29 Ağustos 2014
Sayı: KB 2014/35

Gerçek barışa ulaşabilmek için
tek yol anti-kapitalist direniş!
AKP’nin yeni şefi Davutoğlu
Toplu mezarlar ülkesi
Barajdaki ihmaller katliama dönüştü
Kavel’den Alpagut’a, Greif’ten Yatağan’a…
Türk-İş Başkanı’nın bakanlık koltuklarında gözü var!
Satış taslağı MESS’in masasında
Deva işçileriyle dayanışma büyüyor!
"Birlik olalım, haklarımıza sahip çıkalım!"
Cam işçisinin iradesi: TEKLİFE HAYIR!

“Tek Gıda-İş, işverenler sendikası olmuş”

Kafesan işçisi
boyun eğmiyor!

Eğitim Sen: Siyasal kadrolaşmaya hayır!

Barış sorunu - V. İ. Lenin
ABD saldırganlığının yeni bahanesi IŞİD
ABD: Servet-sefalet uçurumunun vahim boyutlar kazandığı ülke
ABD’de polis yok,
ordu var!
Ebola yayılıyor
Sınıfa karşı sınıf ve
sınıf temelli devrimcilik!
Emeğin bahçesinde festival coşkusu
DGB’yi mücadele içinde yaratalım!
"Kızıl Bayrak’la güçlendim"
Zulmünü artır ki çöküşün hızlansın! - Evrim Erdoğdu
Hastaneye gitmek lüks mü?
Kadınlardan Ortadoğu’daki katliamlara tepki
Halkların Vietnam'dan doğan güneşi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Zulmünü artır ki çöküşün hızlansın!

Evrim Erdoğdu

 

Yıl 1831, yer Fransa’nın Lyon kenti. Kentin nüfusu 165 bin. Şehrin yarısı dokumacı. Sömürü piramidinin en altında bulunan işçiler düşük ücretler yüzünden açlık ve ölümle koyun koyuna yaşıyor. Lyon işçileri atölyelerde yiyor, içiyor ve uyuyor. İşsiz kaldıklarında sokaklarda şarkı söyleyerek dileniyorlar.

Burjuvazinin dokumacılara reva gördüğü bu dayanılmaz sefalete karşı isyan tohumu ekilmiş, filizleniyordu; nitekim 21 Kasım’da altı bin işçi sokakları zapt ederek taleplerini haykırdılar. Çalışarak yaşamak için insanca yaşayabilecekleri bir ücret istediler. İşçi ve patron temsilcileri görüştü, işçileri oyalayarak direnişi bitirmeye çalıştılar ve işçilerin taleplerini kabul etmediler. İşçiler “grev” dedi. Patronlar “lokavt”. Lyonlu dokumacılar harekete geçtiler. İş durdurarak atölyelerini terk ettiler, meydanları zapt ettiler. Ulusal muhafızlar işçilere saldırdı. İşçiler silahlandı. Öfkeliydiler, kararlıydılar. Hazırlandılar, makineleri eriterek mermi yaptılar. “Çalışarak yaşamak ya da dövüşerek ölmek” pankartıyla yürüyen kitleye otuz bin kişilik ordu ölüm kustu. Beş yüzü aşkın Lyon dokumacısı dövüşerek işçi sınıfının devrimci mücadelesinde ölümsüzleşti. Ölen yetmiş beş asker ve subay da düşman sınıfının kayıp bilançosuydu.

Lyon ayaklanması Marx’ın deyimiyle: “Proletaryanın savaş çanıydı.” Lyon işçilerinin direnişi yaklaşan 1848 devrimlerinin ayak sesleriydi ve işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki ilk silahlı çatışmaydı. İsyan sonrası dönemde kapitalizmin mezar kazıcısı proletaryanın elinde sosyalist dünya görüşü, sınıfsal zeminine oturmaya başlıyordu. 1848’de Marx ve Engels’in kaleme aldığı Komünist Manifesto’nun “Bugüne kadarki tüm toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir” sözleriyle başlayıp “İşçi sınıfının (proletaryanın) zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yok, kazanacağı bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz!” ile biten savaş çağrısı böyle bir toplumsal-siyasal atmosferin ürünüydü.

