6 Kasım 2015
Sayı: KB 2015/41

Seçim oyununun kazananı sermaye düzeni oldu
Parlamenter hayaller ve iki sonuç
Seçimlerin ardından...
Patronlar: Önümüz açıldı
Düzenin seçim oyununda ayak oyunları
MGK: Devlet terörünün “yasal” koordinatörü
Basına baskı özgürlüğü dağıtıyor
G20 Zirvesi için lüks oteller ve gözaltı merkezi
Şakran’da Ankara Katliamı’na öfke
“Kazanana kadar direneceğiz”
“Taleplerimiz kabul edilene kadar fabrika önündeyiz”
MİB ‘Metal Fırtınası Sempozyumu’ düzenliyor
‘Kaleler düşerken’ yazısına cevap!
1 Kasım seçimleri
"Buz kırılmış, yol açılmıştır!"
Ekim Devrimi yol göstermeye devam ediyor!
Hegemonya krizi derinleşiyor
Mültecilik üzerine bir deneme!
Dış basında 1 Kasım değerlendirmeleri
Üniversite çalışmasında pratik bir deneyim üzerine
Kapitalizmin gençlere gelecek vaadi: İşsizlik
Devrimci Gençlik Birliği Türkiye Meclisi Sonuç Bildirgesi
Kadının tarihsel ezilmişliğinin ve köleliğinin en zorlu halkası: Din
Kadın cinayetleri devam ediyor
Kadınlar ve yağmurlar - K. Ehram
Devlet hapishanelerde daha da saldırganlaşıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

‘Kaleler düşerken’ yazısına cevap!

 

Metal fırtınası yoğun hareketli günlerini ve bir çok deneyimi geride bıraktı. Geride bıraktığı deneyim sınıf tarihinde büyük bir dönüm noktasını göstermiş oldu ve üzerine tartışmalar yapıldı, yapılmaya da devam ediyor.

Üzerine belli değerlendirmelerin yapıldığı metal fırtınasına dair Kızıl Bayrak gazetesinin “2 Ekim 2015 Sayı: KB 2015/37 Metal de son “kaleler düşerken” başlıklı, imzasız çıkan yazı da bir tartışmayı hak ediyor. Yazının sonunda da belirtildiği gibi metal işçileri ve öncüleri bu süreci tartışmaya devam etmelidir. Tartışmanın amacı ise sürecin anlaşılamayan ve eksik kalan yanlarıyla yazıya cevap verebilmek olacaktır. Yazı da bir çok konu gerçeği yansıtmayan, subjektif değerlendirmelerle ele alınmış.

İlk başlangıçta hareketin karakterine bakmak gerekir. Hareket başlangıç olarak yeni bir sözleşmenin olabileceğine dair umudun olmasıyla, tepkisel eylemlerle başlamıştır. Ekonomik bir karakterde olan tepkisel çıkışlar, taleplerin belirlenmesi ve bu talepler için pratik eylemli süreçlerin başlamasıyla ilerlemiştir.

Tepki eylemlerlerinin gerçekleştiği 14 Nisan’dan sonra başlayan hareket, çeşitli formlarda ilerledi. Hareket adım adım yemekhane protestoları, ıslık eylemleri, servislere yürüşle binme, Türk Metal şubesine eylemli gidişler, Kent Meydanı eylemi, 5 Mayıs istifa eylemi ve fiili grevler olarak devam etti.

