12 Eylül 2014
Sayı: KB 2014/37

Günün çağrısı: İşgal, grev, direniş!
Beyzbol sopasının gölgesinde “model ortaklık” - K. Toprak
Yeni Türkiye’de değişen bir şey yok...
12 Eylül’den AKP’ye, işkence sürüyor!
Sermaye uzanan eli tuttu
Saldırılara karşı barikat başına!
Torun Center’da
organize işçi katliamı
"Ayağa kalkalım,
hesap soralım!"
Sermayenin torbasından sömürü ve kölelik çıktı!
“Bu ekmek davası, buradan kaçış yok!”

Birlik, direniş, dayanışma!

"İşçi güvenliğinde denetim işçi sınıfının örgütlülüğüdür!"
Anadolu Adalet Sarayı’nda taşeron işçiler kazandı
Yeni bir emperyalist savaş zirvesi
İşte Amerikan rüyası
Husiler Yemen rejimini sallıyor - M. Ak
“Bak işte yaklaşıyor fırtına”
DGB’liler özgürlük çağrısını yükseltiyor!
Hacettepe’de
yasakçı tutum sürüyor!
İşçi sınıfının ihtiyacı daha güçlü ve günlük bir gazete olan Kızıl Bayrak'tır! - H. Yağmur
11. Mamak Kültür Sanat Festivali’nin ardından...
Halkların direnişini ve özgürlük mücadelesini birlikte büyütelim!
Yoksul ülkenin kırık gitarı, Şili'nin dilsiz ozanı: Victor Jara
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Anadolu Adalet Sarayı’nda taşeron işçiler kazandı

Bir işçi direnişinin gösterdikleri

 

Anadolu Adalet Sarayı’nda MFS Temsilcilik Turizm Gıda Müzik ve Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti. bünyesinde çalışan taşeron işçilerin direnişi kazanımla sonuçlandı. Çay ocakları, yemekhane, kafeterya ve restoranlarda Haziran ayı öncesinde 300’e yakın işçi çalışmaktaydı. Ücretlerin ödenmemesi ve Haziran-Temmuz aylarında yaşanan ücretsiz izinler nedeniyle onlarca işçi işten ayrılmış ve bu sayı 200 civarına düşmüştü.

Düzenin, dünyanın en büyük adalet sarayı olmasıyla övündüğü Anadolu Adalet Sarayı, adliye emekçileri açısından bir saray değil bir toplama kampı niteliğindedir. O devasa görünümün arkasında, gün ışığı görmeyen mahkeme kalemleri yer alır. Gündüz vakti odaların büyük bölümü elektrikle aydınlatılmaktadır. Kapitalizmin mantığına uygun olarak iç dizaynı ve yerleşimi AVM olarak tasarlanmıştır. Ana giriş olan C kapısından girildiğinde ilk karşılaşılan şey bankamatikler, banka şubeleri ve lokantalar olmaktadır. Havaalanlarında olduğu gibi adliyeye gelen emekçiler de kemerlerine kadar çıkartarak X-Ray cihazlarından geçmektedirler. Personel ve avukatlar da kimlik göstermek kaydıyla X-Ray cihazlarından geçmek durumundadır. Adliye içerisinde çok sayıda baz istasyonu olduğu düşünülmekte, yoğun bilgisayar kullanımı ve X-Ray cihazları nedeniyle çalışanların yoğun radyasyona uğradığı dile getirilmektedir. Elektrik tesisatının yetersizliği nedeniyle birkaç kez yangın çıkan adliyede, klimalar çalıştırılmamaktadır.

