16 Aralık 2016
Sayı: KB 2016/47

Birleşik direniş, fiili-meşru mücadele!
Sermaye ekonomik krize “çözüm” arıyor
Sermayedarları kurtarma paketi!
Kanla beslenen bir düzen
Bu pisliği devrim temizler
İki stratejik ortağın Mavi Marmara anlaşması
15 Temmuz’dan yansıyanlar
İnsanca yaşamaya yeten asgari ücret için mücadeleye!
DEV TEKSTİL GMYK Aralık Ayı Toplantı Sonuçları
İşçi direnişleri ve eylemler devam ediyor
Krizler içerisinde debelenen düzene karşı, devrimci bir sınıf hareketi için ileri! - Onur Kara*
Asya-Pasifik: Emperyalistler arasındaki çatışmanın yeni alanı
Halep Suriye ordusunun denetimine geçti, savaş devam ediyor
Avrupa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru
AB ve avro cephesindeki gelişmeler üzerine
Bir kadın cinayeti ve Alman devletinin kirli sicili
Artık yeter! Sizinle kardeş değiliz
Maraş Katliamı’nın 38. yılı
19 Aralık Katliamı'ndan bugüne…
“19 Aralık’ta direniş bayrağını daha yukarıya yükselttik!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Avrupa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru

 

Belli bir gerilime sahne olan Avusturya’daki cumhurbaşkanlığı seçimini %53.3’lük oy oranı ile Yeşiller Partisi eski Genel Başkanı Aleksander van der Bellen kazandı. 2017 yılı Şubat’ında Almanya’da, 2017 Nisan’ında ise Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimleri var.

Almanya şu sıralar daha çok gündeminden bir türlü düşüremediği mülteci sorunu ile meşgul. Her ne kadar SPD’li Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmaier’in, iş başındaki hükümetin ortak adayı olacağı söyleniyorsa da henüz resmen kesin olan bir aday yok.

Bu arada Fransa ise oldukça hareketli günler yaşadı. Tekrar cumhurbaşkanı adayı olacağı beklenen Hollande, belli bir sessizliğin ardından aday olmayacağını açıkladı. Fazlasıyla yıprandığını ve dolayısıyla şansının çok az (%20) olduğunu düşünerek bu kararı aldığı kesindir. Hükümet cephesinde de benzeri bir sessizlik vardı. Belli bir bekleyişin ardından, nihayet, en az Hollande kadar, hatta ondan da fazla bir yıpranma yaşayan, başta El Khomri adlı saldırı yasası olmak üzere tüm icraatlarıyla işçi, emekçi ve öğrenci gençliğin büyük tepkisini çeken Başbakan Manuel Valls adaylığını açıkladı. Pek çok parti ve örgütün bileşeni olduğu Sol Cephe ise Jean Luc Melanchon’u aday olarak öne sürdü.

Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri vesilesiyle asıl hareketliliği sağ, daha doğrusu ırkçı-faşist partiler cenahı yaşadı. Bu cenahta adaylığı başından itibaren belli olan, Ulusal Cephe lideri Marine le Pen’di. Buna karşın Cumhuriyetçi Parti’den Nikolas Sarkozy, Alain Juppe ve François Fillon adaydılar ve bir ön eleme gerekiyordu. Sarkozy de Hollande gibi çok yıpranmıştı. Yarış başlar başlamaz Libya lideri Kaddafi ve oğlu ile kirli ilişkileri başta olmak üzere tüm kirli çamaşırları ortalığa saçıldı. Sarkozy çabuk elendi. Yarış Alain Jupe ile Fillon arasında geçti. Tıpkı Amerika’daki gibi beklenilen değil, beklenilmeyen oldu. Yarışı François Fillon kazandı.

Demek oluyor ki, Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Manuel Valls, François Fillon, Marine Le Pen ve Jean Luc Melanchon yarışacak.

Tek program, benzer vaatler, karanlık bir gelecek

Manuel Valls, François Fillon ve Marine Le Pen, nüans farkları bir yana bırakılırsa, esasa ilişkin her konuda üçü de aynı şeyleri savunuyor, benzer vaatlerde bulunuyorlar. Programlarına bakıldığında bu açıkça görülmektedir. Adı şimdiden geçenlere bakılırsa, kabineleri de bunu doğrulamaktadır.