Kent Meydanı eylemi metal fırtınasında bir başlangıcı ifade etmektedir. Daha önce hiçbir eylem deneyimi olmayan işçiler, eylemin yapılabileceği fikrine kuşku ile bakmaktaydılar, ancak MİB müdahalesi ile birçok sorun aşıldı. Öncesinde Türk Metal’in dokunulmazlık tılsımı, korku rüzgarı herkesi sarmaktaydı. Cüretin, eylemle buluşması metal işçisinin balyozu eline alması, korku duvarını yıkmadaki ilk adım olmuştur. Birçok tartışmayı da beraberinde getiren bu eylem ilk öncülerin şekillenmesinde rol oynamıştır. Hareketin ilk öncülerini tepkisel anlamda ileri çıkan işçiler oluşturmaktadır. Daha öncesinden bir deneyime sahip değillerdir. Öne çıkanlar işten çıkmayı da kafaya koyanlardır. Ancak sürecin seyrine göre işçilerin durumu da değişecektir. Burada belirtmekte fayda var, sendikalar ve çeşitli yapılarla hareket eden işçiler bu eylemin olmaması için elinden geleni yapmıştır. Öncülerin genel anlamda profili budur. O eyleme daha organize bir şekilde gelen ve hareketin dinamosu olan Renault, Mako, Coşkunöz işçileridir. Azımsanmayacak sayıda Tofaş işçisi de gözlemci olarak ordadır, Valeo, Rollmech, Ototrim, Delphi, Farba, Tredin, DJC işçilerine öncülük edecek işçilerin ilk buluştuğu nokta Kent Meydanıdır. Öncülerin şekillenmesini oluşturan ve motivasyonu sağlayan kıvılcım ve Fabrikalar Arası Kurul’un oluşmasını sağlayan kaynaşma burada gerçekleşmiştir.

Öncü işçiler daha önce hiç eylem deneyimi olmamış veya Türk Metal Sendikası ile çeşitli eylemlere katılmış işçilerdir. Süreç içerisinde yaşanan grevlerde atılan sloganlara bakıldığında tirübün kültürünün olduğu bir eylem biçimi ortaya çıktığı görülecektir. Siyasal anlamda sol, sosyalist tabana uzak olan bir kitle, Kent Meydanı’ndaki yasal bir ihtar eylemi yapmaktan çekinen o işçi kitlesi, özgüveni geldiğinde, yasadışı eylemleri meşrulaştırır düzeye gelmiştir. Doğallığında ise örgütlenme diyalektiği ters bir gelişim seyri izlemiştir. Hareketin hızla gelişimi hızlı tepki verenleri ve bunları olanağa çevirenleri fabrikasının öncüsü konumuna getirmiş, 5 Mayıs ile gelişen tepki dalgası ise, fabrikalardaki bu olanakları eylem alanına çevirmiştir. Kent Meydanı'na katılan, 5 Mayıs’a katılan işçiler fabrikalarında "Harranlıların" sözcüsü, temsilcisi olmuştur. Hareketin gelişimi kısaca, öncülerin ortaya çıkışı bu şekilde yaşanmıştır.

Hareketin politik atmosferinin dağılarak, geriye çekiliş noktasına vardığı ilgili değerlendirmenin daha ilk iki paragrafında belirtiliyor. Bence tamamen bu duygu yüklü değerlendirme, sözkonusu burada. Hareket ortaya çıktığında talepleri vardı, ekonomik karakterli bu hareket, bir çok ekonomik kazanım da elde etti. Doğallığında kazanım elde eden bu hareketin kimi talepleri de karşılanmış oldu. Dolayısıyla hareket hiç de belirtildiği gibi pasifize olarak geri çekilmemiştir. Aksine moral değerleri yüksek, işçi sınıfının varlığını ispatlayan bir motivasyon ile form değiştirerek devam etmektedir.

Sorunu doğru yerden koyamayanların
kafası karışır!

Yazıda birçok konuya değinilmiş, değerlendirmelerde taban örgütlülüğü meselesi ise önemle vurgulanmıştır. Taban örgütlülüğü oluşturan insan yapısı bellidir. Bu insan yapısından mücadeleyi kusursuz bir şekilde sermayeye karşı devam ettirmek o kadar basit midir? Bizim istediğimiz ve yazıda belirtildiği gibi bir gelişim ne yazık ki gerçek hayatta yok.

Sınıf mücadelesinde kazanım ve kaybetme kavramlarına doğru yaklaşmak gerekiyor. Evet çok güzel bir örgütlülük geliştiriyorsunuz, en ileri eylemi yapıyorsunuz. Bunun karşısında kapının dışına atılıyorsunuz, o kapının dışına çıktığında ise her şey bitiyor. İşten atılan işçiler "Ekmeğimizi büyütemedik, gücümüz yetmedi" diyor, başka bir yerde çalışmaya gidiyor. Burda da sınıfı siyasallaştıracak yöntemlerin tartışılması gerekiyor.