Yemekhaneler, temizlik işleri, lokantalar, çay ocakları ve güvenlik hizmetleri taşeron şirketlere ihale edilmiştir. Güvenlik ve temizlik işleri yüzlerce işçi eliyle bir başka taşeron tarafından yerine getirilmektedir. 30 civarında çay ocağı bulunan adliyede, personel, hakim ve savcılar ve avukatlar için ayrı ayrı yemekhane bulunmaktadır. Kapitalist devletin hiyerarşik işleyişine uygun olarak yemekhaneler birbirinden ayrılmış, masa ve koltuklar hiyerarşiye göre düzenlenmiştir. Devlet eliyle ticarethaneye çevrilen adliyede emekçiler çay ve yemek için para ödemektedirler. Kısacası taşeron işçilerle birlikte 4 bini aşkın çalışanın bulunduğu tahmin edilen adalet sarayı “toplama kampı” olarak işlemektedir.

Yukarıdaki bilgilerden sonra şimdi esas konumuza dönebiliriz. Kısa sürede sonuca ulaşan direniş, gerek adliyede birleştirici bir rol oynaması bakımından, gerek gerici sendikaların gerçek kimliğinin açığa çıkartılması bakımından ve gerekse de BES içerisinde örgütlü sendikal grupların ataletini gözler önüne sermesi bakımından önemli deneyimler bıraktı.

Direnişe götüren süreç

Direniş taşeron patronunun işçilerin ücret alacaklarını ödememesi nedeniyle patlak verdi. Ücretlerin ödenmemesi ve zorunlu ücretsiz izin uygulamaları nedeniyle onlarca işçi işten ayrılmış, işçilerin sayısı 200 civarına düşmüştü. Çay ocaklarında çalışan işçiler 26 Ağustos tarihinde kendiliğinden iş bırakma gerçekleştirmişler, fakat “cuma günü ücretlerin ödeneceği” sözü verilmesi nedeniyle bu iş bırakma eylemi 1 saat kadar sürdürülebilmişti. Daha önce de defalarca ödeme sözü alan işçiler, öncüsüz ve deneyimsiz olmanın sonuçlarını yaşıyor ve bir kez daha patron temsilcilerinin sözüne inanmayı tercih ediyorlardı. Taşeron işçilerin ücret sorunu, adliyede örgütlü Büro Emekçileri Sendikası (BES) İstanbul 3 Nolu Şube’nin işyeri temsilcilerinin ve şube yöneticilerinin bir bölümünün gündeminde yer almaktaydı. Fakat ilk tartışmalarda çay ocaklarında çalışan işçilerin herhangi bir eyleme katılmalarının yemekhanede çalışanlara oranla daha zor olduğu düşünülüyordu. Çay ocaklarında çalışanlar 30 ayrı çay ocağına bölünmüştü ve görece yemekhane çalışanları daha fazla iç içe bulunuyorlardı. Bu kendiliğinden gelişen 1 saatlik eylem bu düşüncenin değişmesine yol açmıştı. Çay ocaklarında çalışanlar ise cuma günü ödeme yapılmadığı takdirde ne yapacaklarını konuşuyorlardı. Bir grup sendika temsilcisinin çabası ile işçilerle bağ kurulmuş, cuma günü ödeme yapılmaması durumunda toplantı yapma kararı alınmıştı. Cuma günü geldiğinde ise işçilere ücretleri ödenmedi ve sus payı olarak 50’şer 100’er lira avans verildi. Bunun üzerine BES yönetici ve temsilcileri ile Çağdaş Hukukçular Derneği’nden bir avukatın katıldığı bir toplantı yapıldı. 30 civarında işçinin katıldığı toplantıda işçiler İş Kanunu’nun 34’üncü maddesi hakkında bilgilendirildiler. Toplantı sonucunda pazartesi günü işbaşı yapmama kararı alındı.

