25 Temmuz 2014
Sayı: KB 2014/30

Direnen Filistin halkıyla eylemli dayanışma!
Sorun burjuva cumhuriyetinin başına kimin oturacağı değil, onun nasıl yıkılacağıdır
AKP’nin dilinde Filistin, aklında özelleştirme var!
Rojava ve Filistin’e destek eylemleri
Sınıfa karşı sınıf tutumunu ete-kemiğe büründürelim!
Kent Şeker grevi
kararlılıkla sürüyor!
Yıldız Sunta işçileri
ihanete karşı direniyor!
Şişecam işçileri: Eylemlerimizi sürdüreceğiz!
Bakaç işçileri saldırılara ve sessizliğe rağmen direnişte!
“İşçiler el ele verdiği sürece kazanan taraf olacaktır!”

Jandarma saldırısının emrini Sütaş patronu verdi!

“En az yüzde 50 zam, 35 saatlik çalışma haftası!”

İhanete geçit vermemek için
TİS komitelerinde örgütlenelim!

Devrimci Gençlik Birliği üzerine... / 1
Bir elmanın iki yarısı - K. Toprak
Bürokrasiyi ve tıkanmayı aşmak için
ortak mücadele programına sahip taban inisiyatifleri
“Kızıl Bayrak elimizde bir kılavuz olarak durmaktadır!”
“Kavganın bayrağı kızıldır, Kızıl Bayrak işçi sınıfının elindedir!”
Emperyalist gericilik,
İsrail barbarlığının suç ortağıdır!
Uzlaşmacı çizginin açmazları…
Filistin: Katliamların ve direnişin tarihi
Dünyadan Filistin ve
Rojava için eylemler
İmam hatip okulları kimin ihtiyacıdır?
Çocuk istismarı / 4
Fırtına kuşları
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Komünist tutsaklara ithafen...

Fırtına kuşları

 

dinleyin turnalar, ağır balıkçıllar 
ve dalgalar ve deniz 
kendi ihtilalinin köpüğünde 
türkülere tutsak 
ve aç ve özgür ve öfkeli 
yarına içkin bir düş 
dinleyin sesimi, ses verin sesime 
yakındır ve muştusudur size 
kopacak fırtına!”

Maksim Gorki

Başka bir şehir, başka bir ev, başka bir kimlik, başka bir yoldaş; ama aynı gökyüzü, aynı kavga, aynı coşku, aynı inanç... Sanki bin yıldır buradaymış gibi alıştılar Hazal’ın, Habip’in, Alaattin’in alınteriyle yeşeren kızıl çiçeklerin kentine. Şimdi sıra onlardaydı, yoldaşlarının kanlarıyla kızıllaşan çiçekleri, fabrika avlularına serpeceklerdi. Ürkekti biraz yürekleri. Hayır, korku yanaşamamıştı onların kavganın ortasında çelikleşen bilinçlerine. Ürkeklerdi evet. Çünkü ikisi de cellatlarının dört bir yanda aradığı, yeraltının zorlu geçitlerinde bilenmiş devrimcilerdi. Kendilerini korumak, göz bebekleri belledikleri partiyi korumaktı.

Zorluydu belki yaşamları. Lakin birer fırtına kuşuydu ikisi de. Korkunç kasırgalarda kayaların dibine sığınanlar, dalgalara kapılıp gidenler, fırtınalara boyun eğenler bir bir yok olurken , onlar rüzgarın döneceği günü soluk soluğa bekliyorlardı. Her fırtınada bir şeyler veriyorlardı kendilerinden. Ama sonsuz denizlerin sütliman olacağı günler gelince düşlerine, unutuveriyorlardı acılarını. Şimdi geçmişe gidince bir kez daha anımsamışlardı. Nice kavgadan başı dik çıkmanın haklı gururu dolduruyordu göğüs kafeslerini. Biraz da buruktu içleri. Özlemin hüznü vardı bakışlarında. Ardlarında bıraktıkları kaçak yıllar, biriktirmişti o kahredici suskunluğu. Ama sarsılmaz bir inançla biliyorlardı tüm hasretler bitecekti bir gün. Bu yüzden karşılarındakilere güven veren gülüş eksik olmuyordu yüzlerinden.

Yine yorgun bir günün akşamıydı. Yemek yemiş, sohbet etmiş, sonra ikisi de sessizliğe gömülmüştü. Bedenleri bunca yorulmuşken, yorgunluk nedir bilmeyen yürekleri tedirgindi. Bugünü diğerlerinden ayıran neydi? Geliş-gidişlerini tarttılar ama tedirginliklerini somutlaştıracak bir neden bulamadılar. Sonra sustular yine, upuzun... O anda hatırlarına geldi geçmişin o sıcacık, kıpkızıl, kalabalık yılları. Mitingler, festivaller, boykotlar, grevler, direnişler... Nasıl da hızla akıyordu zaman. Tarihin bu durdurulamaz akışı içinde geleceği ilmek ilmek örenler dalgalara karşı kürek çekiyorlardı. Kavgayı onurlu kılan da bu değil miydi zaten? Fırtınalara direnmek, fırtına kuşları kadar cevval olabilmek...