O dönemden bu yana, yaklaşık iki asırdır, iktidarını ayakta tutmak için devleti tahkim eden burjuvazi, tepeden tırnağa şiddet ve savaşa dayanan bir aygıt oluşturdu. Bu azgın sınıf kininin gerisinde, artı-değer sömürüsüne dayalı kokuşmuş kapitalist sistemin, işçi sınıfının devrimci isyanıyla yıkılmasından duyulan korku var. Bu korku boşuna değil elbet. Zira Lyon isyanından bu yana proletarya pek çok kez sömürü ve zorbalığa başkaldırdı, tarihte eşi/benzeri olmayan Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’ni zafere ulaştırdı.

Lyon ayaklanması, burjuvazinin vahşi zoruna karşı, işçi sınıfının ilk kitlesel silahlı kalkışmasıydı. Ondan sonra işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesi kendi araçlarını ve örgütlerini oluşturarak devam etti. Siyasal iktidarın uyguladığı şiddet ve vahşi sömürüye karşı proletarya; yardım sandıkları-dernekleri oluşturarak sendikalaşıyor, sınıfsal temeller üzerinde birleşiyor, örgütleniyor, gizli birlikler kuruyordu. Gizli örgütlenen Komünist Birliği için Marx’la Engels’in kaleme aldığı Komünist Manifesto’nun yayınlanması ile şekillenmeye başlayan dönem, işçi sınıfının burjuva iktidarını yıkarak sosyalist iktidarı kurma mücadelesinde tarihsel bir dönemeçti.

Lyon’dan bugüne sınıfın komünist partileri, komünistler burjuvazinin zoruna karşı milyonların devrimci isyanını örgütlediler. Yenilgiler ve zaferlerle örülü olan dünya devrimci sınıf hareketi tarihi yazılmaya devam ediyor. Lyon’da işçi sınıfı 1831’de yenilmişti, ancak 1871’de Paris Komünü şanlı zaferini ilan ediyordu. Sınıflar arası mücadelenin dünden bugüne bitmek bilmeyen kıyasıya kavgası, bugün emperyalist-kapitalist sistemin yapısal bunalımının geldiği bu aşamada, önemli bir eşiğe dayanmış bulunuyor.

***

Kapitalizmin küresel krizinin derinleştirdiği ekonomik, sosyal, siyasal sorunların altında ezilen işçi sınıfı ve emekçilerin sömürüye, baskıya, savaşa ve saldırganlığa karşı bilenen öfkeleri de artmaktadır. Her sınıf ve onun temsilcileri kendi sınıf çıkarları ve istemleri doğrultusunda, çatışmaların keskinleştiği bu döneme hazırlanmaya çalışıyorlar. Bu topraklarda da dinci-gericiliğe, şovenizme, baskı ve zorbalığa dayalı olan burjuva iktidarın en büyük korkusu, işçi sınıfı ve emekçilerde biriken öfkenin isyana dönüşmesidir. Zira devrimci önderliği ile birleşmiş işçi sınıfının isyanı, bu köhne, Ortaçağ'dan kalma gericiliğin temsilcisi olan burjuva cumhuriyetinin tarihin çöplüğüne süpürülmesi anlamına gelecektir.

İşçi sınıfının, emekçilerin, ezilen halkların ve devrimci hareketin dünden bugüne yarattığı tüm devrimci-ilerici değerleri geleceğe taşıyacak ideolojik-politik- programatik çizgiyi inşa eden komünistler, bugün sosyalizm mücadelesinin temel güvencesidir. Bu devrimci mirasa dayanan komünistler de, sınıf eksenli devrimci siyasal faaliyeti yoğunlaştırarak bu döneme hazırlanmaya çalışıyorlar.