İlk günden etkili bir müdahale: Boykot çağrısı

Direnişin ilk günü endişe hakimdi. İşçilerin bir bölümünde ücretini alıp işi bırakma düşüncesi vardı. BES’in adliyede örgütlü temsilcilerinin ve şube yöneticilerinin bir kısmının ilk günden direnişe ilişkin sahiplenici tutumu, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Kartal Hukukçular Derneği (KHD) ve Adalet İçin Hukukçular avukatlarının direnişçi işçileri sahiplenmesi endişelerin kırılmasında önemli bir rol oynadı. Bu ilk gün en etkili müdahale ise yemekhane önünde yapılan boykot çağrısı oldu. BES 3 No’lu şubenin müdahaleleri esas olarak şubede genel kurul öncesinde oluşturulmuş bulunan Sınıf Sendikacılığı İnisiyatifi (SSİ) bileşenleri tarafından yapılmaktaydı. BES’liler işçilerle birlikte sabahtan çay ocaklarını dolaşmış, üç dört çay ocağının çalışanlarının da iş bırakmaya katılması sağlanmıştı. SSİ bileşenleri hafta sonundan bu ilk güne hazırlıklarını yapmış, boykot çağrısını içeren bir bildiri hazırlamışlardı. Öğle saatlerinde yemekhane önünde adliye emekçileri boykota çağrıldı. Boykot önemli bir desteğin açığa çıkmasını sağladı ve ilerleyen günlerde adliye çalışanlarının önemli bir bölümü kendi çaylarını kendileri yapmaya başladı.

İlk gün moral bozucu olgulardan biri işçilerin görüşecek muhatap bulamaması, bir diğeri ise onlarca gencin 5 günlüğüne yasadışı olarak çalıştırılmaya başlanması oldu. Fakat işçilerin direnişine ilk günden gelişen destek, olumsuz havanın ve kaygıların aşılmasında önemli bir rol oynadı. Çay ocakları çalıştırılsa da, adliye emekçilerinin, avukatların, hakim ve savcıların boykota katılması çay satışlarını önemli oranda etkilemeye başlamıştı. İlk günün bitiminde işçilerle yapılan değerlendirmeler ile ikinci gün basın açıklaması yapılması ve boykot çağrısının sürdürülmesi kararlaştırıldı. İkinci gün el ilanları ile C kapısı önünde boykot çağrısı yapıldı ve ilk gün “adliyede olmadığı” söylenerek görüşülemeyen başsavcı vekili ile görüşme gerçekleştirildi. Öğle saatlerinde ise BES, ÇHD ve KHD’nin çağrıları ile basın açıklaması gerçekleştirildi.

İsabetli kararlar sonucu belirledi

Patron temsilcilerinin çağrısı ile direnişin üçüncü günü başlayan görüşmeler, işçi temsilcilerinin yanı sıra, BES şube yönetiminden bir kişi, ÇHD ve KHD’den birer avukatın katılımı ile oluşturulan heyet aracılığıyla yürütüldü. Haziran, Temmuz ve Ağustos ayı ücretlerinin ödenmesi, zorunlu ücretsiz izinler karşılığında ödeme yapılması, işbaşı yapılması sonrasında direnişteki işçiler üzerinde herhangi bir işten atma ve baskı kurulmaması gibi talepler dile getirildi. Görüşmelerin her aşamasında işçiler bilgilendirildi ve tüm kararlar işçilerle birlikte alındı. Görüşmeler perşembe akşamına kadar sürdürüldü ve perşembe akşamı patron temsilcisi ile “Haziran-Temmuz ücretlerinin 8 Eylül Pazartesi, Ağustos ücretlerinin 15 Eylül Pazartesi ödenmesi, Ramazan Bayramı'nda ücret kesintisi yapılan işçilere üç günlük ücret ödenmesi, ücretsiz izinler yerine ücretli izin hakkı olanlara ücretli izin gün sayıları kadar 30 Ekim'e kadar ödeme yapılması, henüz bir yılını doldurmayanlara ise ücretli izin haklarını elde ettikleri ay ücretleri içerisinde ayrıca ücretli izin süreleri kadar ücret ödenmesi” hususlarında uzlaşı sağlandı. Ancak patron temsilcisinin protokol imzalanmasını “saatin geç olması” gerekçesi ile sonraki güne atması sebebiyle cuma saat 09.00’a kadar süre verildi.

