1 Nisan 2016
Sayı: KB 2016/13

Karanlığa ışık, sessizliğe çığlık olmak için 1 Mayıs'a!
Yoksulun can güvenliği için değil, sermayenin mal güvenliği için!
“Yılmadık, yılmayacağız!”
Kirli savaş ve direniş aralıksız devam ediyor
Çocuklar ancak sosyalizmde özgür olabilir!
Eğitim kurumlarında cinsel taciz
Yeraltından Sesler Mart ayı değerlendirmesi
Sermayenin asgari ücret hazımsızlığı devam ediyor
Beşiktaş Belediyesi’nde direniş sürüyor
Sermaye işçi sınıfının en ufak moral kazanımına acımasızca saldırıyor!
“Hep beraber bu mücadeleyi büyütelim”
“Haykırmaya devam edeceğiz; aşağılık sömürü düzeni son bulana kadar!”
Haklı olan biziz! Korkumuz yok!”
DGB II. Genel Kurul sonuç bildirgesi
“Barbarları bekle”miyoruz, Tek yol devrim!
Gençlik Kızıldere şehitlerini andı
Kızıl Bayrak'ı güçlendirmek, devrim davasını güçlendirmektir
Mülteciler üzerinden kirli pazarlıklar ve vizesiz geçiş aldatmacası
Rojava ve Kuzey Suriye Federasyonu üzerine - D. Yusuf
Fransa’da grev ve eylemler
1 Mayıs’ta alanlara!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kızıl Bayrak'ı güçlendirmek, devrim davasını güçlendirmektir

 

Sermaye devletinin yasak, gözaltı, tutuklama, katliam saldırılarının yanı sıra basına yönelik saldırıları da devam etmekte. Kirli savaşın sürdüğü Kürt kentlerindeki katliamları ve direnişi topluma duyurmaya çalışan Kürt basını, devrimci ve ilerici basına yönelik cezalar, fiili engellemeler, yayın durdurma, kapatma gibi saldırılar son dönemde yoğunlaşmış bulunuyor. Dicle Haber Ajansı’na uygulanan internet sitesine erişim engelleme saldırılarının sayısı 30’u geçmiş durumda. Yine devrimci ve ilerici basın da bu erişim engellerinden nasibini alıyor. Yürüyüş dergisinin teknik bürosu polis tarafından basılarak içerideki beyaz eşyalar dahil her şey dağıtıldı ve kullanılamaz hale getirildi. Gazetemiz Kızıl Bayrak’ın internet sitesine erişim engeli uygulanmasının ardından,“terör örgütü propagandası yapıldığı” iddiasıyla soruşturma açılmış durumda.

Devrimci ve ilerici basına yönelik bu baskılar yeni değildir. ‘90’lı yıllarda Kürt basın çalışanlarının sokaklarda katledilmesi, gazete bürolarının bombalanması, devrimci ve ilerici yayınlara getirilen toplatmalar ve yayın durdurmalar bir süreklilik arzediyordu. Kızıl Bayrak, Haziran 1994’te 15 günlük periyotta yayın hayatına başladığında yıllar boyu her sayısı için toplatma kararı çıkarıldı, onlarca kez bürolarımız basıldı, tutuklama saldırılarıyla karşılaştık. Yeri geldi her yayınımız için yayın durdurma kararları verildi.

Basına dönük baskılar toplam saldırıların bir parçasıdır

Bugün de devam eden bu saldırıların amacı işçi ve emekçilerin devrimci politikalarla buluşmasının önlenmesidir. Sermaye devleti yaptığı katliamlara emekçilerin desteğini sağlamak için elindeki medya gücünü kullanarak gerçekleri çarpıtıyor. Kürt kentlerinde katledilen yüzlerce insanı kendi medyası aracılığıyla “terörist” ilan ediyor. Aynı zamanda işçi ve emekçilerin eylemlerine “polisiye” ve “medyatik” bir unsur olmadıkça yer vermiyor, seslerinin duyulmasını engellemeye çalışıyor. Düzen medyası yine hep birlikte polisin dağıttığı haberleri “flash haber”, “son dakika” gibi etiketlerle servis ediyor.

Bugün, gerçekleri haykıran, düzen ve devlet gerçeğini teşhir eden, devrimin ve sosyalizmin sesi olma iddiasındaki gazetemizin sermaye devletinin hedefi olması anlaşılır bir durumdur. Zira devrimci basına dönük gözaltı, tutuklama, katliam saldırıları, “terör” söylemiyle işçi ve emekçilere korku salmanın tamamlayıcısı durumundadır.

Onlarca yıllık birikim işçi sınıfıyla güçlenecek

Gazetemizin sermaye devletinin saldırılarıyla karşılaşması onun yayın çizgisinde bir değişikliğe yol açmadığı gibi, işçi ve emekçilerle buluşması da önlenememiştir. Düzen medyasının tüm yalan ve sansürüne karşın Kızıl Bayrak sayfaları işçi sınıfının eylemini ve dünya görüşünü yansıtmaya devam edecektir. Bugün de içeride ve dışarıda savaş ve saldırganlık politikaları uygulanırken, polis devleti uygulamaları sürekli olarak azgınlaşırken, işçi sınıfının kıdem tazminatı gibi hakları elinden alınmaya çalışılırken, özel istihdam büroları gibi düzenlemelerle kölelik koşulları derinleştirilirken işçi ve emekçilerin Kızıl Bayrak’a sahip çıkmaları gerekiyor. Zira Kızıl Bayrak ve onun beslendiği siyasi irade ve program, işçi sınıfının çıkar ve özlemlerinin ifadesidir. Onu okumak, okutmak, dağıtmak, Kızıl Bayrak’ı işçi ve emekçiler tarafından izlenen ve aranan bir yayın durumuna getirmek sınıf devrimcileri kadar işçi ve emekçilerin görevidir. Zira Kızıl Bayrak’ı güçlendirmek, işçi sınıfının mücadelesini güçlendirmek anlamına geliyor.

