fakülte dekanının bize toplanılan imzalarla beraber bu konuyu senatoya taşıyacağını söylemesi üzerine biz de boykotu sonlandırdık. Fakat aksi bir karar çıkması durumunda boykota devam edeceğimizi söyledik. Aslında bu konuda yanılgıya düştük. Çünkü boykotu o safhaya getirmişken bunu devam ettirmemek eylemin sıcaklığını kaybetmesine neden oldu. Bu da boykot sürecindeki hatalarımızdan biriydi ve tahmin ettiğimiz gibi dekan bize herhangi bir geri dönüş sağlamadı. Bunu teşhir etmek için bir forum örgütlemeye çalıştığımızda ise çok geç kalmıştık, zira bu foruma öğrenciler tarafından katılım sağlanmadı.

Bunların yanında boykot sonlandığı zaman BHH’li arkadaşlar bizlere “NKÜ’lü Öğrenciler” ismiyle faaliyet yaptırmayacaklarını devrimci ahlaka uygun olmayan bir dilde söyledi. Biz de buna karşılık isimlere takılmadığımızı ama bu ismin kimseye ait olmadığını bu gerici tutumlarına karşı durup bu ismi kullanacağımızı belirttik. Hatırlatmak gerekir ki, biz ulaşım sorunu ile ilgili başlattığımız imza kampanyasında da bu ismi kullanmıştık.

8-Boykotun çekildiği nokta

Ana kampüste BHH ve HDP gençliğinin devam ettirdiği boykot ise oradaki öğrencilerin yönetimle görüşmesiyle sonlanmıştı. Oradaki boykotta ÇMF’de başlayan boykotun ana ekseninden uzak bir görüntü vardı. ÇMF’de zamlara, çeşitsiz, kalitesiz ve sağlıksız yemeklere karşı başlatılan mücadele, tek başına yemeklerin iyileştirilmesi, vegan yemek, içeceklerde çeşitliliğin sağlanması talepleriyle sonlandı. Mevcut durumda ise bunlardan sadece vegan yemek çeşidi talebi yer bulmuş gözüküyor. Bizim burada eleştirdiğimiz nokta ise ana kampüste yapılan görüşmenin ÇMF’ye yansıtılmaması ve boykotun ana ekseninden, yani zamların geri çekilmesi talebinden uzaklaştırılmasıdır.

Biz DGB olarak üniversitelerimizde ilerici devrimci kurumlarla birlikte mücadele etme konusunda hâlâ aynı fikirdeyiz ama bu kurumlar ortak mücadeleyi devrimci özünden uzaklaştırırsa, başka bir noktaya çekmeye çalışırlarsa buna müdahale etmek de bizim sorumluluklarımızdan birisidir.

Trakya’dan DGB’liler

 

 

 

 

O duvar, duvarınız, vız gelir bize vız”

 

16 Nisan referandumunda dinci gerici AKP iktidarı bir kez daha şaibeli bir seçimin altına imza atmış oldu. Seçimlerde yapılan hileler işçilerin, emekçilerin ve gençlerin tepkisini açığa çıkardı. İstanbul, İzmir, Ankara ve daha pek çok kentte seçim sonuçları protesto edildi. Seçim süreci boyunca yaşanan devlet terörü bu protestolarda da görüldü. “Hayır bitmedi. Mücadeleye devam!” diyenler polisin azgın saldırısına maruz kaldı. Operasyonlar yaşandı, onlarca kişi gözaltına alındı. İzmir’de yaşanan protestolarda gözaltına alınanlardan aralarında DGB’li Enise İlin’in de bulunduğu 23 kişiden 7’si “cumhurbaşkanına hakaret”, “toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefet” gerekçesiyle tutuklandı. Tutuklanarak Şakran Hapishanesi’ne gönderilen 3 kadın öğrenci tecrit politikaları gereğince ayrı ayrı adli koğuşlara konuldu. Ayrıca hiçbir yayın ve kitap kendilerine verilmiyor.

15 Temmuz’dan bu yana OHAL bütün toplum tarafından derin bir şekilde hissedilirken kuşkusuz baskılar zindanlarda daha da yoğun yaşanıyor. Yıllardır tutsaklara dayatılan tecrit daha ağırlaşırken her gün bir hapishaneden politik tutsakların maruz kaldığı işkence ve keyfi uygulamaların haberi geliyor. Son olarak Şakran’dan gelen bu haberler de gösteriyor ki sermaye diktatörlüğü zindanlardan korkuyor. Hiçbir yayını, kitabı almayan, iletişimi keyfi olarak engelleyen hapishane yönetimine karşı tutsaklarla dayanışmayı büyütmek ise bizlerin elinde. Şakran’da her biri ayrı adli koğuşa konulan, kitap ve yayınların verilmediği Enise, Emine ve Ezgi’ye karşı örülen tecrit duvarlarını kırmak için yazılacak her mektup, gönderilecek her kart ve kitap önemli bir yerde durmaktadır. Tecriti yıkmak için onlara yazalım!