Bu son görüşmelerin gerçekleştirildiği gün, SSİ bileşenleri tarafından hazırlanan bir bildiri yemekhane işçilerine ulaştırılmıştı. Görüşmelerde işçi heyetinin direnişteki işçiler için protokolün uygulanması yönündeki talebi kabul edilmemiş, patron temsilcileri imzalanacak protokolün “diğer işçiler de ayaklanır” korkusu ile tüm işçilere uygulanacağını söylemişlerdi. Yani görüşmeler tüm işçiler adına gerçekleşir hale gelmişti. Görüşmelerin seyrini işçilere açıklayan bildiri ile çalışan işçiler mücadeleye katılmaya çağrılıyor, aksi halde görüşmelerin yalnızca direnişçi işçiler adına yürütülmesinde ısrarcı olunacağı söyleniyordu. Bu bildirinin çalışanlarda önemli bir etkiye yol açtığı ve tepkilerin geliştiği bizzat işveren temsilcileri tarafından dile getirilmişti.

Cuma günü geldiğinde ise verilen süre içerisinde patrondan herhangi bir çağrı gelmedi. İşçiler patronun oyalama niyetiyle davrandığını, pazartesi günü protokolsüz olarak ücretlerin ödenmesi amacı güdüldüğünü, ücretlerin ödenmesi durumunda ise direnişin desteğinin zayıflayarak yalnızlaşma sonucunu doğurabileceğini öngörüyordu. İşçiler, İş Kanunu’nun 34’üncü maddesinden aldıkları yasal hakkı kullanarak direnişe geçmişlerdi. Ücretlerin ödenmesi durumunda direniş fiilen devam etse bile adliye emekçilerinin desteğini almanın ve boykotu sürdürebilmenin olanakları ortadan kalkabilirdi. Bu nedenle Cuma günü direnişin kritik bir aşamasını oluşturuyordu. SSİ temsilcileri gelişmeleri duyurmak amacıyla (önceki günkü bildirinin etkili olduğunu bildiklerinden) yemekhane çalışanlarını, konuşmak üzere direniş alanına çağırdılar. Yemekhane çalışanları direniş alanına geldiler ve yapılan açıklamaları dinleyerek tekrar işbaşı yaptılar. İşçi heyetine yemekhane işçilerinden de bir kişi alındı ve saat 12.00’a kadar protokol imzalanmazsa yemekhane işçilerinin de iş bırakmaları kararı alındı.

Cuma günü başsavcı vekili odasında yapılan görüşmede patron temsilcileri beklenen bir hamle yapıyorlardı. Sendikanın ve avukatların protokolde imzalarının olmamasını talep ediyorlar, bu talep karşısında “ayak diretileceği” düşünülerek işçiler ile işçileri temsilen görüşmelere katılan kurumlar arasında bir kopuş yaşatabileceklerini ümit ediyorlardı. Patronun amacının oyalamak olduğunu göstermek amacıyla bu talep kabul edildi. Patron adliyeye gelemeyeceğini söyleyerek “Cumartesi gelsinler nerede olursa görüşelim” diyordu. Daha düne kadar kendisini temsilen görevlendirdiği ve görüşmeleri sürdüren temsilcilerin imza atması talebini de kabul etmiyordu.

