22 Temmuz 2016
Sayı: KB 2016/27

Faşist baskı ve zorbalığa karşı tek yol devrim
Darbe girişimi ve emperyalistlerle ilişkiler
AKP “darbe girişimi” gerekçesiyle darbe koşulları yaratmaya çalışıyor
Gericiliğin karanlığını işçi ve emekçiler dağıtacak!
Ne dinci-gerici AKP iktidarı ne de darbe
Kendi davası için dövüşmeyen…
Türkiye’de darbeler
15 Temmuz “darbe girişimi”
Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!
Katliamın birinci yılında Suruç anmaları
Düzen cephesi ve rejim krizi - H.Fırat
15 Temmuz darbesi ve Türkiye sol hareketi
Tarih, başarılı bir darbe olana kadar çok geçmeyeceğini gösteriyor
Fransa’da Nice katliamı ve kirli hesaplar
ABD’den Suriye’yi parçalama planı
Evvel Temmuz Festivali üzerine
Memleketimden manzaralar...
Yaşamları, direnişleri ve ölümleriyle geleceği şekillendirenlere...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Fransa’da Nice katliamı ve kirli hesaplar

 

Fransa bu kez de Nice’te yapılan katliamla sarsıldı. IŞİD adlı ölüm makinesinin gerçekleştirdiği bu katliamda toplam 84 kişi yaşamını yitirdi. 200’ün üzerinde yaralı var.

Fransız hükümeti, katliamın IŞİD tarafından yapıldığı açıklanır açıklanmaz, yine aynı beylik nakaratı tekrarladı: “İslami terör tehdidi sürüyor...” Devamla, bu teröre karşı kararlılıklarını koruduklarını, ancak bu amaçla seferber ettikleri “operasyonel güçler olarak görev yapan 25 bin asker, polis ve güvenlik mensubunun bu tehdit karşısında yetersiz” kaldığını açıkladı. Büyük bir arsızlıkla, El Khomri yasası ile hedef tahtasına oturttuğu ülkedeki tüm gençlere “polisle çalışın” çağrısında bulundu. Keza, her defasında yaptığı gibi bu kez de her saat başı ulusal birlik ve bütünlük çağrıları yaptı. Ne var ki bu defa yurtseverlik duygularına hitap ettikleri binleri, on binleri yanlarında bulamadılar. Kısacası bu kez meydanlar dolmadı.

Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Hollande kısa bir süre önce, OHAL’in kaldırılacağını, buna artık gerek kalmadığını açıklamıştı. Ancak, Nice’teki dehşet verici katliamdan hemen sonra yine aynı şeyi yaptı. İlk elden OHAL’in bir kez daha uzatılacağı ve onaylanması için meclise getirileceği açıklandı. Fakat, bu vesileyle sadece içe dönük önlemlerden söz edilip, içe dönük mesajlar verilmedi. Dışa dönük olarak da örneğin, “Irak’ta ve Suriye’de bize saldıranlara saldırmaya devam edeceğiz, hem de yuvalarında. Ulusal güvenlik toplantısında yeni önlemler alacağız” şeklinde bir açıklama da yapıldı.

Fransız muhalefeti, en başta da Marine Le Pen; oluşan kaos ortamını ve Hollande-Valls hükümetine duyulan güvensizliğin artmasını fırsata çevirmekte gecikmedi. Fransa’da “güvenlik zaafiyeti”nin olduğu beylik gerekçesine sarıldı ve bunun nedeninin göçmenler olduğunu ileri sürdü. Bundan hareketle, kendisi ile aynı fikirde olan diğer ırkçı-faşist Sarkozy ile ağızbirliği içinde, göçmenlerin oturumlarının iptal edilmesini ve derhal sınır dışı edilmelerini ileri sürdüler. Dikkate değer olan, Başbakan Valls’in de terörün esas nedeninin, göçmenleri, esas olarak da Müslüman göçmenleri kast ederek, “hızlı radikalleşme” olduğunu dillendirmesi idi.

Nice katliamının yankıları sürüyor. Hollande-Valls ikilisi içeride de dışarıda da oldukça sıkışmış durumda. Bir çıkış arayışındalar.

İçeride tarihsel kazanımlara dönük saldırı

Fransız işçi ve emekçilerinin yüzyıllık tarihsel tüm kazanımlarını ne pahasına olursa olsun oldukça radikal tedbirlerle ortadan kaldırmak, Fransız burjuvazisinin ve onun adına da Hollande-Valls hükümetinin yaşanan sıkışmışlığa bulduğu çözümdür. Geçmiştekilerini katbekat aşan yıkıcı nitelikteki bu sosyal yıkım saldırısı, toplumun sadece işçi ve emekçi kesimlerini değil, orta sınıf da dahil toplumun büyük çoğunluğunu kapsayan bir saldırıdır. El Khomri yasası 4 ayı aşkın bir süredir Fransa’nın ana gündemidir ve bu süre zarfında Fransa, işçi, emekçi ve öğrenci gençliğin bu yasaya karşı toplam 12 genel grevine, boykot, blokaj, işgal ve daha pek çok eylemine sahne olmuştur.

