11 Kasım 2016
Sayı: KB 2016/42

Dinci-faşist düzeni ancak emekçi kitlelerin militan direnişi yıkabilir!
Dinsel gericiliğin karanlığı ve emperyalizmin riyakarlığı
Halep-Musul-Rakka üçgeninde taktik savaşlar
Düzeniniz de yasalarınız da yok hükmündedir!
Erdoğan’ın Kürt hazımsızlığı
"Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz!"
HDP milletvekilleri tutuklandı!
İzmir’de 4 Kasım eylemlerinin gösterdikleri
Saldırıların arkasında emperyalizm ve işbirlikçi büyük burjuvazi var
10 Ekim Ankara Katliamı davası
İşçi sınıfını iktidara taşıyan mücadele örgütleri ve yönetim organları: Sovyetler
Kamuda kıyımlar, tutumlar ve mücadelenin sorunları - II
İşçiden al, patrona ver!
Metal TİS’leri ve sınıfa politik müdahale
EMİS’e karşı “söz, yetki, karar” işçilere!
Bu düzeni yıkacağız ve hiçbir kirli yöntem bizleri bundan alıkoyamayacak!
Kazanmanın yolu direnmekten geçer!
Direnişi seçiyoruz!
Karanlığa karşı kararlılık
Şan olsun “Yeni Ekimler” yolunda proletaryanın öncü müfrezesine!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzeniniz de yasalarınız da yok hükmündedir!

 

İçinden geçtiğimiz günler her yönüyle olağan zamanlardan ayrı bir dönemi tarihe kaydediyor. Düzen, saldırganlıkta gemi azıya almış bulunuyor. Daha doğrusu kapitalist sistemde, devlet aygıtının nasıl sınırsızca ve fütursuzca kullanılabildiğine bir kez daha tanıklık ediyoruz. Bir kez daha; çünkü ‘71 faşist cuntasının, 12 Eylül askeri faşist darbesinin yarattığı imkânlar, devlet aygıtını elinde bulunduranlara nasıl bir zorbalık hakkı doğurmuşsa bugün yaşadıklarımız da öyledir.

Devlet sopasını elinde tutanların hayata geçirdiklerini ‘90’lı yıllardan ayıran özellik biraz da bu olsa gerek. O yıllarda bilindiği üzere “faili meçhul” cinayetler, sır gibi saklanan “bin operasyonlar”, kaçırıp kaybetmeler eşliğinde sürdürülüyordu. Yani çoğunlukla bir kontrgerilla hukuku söz konusuydu. Yapılanlar devletin derinliğine gömülüydü. Şimdi ise bunlar daha çok açıkça yapılıyor. Devlet birimleri açıktan kontra faaliyetler yürütüyor. Mevcut burjuva hukuk rafa kaldırılarak, adına OHAL denilerek KHK’lar ile devlet terörü olağanlaştırılmaya çalışılıyor.

Gözaltı-tutuklama, kayyım, kapatma furyası ile burjuva hukukun yazılı kuralları değil, sınıflar mücadelesinin toplumsal kuralları işliyor. Burjuvazi, sermaye devleti eliyle hayata geçirdiği saldırılarda yasa-hukuk tanımıyor. Sınıf iktidarını ve kapitalist-emperyalist sistem içindeki konumunu güçlendirmek, yağma ve rant imkanını arttırmak için ne gerekiyorsa onu yapıyor. Devlet maşasını elinde bulunduran AKP ve Erdoğan, düzen hukukunu yok sayıp, mevcut duruma yasaları uygun hale getirmek için hareket etti, ediyor. Yasaları yapan sınıflar mücadelesinde etkin olan güçtür. O yüzden şimdi kendilerini güçlü görenler yasaları, kendi ihtiyaçlarına göre yeniden yapıyor.

İşçi ve emekçiler, Kürt halkı, Aleviler, kadınlar ve gençler için zaten hiçbir itibarının olmadığı çokça yaşanmışlıkla belli olan sermaye devletinin yasaları, bizzat yasa yapıcıları ve uygulayıcıları tarafından yerle bir ediliyor. Sınırlı anayasal haklar yok sayılıyor. “Parlamenter sistem”, “reis”in iki dudağı arasında sakıza dönüyor, bir o şekle, bir bu şekle bürünüyor.