***

Üretici güçlerin geldiği aşama dikkate alındığında, kapitalizmin yapısal krizinin geçmiştekine göre çok daha sarsıcı etkiler yaratacağı görülebilir. Nitekim şimdiden patlayan sosyal mücadeleler, halk isyanları, direnişler yeni bir tarihsel dönemin kapılarını açmış durumda. Kitlelerin devrimci uyanışının bilincinde olan burjuva düzen güçleri uyguladıkları şiddetin dozunu artırmış ve aynı zamanda ideolojik araçlarını çok daha etkin bir şekilde devreye sokmuşlardır.

Açık bir zorbalığın hüküm sürmeye başladığı bu yeni döneme polis operasyonları”, “komplolar”, “yargısız infazlar” gözaltılar, tutuklamalar, mahkemelerle açılan keyfi davalar damgasını vurmaya başladı. Eylem ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik engellemelerin de kol gezeceğine ilişkin önemli işaretler mevcut.

Sermaye iktidarının zorbalığı arttırması şaşırtıcı olmamaktadır. Bu nedenle biz sermayenin uşaklarını taktıkları maskelerden değil, yüzlerce işçiyi kapitalizmin sömürü tezgahlarında kurban etmelerinden, Roboski bombalamalarından, Berkin’i, Ethem’i, Uğur’u, Ahmet’i, Abdullah’ı, Mehmet’i, Medeni’yi, Hasan Ferit’i katleden ellerinden tanıyoruz. Aynı eller, yıllardır TIR'larla IŞİD çetelerine ağır silahlar dahil, her tür askeri malzemeyi taşıyor ve bu katil sürülerini halkların üzerine salıyor. Bir yandan Filistin için ikiyüzlüce timsah gözyaşları döküyor, ama öte yandan İsrail’le kol kola emperyalistlerin ileri karakolu olarak enerji alanlarında pay kapmanın heyecanı ile hareket ediyorlar.

Bu düzenin bekçilerinin, gecenin karanlığına saklanarak komünistleri teslim alacaklarını zannedenlerin hem iç hem de dış politikadaki saldırganlıkları nasıl ki halkın direniş barikatına çarptıysa, aynı şekilde o hesapları da boşa düşmüştür. Uydurdukları senaryo hiçbir işe yaramamış, ellerine yüzlerine bulaşmıştır.

Şairin de dediği gibi: “Girdiler kapılardan, girdiler pencerelerden- çirkindiler, korkaktılar, yarınsızdılar...” Bizi ne sermaye düzeninin aczini kanıtlayan alçak itirafçılık kurumu ne de asıl nedeni komünist olmamız olan mahkeme kararlarınız yıldırabilir. İster içerde, ister dışarıda olalım, hiçbir güç devrim ve sosyalizm davası için mücadele etmemize engel olamaz.

Komünle Paris proletaryasının gerçek kıldığı ideali, Sosyalist Ekim Devrimi ile taçlandıran Rusya proleterleri ve köylüleri idi. Sosyalist işçi-emekçi cumhuriyeti ile işçi demokrasisinin düş değil gerçek olduğunu kanıtlayan devrimci proletaryanın bu topraklardaki temsilcileri olarak, tasfiyeciliğe ve reformizme karşı devrim ve sosyalizm davasının işçi sınıfı devrimciliğinin tok ve sarsılmaz savunucusuyuz.

Etrafımızı karanlık yüzleriyle sardıklarında iki sınıf iki dünyanın bir karşılaşması da başlamıştı bizim için, o kadar. Dayandığımız ideolojik-politik programatik çizgi düzen ve devrim arasında kıyasıya süren kavgaya bizi her zaman hazır tutmaktadır. Korkuyorsunuz ve korkularınızda haklısınız. Çünkü baskı ve azgın emek sömürüsüne dayalı kapitalist düzeninizin artık sonunun yaklaştığını siz de görüyorsunuz. Korktukça saldırganlaşıyorsunuz.

