9 Ocak 2015
Sayı: KB 2015/01

Ya teslimiyet ya grev!
Beklenen oldu: Yolsuzluklar AK’landı!
AKP gericilik “kariyerinde” hızla ilerliyor!
Devletin paslanmayan silahı: Hizbulkontra!
Cizre’de devlet provokasyonu ve katliam!
Sağlıkta dönüşümden sağlıkta gericileşmeye!
Asgari ücretli “zengin vergisi” kıskacında
‘Sefalet zammına karşı grev yapılmalı’
Taşeron köleliği ekseninde sınıf hareketi - D. Umut
Karayollarında işçi kıyımı
Sermaye uşağından ‘Sütaş’ı yedirtmeyiz’ açıklamaları
Dayanışma gecesi üzerine...
DEV TEKSTİL’den Esenyurt’ta işçi toplantısı
Proletarya devriminin ve sosyalizmin iradesi
Kapitalizmin krizi, emperyalist savaşlar ve faşizm
Yunanistan’da siyasi kriz derinleşiyor
Filistin’de direnişe karşı işgal diplomasisi
Avrupa’da DGB kampı coşkusu
Ölümcül Ebola ve emperyalizm - Eylem Güneş
Mücadele ve kazanımlarla anılacak bir yıl için görev başına!
Emekçi Kadın Çalıştayı’ndan baharı örgütlemeye!
“Zorbalığa karşı mücadelemizi sürdüreceğiz!”
Balık, böcek ve kuş imgeleriyle yabancılaşmadan özgürlüğe
Hasta tutsak Mehmet Yamaç’a sürgün
Devrimci tutsaklardan yeni yıl mesajları
Oğuz yoldaşa...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Proletarya devriminin ve sosyalizmin iradesi

 

Dünya pazarında 1870’lerdeki bunalımı izleyen uzun çöküntü dönemi aşılmış ve kapitalist ekonomi, yaklaşık on yıl kadar sürecek olan olağanüstü bir büyüme evresine girmişti. Öte yandan, dünya barışının bozulmadığı yirmi yıllık bir dönem boyunca insanlık modern Avrupa devlet sisteminin kan içinde vaftiz edildiği savaş dönemlerini hatırlayarak, derin bir soluk almıştı. İnsanlığın barışçı-kültürel bir gelişim yolunda ilerlemesi için engel yokmuş gibi görünüyordu; sosyalizmin safları içinde, emek ile sermaye arasında akılcı, barışçı bir tartışmanın yaşanabileceği umutları ve yanılsamaları filiz veriyordu. 1890’ların başlarına damgasını vuran, ‘iyi niyete elini uzatmak’ gibi önerilerdi.

1890’ların sonlarına damgasını vuran ise, ‘sosyalizme yavaş yavaş, adım adım ilerleme’ vaatleriydi. Bunalımların, savaşların ve devrimlerin geçmişte kaldığı, bunların modern toplumun doğum sancıları olduğu varsayılıyordu; parlamentarizm ve sendikalar, devlet ve fabrika içindeki demokrasi, yeni ve daha iyi bir düzenin kapılarını açacak sanılıyordu.

Olayların gelişimi, bütün bu hayalleri korkunç bir sınavdan geçirdi. 1890’ların sonunda, vaat edilen sessiz, sosyal reformlarla sağlanacak kültürel gelişme yerine, kapitalist çelişmeleri son derece keskinleştiren vahşi bir dönem başladı; toplumun temellerinde görülen bir fırtına ve gerilim, bir patlama ve çarpışma, bir sallantı ve sarsıntı. 1890’ları izleyen dönemde, on yıllık ekonomik refah döneminin karşılığı, dünya çapında yaşanan iki şiddetli bunalımla ödendi.”