Örneğin Manuel Valls’i anlatmak için çok çaba gerekmiyor. Öncesi bir yana, sadece 3.5 yıllık hükümet dönemindeki politikaları ve icraatlarına bakmak yeterlidir. Valls zaman zaman solcu olduğunu dile getirir, ancak ilgisi yok. Sosyalizme ise kavram olarak dahi tahammülü olmayan biridir ve bu herkesçe bilinir. Bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olan kabinesinin tüm işçi ve emekçi düşmanı politika ve icraatlarının altında en önce Manuel Valls’in imzası vardır. Çünkü o, gerçekte Fransa’nın patron örgütü MADEF’in adamıdır. Fransız burjuvazisine ve MADEF’e önceden verilmiş sözü vardı ve iş başına getirildiği ilk günden itibaren onlara kusursuz bir hizmette bulundu. Fransız işçi, emekçi ve öğrenci gençliğinin aylarca direndiği kötü ünlü El Khomri yasası esasta onun eseridir. Uzun mücadeleler sonucu elde edilen 35 saatlik çalışma haftası hakkını gasp etme kararlılığının başını da Valls çekmiştir. Fransız işçi ve emekçilerinin tarihsel tüm kazanımlarını yok etmeyi amaçlayan bu yasayı meclis denetiminden kaçıran ve anayasanın ancak savaş dönemlerinde başvurulan 49-3 maddesine yaslanarak yasallaştıran ha keza manuel Valls’dır. İnsan Hakları Bildirgesi’nin ve devrimci geleneklerin ülkesi Fransa’yı şimdilerde OHAL ile yönetilir bir ülke haline getirme utancı da Valls’e aittir.

Öte yandan Valls, en az Marine Le Pen, Sarkozy ve François Fillon kadar göçmen ve mülteci düşmanıdır. Mızrağının sivri ucunda ise müslüman kökenliler vardır. Sarkozy iş başındayken on binlerce Çingeneyi sınır dışı etmişti. Manuel Valls tümünü geri göndermekten yanadır. Azılı bir çevre ve çevreci düşmanı olması onun bir başka niteliğidir. Ve nihayet, Fransız emperyalist burjuvazisinin Afrika’daki sömürgeci politikaları da dahil, günümüzde ana uygulanma sahnesi Ortadoğu olan savaş politikalarını içtenlikle savunmaktadır. Fransa’nın, Libya işgali başta gelmek üzere emperyalist saldırganlık ve savaşta herkesten aktif bir pozisyon alması, Hollande ile birlikte Valls’in başında olduğu bugünkü hükümet zamanında başarılmıştır.

Kısacası sosyalist olmak şurada kalsın, Valls bir solcu, klasik manada bir sosyal-demokrat dahi değildir. Ne Fransız işçi ve emekçilerine sunacağı düzen alternatifi bir programı ve ne de bunun ifadesi vaatleri vardır. Valls, Hollande ile birlikte pek çok açıdan Fransa’yı yıkımın eşiğine getirmiş biridir. Seçilmesi mümkün görünmüyor, ama seçilmesi durumunda, burjuvazi ve MADEF tarafından dikte edilen programı daha da derinleştirecek, Avrupa’da sözde de olsa kendisini sosyal-demokrat olarak sunan hiçbir hükümetin cesaret edemediği politikaları izleyip, buna uygun icraatlarda bulunacaktır.

Sarkozy ve Alain Juppe gibi güçlü ve az çok popüler adayları, hem de açık ara fark atıp geride bırakarak, yarışı kazanan Fillon, Fransa’nın en büyük tekellerinin temsilcisidir. Kabinesine almak ve birlikte mesai yapmak istediği arkadaşları da zaten bu tekellerin adamlarıdırlar. Sözgelimi, Henri de Castries AXA sigorta şirketinin eski genel müdürü ve Fransız kapitalizminin en önde gelen temsilcilerinden biridir. Pier Danon, Numericable tekelinin eski yöneticisi ve halihazırda bilgisayar programı yapan Viviane Ohaine-Riberio, son olarak da Fransız patron örgütü MADEF Merkez Yürütme Kurulu üyesi ve Syntez Federasyonu yöneticisi Chain-Riberio, Fillon’un diğer çalışma arkadaşları olacak.

Fillon’un medyada da sağlam dayanakları var. Bunların başında Agnes Verdier-Molonie gelmektedir. Bu adam en aşırı sağ ve muhafazakar eğilimin temsilcisidir. Kilise ile de güçlü bağları var. François Fillon’un en büyük destekçilerinden biri de eşcinseller örgütüdür.