Bu topraklarda Haziran Direnişi ile kendini açığa çıkaran toplumsal öfke ve sokaklara taşan militan eylemlerin sınıf hareketi ile güçlü bir birleşmesi olmamakla birlikte, işçi sınıfı kölece çalışma koşullarına karşı yaygınlaşan mücadeleler yürütmekle, Greif işgali ile somutlanan fiili, meşru, militan tepkilerini yükseltiyor. Servet-sefalet arasındaki uçurum büyüdükçe “burjuva demokrasisi”nin gerçek yüzü açığa çıkıyor. Dünyanın dört bir yanında işçi sınıfının, emekçilerin, direnen halkların, kadınların, çocukların karşı karşıya kaldığı ”terör” ve “şiddet”in tek kaynağının kokuşmuş-çürümüş kapitalist düzeniniz olduğunu saklamakta, gerçeklerin üzerini örtmekte zorlanıyorsunuz.

Kitlelerin artan devrimcileşme eğilimi, proleter eylemler, halk isyanları ve buralarda her geçen gün daha da gelişen kendini savunma iradesi kâbusunuz oluyor. Siyonist vahşete karşı yiğitçe direnen Filistin halkının, emperyalistler ve işbirlikçileri için ezilmesi gereken bir güç sayılması da bundandır. Kara propaganda ile komünist avına çıkmanızın “terör” demagojisi yapmanızın nedeni de bu. Çığırından çıkmış kör şiddetin sahibini arıyorsanız, kanlı ellerinize bakın; orada çirkin yüzünüzü göreceksiniz. Reyhanlı’da bombanın faili de, doksanlarda kontrgerilla operasyonlarının, faili meçhullerin, Sivas’ın, Gazi’nin faili de, kokuşmuş burjuva düzeninizdir.

Yalanlar da provokasyonlar da sizin işiniz. Pusu kurarak/kurdurarak öldürmeyi, linç etmeyi, idam sehpası kurmayı tarihiniz boyunca aralıksızca uyguladınız. Şimdi de etnik, dinsel, mezhepsel ayrımcılığı körüklüyor, emperyalist-kapitalist barbarlığa karşı kitlelerin birleşik direniş sergilemesine engel olmaya çalışıyorsunuz.

Genelde kapitalist/emperyalist sistem, özelde Türk sermaye devleti her tür baskı ve zorbalığa başvuruyor. Fakat bu vahşetlerin hiçbiri işçilerin, emekçilerin ve ezilen halkların isyan ateşini söndüremedi, söndüremeyecek. Şengal’de, açlık ve susuzluktan ölen çocukların, IŞİD çeteleri tarafından pazarlarda satılan kadınların, halkların üzerinde estirilen gerici vahşetin, Filistin halkının üzerine atılan her bombanın failinin siz olduğunu biliyoruz. Siyasal iktidarınızın, vazgeçilmez bir aracı olan şiddet ve zora karşı mücadele verenleri bu nedenle karalıyor, hedef tahtasına çakıyorsunuz. Gaz bombalarına, plastik ve gerçek mermilere karşı direnenler, gaz maskesi ve puşi takanlar sizin için “terörist”.

İktidarınızı milyonlarca işçinin ürettiği artı-değer sömürüsü üzerine kurduğunuz yetmiyormuş gibi, ayrıca da çalıp çırpan, soyanların görevlerinin başında kalıp, mahkemeler tarafından aklandığı bir düzenin uzun süre ayakta kalacağına inanıyor musunuz?
Düzeninizin tüm kurumlarına karşı güven her geçen gün sarsılmaktadır. İşgaller, grevler, direnişler sermaye düzeninin maskesini indiriyor. Şiddet demagojiniz de yerle bir oluyor. İşte bu noktada, burjuva düzeninizin bizi tutsak alarak engelleme çabasının gerisinde, sınıf hareketiyle komünistlerin birleşmesinden duyduğunuz korku vardır, biliyoruz. Sınıf hareketinin devrimcileşmesinin, kurduğunuz dengeyi sarsacağının farkındasınız. Sizin asıl patlamasından telaşa düştüğünüz; birleşik, kitlesel ve militan devrimci sınıf hareketidir. Sınıfın toplumsal muhalefetin öncülüğüne soyunarak sınıf kavgasında en önde yer almasıdır korkunuz.