(Rosa Luxemburg, 1 Mayıs Düşüncesi İlerliyor, 1913)

Yeni yüzyıl ve revizyonizmin keskin kokusu

Dünya tarihinde 1870'li yıllar kapitalizmin çökertici bir bunalım içinde olduğu yıllardır. Bunu kapitalist ekonominin yaklaşık on yıl sürecek olan olağanüstü büyüme dönemi izledi. Bunalımlardan ve yıkımlardan nefes alamaz hale gelen insanlık, bu gelişme ile derin bir soluk aldı. Kapitalizmin barışçıl gelişme dönemiydi ve her şey normal görünüyordu. Bu durumun kendisi, sosyalizmin, somut olarak da Alman- sosyal demokratlarının saflarında ciddi yanılsamaların ve sapmaların zemini oldu.

Birden bire kapitalizmin bu barışçıl gelişme döneminin kalıcı ve bundan böyle emek-sermaye arasında bir barışın mümkün olduğu düşünceler ileri sürülmeye başlandı. SPD içinde bu düşüncelerin öncülüğünü ise, zamanında Engels'in sekreteliğini yapmış Bernstein çekiyordu. Bernstein, ciddi ciddi Komünist Manifesto'nun üzerinden tam 50 yıl geçtiğini, kapitalizmin o günkü gelişmelerini açıklamakta yetersiz kaldığını ve bu gelişmeler karşısında kutuplar teorisinin çöktüğünü savunuyordu. Devamla bunalımlar, savaşlar ve devrimler döneminin geçmişte kaldığını, sosyalizmin de çok uzun bir geleceğin sorunu olduğu ve kapitalizmle barış içinde yavaş yavaş ona doğru gidilebileceğini dile getiriyordu. Tüm bunları, dönemin çatışma yerine sınıf işbirliği, sendikalar ve parlamentarizm dönemi olduğu şeklinde görüşler tamamlıyordu. Kısacası, Marks'ın teorisi baştan aşağı bir revizyondan geçiriliyordu.

Rosa Luxemburg bir dizi uğraşının ardından 1890'ların sonlarında Almanya'ya geçmişti. Kısa sürede Alman Sosyal-Demokrat Partisi ile bağ kurdu. Çok geçmeden 1900'lü yılların başında kendisini sosyalizmin saflarında ve Alman Sosyal-Demokrat Partisi’nin bünyesinde yoğun biçimde sürmekte olan bir kavganın içinde buldu. Daha önce Parvus, Bernstein'e dönük bir dizi makale yayınlamıştı. Ancak Parvus'un bu makaleleri yüzeyseldi. Herkes Bernstein'e Kautsky'nin cevap vermesini bekliyor ve istiyordu. Ne ki o tedirgindi ve bir süre bundan kaçındı. Sonradan yazdıkları ise en temel noktayı, devlet sorununu atlamıştı. Bu doğaldı zira, SPD pek çok konuda Bernstein'la aynı ruha sahipti.

Bernstein'la geniş çaplı kavgayı Rosa Luxemburg yürüttü. 1900'lü yıllar demek emperyalizme giriş demekti. Bir avuç güçlü devletin dünyanın yoksul ülkelerini sömürge ve yarı-sömürgeler halinde sömürmesi ve yağmalaması, buralardan elde ettiklerinin bir kısmını kırıntılar halinde ve sus payı olarak kendi ülkelerindeki işçi sınıfına vermesi, bir işçi aristokrasisi oluşturması demekti. Öte yandan bu dönemde sendikalar ve parlamenter mücadele oldukça öne çıkmıştı. Bernstein bunlardan güç alıyor ve tezlerin bu değişimlere dayandırıyordu. Rosa Luxemburg, Parvus'un tersine Bernstein'a, onun revizyonist tezlerinin emperyalizmle bağını da kurarak, onun tüm temellerine vurarak, tüm bağlantılarını açıklayarak yanıt verdi. SPD önderliğini de tedirgin eden bu makaleler dizisi, sonradan “Sosyal reform ya da devrim?” başlığıyla kitaplaştırıldı. Rosa Luxemburg oportünizmle mücadeleye hızlı bir giriş yapmıştı.

