6 Kasım 2015
Sayı: KB 2015/41

Seçim oyununun kazananı sermaye düzeni oldu
Parlamenter hayaller ve iki sonuç
Seçimlerin ardından...
Patronlar: Önümüz açıldı
Düzenin seçim oyununda ayak oyunları
MGK: Devlet terörünün “yasal” koordinatörü
Basına baskı özgürlüğü dağıtıyor
G20 Zirvesi için lüks oteller ve gözaltı merkezi
Şakran’da Ankara Katliamı’na öfke
“Kazanana kadar direneceğiz”
“Taleplerimiz kabul edilene kadar fabrika önündeyiz”
MİB ‘Metal Fırtınası Sempozyumu’ düzenliyor
‘Kaleler düşerken’ yazısına cevap!
1 Kasım seçimleri
"Buz kırılmış, yol açılmıştır!"
Ekim Devrimi yol göstermeye devam ediyor!
Hegemonya krizi derinleşiyor
Mültecilik üzerine bir deneme!
Dış basında 1 Kasım değerlendirmeleri
Üniversite çalışmasında pratik bir deneyim üzerine
Kapitalizmin gençlere gelecek vaadi: İşsizlik
Devrimci Gençlik Birliği Türkiye Meclisi Sonuç Bildirgesi
Kadının tarihsel ezilmişliğinin ve köleliğinin en zorlu halkası: Din
Kadın cinayetleri devam ediyor
Kadınlar ve yağmurlar - K. Ehram
Devlet hapishanelerde daha da saldırganlaşıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mültecilik üzerine bir deneme!

 

Engels 1872’de konut problemi üzerine yazarken temel problemin ne işçi barakaları ne de kulübelerin olduğunu vurguluyor. Temel sorun konut problemi değildir diyor. Hatta bu problemin yansımasının devrimci dönüşümü gizlediğini ifade ediyor. Mültecilik üzerine düşünürken ister istemez “mekan olgusu” geliyor önümüze. İlk olarak belirtmek gerekir ki temel sorun tek başına “mekan” değildir.

Mekan duygusu toplumda ve dolaysız olarak insanda önemli bir olgudur. Mekan ile kurulan ilişki tek başına bir yerde olma durumundan fazlasını barındırır içinde.

Arapça kwn kökünden gelen mak?n 'yer, pozisyon, uzam, uzay, varoluş' sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça kawn 'var olma' sözcüğünün ismi zaman ve mekânıdır.” (Türk Dil Kurumu’nun sitesinden alınmıştır.)

Mekanlar ister bir coğrafya olsun, isterse bir beden, içerisinde kurulan ilişki biçimini yansıtır ve taşır. Bu yansıma hali bireyde ve toplumda bir hissiyat ve yaşam biçimi halinde varolur. Mekan ile ilişki kurulan insan, nesne ve toplum arasında bağ vardır.

Marksizm bize gerçekliğin yapı taşlarının şeylerin değil ilişkilerin olduğunu göstermiştir. Bütün çelişkiler çatışmaya evrilirken, bu ilişki bütününe saldırmıştır. Sistemin ekonomik olarak sıkışması bir sonuç olarak savaşları doğururken, şehirler talan edilmiş, kentler yağmalanmış, evler yıkılmıştır. Ortaçağ’ın karanlığında kendi içerisinde düşünsel üretim yapılan mekanların ateşe verilmesi boşuna değildir.

Mekan hem fiziksel hem de kavramsaldır. Toplulukların, toplumların mekanla yakından ilişkisi vardır. Sistem yaşanan yabancılaşmanın sonucunda insanlar arası ilişkiyi yok ettiğini düşünse de, bu ilişkiler döne döne kendisini farklı biçimler alarak yeniden üretiyordur. Eşyanın tabiatı gereği “herşey zıttıyla birlikte var olur.” Sistemin ihtiyaçları doğrultusunda yok edilen şey, fiziksel unsurların yok olmasıdır ve yerine yeni fiziksel unsurların var olmasıdır.

Feodalizmden kapitalizme geçişte kırdaki mekan öldürülürken sistem sanayinin olduğu mekanlara yaşam alanlarını taşımıştır. Kapitalist emperyalist sitem kendi gelişim seyrinde, bütün çatışmalarında, bunalımlarında ve savaşlarında temel yasasını işletirken bunun sonuçları mutlaka mekan olgusuna da yansıtmıştır. Dönemin ihtiyacına uygun mekan olgusu da değişmiştir. Hızla sanayileşen toplumlarda mekana bağlılığın giderek azalması emperyalist sistemin ihtiyacının bir sonucudur. Bu sonuç Marks’ın ifadesi ile “katı olan herşey(in) buharlaş”masıdır.

Sömürü vahşileşir ve sınırsızlaşırken, insanlar barbarlaşır ve mekana bağlılığını en aza indirir. Bu aslında bir yabancılaşmadır. Özne ile nesne arasındaki bu kopukluk metayı üreten işçinin, bir taraftan tarihi yaptığı gerçekliğinden onu uzaklaştırmaktadır. Sistemin insanı nesneleştirme sürecinde bir aşama ve sonuç olarak mekan duygusunu da yok eder ve başka bir biçimde yeniden üretir.