 

 

 

 

Yıkılacak olan sadece duvarlar değil

 

Sermaye devleti bütün bir topluma saldırmaya devam ediyor. Kürdistan'da yürüttüğü kirli savaşın bilançosu üzerine ahkam keserken, sokağa çıkma yasaklarının bir benzerini metropollerde uyguluyor. OHAL'lerin, artan polis devleti uygulamalarının bir diğer sonucu ise hapishanelere gönderilen insan sayısının artması. Bu saldırganlıktan akdemisyeninden gazetecisine payını almayan kalmadı.

Son dönemlerde tutuklanan akademisyenlerin tecrite konulması, siyasi tutsakların alakasız yerlere sürgün edilmesi, kitapların ve gazetelerin siyasi tutsaklara verilmemesi, hapishane içerisinde keyfi bir çok uygulamanın devreye sokulması kızışan sınıf mücadelesinin bir yansımasıdır.

Dünyada ve Türkiye'de hapishanelerin tarihi, aslında iktidar mücadelesini yansıtan önemli bir alan olmuştur. Yüzyıllar öncesinde “ceza” sisteminin bugünkünden farklı görünümleri bulunmaktaydı. Düzenin o dönemki ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik “ceza” daha çok bedene yönelik bir uygulama idi. Mekan ise değişebiliyor, bir kız kulesi ya da mahsen olabiliyordu.

Arapça “bir yere kapatma, salıvermeme” anlamına gelen “habs” kökünden türetilen “hapishane” sadece bir durumun ifadesi olarak kullanılırken, “cezaevi” kelimesi “ceza verilen” kişi açısından bir yargı içermektedir. Bundan kaynaklı bizler için zindanlar, mekan olarak neresinin kullanıldığından bağımsız olarak, cezaevi değil hapishanelerdir.

İktidar ve kızışan sınıf mücadelesi üzerinden baktığımızda okullar, fabrikalar, işyerleri yani mevcut düzenin üretimini sağlayan her yerin olası bir hapishane olmasının önünde bir engel bulunmamaktadır. Son dönem “denetimli serbestlik” adı altında uygulanan ise benzer bir geriye dönüştür, bu anlamı ile. Heryeri hapishaneye çevirme mantığının bir göstergesidir.

Özgür dünya!

Her yer hapishaneye çevriliyorken kendisini “demokrasinin havarisi” sayan ABD üzerinden önümüze alacağımız veriler onların vadettiği “özgür dünya”yı, yani kapitalizmin vahşetini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahip olan ABD, dünya hapishane nüfusunun yüzde 25’ine de sahiptir. Burada hapishanelerin büyük bir bölümü özelleştirilmiştir ve birer fabrika gibi işletilmektedir. Birer fabrikaya dönen “hapishane-sanayi” komplekslerinin kârlarını arttırmak için, tutuklanan insanların artması ve cezaların ağırlaştırılması gerekmektedir. Zira buralar aynı zamanda ucuz iş gücü kaynağı olarak da kullanılmaktadır.

Son dönemde bir türlü atlatılamayan ekonomik kriz, dış politika alanında yaşanan çöküşler, artan gericilik ve azdırılan faşizm kapitalist sistemin güncel tablosunu özetlemektedir. Tüm bunlarla birlikte emperyalizm yeni vahşet senaryoları hazırlıyor. Aynı zamanda doğacak tepkileri, işçi ve emekçilerin yükselecek mücadelesini de hesaba katıyor. Baskıcı yasalar çıkarılıyor, polis devleti uygulamaları güçlendiriliyor, çeteler sokaklara salınıyor. Özetle sistem “içeriyi” ve “dışarıyı” bir tutuyor, giderek bütünleştiriyor.

Zira kapitalizmde hapishanelerdeki koşulları belirleyen şey “dışarıdaki” koşullardır. Elbete “içerideki” yaşam şartları da “dışarıya” bağlıdır. Dışarısı üzerinden tanımladığımız şey toplumsal mücadelenin verili durumudur. Toplumsal muhalefet yükseldiği oranda hapishanelerdeki devletin saldırganlığı, tecrit uygulamaları, kimliksizleştirme politikaları azalacaktır. Bunun yolu ise örgütlü mücadeleyi yükseltmekten geçiyor. Bütünüyle köhnemiş düzenin zindanlarının yerle bir edilmesi ise devrime, kitlelerin devrimci eyleminin gücüne bağlıdır. Devrimlerde kitlelerin ilk yöneldikleri yerlerden birinin hapishaneler olması bunun çarpıcı bir göstergedir. Fransız Devrimi'nde Bastille Kalesi fethedilmiş ve siyasi tutsaklar salıverilmiş, 1917’de Rusya’da Şubat Devrimi'nde ise Peter ve Paul kalelerinin kapıları yıkılmıştır. İçeride ve dışarıda parçalanan ise çürümüş düzenin kokuşmuş hücreleri olmuştur.

Gün geldiğinde yıkılacak, yerle bir olacak sadece hapishane duvarları değil sermayenin iktidarıdır!


 
§