11 Kasım 2016
Sayı: KB 2016/42

Dinci-faşist düzeni ancak emekçi kitlelerin militan direnişi yıkabilir!
Dinsel gericiliğin karanlığı ve emperyalizmin riyakarlığı
Halep-Musul-Rakka üçgeninde taktik savaşlar
Düzeniniz de yasalarınız da yok hükmündedir!
Erdoğan’ın Kürt hazımsızlığı
"Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz!"
HDP milletvekilleri tutuklandı!
İzmir’de 4 Kasım eylemlerinin gösterdikleri
Saldırıların arkasında emperyalizm ve işbirlikçi büyük burjuvazi var
10 Ekim Ankara Katliamı davası
İşçi sınıfını iktidara taşıyan mücadele örgütleri ve yönetim organları: Sovyetler
Kamuda kıyımlar, tutumlar ve mücadelenin sorunları - II
İşçiden al, patrona ver!
Metal TİS’leri ve sınıfa politik müdahale
EMİS’e karşı “söz, yetki, karar” işçilere!
Bu düzeni yıkacağız ve hiçbir kirli yöntem bizleri bundan alıkoyamayacak!
Kazanmanın yolu direnmekten geçer!
Direnişi seçiyoruz!
Karanlığa karşı kararlılık
Şan olsun “Yeni Ekimler” yolunda proletaryanın öncü müfrezesine!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Saldırıların arkasında emperyalizm ve işbirlikçi büyük burjuvazi var

 

AKP iktidarı işçi ve emekçiler ile bölge halklarını hedef alan saldırgan politikalarını gün be gün tırmandırıyor. AKP’nin içeride ve dışarıda yürüttüğü saldırgan politikalarda bu denli ısrar etmesinin gerisinde ise, öncelikle kendi gerici ve karanlık iktidarını sağlama alma arzusu yer alıyor.

Sermayenin “istikrar” arayışı ve sosyal yıkım saldırıları

AKP iktidarı yakın döneme kadar dış borç ve sıcak paraya dayalı bir “ekonomik istikrar” tablosu çizmeyi başardı. "Türkiye ekonomisini iyi götürüyor, sürekli büyütüyor, Türkiye İMF’ye avuç açmaktan kurtuldu" vb. propaganda eşliğinde işleri bugüne kadar idare eden AKP, gelinen yerde yolun sonuna yaklaşmış bulunuyor.

Zira dış borç fazlasıyla büyümüş, ekonominin dengeleri iyiden iyiye bozulmuş durumda. Hali hazırda kırılgan bir zemine sahip olan Türkiye ekonomisi ciddi bir krizle yüz yüze. Mevcut siyasal gelişmeler ise ekonomi alanında ciddi dalgalanmalara sebep olmakta, sermaye için güven vermeyen bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Özellikle savaş politikaları ve bunun gerektirdiği bütçe, Türkiye ekonomisi açısından bir diğer önemli sorun alanını oluşturuyor.

Bu gelişmelerin farkında olan geleneksel burjuva çevreler acilen ekonominin toparlanmasını ve sermayenin ihtiyaç duyduğu istikrar tablosunun sağlanmasını istiyor. AKP iktidarının ise sermayenin ihtiyaç duyduğu “istikrar” ortamını yaratabilmesi için pek bir alternatifi yok. Elbette krizin faturasını ağır bir şekilde emekçilere ödetmek dışında. Bu nedenle sermaye çevreleri döne döne hükümetin masasında duran çok yönlü sosyal yıkım programının bir an önce hayata geçirilmesini istiyor.

Darbe girişimini fırsata çeviren AKP iktidarı ise, yarattığı baskı ortamı içerisinde sosyal yıkım programını bir bir hayata geçirmeye başlamış bulunuyor. Bu kapsamda önce kiralık işçi büroları uygulaması devreye sokuldu. Bu adımı Bireysel Emeklilik Sigortası saldırısı izledi. Şimdi de sıra kıdem tazminatı hakkının gaspına gelmiştir.

Saldırganlıkta ve maceracılıkta AKP yalnız değil

Dinci-gerici AKP iktidarının tam bir acımasızlıkla sürdürdüğü saldırganlık ve savaş politikaları sadece onun karanlık hedeflerine ulaşma ihtiyacı ile açıklanamaz. AKP şahsında cisimleşen gerici-saldırgan politikalar, her şeyden önce emperyalist güçlere ve sermayeye hizmet etmektedir. Emperyalistler ve kimi sermaye çevreleri zaman zaman AKP’nin “aşırılıklarına” tepki gösterseler de, kendilerine sunduğu hizmetten fazlası ile memnun bulunuyorlar.