Fillon elbette ki bir azılı ırkçıdır. Amerika’daki Ku Klux Klan benzeri en ırkçı örgütlerle temas halindedir. Irkçılığı bununla da sınırlı değil. Fillon okullarda “Ulusal yemin” adlı ırkçı bir andı okutmak istemektedir. “Fransa sadece Fransız olanlarındır” şiarı en önemli şiarıdır. Haliyle Fillon, göçmenlerin, özellikle de İslami kökenden olanlarının ve mültecilerin azılı bir düşmanıdır. İş başına gelir gelmez kitlesel bir sınır dışı seferberliği başlatacağı kesindir. Keza Fillon, sömürgeciliği savunmakta, Fransa’nın Afrika’daki sömürgeciliğini de bir hak olarak görmektedir.

Fillon’un programında hiç adı geçmeyen ve hiçbir vaatte bulunmadığı toplumsal kesimler ise, en başta işçi sınıfı olmak üzere sömürülen ve ezilen emekçi kitlelerdir. Sosyal yıkım sürecektir. Bugüne dek yapılanlar yeterli bulunmamaktadır. Bu nedenle de Hollande-Valls ikilisinin bıraktığı yerden devam edilecek, yıkım daha da derinleştirilecektir. Bilindiği üzere Fillon daha ilk hamlede kitlesel tensikatlara başvuracağını açıklamıştır. Öte yandan Fransa’nın olağanüstü bir dönemden geçtiğini dile getirmekte, OHAL’in devamını istemekte ve demokratik haklar yerine, savaş hükümlerine başvuracağının işaretlerini vermektedir.

Kısa ve en yalın bir anlatımla Fillon, Fransa’nın krizden çıkışının yegane yolunun içeride ve dışarıda savaş politikalarına başvurmak olduğuna inanmaktadır. Kendisini bu alanda kanıtlayarak, ırkçı-faşist bir saldırganlığı tetikleyerek Fransız ulusunun ulusal onurunu kurtaracağı gibi deli saçması düşüncelere sahip biridir. Arkasında savaş isteyen büyük tekellerin olduğu, git gide radikalleşen ırkçı akımları ve büyüyen faşizm tehlikesini temsilen aday olmuş bulunuyor. Tüm bunları AB karşıtlığı tamamlamaktadır.

Marine Le Pen’e gelince, Avrupa’da göçmen, esas olarak da Müslüman/İslam kökenliler ve mültecilere dönük saldırganlığın başını çekendir. Her vesileyle bu sorunu kaşımakta, istismar etmektedir. Göçmenleri adeta Fransa’daki tüm melanetlerin tek sorumlusu olarak sunmaktadır. Çözümü de bu kitleyi sınır dışı etmek olarak sunmaktadır. Bunun, demografik yapısı bozulan Fransız halkının yeniden kendisini bulmasının en iyi yolu olduğunu ileri sürmektedir. Öyle ki, cumhurbaşkanı olması durumunda, izleyeceği sosyal politikaların bir parça işçi ve emekçilerin yararına olması için bunun olmazsa olmaz koşul olduğunu savunmaktadır. Diğerlerinden farklı olarak, basit, ama son derce demagojik bu propagandalarla etkili de olmaktadır. İşçi ve emekçiler içinde de hatırı sayılır bir destek bulmaktadır. Seçimlerde sanayi yoğunluklu yerlerde ve işçilerden aldığı oy oranları da bunu kanıtlamaktadır. Şüphesiz ki tüm bunlar, devrimci bir sınıf hareketinden ve düzene alternatif bir programla yığınların karşısına çıkan devrimci bir partiden yoksunluk koşullarında olmaktadır, ama gerçek ne yazık ki budur.

Marine Le Pen de diğer ülkelerdeki ırkçı-faşist liderler gibi AB karşıtıdır. Ve her vesileyle iş başına gelmesi durumunda AB’nin dışına çıkmak için referanduma başvuracağını dile getirmektedir. Ayrıca da diğer ülkelerdeki ırkçı-faşist hareketler, partiler ve liderlerle sıkı bir dayanışma içindedir.