Fransız burjuvazisi bu saldırıyı tüm sonuçlarına ulaştırmak istemektedir ve bu konuda oldukça kararlıdır. Bunun için herşeyi göze almış da görünüyor. Bu aynı kararlılığı işbaşına getirdiği Hollande’dan ve Valls hükümetinden de bekliyor. Nitekim, kapitalist sınıfın MADEF adlı örgütü her vesileyle bir an önce işçi hareketinin ezilmesini istemektedir. Koşullar, krizin de tetiklemesi ile öyle bir mahiyet ve nitelik kazanmıştır ki günümüzde sarı-siyah-yeşil, gerici ya da sosyal-demokrat hiç fark etmez, hiçbir hükümet bir sosyal-yıkım hükümeti olmaktan kaçınamıyor. Bunun, en iddialı sol sosyal-demokrat hükümetlerin dahi kaçınamadığı bir akıbet olduğunu, çok yeni ve yakın bir örnek olarak Syriza örneği ile gördük. Ve nihayet Hollande-Valls hükümeti de kendisinden önce işbaşına gelen tüm hükümetler gibi, işbaşına geldiği günden itibaren bir sosyal yıkım hükümeti oldu. Hala bu işlevi yerine getiriyor. Öyle ki El Khomri adlı yasa üzerinden işçi ve emekçilerle aylardır sürdürdüğü kavgayı sonucuna ulaştırmak için her yola başvurmuştur. Bunu adeta varlık yokluk sorunu haline getirmiştir. Bunun için her şeyi göze almıştır.

Sosyal yıkım saldırıları ile paralel biçimde yürütülen bir başka saldırı da demokratik ve siyasal alanda yürütülen “haçlı seferi”dir. Fransız burjuvazisi ve işbaşındaki hükümet 4 ay içinde işçi ve emekçi hareketi karşısında o denli aciz ve çaresiz kalmıştır ki Fransa tarihinde ancak çok olağanüstü durumlarda başvurulan kimi önlemlere başvurmuştur. Yerleşik teamülleri de bir yana bırakarak, parlamentosunu, parlamento grubunu hiçe sayarak, 149/3 maddesini devreye sokmuş, bu uygulamanın şahsında iki kez anayasasını bypass etmiştir. Üçüncü kezdir OHAL uzatılmaktadır. Toplantı, yürüyüş, gösteri, grev ve genel grev hakkı gasp edilmeye çalışılıyor, sınıf ve emekçi kitlelerin büyük hareketliliği karşısında içine düşülen acz ve çaresizlikle yasaklara başvuruluyor. IŞİD katliamları bunda ayrıca ve çok özel bir rol oynuyor. Yeni yasakların bahanesi yapılıyor. Polis devleti uygulamaları hız kazanıyor ve giderek kurumlaştırılıyor. Fransız devleti giderek bir polis devletine dönüşüyor.

Fransa’da işbaşındaki Hollande-Valls hükümeti hızla yıpranıyor. Buna karşın ırkçı-faşist parti %40 oranında oy alıyor. Önümüzdeki yıl cumhurbaşkanlığı seçimleri var ve Marine Le Pen cumhurbaşkanı olmaya hazırlanıyor.

Dışarda emperyalist saldırganlık ve savaş

Azgın bir militarizm, silahlanma, askeri harcamalar ve savaşa her yıl daha fazla para aktarmak, dünyanın sorunlu tüm kriz bölgelerine asker göndermek, hegemonya kavgasının gereği olarak rakipleri ile açık ya da gizli rekabet, emperyalist bir saldırganlık, emperyalist koalisyonların ortağı olarak işgallere başvurmak ve yeni bir emperyalist savaş için hazırlık yapmak; tüm bunlar Fransız burjuvazisinin de temel politikalarıdır. Fransız burjuvazisi içeride sosyal yıkım savaşına başvururken, dışarıda da boylu boyunca emperyalist bir savaş yürütüyor. “İç savaştan kaçınacaksan, emperyalist olacaksın.” Fransız burjuvazisi işte bunu yapıyor. Afrika’daki sömürgelerine nefes aldırmıyor. Libya işgalinde en öndeydi. Libya’da bugünkü kanlı iç savaşın en öncelikli sorumlusu Fransız emperyalizmidir. Kafkaslarda Almanya ile aynı eksende duruyor. Doğu Ukrayna’daki petrol rezervlerini ele geçirme savaşının içindedir. Ortadoğu’da yeniden daha aktif bir pozisyondadır. Suriye’ye doğrudan müdahaleyi de Fransız emperyalist burjuvazisi önerdi. Son dönemlerde IŞİD’le savaş halinde. Bir önemli gelişme olarak, şu sıralar Rojava’ya o da yerleşmeye çalışıyor. Rojava’da belli sayıda asker bulunduruyor. Bu arada, bir de askeri üs kurma hazırlığı var.