Saat epey ilerlemişti. Yarın yapacak çok işleri vardı. Sessizliği bozan Ekin oldu. -“Ben yatıyorum artık, senin uykun yok mu?” Orhan, yüzyıllık bir uykudan uyanır gibi irkildi. -“Tamam sen yat yoldaş, ben biraz kitap okuyacağım.” Ekin ortalığı biraz toparladıktan sonra uyumaya gitti. Orhan söylediği gibi yaptı. Kitabını aldı eline ama kapağına dikip gözlerini öylece kalakaldı. İçindeki huzursuzluk bir türlü geçmiyordu. Kalbi engel olamadığı bir hızla çarpıyor, göğsü düzensizce soluk alıp veriyordu. Daha fazla dayanamadı. Ağaya kalktı, pencereye yanaştı. Gökyüzünü izlemeye koyuldu. Karanlıktı gece, tek tük serpilmiş yıldızlar, cılız ışıklarıyla aydınlatmaya çalışıyorlardı sonsuz, koyu lacivert perdeyi. Biz de birer yıldızız diye düşündü karanlık göğe bakan genç adam. Yalnızken cılız kalan ama birleşince güneş olan...

Sabah ne kadar nazlı, gece ne kadar inatçıydı bugün. Biri vermek istemiyordu iktidarını, diğeri ise yenilgiye dünden razıydı sanki. İçerde böylesine güzel iki insan hiçbir şeyden habersiz yarını beklerken, dışarda hain bir pusunun son hazırlıkları yapılıyordu. Her şey tamamdı artık. Harekete geçmek için komut bekliyordu karanlık gecenin çakalları. Onlarca ağır silahla çevriliyken özgür yarınların hayat bulduğu hücrenin etrafı, acele etmiyorlardı. Önce uyku teslim alsın istiyorlardı asla büsbütün teslim alamayacaklarını bildikleri “avlarını.”

Vakit ilerledi. Şafak sökmek üzereyken tüm kent uykudaydı. Birazdan yapılacak düelloda, ölseler dahi hayatta kalacak olanlar da... Ayak sesleri çoğaldı birkaç saat sonra bir işçinin gözlerini ovuşturarak olay mahalline bakacağı sokakta, kapıdan çıkarılırlarken umudun adını haykıracakların şimdi uykuda oldukları apartmanın dört bir yanı kalabalıklaştı. Ve dairenin kapısı çınladı koçbaşının korkunç çığlıklarıyla. Fazla direnemedi, yoksul evin tahta kapısı, açılıverdi ardına kadar. İstemeye istemeye aldı içeri, yüzleri karanlık, korkudan sesleri titreyen adamları... Ve onlar belki milyonuncu kez girdiler evlerimize...

Kötü bir kabustu sanki yaşananlar. Uyanınca da bitmeyen bir kabus... Nasıl olmuştu? İkisi de uykusunda yakalanmıştı zalimlere. Bir ses çalındı kulaklarına: “Yat yere! Teslim ol!” Teslim olmak mı? Uykularında boğazlarına sarılan yaratık söylüyordu bunu. Üstelik onlarca namlu üzerlerine çevriliyken. Ne yapabilirlerdi ki? Tek silahları bedenleri ve bilinçleriydi şimdi. Polis amirinin teslimiyet çağrısına karşılık verdiler. Dillerinden düşmanı çılgına çeviren ahengiyle bir türkü yükseldi. Yatırıldılar yere, elleri ters kelepçeyle. Onlarca adam böcekler gibi üşüştü evin her köşesine.

- “Kimlikler! Kimliklerini bulun!” diye kükreyen bir adamın etrafında pervane olanlardan bir tanesi: -“Amirim, kimlikleri bulduk. Ama isimler tutmuyor.” dedi. Bu sözleri duyduğu anda yerde yatanlara bakan, gözleri kanlı, çopur suratlı, kel amir: -“Siz kimi kandırıyorsunuz? Bal gibi biliyoruz sizin kim olduğunuzu!” diyerek sinirden çatlayan sesiyle bağırdı. Evi darmadağın ettikten sonra hiçbir şey bulamamanın verdiği hınçla ekledi. –“Biz size yapacağımızı biliyoruz. Hele bir gidelim şubeye!”

Şaşkın ve uykulu gözlerle birbirine bakan fırtına kuşları apar topar çıkarıldılar kapıdan. Bir anda şimşekler çakmaya, gök gürüldemeye başladı. Fırtınanın habercisiydi bu. Şubeye getirildiklerinde yağmur da çiseledi hafiften. Burada ayrıldılar birbirlerinden. İşte asıl savaş şimdi başladı.. Fırtına da koptu. Dalgalar azgın, taşkın öfkeleriyle rüzgarla çarpışıyorlar. Ve şiddetli rüzgar, güçlü kollarıyla bir daha hiç bırakmamacasına sarıyor suları, kurşuni ve yeşil kütleleri kayalara koşturuyor...

Zaman ereceği ufka özlemle su gibi akmaya devam ediyor. Asi boranların tutsak edildiği şubede gün geceye devrildi. Gece, kör karanlık hücrelerde düşmandan daha düşmandı sanki. Usul bir ses duydu Ekin. Ses çok uzaktaydı ama yanı başındaymışçasına seçiyordu sözcükleri bir bir. Direnişin ezgisi dolaşıyordu, kim bilir kaç kez bu şarkıyı dinlemiş işkencehanenin odalarında. Ve ona ulaşıyordu. Orhan’ın sesiydi bu. Tanklar, toplar, zırhlılar değil iradeler çarpışmıştı yine. Nitekim devrimci irade bir kez daha galip gelmişti. Sorgu bitmiş tek kelime çıkmamıştı ağızlarından.

Sabah olmuş, fırtına dinmişti. Şimdi başka bir durağaydı yolculuk...

Fırtına kuşlarının öyküsü biter mi böyle? Fırtına bu! Fırtına kopmaya devam ediyor. Yiğit fırtına kuşları gururla dolaşıyorlar çakan şimşeklerin arasında. Kaynayıp köpüren okyanusun üstünde uçuyorlar. Ve çığlıklarının, gelecek zaferi müjdeleyen çığlıklarının, güvenli, onurlu yankıları yükseliyor. Kop fırtına, tüm hiddetinle kop!


 
§