SPD, Kautsky ve II. Enternasyonal oportünizmi

Bernstein'la yürüttüğü bu polemik onunla sınırlı kalmadı. Bu polemik aynı zamanda Rosa Luxemburg'un Alman Sosyal-Demokrat Partisi ve Kautsky'nin gerçek niteliği konusunda tam bir açıklık sağlamasına da vesile oldu.

Alman Sosyal Demokrat Partisi, Bebel'leriyle, Liebknecht'leriyle ve Kautsky'leriyle II. Enternasyonal'in en büyük partisiydi. 4 milyonu aşkın oyu, 110 milletveki, dev gibi sendikaları ve on binlerce üyeden oluşan örgütüyle herkesin gözünü kamaştırıyordu. Bu partiye, sadece bu gücünden dolayı değil, Marks ve Engels'in halefi sayılan Karl Kautsky'nin teorik düzeyinden dolayı da hayranlık duyuluyordu. Her konuda oturaklı bir partiydi. Gücü, o gün için tartışmasız olan saygınlığı ve otoritesi, tümü de parlamenter alanda sağlanmış başarıları onu kibirli bir parti haline getirmişti.

SPD'nin bu şaşaalı, oturaklı ve kibirli durumu, 1914 yılına, bu tarihte savaş bütçesini onaylayarak ve vatan savunması olarak kodlanan ihanetine dek tüm diğer ülkelerin sosyalistlerinin gözlerini boyamaya devam etti. Her geçen gün biraz daha vahim boyutlar kazanan teorik ve pratik koflaşmaya rağmen bu durumunu korudu. Şüphesiz ki bu bir yozlaşmaydı, ancak bu kendiliğinden de oluşmamıştı. Kapitalizmin yeni aşaması ile yani emperyalizmle dolaysız bağı vardı.

Rosa Luxemburg, daha 1900'lü yılların başlarında SPD'nin örgütsel alandaki şaşaalı halinin ve teorik alandaki kibrinin kofluğunu sezmiş ve buna uygun bir hazırlık içine girmişti. O, Kautsky'nin Marksizm’in tabanı üzerinde durmadığını, tam tersine boylu boyunca onun üzerine yattığını, sınıf mücadelesini bin bir kılıf uydurarak hasır altı ettiğini, partinin zaman içinde ve adım adım devrimci niteliğini yitirdiğini düşünüyordu. Bunu kaba biçimde ortaya koymak yerine temellerine inerek ve kanıtlayarak göstermek için harekete geçti. Bu durumun emperyalizmle bağını düşündüğünden, emperyalizm üzerine teorik bir incelemeye girişti. Bu dönemde işçi sınıfı hareketi saflarında ortaya çıkan reformcu ve sınıf işbirlikçisi eğilimlerin kaynağına indi ve teşhir etti.

Ne yazık ki, partinin sendikalardan, stratejinin günlük taktiklerden, devrimin reformlardan ve mücadeleciliğin oturaklıktan üstün olduğunu dile getirdiği tüm görüşler partinin yöneticileri için bir anlam ifade etmiyor, iyi niyetli militanlara ise çok soyut geliyordu.

Rosa Luxemburg az sayıdaki yoldaşının sınırlı katkı ve desteklerine, çoğu zaman yalnızlığına rağmen oportünizmle mücadeleden hiçbir zaman ve hiçbir koşulda vazgeçmedi. Bu konuda en yakındakiler de dahil, kendisini dizginlemeye dönük telkinleri dinlemedi. Rosa, her vesileyle ve her platformda, parti kongrelerinde, yayın organlarında partinin yönetici kliğini hedef tahtasından indirmedi.

Emperyalizme ve savaşa karşı tutum

1890’lardan 1920’lere uzanan yaklaşık otuz yıllık dönem, dünya ölçüsünde bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemi olarak tarihe geçti.