Patronun “cumartesi günü” vaadi yemekhane işçilerinde tereddütlere yol açmıştı. Saat 12.00 olduğunda yemekhane işçileri eyleme katılmamıştı. Bunun üzerine direnişteki işçilerle birlikte adliye içerisine girilerek adliye içi eylem alanına dönüştürüldü. Yemekhane önünde sloganlar, alkışlar ve konuşmalar eşliğinde adliye emekçileri boykota çağrıldı. Ardından yemekhaneye girilerek konuşmalar yapıldı ve coşkulu sloganlar atıldı. Yemekhane içinde bulunan emekçiler alkışlarla işçilere destek verdiler. Bu gelişme sonrasında yemekhane işçileri de yemek dağıtımı sırasında kepçelerini bırakıp direnişçi işçilerle birlikte C kapısına indiler. Direniş boyunca işçilere önemli bir destek sunan Yargıçlar ve Savcılar Derneği (YARSAV) ve Yargıçlar Sendikası, “işçilerle birlikte kumanya yeme” amacıyla kumanya hazırlayıp desteğe geldiler. Bir anda C kapısı önü yüzlerce emekçi ile doldu. Coşkulu konuşmalar yapıldı ve direnişteki işçiler ilk kez yemekhane çalışanlarını da iş bırakmaya katmış oldular. Böylece kritik eşik aşılmış, gerçekte işçilerin zaferi ilan edilmişti. Sonrasında cumartesi günü için görüşme saati isteyen işçilere patron tarafından dönüş yapılmamış, çay ocakları ve yemekhane işçileri Pazartesi günü hep birlikte iş bırakma kararı alarak evlerine gitmişlerdi. İşçilerin kararlılığını anlayan ve adliyede gelişen desteği kıramayacağını kavrayan patron, geç saatlerde işçileri toplantıya çağırdı. cumartesi günü saat 15.00’te yapılan toplantı öncesinde ise son hamlesini yaparak “sendikacılar ve avukatlar gelmesin” diye haber gönderdi. Direnişçi işçiler buna tok bir yanıt vererek BES’liler ve avukatları ile birlikte yemekhaneye girdiler.

Patron pazartesi günü ancak avans ödeyebileceğini, Haziran-Temmuz ücretlerini cumaya kadar ödeyebileceğini söyledi. Bunu kabul etmeyen işçi temsilcileri, yemekhane işçilerinin cumaya kadar ödeme yapılmasını kabul etmeleri nedeniyle direnişe katılan ve işbaşı yapmak isteyen işçilerden 35 işçinin Pazartesi günü ücretlerinin ödenmesini kabul ettirdiler. Diğer talepler ise mevcut biçimiyle kabul edildi.

Direnişin yan kazanımı:
Kahve ve soğuk içeceklerde indirim

Protokolün imzalandığı gün patron çay ocaklarının işyerlerine getirilen çay makineleri nedeniyle zarar ettiğini söylemiş ve BES’ten bu konuda ‘yardım’ istemişti. BES temsilcileri ise çay makineleri nedeniyle kimseye herhangi bir söz söyleyemeyeceklerini, fakat personele dönük fiyatların pahalı olduğunu ve çalışanların bu nedenle çay makineleri getirmeye yöneldiklerini söylemişler ve fiyat indirimine gidilmesini talep etmişlerdi. MFS patronu ise direnişteki işçilerin işbaşı yaptıkları gün diğer iki sendikayı da çağırarak işçilerine yeni tarifeyi açıkladı. Patron gerici sendikaları da sürecin parçası yaparak BES’in yarattığı etkiyi zayıflatma çabasına girişti ve gerici sendikalar da bu fırsatı değerlendirerek “görüştük fiyat indirimi yaptırdık” söylemi ile adliye emekçileri içinde “prim” yapmaya çalıştılar. Ne var ki, direnişin gücü ve gerici sendikaların direnişe pratik bir destek sunmamaları nedeniyle adliye emekçileri içerisinde bu söyleme fazlaca itibar edilmedi. BES temsilcilerinin sürece dönük açıklamaları ve etkili müdahaleleri ise bu söylemi tümüyle etkisiz hale getirdi.