Ve mültecilik...

İnsanın mekan duygusunun, aidiyetinin altüst olmasıdır “mültecilik”. Daha doğru ifade ile bir geçiş aşamasıdır. Dilsiz ama başka bir dil ile, mekansız ama başka bir mekan ile, geçmişsiz ama başka bir gelecek ile. Var olduğu ve var ettiği herşeyden arındırılmış bir başka üretimi zorunlu kılan yeni bir yolculuktur.

Bu yolculuklarda ve “geçici ikamet edilen konutlar”da, yani mülteci kamplarında insanlar bir altüst oluş yaşıyorlar toplu olarak: Sınırsız dünyanın sınırlı olan yanını, tel örgüleri, parmaklıkları, bir kap yemeği, suların boğucu olanını, haber almanın ve alamamanın acısını, yalnızlığı ama bir o kadar kalabalıklığı, denizlerde boğulan geleceklerini, geride bıraktıklarını ve gelecekte göremediklerini. Belki bir güzel ayrıntıdır ki, mülteci kamplarında Suriyelilerin en fazla topluca yaptığı eylem biçimi açlık grevidir. Aynı örneği sınırlarda tellere ve silahlara karşı birlikte koşuşlarında, kent merkezlerinde yaptıkları yürüyüşlerde görebiliriz.

İster bir savaştan kaçın, isterse yerleşik bir yaşamınız olsun, tümü de barbarlık içinde çelişik bir durumdur. Nesne ile kurulan bağın artması, nesneleşen insan topluluklarının sürdürülmesi ve kapitalizmin yeniden ve yeniden üretilmesidir.

Tarihsel çelişki hep yerleşik olanı altüst etmiştir ve onun bağrından “yeni”yi üretmiştir. Bu altüst oluşlar, bu yolculuklar, bulunulan mekandan kaçışı değil de bulunulan mekanı değiştirmeye yöneldiğinde, “yeni” üretilecektir.

G. Umut

 

 

 

 

ABD, Suriye’ye asker gönderecek

 

ABD ve Rusya öncülüğünde Viyana’da bir araya gelen, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerin Suriye’de Esad’lı politik geçişi tartıştığı gün, Amerikan yönetimi, Suriye’ye asker konuşlandıracağını duyurdu.

Üst düzey bir Pentagon yetkilisi, detayları veremeyeceğini ama ülkeye gönderilecek özel kuvvetler askerlerinin sayısının 20-30 arasında olacağını söyledi. Kaynaklar, askerlerin Kuzey Suriye’de Kürtlerin kontrolündeki bölgeye yerleşeceklerini aktardı.

Şimdiye kadar Suriye’de doğrudan asker bulundurmayacağını belirten ABD’nin bu kararı, Rusya’nın 30 Eylül’de Suriye’de geniş çaplı bir harekâta girişmesinin ardından geldi. Ve açıklama da, şimdiye kadar ABD ile yakın çalışan, PYD çatısı altında toplanmış bölgedeki Kürtlerin, Rusya’yla yeni bir işbirliği içine girmeye hazırlandıkları haberlerinden sonra gerçekleşti.

ABD’nin 3R stratejisi

Savunma Bakanı Ash Carter, Amerikan Senatosu’nda verdiği ifadede, Amerikan Özel Kuvvetleri’nin Kerkük’ün güneyindeki bir IŞİD hapishanesini basıp 70 rehineyi kurtarması benzeri operasyonlarla bundan sonra daha çok karşılaşılacağını, ABD’nin IŞİD’e karşı stratejisinin 3R’ye dayanacağını söyleyerek, bu konuşlandırmanın işaretlerini vermişti. Carter, 3R’yi de, IŞİD’in merkezi sayılan Rakka ve geçen Mayıs örgütün eline geçen Ramadi kentlerinin kurtarılması ve “baskınlar” anlamına gelen “raids” olarak açıklamıştı.




Gerici çeteleri toplantıya çağırdı

 

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, emperyalistlerin nüfuz mücadeleleri çerçevesinde sürdürdüğü Suriye toplantılarına “muhalif grupların da katılması gerektiğini” söyledi.

BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura ile Moskova’da gerçekleştirdiği görüşmenin ardından basın toplantısı düzenleyen Lavrov, “uluslararası Suriye görüşmelerine katılan tarafların, kimin ‘ılımlı muhalif’ sayılacağı ve görüşmelere davet edileceği konusunda anlaşmaya varmasını umduğunu” söyledi.

Suriye’de “muhalifler” olarak adlandırılan gerici çetelerin emperyalistlerin piyonu olduğunu da itiraf eden Lavrov, ‘’Suriyeli muhalifler üzerinde etkisi olan dış aktörler, bu etkilerini onları görüşmelere tek bir heyet olarak katılmaya ikna etmek için kullanmalı’’ dedi.

 
§