Dünden bugüne işkence tezgahları, zindanlar, kurşunlar, katliamlar komünistleri durduramadı. Öldürerek yok edemediğiniz gibi, zor ve baskı aygıtlarınız, karalamalarınızla da bizleri boğamazsınız. Tarih tanıktır, zulmünüzü arttırınız ki çöküşünüz hızlansın.
Yaşasın devrim ve sosyalizm!

12.08.2014
TKİP dava tutsağı

 

 

 

 

TKİP dava tutsağı Erdoğdu’nun
tedavisi engelleniyor

 

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), 27 Ağustos’ta İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şube binasında düzenlediği basın toplantısıyla Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’nde bulunan TKİP dava tutsağı Evrim Erdoğdu’nun sağlık durumuna dikkat çekti.
Basın toplantısında BDSP adına açıklamayı, Haziran Direnişi sürecinde tutuklanan ve ilerleyen sağlık sorunlarına rağmen 5 ay boyunca tahliye edilmeyen Burcu Koçlu okudu.

Açıklama, cezaevlerindeki tecrit, baskı ve sürgünlerin devrimci öncüyü teslim alma politikasının bir parçası olduğu hatırlatılarak başladı. Devrimci öncünün teslim alınmasının işçi ve emekçilerin, topyekün tüm ilerici toplumsal hareketin kırılması anlamına geldiği belirtilen açıklamada, pek çok tutsağın tahliye edilmesi gerekirken tecrit duvarları arkasında ölüme terk edildiğini belirtti.

Evrim Erdoğdu’nun yaşadığı sağlık sorunları, hapishane yönetiminin baskılarını şöyle özetledi: “Evrim Erdoğdu da kronik bronşit astım hastalığı yüzünden geçirdiği kriz ardından hem hastalığı hem de onun tetiklediği sol bacak-kalp şikayetlerinden kaynaklı yapılan hastane sevklerinin 37 derece sıcakta ringle yapılıp hastane mahkum koğuşundaki havalandırmasız, camsız, tuvaletsiz sigara kokan koşullarda bekletilmesinden kaynaklı Yeşilyurt Eğitim Araştırma Hastanesi’ne götürüldüğü zaman astım krizi geçirip acile kaldırılmıştır. Bu uygulama tedavinin engellenmesi ve sağlığın kötüleşmesi anlamına gelmektedir.”

Açıklama, hapishanelerde bulunan tüm hasta tutsakların derhal serbest bırakılması talep edilerek ve hapishanelerde yaşanacak ölümlerden Adalet Bakanlığı ve cezaevi yöneticilerinin sorumlu olacağı belirtilerek bitirildi.

Basın açıklamasının ardından Evrim Erdoğdu’nun görüşçüsü Ayla Subaşı konuştu. Erdoğdu’nun, hapishanede ilk gün su verilmeden bir hücrede bekletildiğini daha sonra koğuşa götürüldüğünü söyleyen Subaşı, koğuşa götürüldüğünde astım krizi geçiren Erdoğdu’nun hastaneye ambulansla götürülmeyip ring aracı ile götürüldüğünü ifade etti. Subaşı, ağır hasta tutsakların serbest bırakılmasını talep etti.

Toplantıda İHD adına konuşan Caner Canlı, hasta mahpusların sorunlarının gün geçtikçe büyüdüğünü söyledi. 200’den fazla ağır hasta tutsak olduğunu ve bu mahpusların tahliye edilmesi gerektiğini belirten Canlı, ellerinde adli tıp raporları olduğu halde ağır hasta tutsakların halen hapishanelerde tutulmasının insan haklarına uymadığını vurguladı.

Kızıl Bayrak / İzmir

 
§