İşçiler bu süreçte ne yaptılar. Taban örgütlülüğü konumunda bulunan fabrika kurulları, komiteleri, birlikleri kuruldu. Bölümlerde sözcüler, temsilciler oluşturuldu. Tabandan alınan kararlar doğrultusunda süreçlerin, direnişlerin, eylemlerin kararı alındı, sonuçlanacaksa da birlikte bitirildi. Sonuçta birlikte yönetme ve karar alma mekanizmasının ilk biçimleri gelişti, uygulandı. “Kaleler düşerken” derken bu hareketin Kale’si olan Renault halen ayaktadır ve düşmemiştir. Tofaş işçilerinin mücadelesi devam etmektedir, Delphi işçilerinin mücadelesi devam etmektedir.Tümden bazı şeyler kaybedilmemiştir. Kazanılan bazı mevziler kaybedilmiştir.

Kaybetmek, kelimesinin sınıf mücadelesindeki anlamı nedir? Bazı fabrikaların Türk Metal’e geri dönüşü bir kayıp sayılıyorsa, sınıf mücadelesinin ve bu hareketin gelişim seyri anlaşılamamıştır. Tekrar başa dönecek olursak, hareketin gelişiminde işçilerin talepleri neydi? 1- Sözleşme iptal edilecek, BOSCH sözleşmesi uygulanacak. 2-Bu süreçten kaynaklı kimse işten atılmayacak. 3-Kendi temsilcimizi kendimiz seçeceğiz. Bu talepler ile yola çıkılmıştır. Renault yönetiminin 5 Mayıs tarihini vermesi ise süreci o yöne götürmüştür. 5 Mayıs tarihine gelmeden 22 Nisan’da Renault’da A vardiyasının, Türk Metal Şube Yöneticisi Ruhi’nin hakaretine karşı geliştirdiği eylem işçileri harekete geçirmiş, istifa sürecine yakınlaşmıştır, tepkileri arttırmıştır. Ama bu süreçte sendikadan istifa düşünülmemektedir. Sadece alınacak ücret ön plandadır. Renault yönetiminin oyalayan tutumları, sendikanın aşağılayıcı davranışları süreci istifa aşamasına getirmiştir.

Bu süreçte sendikadan istifa gelişmiş, Renault’da işten atma saldırısına yanıt verilmiş ve saat ücretine yansımasa da imkansız denilen, ekstra paralar alınmıştır. Türk Metal ise işçileri geri çevirmek için, fabrikalara sandık kurmak zorunda kalmış, yapılan seçimler sonucu bir çok fabrikada muhalif adaylar belli yerlerde kendilerine temsilcilik bulabilmişlerdir, bu bir kazanım değil midir?

Tabi ki haklı olarak, hareket farklı bir boyut kazanmıştır ve geri dönüşler olmuştur. Ama buralara da iç dinamikler ve yaşanan gelişmeler üzerinden bakabilmek gerekiyor. Gerçekten Türk Metal fabrikalarda kontrolü sağlayabiliyor mu? Nasıl ki işçiler eylemlerle birbirlerinden öğreniyor, birbirlerinden etkileniyorsa sermaye sınıfı da buralardan dersler çıkarıyor.

Örneğin, Coşkunöz fabrikasına bakmak gerekiyor. Coşkunöz işçileri bu hareketin en önemli dinamiklerini oluşturan bölüğün başında geleniydi. Hareketin başında Renault’nun bir haftalık tatile girmesiyle birlikte, hareketin yükünü omuzlayan ve eylemli süreci devam ettiren bir fabrika oldu Coşkunöz. Tabi bunun yanında Mako işçilerini de unutmamak gerekir. Taban örgütlülüğü anlamında bölümlere yayılan ve bütün sözcülerin çogunluğun hakimiyetini eline aldığı bir Mako’dan bahsediyoruz.

Renault’da eylemli sürecin başlamasıyla birlikte, Tofaş ve Coşkunöz’ün de greve dahil olması uzun sürmedi. Coşkunöz burada kritik bir nokta da duruyor. Hareketin boşluk zamanında ara boşluğu dolduran işçilerin eylem kapasitesini ve ruh bütünlüğünü gören patronun hamleleri ise daha sonra ortaya çıkacaktır. Bu değerlendirmeler aslında bir çok kez yapılmıştır.