Reformist ve revizyonist sola dair birkaç söz

Tüm bir sol cenahın destekleyeceği beklenilen reformist blok Sol Cephe adayı Jean luc Melanchon’un da düzeni aşan, kapitalizme devrimci tarzda alternatif bir programı ve bu çerçevede iddiası bulunmamaktadır. Fransız kapitalizmini, burjuvazisini ve meydana saldığı ırkçı-gerici faşist parti ve akımları eleştirse de, bu eleştirileri ve bunlarla ifade bulan düşünceleri onları aşan, yeni bir toplum projesi sunan bir mahiyet taşımamaktadır. Bu konuda deyim yerindeyse geçmiş dönemlerin de gerisinde seyredilmektedir. Özellikle Fransız Komünist Partisi'nin (FKP) sicili temiz değildir. İzlediği politikalar Fransız sosyal-demokratlarınınkinden çok da farklı olmamıştır. Amiyane deyimle, solun ve sosyalizmin yıpranıp zaman içinde gözden düşmesinde revizyonizmle (FKP revizyonizmi) sosyal-demokrasi el ele çalışmışlardır. “Sosyalist” Hollande ve partisi SP’nin 3.5 yıllık icraatları ile Fransa’yı ırkçı-faşist güçlere adeta hediye ettiği bir gerçektir. Hollande, Sarkozy’den nöbeti devralmış, yolu düzleyip, meydanı Marine Le Pen ve François Fillon gibi azılı ırkçı faşistlere bırakmıştır. Ancak bunda, başta FKP olmak üzere Fransız resmi solunun da payı büyüktür.

Sonuç olarak, rejim açısından Fransa’nın en önemli seçimleri olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerçekte sol yoktur. Gerçekte ırkçı-faşist partiler sahnededir. Yarış da bu partilerin adayları arasında olacaktır. Tüm diğer şeylerle birlikte, bunun kendisi Fransa’nın bu güçler tarafından daha koyu bir karanlığa sürükleneceğini anlatmaktadır. Bu gidişat önlenemezse eğer, Fransız işçi ve emekçilerini de bugünkünden de kötü günler beklemektedir.

 

 

 

 

535 milyon çocuk savaş ve yoksulluk mağduru

 

Emperyalist kapitalist sistem yarattığı kriz ve savaşlar nedeniyle milyonlarca insanın yaşamını altüst edip katliamlarını sürdürürken, tüm bu cenderenin içinde sağ kalmayı başaran çocuklar ise açlık ve yoksulluğun pençesinde yaşam mücadelesi veriyor.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), dünyadaki çocukların yaklaşık dörtte birinin savaş, kriz ve doğal afetlerin etkisi altında ölüm, açlık, yoksulluk ve her türlü insani haktan yoksun bir şekilde yaşama mahkum edildiğini ortaya koydu.

UNICEF verilerine göre savaş ve doğal afetlerle karşı kaşıya kalınan ülkelerde bu koşullarda yaşayan çocukların sayısı 535 milyon.

393 milyona yakın çocuk, kapitalist tekellerin her türlü yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koyduğu Afrika’nın acil desteğe ihtiyaç duyulan bölgelerinde yaşam mücadelesi veriyor.

Emperyalist devletlerin Ortadoğu’da gerici çeteleri de kullanarak yürüttükleri çıkar savaşından dolayı da milyonlarca çocuk “yaşıtlarından daha şanslı olarak” hayatta kalmayı başarırken göç etmek zorunda kaldı. UNICEF verilerine göre savaş ve çatışma ortamında yaşayan çocukların yüzde 12’si, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden.

Suriye’de çatışmaların şiddetlenmesi nedeniyle kuşatma altında yaşamak zorunda kalan çocukların sayısının bir yılda iki katına çıktığı da açıklamada yer aldı. Suriye’de hâlâ 500 bin çocuğun kuşatma altındaki 16 bölgede yaşam savaşı verdiği belirtilirken, bu çocuklar her türlü gıda, insani yardım ve temel hizmetlere ise ulaşamıyor.

Savaş ve çatışmalar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan çocukların sayısının 50 milyon civarında olduğu belirtildi.

UNICEF verilerinde Nijerya’nın kuzeydoğusunda, 1 milyona yakını çocuk olmak üzere yaklaşık 1.8 milyon kişinin yerlerinden edildiği de yer aldı.

Afganistan’da, ilkokul çağındaki çocukların yaklaşık yarısının okula gitmediği belirtildi.

Yemen’de ise krizden 10 milyon çocuğun etkilendiği bilgisi paylaşıldı.

Güney Sudan’da ilkokul çağındaki çocukların yüzde 59’u okula gidemezken ülkedeki çatışmalar nedeniyle okulların üçte birinin kapalı olduğu ifade edildi.

Haiti’de Ekim ayında meydana gelen Matthew Kasırgası’nın üzerinden iki ay geçmesine rağmen 5 yaşın altında 90 bin çocuğun hâlâ yardıma muhtaç olduğu belirtildi.


 
§