O nedenle, bu düzeni yıkıp, insanca yaşanılacak, gerçek eşitliğin olduğu, sömürüsüz bir ülke kurma mücadelesi verenlerin yapması gereken, rejimin kurumlarını meşrulaştırmak değildir. Savaşı kendi kurallarına göre oynamayanların kuralları da kuralsızlıkları da geçersizdir.

Kapitalist sistem; burjuva demokrasisi, aynı anlamda sermaye diktatörlüğü yine ve yeniden gerçek yüzünü göstermekten bıkmamıştır. Yeri geldiğinde bir seçilmişin yetkisi sokaktaki herhangi bir polisin yetkisinden daha azdır. İstendiğinde hapishane kapıları onlara da kolaylıkla açılmaktadır. Tam da bu nedenle verilmesi gereken mücadelenin, bu düzenin kurumlarına da yasalarına da sığmayacağı bir kez daha görülmüştür. Durum buyken, saldırıların hedefi olan kesimlerin “yasal mücadele” argümanlarının herhangi bir dayanağı da kalmamıştır. Filli-meşru mücadele hattının sadece öznel bir tercih değil, kapitalist sistemin dayattığı bir zorunluluk olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.

 

 

 

 

Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri tutuklandı!

 

31 Ekim günü “PKK/KCK ve FETÖ/PDY adına suç işledikleri” iddiasıyla gözaltına alınan Cumhuriyet gazetesi yöneticileri ve yazarları 4 Kasım gecesi Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ne sevk edildi.

Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Hikmet Çetinkaya ve yazar Aydın Engin adli kontrol şartıyla serbest bırakılırken Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Önder Çelik, Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör, Güray Öz, Hakan Kara, Musa Kart, Kitap Eki Genel Yayın Yönetmeni Turhan Günay 5 Kasım sabahı çıkarıldıkları Nöbetçi İstanbul 9. Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı.

Gazetenin muhasebe müdürü Günseli Özaltay ve eski muhasebe müdürü Bülent Yener de serbest bırakıldı.

 

 

 

 

ODTÜ’lü öğretim üyelerinden açıklama

 

ODTÜ öğretim elemanları, artan baskı uygulamalarını kınamak ve rektörlük seçimlerini kaldıran 676 saylı KHK’nın geri çekilmesi için basın açıklaması yaptı. Fizik Amfisi önünde 8 Kasım günü gerçekleştirilen açıklamada, yaşanan sürecin kaygı verici olduğu şu ifadelerle dile getirildi:

Bugün ülkemizde demokrasinin sürdürülmesi için yaşamsal öneme sahip kurumlara, parlamentoya, yargıya, siyasi partilere ve basın-yayın kuruluşlarına kaygı verici siyasi müdahaleler yapıldığına tanık oluyoruz.”

Bu sürecin üniversitelere yansımasına ilişkin ise şunlar söylendi: “Sürecin üniversiteye yansımalarından biri, 29 Ekim 2016 tarihinde yayımlanan 676 No’lu KHK ile, üniversite yönetimlerinin belirlenmesinde öğretim üyelerine söz hakkı tanıyan rektörlük seçimlerinin yürürlükten kaldırılması olmuştur. 2547 sayılı YÖK yasasında tanımlanmış halini dahi yeterli görmediğimiz bu uygulamanın kaldırılmasını demokrasinin toplumsallaşması ve kurumsallaşması açısından kabul edilemez buluyoruz.”

Üniversitelerin özerk olmasının önemine işaret edilen açıklamada bu özerkliğin eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetlerinin toplum yararına ve bilimsel bir temelde yapılabilmesinin gereklerinden olduğuna vurgu yapıldı.

ODTÜ Öğretim Elemanları imzasıyla yapılan açıklama şu ifadelerle sona erdi: “ODTÜ’lü öğretim elemanları olarak talebimiz, demokratik, katılımcı, özerk, insan ve doğayla barışık üniversitedir. Bunun sağlanması için mücadele etmeyi topluma karşı bir sorumluluk ve görev kabul ediyoruz.”

 
§