12 Eylül 2014
Sayı: KB 2014/37

Günün çağrısı: İşgal, grev, direniş!
Beyzbol sopasının gölgesinde “model ortaklık” - K. Toprak
Yeni Türkiye’de değişen bir şey yok...
12 Eylül’den AKP’ye, işkence sürüyor!
Sermaye uzanan eli tuttu
Saldırılara karşı barikat başına!
Torun Center’da
organize işçi katliamı
"Ayağa kalkalım,
hesap soralım!"
Sermayenin torbasından sömürü ve kölelik çıktı!
“Bu ekmek davası, buradan kaçış yok!”

Birlik, direniş, dayanışma!

"İşçi güvenliğinde denetim işçi sınıfının örgütlülüğüdür!"
Anadolu Adalet Sarayı’nda taşeron işçiler kazandı
Yeni bir emperyalist savaş zirvesi
İşte Amerikan rüyası
Husiler Yemen rejimini sallıyor - M. Ak
“Bak işte yaklaşıyor fırtına”
DGB’liler özgürlük çağrısını yükseltiyor!
Hacettepe’de
yasakçı tutum sürüyor!
İşçi sınıfının ihtiyacı daha güçlü ve günlük bir gazete olan Kızıl Bayrak'tır! - H. Yağmur
11. Mamak Kültür Sanat Festivali’nin ardından...
Halkların direnişini ve özgürlük mücadelesini birlikte büyütelim!
Yoksul ülkenin kırık gitarı, Şili'nin dilsiz ozanı: Victor Jara
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İşte Amerikan rüyası

 

Emperyalist-kapitalist sistemin merkezi, sistemin “refah ülkesi” Amerika Birleşik Devletleri geride kalan hafta sınıf cephesinden önemli gelişmelere sahne oldu. Eylül ayının ilk pazartesi gününü işçi bayramı olarak kutlayan ABD’de işçilerin hak talepleri bir gün için görünür kılınırken aslında Amerikan Rüyası’nın çoktan bittiği Fast Food greviyle ilan edildi. Kapitalist sistemin başkenti artık işçi sınıfının en ağır sömürü koşullarına maruz kaldığı herhangi bir dünya ülkesinden ayrıcalıklı değil.

“Labor Day” her ne kadar sınıfsal özü boşaltılarak sadece resmi bayram statüsünde algılanıp sıradan bir tatil günü gibi piknik ve sosyal eğlencelere konu edilse de hala bir dizi işçi örgütlenmesi ve sendika tarihsel talepleri ve güncel sorunları gündemleştirmek için alanlara çıkıyor. 1894 yılında işçi sendikalarının mücadelesinin bir ürünü olarak bayram ilan edilen bu gün, aradan geçen yüzyılı aşkın sürede burjuvazinin işçi sınıfı üzerinde yeniden tam hakimiyetini sağladığı, kendisi için Amerikan rüyasını yarattığı çalışma cehenneminin sonuçlarını gösteriyor.

Sistemin işçi ve emekçilere vaat ettiği ‘çalışıp onlar gibi olma serüveni’ artık kuru laf kalabalığı. Sistemin iki sınıf arasında yarattığı servet/sefalet uçurumu gizlenemeyecek kadar açık. 1 Eylül günü işçi bayramı için sokağa çıkanların talepleri bunun en iyi özeti oldu. “Daha iyi bir yaşam için ücretlerin arttırılması” en temel şiardı. Keza sınıf hareketinin önemli tarihsel çıkışlarına tanık olan ABD, şimdi aynı talepler için mücadele edilen bir ülke konumuna geldi. Yani aradan geçen on yıllar sınıfın kazanımlarını büyütmek bir yana örgütlülüğünün dağıtıldığı, haklarının gasp edildiği bir dönem olarak yaşandı. Sendika hakkı dahi unutulmaya başlanmış durumda. Güncel verilere göre ABD’de sendikalı işçi oranı her geçen yıl düşüyor. Son 30 yıl içerisinde sendikalı işçi oranının %23’ten %11.3’e gerilediği istatistiklere yansıyor. Bu arada veriler ABD’deki tüm işçileri kapsıyor. Kamu işkollarındaki sendikalılar çıkarıldığında, yani özel sektördeki sendikalılık oranıysa %6.7 olarak görülüyor.

ABD’de özellikle tekelci sermaye gruplarının başını çektiği sendika düşmanlığı ile işçiler örgütsüzleştiriliyor. Çok sayıda fabrikası olan, dünyaya yayılan Amerikan tekelleri sendikasızlaştırma politikalarıyla tanınıyor. Sendikal bürokrasinin icazetçi anlayışıysa zaten protestocu bir ufku aşamadığı için her geçen gün eriyor ve işçiler için umut tazeleyemiyor. Sendikalar meslek odalarının bir türevi olarak mücadeleden kopuk ara katman idari kurumlara dönüşmüş durumda.