20. yüzyılın hemen başında, ki bu emperyalizm çağına giriş demektir, çok yönlü bunalımlar ve bunlara eşlik eden savaşlar dizisi görüyoruz. Ekonomik ve mali bunalımlar, kudurgan bir militarizm, emperyalist güçler arasında süren çılgınlık derecesinde bir silahlanma yarışı, dünya sisteminde baş gösteren hegemonya bunalımı, siyasal ve diplomatik bunalımlar, yeni bir paylaşım savaşını hazırlayan sayısız anlaşmazlıklar ve daha o günden bunlara eşlik eden yerel savaşlar, dünyanın o günkü tablosunu bunlar oluşturuyordu. Hiç kuşkusuz tüm bunların eninde sonunda gidip bağlanacağı yer bir ilk emperyalist dünya savaşıdır. Daha o günden bunun ayak sesleri duyuluyordu.

Nitekim, uluslararası bunalımın derinleşmesi ve büyük bir emperyalist paylaşım savaşının ayak seslerinin duyulması üzerine, II. Enternasyonal 1912’de Basel’de olağanüstü bir kongre toplamak durumunda kaldı. Bu kongrenin yayınladığı temel önemdeki bildiri söze daha önceki iki kongrenin, 1907’deki Stuttgart Kongresi ile 1910’daki Kopenhag Kongresi’nin, bir emperyalist savaş tehlikesine karşı uluslararası proletarya için saptadığı tutumu özetleyerek başlıyordu. Buna göre; bütün ülkelerin işçi sınıfları, her yolla savaşı engellemeye çalışmak, ama buna rağmen savaş patlak verecek olursa eğer, bunun yarattığı ekonomik ve siyasal bunalımdan en iyi biçimde yararlanarak halk yığınlarını ayaklandırmak ve kapitalist egemenlik sistemini yıkmakla yükümlüydüler. Bunun anlamı, engellenemediği bir durumda savaşı iç savaşa çevirmek ve bunu proletarya devriminin zaferi ile taçlandırmaktır.

Rosa Luxemburg yine sahnededir ve yine SPD önderleriyle kıyasıya bir kavganın içindedir. Rosa ve kavga yoldaşı K. Liebknecht yılmadan-yorulmadan her yerde emperyalizmi ve onun tetiklediği savaşa karşı konuşmalar yapıyor, militarizmi teşhir ediyorlardı. Rosa Luxemburg, 1905 yılındaki Jena Kongresi'nde yaptığı bu çerçevedeki bir konuşmasından dolayı iki ay hapis yattı. Çıkar çıkmaz da II. Enternasyonal'in Stuttgart'taki kongresine katıldı. Burada Lenin ve arkadaşlarıyla birlikte SPD'ye karşı şiddetli tartışmalar yürütüldü. Bebel, Kautsky ve SPD'nin diğer önderleri, farklı dilden konuşsalar da hepsi de oportünizme özgü bir biçimde içi boşaltılmış söz kalıplarına başvurdular. Rosa Luxemburg RSDİP adına söz aldı, kendisinin ve Lenin'in görüşlerini açıkladı. Rosa, Fransızların tavrını da yeterli görmüyor ve “sosyalistler savaşa yalnızla karşı çıkmakla yetinmezler, savaş ortamından kapitalizmin egemenliğinin yıkılışını hızlandırmak için de yararlanırlar" diyordu.

4 Ağustos'ta ipler iyice koptu. SPD'nin 110 milletvekili savaş bütçesine beyaz oy verdi. Aralıkta ise, Karl Liebknecht tek başına red oyu vermişti. Düşmana yeni savaş kredileri isteyenler “düşman içimizdedir, dışarıda değil” diye haykıracaktı. Yavaş yavaş partinin oportünist, orta yolcu ve devrimci kanatları oluşmaya başladı.

Rosa Luxemburg aralıksız biçimde militarizme ve savaşa karşı konuşmalar yaptı. Haliyle üzerindeki baskılar gün be gün arttı. Nihayet 1915 yılında tutuklandı ve savaşın sonuna dek sürecek olan bir hapislik dönemi yaşadı.