Direniş gerici sendikaların gerçek yüzünü
pratikte aç
ığa çıkardı

Direniş süreci Memur Sen’e bağlı Büro Memur Sen ve Kamu Sen’e bağlı Türk Büro Sen’in emek mücadelesi karşısındaki konumlarının da emekçiler nezdinde açığa çıkartılmasını sağladı. Avukatlar, hakim ve savcılar örgütlülükleri ile direnişe etkin bir destek sunarken, bu sendikalar zaman zaman işçilerin yanına gelip “vaaz” vermekle yetindiler. Dahası AKP’nin emekçiler içerisindeki ayağı durumunda olan Büro Memur Sen yöneticilerinden biri gelip BES temsilcilerine “arabuluculuk” yapma teklifinde dahi bulunmuştur. Direnişin kazanılması için tek bir destek çağrısı yapmamaları, boykotun örgütlenmesi yönünde hiçbir çaba göstermeyen bu sendikaların üyelerinde önemli bir tepki oluşmuştur. BES bizzat bir direnişi yöneterek ve kararlıca işçilerle birlikte mücadeleyi örgütleyerek kamu emekçilerinin de sempatisini kazanmıştır. Direniş sonrasında ise gerici sendikalar üye kaybetmeye başlarken BES’in üye sayısında artışlar yaşanmıştır.

Direniş BES’in ve sendikal grupların ataletini ve sınıftan uzaklığını gözler önüne sermiştir

Adliye emekçileri nezdinde BES yönetici ve temsilcilerinin direnişe katkıları BES’in hanesine yazmıştır. Direnişin örgütlenmesinde ve sürdürülmesinde aktif bir şekilde rol oynayanlar bunu özenle gözetmişlerdir. Fakat direnişin esas yükü işçiler ile birlikte Sınıf Sendikacılığı İnisiyatifi (SSİ) etrafında toplanmış olan kadrolar tarafından taşınmış, ÇHD ve KHD ise bu yükü omuzlayanlar içerisinde yer almıştır. BES bütünlüğünden bakıldığında ise iyimser şeyler söylemek olanaklı değildir. Daha son genel kurulunda taşeron işçilerin sendikaya üye olmasını hararetli bir şekilde ‘savunan’ ve bunu tüzük hükmü haline getirenler, söz konusu olan fiili bir direniş olduğunda aynı hararetli çaba içerisinde olmamışlardır.

BES MYK ise kamuoyuna çok sayıda basın yayın organı ile yansıyan bu direnişi neredeyse görmezden gelmiş, örgütlü olduğu en büyük işyerinde gelişen bir direnişe kayıtsız kalmıştır. Daha önce İzmir Bayraklı Adliyesi’nde işten atılan taşeron işçilerin direnişine BES İzmir Şubesi tarafından belirli bir destek verilmiş ve işçiler üç günlük bir direnişle işlerine geri dönmüşlerdi. Anadolu Adliyesi’nde gelişen direniş ise bizzat BES kadrolarının öncülüğünde gelişmiş ve binlerce adliye çalışanının gündemine oturtulabilmiştir. Fakat BES Genel Merkezi, yaşanan bu direnişi şubelere ve işyerlerine taşımak yönünde bir çaba içerisine girmediği gibi neredeyse görmezden gelmiş ve internet sitesinde birkaç haber yapmakla yetinmiştir.