Kazanılmış haklar gasp ediliyor, krizin faturası işten atmalarla, düşük ücret dayatmalarıyla işçilerin sırtına yükleniyor. ABD ekonomisinin her kötü gidişi işçi sınıfının kamburunu arttırıyor. ABD’nin ilk iflas eden kenti Detroit aynı zamanda ABD’nin sanayi kenti idi. Geçmişin devasa fabrikalarıyla bilinen kentinin iflası işçilere işsizlik oranının artışı, geleceksizlik olarak yansıdı.

Ferguson’daki sınıf öfkesi

Ferguson tek başına siyahi emekçilerin polis şiddetine tepkisini göstermiyor. Ferguson’daki militan tepki ABD’deki kapitalist sistemin en alt tabakaya mahkum ettiği ezilenler olarak en ağır şartlarda çalışan, en ağır sömürü koşullarına maruz kalan, en çok işsizlikle yüzyüze olanların tepkisini de gösterdi. Ferguson ABD’deki siyahi nüfusun geleceksizlik sarmalında maruz kaldığı koşullara karşı isyanı oldu.

Ferguson krizlerle cebelleşen kapitalist sistemde sermaye devletinin işlevinin de en açık yansıması oldu. Polisin askeri güç olarak yoğunlaştırılmasının, toplumsal olaylara en ağır saldırı için eğitilmesinin ve yetkinleştirilmesinin en somut haline tanıklık ettik. Sendikasızlaştırılan, ağır şartlarda çalışan işçi ve emekçilerin eylemleri karşısında ABD polisi hazırlığını sürdürüyor. Ferguson’da haki yeşil üniforma, keskin nişancılar, biber gazı ve zırhlı araçlarla yüzünü gösteren bu polis ordusu Fast Food grevcilerine karşı da aynı pervasız şiddetiyle saldırdı. Onlarca grevci gözaltına alınarak hareket kırılmaya çalışıldı. Fakat uzun sürece yayılmış biriken öfke militan bir tutumla grevi yol kesme eylemleriyle büyüttü. Bu da işçilerin hak arama mücadelesinde düzen içi, yasal sınırları kendi bilinç sıçramalarıyla nasıl da kırdığını gösteriyor.

ABD Başkanı Barack Obama Milwaukee’deki bir işçi toplantısında “ben de aynen sizin gibi sendikalı olurdum” dedi. “Emeğimin karşılığını almak istediğim için, işimi korumak için ben de aynen sizin gibi sendikalı olurdum” diyen Obama tek başına ajitasyon için bunu söylemiyor. Bu söz ABD’de resmi devlet ideolojisinin sınıfın tepkisine karşı politik yaklaşımıdır. Aynı söylev Roosevelt tarafından 1936 yılında söylenmişti. Yani ikinci emperyalist savaşa giden yolda kendi topraklarında sınıf mücadelesinden duyulan korkunun bir ürünü olarak alttan alan bir devlet söylemi idi. Bugün de sendikalı işçi oranı kendi yönetimi döneminde düşen, Fast Food gibi devasa işçi bölüklerini barından bir alanda eylem dalgasının yaşandığı bir dönemde Obama’nın sözü yaşadıkları korkuyu gösteriyor.

ABD gerçeği kapitalizmin sonu

Kapitalist sistemin merkezindeki işçi sınıfının yaşadığı cehennem “üreterek kazandırma” ülküsünü taşıyanların yanıldıklarının kanıtıdır. Sermaye düzeni kazandıkça işçi sınıfından daha fazlasını istemekte, karını paylaşmamak içinse esnek üretimden, taşeronluğa, üretimi dünyanın dört bir yanına dağıtmaktan yasal düzenlemelere kadar her gün yeni bir saldırıyı hayata geçirmektedir. Kapitalizmin beşiği ve bugünkü merkezi buna rağmen krizlerden kurtulamamakta, kendi kriz sarmalıyla varolan nispi refahı da gasp etmektedir. ABD’deki “labor day” gerçeği ve Ferguson’dan Fast Food grevine taşınan işçilerin sokaklardaki öfkesi yarın örgütlü, sınıf bilinçli bir mücadelenin sınıf hareketinin bu önemli ayağında yeniden canlanacağını ve dünya proleter hareketine önemli mücadele deneyimleri katacağını gösteriyor.

Amerikan rüyası propagandası artık iflas etti. Bu da kapitalizmin iflasıyla eş anlamlıdır. Bundan sonrası işçi sınıfının kendi tarihsel bilincini kuşanması sınıf savaşının özgün koşullarındaki manevraları tarafından belirlenecektir. Fakat görünen o ki bunalımlar ve savaşlarla yüzyüze olan ABD emperyalizmi için süreç bir on yıl öncesiyle kıyaslanamayacak kadar zor olacak, bir süre daha kontrol edebildiği, baskı altında tutabildiği, hakkını gasp ettiği işçi sınıfı yolunu temizleyerek ilerleyecektir. Kapitalizm rüyasının mabedinden dünyanın en ücra noktadaki yansımasına kadar bütün olarak aynı sonu yaşamaya mahkum olduğu böylece bir kez daha görülüyor.

 
§