Evet asıl konumuza dönelim sermaye sınıfı boş kafalı mıdır? Tüm saldırı hazırlıkları bunun böyle olmadığını göstermiştir. Zira zamanı gelince ve MİB’liler gözaltına alınca “truva atları” ortaya çıkmıştır. Bu koşullarda, boşlukta kalan işçilerin dağıtılması sermaye tarafından daha kolay olmuştur. Evet taban örgütlülüğü bazen çok gelişkin olamayabilir. Coşkunöz işçilerine büyük bir darbe vurulmuştur. Moral açıdan önderliği çökertilen işçiler ise buna rağmen uzun bir süre saldırılara cevap vermiştir. Ama toparlanamamıştır. Bu böyleyken sizce Coşkunöz işçisi kaybetmiş midir?

Yeni kurulan sendikanın kendini sınıf içerisinde var edemediği belirtilmiş. Mako’dan bahsetmek gerekir burada. 53 işçi Mako’dan ilk elden işten çıkarılan işçilerdi. Kim di bu 53 işçi ve ne yapardı? Mako’da oluşturulan örgütlenmenin sözcüleriydi. Peki işçiler ne yaptı? Gece vardiyasında iş durdurma eylemi organize edildi. Ama karşısındaki düşman daha hazırlıklıydı, polis ordusunu fabrikanın her tarafına yığdı, gelen işçi servislerini içeri çekti. Öncü işçiler tehdit edildi, işçilerin eylem hazırlıkları boşa düşürüldü.

Yazıdan iki cümle; “Meseleyi mevcut sendikalar arasında bir tercih olarak gören bu anlayış hareketin aşamadığı kendi bilincindeki sınırdır. Keza yeni sendika inşası da aynı algıya çarptığı için kısırlaştı.” Mevcut sendikaların işçi sınıfı adına bir kurtuluş olmadığı herkes tarafından kabul görülen bir şeydir. Birleşik Metal-İş Sendikası'nın işçilerin tabandan gelen basıncıyla aldığı grev kararı karşısındaki tutumlarını biliyoruz. Diğer sendikaların varlık nedenleri ise kurdukları dükkanları işletme çabası. Çıkar şebekesine dönüşmüş bu yapılar metal işçilerinin sorunlarını bırak, patronluğa soyunmuş özellikleri ile adeta pislik saçan, öne çıkan işçileri çürüten yapıları ile yıkılmayı bekliyor.

Sınıfın satın alınamayacak derecede tabana yayılan karar mekanizması karşısında sıkışan sermaye sınıfının bir yönlendirmesi de mevcut sendikalar seçeneğini tercihe zorlamalarıdır. Verili sendikalar bir seçenek değil bir yanıyla sermayenin o alana doğru hızla yönlendirmesidir. O konuda yazarımıza katılıyorum, dik durulamadı. İşçilerin muhatap bulamaması ve mevcut sendikalar içerisinde bir sıkışmaya itilmesi mevcut boşluğun ürünüdür. Boşluk doldurulamamıştır, işçiler güvenli bir liman arayışı ile mevcut sendikal zemine çekilmeye çalışılmıştır. Bu konuda işçiler ile tercihleri üzerinden kavga edildi.

TOMİS’in yaşamaması için çabalayan sermayenin, çıkar şebekeleri olan mevcut sendikaların ve çıkar amacı güden çeşitli öncü işçilerin seçenek olmaması için ortaya konan çabalar herkes için aşikar. Yazının başında dediğimiz gibi, öncü işçilerin profilleri ortadadır. TOMİS’in bir seçenek olarak kendini var etmesi başlı başına bir başarıdır. Bir bayrak olarak bugün bu hareketin öz ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Zaman bize TOMİS’in yaşayıp yaşamayacağını da gösterecektir. Diyalektik anlamda ters gelişen hareket-öncü-örgüt gelişimi, örgütlülük bilinci örgüt-öncü-hareket olarak gelişirse varlığını da sürdürmeye devam edecektir. Bu konuda kurucularını ve gönüllülerini sorumluluklar bekliyor.