Şube nezdinde ise bugün KESK ve bağlı sendikalar içerisinde “örgütlü” bulunan hakim sendikal grupların kadroları direnişe tümüyle ilgisiz kalmışlardır. Öyle ki burunlarının dibinde gelişen kararlı bir direnişe, yapılan destek çağrılarına rağmen yanıt vermemişlerdir. Bu tablo gerçekte bu sendikal grupların “örgütsüz” tablolarına ışık tutmakla kalmamış, kadrolarının da sınıf mücadelesinden ne ölçüde uzaklaştıklarını gözler önüne sermiştir. Direniş, işçilerin direncinin yanı sıra SSİ bileşenlerinin ve avukatların omuzlarında yükselmiş, hatta kimi grupların adliye içerisinde bulunan kadroları dahi etkin bir katılım göstermemiştir. Şube yönetimi açısından da benzer bir durum ortaya çıkmıştır. Şube yöneticilerinin kimileri hiç direniş alanına gelmemiş, kimileri ise yalnızca gelip gitmiştir. Öyle ki, direnişin ikinci günü yapılan ve diğer kurumlarla birlikte BES’in de dahil olduğu basın açıklamasında, basın metni görevini alanların yazmaması ve direniş içinde başından sonuna kadar yer alan şube yöneticilerine bu durumun bildirilmemesi nedeniyle basın metni dahi hazırlanamamış ve okunamamıştır. Defalarca dile getirilmesine karşın, direnişin havasının işyerlerine taşınması, işyerlerinin ise direnişe taşınması yönünde hiçbir çaba gösterilmemiş, şube yöneticilerinin bulunduğu işyerlerinde dahi direnişin gündemleştirilmesi yönünde çaba harcanmamıştır.

Kuşkusuz bunlar bir tesadüf değildir. Komünistler bugüne kadar birçok örnek üzerinden reformist solun sınıf mücadelelerinden ne kadar uzaklaştıklarını, parlamenter hayallere dayalı siyaset tarzlarının kamu emekçileri hareketini nasıl da kötürümleştirdiğini ve güçten düşürdüğünü ortaya koymuşlardır. Reformizmin ve sendikal bürokrasinin sınıf üzerinde geriletici bir etki yarattığı, dahası sınıf mücadelelerinin reformist solda “üzerinden laf söylemek” ötesinde herhangi bir ilgi görmediğini birçok deneyim ortaya koymuştur. MFS taşeron işçilerinin direnişi ise bu ilgisizliği ve yabancılaşmayı büro işkolu nezdinde ortaya koymuştur.

Her geçen gün sınıf mücadelesinin dinamikleri gelişmekte ve birikmektedir. Bu dinamiklerin sınıf mücadelesine kanalize edilebilmesi ise devrimci kadroların bu dinamiklerle buluşmak için etkin bir çaba içerisinde olmasına bağlıdır. Sınıf mücadelesinde ve KESK’te önderlik sorununun aşılması ancak bununla mümkündür. Fiili meşru mücadele çizgisine ve sınıf mücadelesine inanç duyan, ancak reformizmin etkisinden sıyrılamayan öncü kadrolar da KESK’e hakim mevcut reformist-uzlaşmacı çizgiyi ve bu çizginin taşıyıcılarını sorgulamalı, devrimci özne ile buluşmaya yönelmeli ve işçi sınıfının gelişen mücadele dinamiklerinin devrimci bir zeminde harekete geçirilmesi çabasına omuz vermelidirler.

A. Mutlu

 

 

 

 

 

Meksika’dan Yatağan direnişine destek

 

Yatağan işçilerine bir destek de Meksika’dan geldi. Meksika Enerji İşçileri Sendikası-Meksika Yeni İşçi Merkezi, Yatağan Termik Santrali’nin özelleştirilmesine direnen işçilerin mücadelesini desteklediklerine dair mesaj gönderdi.

Sendikanın Dış İlişkiler Sekreteri José Humberto Montes de Oca Luna adına Yatağan’daki Maden-İş ve Tes-İş sendikalarının şubelerine yollanan mesajda, sendika üyesi 16 bin 599 işçinin Yatağan işçilerinin yanında olduğu belirtildi.

Mektuba ek olarak, Meksikalı işçilerin, üzerinde “Meksika Yeni İşçi Merkezi dayanışma halinde. Yatağan’ın özelleştirilmesine hayır” yazılı pankartı taşırken çekilmiş fotoğrafı da gönderildi.

Açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Enerjinin özelleştirilmesi, halklarımızın egemenliğine süikasttır, işçilerin haklarına darbedir ve hane tüketicileri için enerji fiyatlarının kaçınılmaz artışına neden olur. Bu özelleştirmeler, her zaman büyük uluslararası şirketler ve halkın varlıklıklarına yönelik hırsızlıktan pay kapan neoliberal aracıların çıkarınadır.”