Enise İLİN

Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi

C7 Koğuşu

Aliağa / İzmir

İstanbul’dan Bir DGB’li

 

 

 

 

Örgütlülüğümüz tek gücümüzdür

 

Geçtiğimiz günlerde basına yansıyan bir habere göre 25 yaşındaki Boğaziçi Üniversitesi (BOUN) mezunu bir genç kadın intihar etti. BOUN İngilizce Öğretmenliği bölümünden mezun olan Gizem Zülal Kaynar iş bulamadığı için özel ders veriyordu. Kapitalizmin yarattığı işsizler ordusuna Boğaziçi Üniversitesi diplomasıyla katılan Kaynar daha fazla dayanamayarak arkasında “Beceremediysem lütfen siz yapın. Öldürün beni” notu bırakarak intihar etti. Bu genç kadının intiharı birçok gerçeği yüzümüze çarpan bir tokat oldu. Gençliği bekleyen işsizlik gerçeği, kapitalizmin insanda yarattığı buhranlar, modern insanın yalnızlığı…

Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Prof. Dr. Tunç Alkın yaptığı eski tarihli bir açıklamada “Ülke yöneticilerinin umut veren açıklamalarının aksine dünyada egemen olan hiçbir yönetim, ekonomi, politik tercih, toplumsal proje, iktidar biçimi, hepsinin özeti dünyayı saran neo-liberal politikalarla ifade bulan kapitalizm umut vermiyor, vermeyecek görünüyor. Her geçen gün boyutları daha da büyüyen, genişleyen ve yaygınlaşan ekonomik değişiklikler, krizler, yoksulluk, işsizlik gibi durumlar yaşamı anlamsızlaştırıyor, mutsuz kılıyor, kederi baskın yapıyor, depresyonu üretiyor” demişti. Bu açıklama bugün de güncelliğini koruyor. Kapitalizm doğasında yapısal çelişkiler barındıran bir sistem olarak insanlığa işsizlik, yoksulluk, savaş dışında bir şey vadetmiyor. Sürekli yarattığı yedek emek ordusu ile bir yandan milyonlarca insanı işsizliğe ve dolayısıyla açlığa mahkûm ederken diğer yandan bu yedek emek ordusuyla işçi sınıfını sefalete mecbur kılıyor. Kapitalizmin ürettiği bu iktisadi sorunların insan bilincindeki yansımaları var bir de. 21. yüzyılda insanlığın yarattığı binlerce yıllık kültürel-sosyal birikime rağmen hâlâ dört bir yanı kan gölü olan bir dünyada sürekli güvencesiz yaşamak, açlıkla sınanmak, yoksulluğa mahkûm edilmek, kapitalist sistemin yanı başındaki arkadaşını senin karşına sürekli rakip olarak çıkarması, yükselmek için birilerinin sırtına basman gerektiği gerçekliği insan bilincinde bir kırılmaya yol açıyor. Kapitalizm üretimdeki anarşik yapısını toplumsal yaşamda da gösteriyor. Sistem insanlardan sürekli önünü göremediği, yanındakine güvenemediği bir dünyada yaşamasını istiyor.

Bu noktada eğer sana dayatılan bu gerçekliğe karşı mücadele edecek güce, örgütlülüğe sahip değilsen sistemin çarkları arasında ezilen binlerce insandan biri oluyorsun. Yunanistan’da ekonomik kriz dönemlerinde artan intihar olaylarının üzerine sokağa dökülen kitle “intihar değil, mücadele” pankartı açmıştı. Sistemin krizlerle boğuştuğu dönemlerde intihar vakalarının arttığı verilerle sabit bir gerçektir. Ancak kapitalizm refah dönemlerinde de bu sorunu çözemez. Çünkü sürekli daha fazla kazanmak ister, asla yetinmez.

Kapitalizmin insan ruhunda yarattığı bu tahribata karşı örgütlülük tek seçenek olarak önümüzde durmaktadır. Sürekli bireyciliği dayatan, geleceksizlikten başka bir şey vadetmeyen, yalnız ve mutsuz insanlar üreten bu sisteme karşı Yunan emekçilerin dediği gibi “intihar değil, mücadele”, bireysellik değil örgütlülük.

Y. Leyla


 
§