Burda belirtilmesi gereken bir nokta ise sendikal örgütlülüğe hiç sahip olmayan, tamamen bu hareketin ekonomik anlamda talepleri doğrultusunda gelişen ve kazanımla sonuçlanan bir deneyimden de bahsetmek gerekiyor. Sendikal meselelere sıkışmayan ve hak alma eyleminde yer alan Er-Metal işçileri ise bugün yan sanayisi olduğu Tofaş işçisinin aldığı saat ücretinin üstüne çıkma yolunda ilerliyor. Yazıda belirtildiği gibi hareket salt sendikal meselelere sıkışmış bir hareket değildir. Talepleri olan, bu konuda birliğini oluşturan, eyleme geçen, haklarını alan fabrikalar ve deneyimler de mevcuttur.

Sınıf mücadelesi dikensiz bir gül bahçesi değildir. Sen amaç ettiğin bir şeyi gerçekleştirmek isterken düşmanın eli armut toplamıyor. Fiziki, düşünsel bütün araçlarını devreye sokuyor. Evet yazıda da belirtildiği gibi devlet, patron ve çeşitli sendikalar, sözde sınıftan emekten yana sol yapılar bütünlüklü olarak hareketin karşısına çıkıyor. İşçilerin ve öncüsünün müdahaleleri ile gerçekleştirilmeye çalışılan hareketin doğru zeminler üzerinde ilerlemesini sağlama görevi bu cepheye karşı verilmiştir. Sınıf savaşının büyük bir çatışmaya yol açtığı alanda, öncünün ve metal işçilerinin sınırlı imkanlarına karşı, emperyalist sistemin köşe taşlarından onun Türkiye’deki kurumlarına kadar, sürecin bir irade savaşına dönüştüğü unutulmamalıdır. Bu iki cümle ile basite alınacak bir durum değildir.

Görev belli: Deneyimlere yaslanarak hazırlanalım!”

Son bölüme gelirken aslında somutta birçok fabrika da değerlendirmeye tabi tutulmuş. Örnek olarak verilen Delphi, Ors gibi fabrikaların somut durumu hakkında bazı değerlendirmeleri yeniden yapmak gerekiyor.

Delphi fabrikası, 5 Mayıs sonrasındaki tepkilerin bütün fabrikalara yayılması ile birlikte harekete katılan fabrikalardan, ikinci dalga olarak tanımlayabiliriz. Kısa süreli iş durdurma eylemi yapan Delphi fabrikası, çeşitli mevziler elde eden sınırlı fabrikalardan bir tanesi; sözcülük kurumu ve "Harranlıların" temsilci odası olan bir fabrika. Ayrıca Delphi işçileri yeni kurulan sendikanın fabrika olarak aktif yürütücüleri. Burada hareket belli oranlarda diğer yerlerden daha sağlıklı zeminler üzerinden gelişti. Çok detaya girmeyi gerek görmüyorum. Öncü faktörünün ne kadar da belirleyici olduğu bir durum burada da yaşandı, ancak belli oranlarda geriye doğru çekilen harekete karşı deneyimli patron karşısında tavizler verildi.

ORS işçisi Türkiye’de görülmemiş, (en azından ben görmedim, duymadım ve okumadım) bir deneyime imza attılar. Çeşitli yönleri ile tartışılabilir. Neden üretim alanından çıkıldı, neden fiili grev yapıldı denebilir, eleştirililebilir. Ancak 14 gün boyunca militan bir şekilde direniş yapıldı. Çatışıldı, kavga edildi, fabrikanın büyük bir çoğunluğu bir günde istifa etti fiili greve çıkıldı. Bu öyle basit bir şekilde yapılabilir mi? Bir taban örgütlülüğü olmadan yapılabilir mi?

Taban örgütlülüğü tek başına kusursuz bir şekilde gelişmemektedir. Öyle oluşturulan şablonların ve sürahiye konulan suyun, istediğimiz şekli alması temennisi gibi bir şey değildir. Hayat başka şekilde akmaktadır, ama biz hayatın bizim istediğimiz gibi akmasını istiyorsak eğer, akışı yakalayabilmemiz gerekiyor. Akan bir yaşamı yakalamadan yön verebilmek ise sadece hayal olmaktadır. Politikanın gerçek hayatta sınanmadan doğruluğu kabul edilemez. İşçi sınıfı bu eylemlerle bize bir çok şeyi de öğretti ve gösterdi. Son olarak sınıf savaşını derinleştirmek için deneyimleri de paylaşarak, gücümüzü büyütmeye çağırıyorum.

Bursa’dan MİB’li bir işçi


 
§