Son olarak Nice katliamının ardından Suriye’deki askeri faaliyeti daha da yoğunlaştıracağını açıkladı. Akabinde de Charles De Gaulle uçak gemisi Basra Körfezi’ne doğru yola çıkarıldı. Tarihinde daha çok siyasi ağırlığı ile dünya siyasetinde etkin olan Fransa, belli bir süredir askeri alanda da bir güç olmaya çalışıyor. Kriz bölgelerinde, özellikle de emperyalistler arası nüfuz mücadelelerinin ana sahnesi olan Ortadoğu’daki bugünkü hareketliliği tam da bu amaçlıdır.

Sınıf ve kitle hareketi kritik bir dönemeçte

Yaz tatilinin başlamış olması El Khomri saldırısına karşı yükselen hareketliliği bir ölçüde yavaşlatsa da hareketlilik çeşitli biçimlerde devam ediyor. Her iki taraf da kararlılığını koruyor. Sermaye cephesi ve hükümeti ne pahasına olursa olsun sonuç almak istiyor. İşçi ve emekçiler ise saldırıya geçit vermiyor. Dört ayı aşkın süredir direniyorlar. El Khomri yasası bütünüyle geri çekilene kadar direneceklerini açıklamış da bulunuyorlar. Ancak bu büyük hareketlilik nihayetinde kendiliğinden bir hareketliliktir. Bilinir ki bu türden hareketliliklerin eninde sonunda bir sınırı vardır. Bu hareket nihayetinde devrimci bir programdan, yönden ve önderlikten yoksundur. Bu onun en büyük handikabıdır. Her zaman hareketin seyrinde ve sonuçları üzerinde belirleyici rol oynayacaktır.

Fransa’daki sınıf ve kitle hareketliliğinin önemli bir diğer handikabı da sendika bürokrasisidir. Evet, en büyük sendika olan CGT başta olmak üzere 7 büyük sendika bugüne dek bu büyük kitle hareketinin içinde oldu. Hep birlikte eylemler için çağrı yaptılar, işçi ve emekçilerle birlikte yürüdüler. Hala bu yönlü çağrılar yapıyorlar. Hala El Khomri yasasının mevcut haliyle kabul edilemez olduğunu dile getiriyorlar. Bu gerçektir. Ne var ki, bu gerçeğin sadece bir yanıdır. Ve sonuna dek kalıcı olamayacaktır.

Ne olursa olsun özünde ve esasında sendika bürokrasisinin niteliği değişmemiştir. Sendika bürokrasisi, koşulları oluştuğunda sermaye sınıfı ve hükümeti ile birtakım kırıntılar karşılığında utanç verici uzlaşmalar yapmak, bunun karşılığı olarak da sınıf ve kitle hareketini dizginlemek, saptırmak ve kırmak şeklindeki uğursuz rolünü oynamaktan çekinmeyecektir. Sendika bürokratları bugüne kadar bu uğursuz rollerini oynayamadıysalar eğer, bu, işçi ve emekçilerin taban örgütlülüğü sayesindedir. Grevleri, boykotları, blokaj eylemlerini örgütleyen esas gücün bu taban örgütlenmeleri olmasındandır. Fabrika, işyeri, metro, rafineri, hava limanları, okullarda bu yönlü çalışmaların onların damgasını taşımasındandır. Genel grevlerin ve büyük gösterilerin çağrısını yapan esas güç de onlardır. Gösteriler sırasında polisle karşı karşıya gelenler, polisin barikatlarını yıkanlar da onlardır. Özellikle de hareketin militan gücü olan ve adı “Kırıcılar”a çıkan genç kuşaktır. Kısacası Fransa’daki sınıf ve kitle hareketini omuzlayıp sürükleyen işçi, emekçi ve öğrenci gençliktir. Keza bu güçler her aşamada fiili ve meşru mücadeleyi esas aldıkları için harekete süreklilik kazandırmışlardır. Kavga hala devam ediyorsa bu sayededir. Devamı da yine buna bağlıdır. Demek oluyor ki sendika bürokrasisi verili sınıf ve kitle hareketini sürükleyen güç değildir. Deyim uygunsa, sendika bürokrasisi hareketle birlikte sürüklenmiştir. Mevcut hareket onun uğursuz rolünü oynaması için fırsat tanımamıştır.

Sonuç olarak, Fransa’daki sınıf ve kitle hareketi şimdi kritik bir viraja girmiştir. Mücadelenin önümüzdeki dönemde daha da sertleşeceği ve yeni biçimler alacağı muhtemeldir. Seyri ve sonuçları, çok büyük ölçüde hareketin bundan sonraki etaplarında işçi ve emekçilerin ortaya koyacağı direnme kapasitesine ve kararlılığına bağlıdır.


 
§