Çünkü AKP iktidarı, sedece kendisine yakın bir sermaye kliğinin değil fakat tüm kesimleriyle büyük burjuvazinin dolaysız çıkarlarının bugünkü temsilcisidir. AKP bir yandan kendi hedeflerine yürürken ve bizzat kendisinin temsil ettiği sermaye çevrelerini ihya ederken, öte yandan da emperyalistlerin ve bütün bir sermayenin ihtiyaçlarına yanıt veren adımlar atmaktadır.

Bu nedenle, AKP iktidarını hedef alan bir mücadele, emperyalizme ve tüm kesimleri ile işbirlikçi büyük burjuvaziye karşı mücadeleden ayrılamaz. Bazı sermaye kliklerinin dinci-faşist AKP iktidarından daha fazla yararlanması, bu genel gerçeği değiştirmemektedir.

 

 

 

 

Milli” olmak bu olsa gerek

 

Bilindiği üzere bu düzende sömürücüler tarafından ya din tüccarlığı yapılmıştır, ya da “vatan, millet” demagojisi. Ancak her ikisini de aynı anda başarıyla yapabilmek AKP’ye özgüdür. Sömürü üzerine kurulu olan kapitalist sistemi ayakta tutabilmek, olası bir direnişi bölüp parçalayabilmek ve yolundan saptırabilmek için düzen siyasetçilerinin buna ihtiyacı vardır.

Son zamanlarda Erdoğan’ın ne kadar “millici” olduğuna şahit olmaktayız. Savunma sanayiinde “milli tank”, “milli uçak”, “milli İHA” derken 15 Temmuz sonrasında, Fethullah Gülen ve ABD arasındaki ilişki yeniymiş gibi, birden işin içindeki ABD parmağı ortaya çıkmıştı. (Başta Orta Asya olmak üzere, çeşitli ülkelerde CIA okulu gibi çalışan Gülen okulları daha önce bilinmiyormuş gibi…)

Fakat birkaç gün önce gözlerden saklanmaya çalışılan bir şey daha yaşandı. Artık Türk genelkurmayında, ABD’li bir üst düzey askeri yetkili görev icabı bulunacak. ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’ın Türkiye ziyareti sırasında, mevkidaşı Hulusi Akar’la yaptığı görüşmenin ardından, “CENTCOM Komutanı Votel’e rapor verecek üst düzey bir ABD’li yetkilinin Türkiye Genelkurmay Başkanlığı’nda görevlendirilmesi” konusunda anlaştığı açıklandı. Akıllara ister istemez “bu ne yaman çelişki” sözü geliyor. Darbe girişiminde parmağı olduğunu iddia ettiğin ABD’nin genelkurmayından bir üst düzey görevliye Türk genelkurmayının kapısını açacaksın. Sonra da “milli şu, milli bu” diyeceksin! Kim inanır?

Türkiye’nin NATO gibi emperyalist askeri kuruluşlarla ilişkisi Kore Savaşı’ndan beri biliniyor. Yakın zaman önce Rus uçağı düşürüldüğünde, Türkiye’nin hızlıca NATO’yu yardıma çağırması da unutulmuş değil. O NATO için neler yapılmadı ki, hangi insanlık suçlarına, işgallere ortak olunmadı ki!

Ekonomik olarak da Türkiye’nin ne kadar bağımsız olduğunu, her iç ve dış siyasal krizde yükselen dolar ve avronun Türkiye’ye etkisinden herkes kolaylıkla görüyor. Keza IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist kuruluşlarla ilişkisi de ortada. Vaktiyle imzalanan GATS anlaşması ile tarım politikasının nasıl emperyalist tekellerin çıkarına göre şekillendiğini anlatmaya da gerek yok. Zaten o kadar “milli bir tarım politikası” var ki ülkede artık yerli tohum kullanılmıyor. Askeri alandaki yerli üretim aldatmacası da bir başka mesele!

Sözün kısası Türkiye’nin durumu, her adımının ve icraatının “milli” olduğuna işçi ve emekçileri inandırmaya çalışan işbirlikçi bir ülkeyi göstermektedir. Kapitalist-emperyalist sistemde başka türlü de olamaz zaten. 16 Şubat 1969 tarihinde Beyazıt Meydanı’nda 6. Filo’yu protesto eden devrimci öğrencilere saldırıp iki öğrenciyi katleden Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ne kadar milliyse, bugün talebelikten mezun olup hükümet olanlar da dahil, bu devlet o kadar “milli”dir.

 
§