Açıklamada, Meksikalı işçilerin desteklerine de vurgu yapılarak, şöyle denildi: “Değerli mücadele arkadaşlarımız! Meksika Enerji Sendikası’nda ve Meksika Yeni İşçi Merkezi’nde olan 16 bin 599 işçinin mücadele ruhu taşıyan selamını sizlere iletmek istiyoruz. İşçinin mücadelesi sınır tanımaz. Yaşasın proleteryanın enternasyonalizmi, ileri Yatağan’daki yoldaşlarımız, zafere değin!”

Patron temsilcisi geldi, işçiler eylem yaptı!

Yatağan işçileri, patron temsilcisinin Milas’a gelmesi üzerine eylem yaparak özelleştirmeye geçit vermeyeceklerini yinelediler. Maden-İş Sendikası Yatağan ve Havalisi Şube Başkanı Süleyman Girgin, burada bir açıklama yaparak işyerlerini teslim etmeme konusunda kararlı olduklarının altını çizdi.

Alıcı firma yetkililerinin işyeri dışında görüşme yaptıklarından haberdar olduklarını belirten ve işçilerin vermek istediği mesajın tam olarak anlaşılamadığının görüldüğünü belirten Girgin şunları söyledi: “Yatağan ve Milas maden ve enerji işçisinin mücadelesi tüm bu yapılanlara karşı, işçi sınıfının ortaya koyduğu bir iradedir. Yatağan ve Milas işçisinin attığı çığlık, tüm Türkiye işçi sınıfının sesidir. Ortaya koyduğu irade tüm ezilen, sömürülen emekçilerin ortak iradesidir. Bu direniş başlangıçtır, uyanıştır, umuttur. Direnişimiz daha önce olduğu gibi şimdi de devam edecek.”

 

 

 

 

 

Havada ve karada grev

 

Alman Cockpit (VC) pilot sendikasına bağlı Lufthansa pilotları, Lufthansa yönetimi ile sendika arasındaki toplu sözleşme görüşmelerinde pilotların emeklilik yaşının yükseltilmesi dayatmasına karşı 5 Eylül günü uyarı grevi yaptılar.

Grev kapsamında Frankfurt’ta kısa ve orta mesafe uçuşlarda iş bırakma eylemi gerçekleştirildi. Lufthansa, grev itibariyle 200’den çok uçuşun iptal edildiğini ve takribî 25 bin yolcunun grevden etkilendiğini bildirdi. 5 Eylül saat 23.00’e kadar süren eylemin etkileri eylem sona ermesine rağmen devam etti.

Lufthansa, konuya ait yaptığı açıklamada, eylemden etkilenen yolcuları için 2 bin 200 otel odası rezerve edildiğini ve bununla birlikte Lufthansa ve Fraport’un vize itibariyle Almanya’ya giremeyen yolcular için 500 yataklı saha oluşturduğunu duyurdu. Havayolu yönetiminin açıklamaları pilot grevinin istediği etkiyi yarattığını gösterdi.

Havayolu greviyle eşzamanlı olarak Almanya’daki makinistler de grev yaptı.

Almanya Tren Makinistleri Sendikası (GDL), kamuya ait demiryolu şirketi Alman Demiryolu Deutsche Bahn’da iş bırakma kararı aldı.

GDL’in grevinden özellikle başkent Berlin ve Hamburg’da yerel, hızlı ve banliyö trenleri ile yük trenlerinin etkilenmesi bekleniyor.

Grevin temel talepleri Yüzde 5 ücret artışının yanı sıra 2015 yılından sonra haftalık çalışma saatinin 2 saat azaltılarak 37 saate düşürülmesi, mesainin en fazla 50 saat ile sınırlandırılması, mesai uzatıldığında ise yüzde 50 oranında ücret artışı.

 
§