Devrim yılları ve kaçırılan devrim fırsatı

Almanya'da birinci emperyalist savaşın başlangıcından dört sene sonrasına kadar, dizginlerinden boşalmış bir Alman şovenizmi hüküm sürmektedir. Alman Sosyal-Demokrat Partisi Rosa Luxemburg’un ünlü ifadesiyle “kokmuş bir ceset”e dönüşmüş ve utanç verici bir tutumla Alman emperyalizmi ile aynı safa girmiş, “anavatan savunması”nın borazanlığını yapmaktadır. Bununla da kalmamış işçi sınıfı ve kitleleri de ardından sürüklemiştir. Nedir ki, bu aynı topraklar sadece dört sene sonra, yani 1918 Kasım’ından itibaren, yıllar boyu bir dizi devrimci çalkantıya sahne olmuştur.

Ekseninde devrimci bir işçi hareketinin bulunduğu bu devrimci çalkantılar yıllarca sürdü ve ancak 1923’te yatışabildi. Ancak ne yazık ki, zafere ulaşamadı.

Bu aynı zaman dilimi içinde Almanya'da ve Çarlık Rusya'sında devrim var. İki ülkede de kitleler ayağa kalkmış ve sınıflar hareket halindedir. Rusya’da işçi, köylü ve asker Sovyetleri, Almanya’da işçi ve asker konseyleri kuruluyor. Farklılık şuradadır ki, ilkinde, yani Rusya'da devrimci parti var. İkincisinde, Almanya'da devrimci parti yok. Birinde devrim patlak verirken parti var. Bu parti, yani Bolşevik Partisi uzun yılları bulan bir hazırlığın ürünüdür, devrime yön vermeye çalışıyor ve bunu başarıyor. Almanya'da ise devrim patlak verdiğinde parti henüz yok. Sosyal-demokrat parti var, ancak bu parti devrimin dalgakıranı ve karşı-devrimcidir. Rosa, Karl Liebknecht, Franz Mehring ve Joghies'lerin Spartakist Grubu var ama henüz parti değil. Devrimin sağladığı olanaklar içinde hızla partileşiyor ama bu devrime yön verebilmesine yetmiyor. Bunun için hem yeterli hazırlıktan yoksun hem de ifade uygunsa fazlasıyla geç kalmış durumda. Hiç kuşku yok Rosa ve yoldaşlarının Kautsky başta gelmek üzere SPD önderliğine dönük acımasız eleştirilerine ve şiddetli güvensizliklerine karşın, işçi sınıfının ana gövdesinden kopmamak adına mahkum oldukları beklemeci tutum, bu gecikmede önemli rol oynamıştır.

Lenin'in hem de devrimden çok kısa önce büyük bir eksiklik ve talihsizlik olarak nitelediği bu durum, gerçekten de Almanya'da devrim fırsatının kaçırılmasında çok önemli bir rol oynadı. Devrim için devrimci sınıf, devrimin zaferi için devrimci parti olmazsa olmaz koşuldur. Alman devrimi gerçekleşmedi ama, tarihe ve gelecek kuşaklara bu paha biçilmez dersi armağan etti.

"Vardım, varım, varolacağım!"

Devrim yenilgiye uğratılmıştı. Nedir ki, bununla kalınmadı. Alman burjuvazisi sosyal demokratlarla işbirliği halinde bu kez Alman proletaryasının ve sosyalizmin iki seçkin önderini imhaya yöneldiler. Nitekim, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, tutuklandıkları günün akşamı alçakça katledildi.

Burjuvazi bu katliamla Berlin'de düzeni sağladıklarını sanıyorlardı. Devrimin kartalı Rosa'nın onlara cevabı gecikmedi:

...Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin düzeniniz. Devrim daha yarın olmadan zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir: Vardım, varım, varolacağım!

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht proletarya devriminin ve sosyalizmin iradesidir. Adları ve eserleri emperyalist saldırganlık ve savaşa, kapitalist sömürü ve barbarlığa karşı bir mücadele çağrısıdır ve hep öyle kalacaktır.

 
§