29 Kasım 2013
Sayı: KB 2013/46

Dinci-gerici iktidarın rant dalaşı kızışırken…
Dış politikada iflas derinleşiyor!
CHP “hizmete” hazırlanıyor...
2014 Bütçesi açıklandı...
Devletin KDK makyajı çabuk döküldü!
ODTÜ yolu, rant ve yerel seçimler!
Sermaye düzenini sel aldı
Öğretmenler Günü hediyesi: Gaz, cop ve tazyikli su!
Petrol-İş Sendikası’nı sorumluluğa davet ediyoruz!
Korozo işçileri: Sendika sendikalığını yapmalı!
MİB MYK Aralık ayı toplantısı...

Kıdem tazminatı sermayenin sofrasında...

Mısır’da “gösteri yasası”na karşı gösteriler
Anlaşma sağlandı!
Baskıcı ve gerici ablukayı dağıtmak için...
Emekçi kadınlar mücadeleyi büyütmeye çağırdı
25 Kasım’da kadınlar şiddete son dedi!
“Polis terörünün emrini verenleri yargılayın!”
İzmir’de Gezi duruşmaları
82 yıl sonra gelen ‘adalet’! 
Çare direniş!
Devlet tutsakları öldürmeye çalışıyor!
“İşçi sınıfının onurlu birliği için...”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Polis terörünün
emrini verenleri yargılayın!”

 

Haziran Direnişi’nin ardından tutuklanan ve aylar sonra çıkarıldığı ilk duruşmada serbest bırakılan BDSP’li Burcu Koçlu’nun mahkemeye sunduğu savunması...

Öncelikle Haziran Direnişi’nde ölümsüzleşen 6 arkadaşımızı Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım ve Ahmet Atakan’ı saygıyla anmak istiyorum. Onlar işçi sınıfı ve emekçilerin özgürlük ve eşitlik mücadelesinde yaşamaya devam edecekler.

Elime ulaşan iddianamenin içerdiği mantıksızlık ve yavanlıkları sanıyorum avukat arkadaşlarımız anlatacaklardır. Ben özellikle bu iddiaların kaynağında yer alan “Taksim Gezi Parkı eylemlerine” katılmış olma durumuna ilişkin konuşmak istiyorum.

Öncelikle bu iddianamede yer alan bazı tanımlama farklılıklarına ve bunun nedenlerine dikkat çekmek istiyorum.

Taksim Gezi Parkı eylemleri” değil, Haziran Direnişi!

İddianamede, 31 Mayıs’ta başlayan ve Türkiye’nin dört bir yanına yayılan, insanların temel hak ve özgürlükleri için sokakları doldurdukları muazzam kitle hareketinden “Taksim Gezi Parkı eylemleri” olarak bahsedilmiştir. Ve genel olarak kullanılan direniş tanımı tırnak içinde verilmiştir. Ardından da hiçbir mantıksal bütünlük kaygısı taşımadan ve hiçbir delil sunamadan çeşitli iddialar ortaya atılmıştır.

İddianamede “direniş” tanımlanmasının tehlikeli bulunması ve yerine Taksim Gezi Parkı eylemleri denilmesi belli ki son derece bilinçli bir tercihin ürünüdür.

Olaylar ya da Gezi Parkı eylemleri denerek ancak toplumsal yasalarla anlaşılabilecek olgular kriminalleştirilmekte, böylece milyonları harekete geçmeye iten iktisadi, sosyal ve siyasal sorunların üstüne nafile bir çabayla perde çekilmeye çalışılmaktadır.

Evet, 31 Mayısta başlayan ve hepimizin tanık olduğu, kimimizin bizzat içerisinde kimimizin ise karşısında olduğu hareket her hangi bir olay değil emekçi halkın direnişidir.  Evet direniştir. Baskıya zulme talana, sömürüye karşı direniştir. Bu ülkede işçiler, emekçiler insanlık dışı koşullarda çalıştırılmaktadır. Güvencesiz sigortasız, düşük ücretle çalışan bu insanların elinde kalan son hak kırıntılarına dahi göz dikilmiş durumdadır. Her yıl yüzlerce insan iş cinayetlerinde can vermektedir. Buna ek olarak iş güvencesi olmadığı gibi işsizlik de hayatın bir rutini olmuştur. Milyonlarca üniversite mezunu ellerinde diplomalarıyla sokaklardadır. Bu direniş işçi ve emekçilerin kendilerine reva görülen bu insanlık dışı yaşama isyanlarını anlatmaktadır. Bu onların baskıya sömürüye karşı direnişidir.

Bugün dünyada her 4 dakikada bir, bir kadın tecavüze uğramaktadır. Ülkemizde ise son on yılda kadına yönelik şiddet %1400 artmıştır. Kadının cinsel kimliğini aşağılamak hükümet sözcüler için olağan bir davranış biçimi halini almıştır. Kadının kürtaj olup olmayacağından kaç çocuk doğuracağına kadar onu ilgilendiren sorunlarda kendinde karar verme yetkisi bulan bu zatlara cevabı kadınlar Haziran Direnişi’nde vermiştir. Kadın cinayetlerine, tacize ve tecavüze karşı kadının cinsel kimliğine yönelik saldırılara karşı kadınların direnişidir Haziran Direnişi.

Benim gibi değilse yoktur” mantığıyla hareket eden hükümet, süregiden inkar ve imha politikalarını hayata geçirmeye devam etmektedir. Kürt halkının en demokratik talepleri, Alevi kitlelerin temel hakları yok sayılmaktadır. Bu ülkede sırf Kürt olduğu için çocuk yaşta katledilen çocukların adıdır Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz...

Bu ülkede yüz binlerce Alevi katleden bir padişahın adı köprülere verilmektedir. İnsanların yaralarına tuz basan bu zihniyete karşı bir direniştir. Kürdün, Alevinin, yok sayılanın, baskı ile inkâr edilenin direnişidir.

Sağlık ve eğitim hakkının gaspı, çevrenin sermayeye peşkeş çekilmesine karşı direniştir Haziran Direnişi.

Ortadoğu’da ABD emperyalizminin taşeronluğuna soyunan hükümet mazlum halkların katline ortak olma niyetindedir. Emperyalist savaş kan demektir, tecavüz demektir, ölüm demektir. Birkaç emperyalistin yeraltı zenginliklerini talan etmesi amacıyla milyonlarca insanın kanının döküldüğü bu savaş bizim savaşımız değildir. 31 Mayıs emperyalist savaş ve saldırganlık politikalarına karşı halkların kardeşlik çağrısıdır.

Evet, bir kez daha ifade edelim ki, 31 Mayıs’ta başlayan eylemler salt Taksim Gezi Parkı eylemleri değil Türkiye’nin dört bir yanına yayılan ve 3–5 ağacın ötesinde, öncesiyle sonrasıyla bıçağın kemiğe dayandığı andır. Baskıya, zulme, talana, sömürüye karşı bir direniştir. Direnişi yaratan bu çok yönlü iktisadi, sosyal, kültürel sorunların üzerine perde çekmeye çalışanlarca bu gerçeği dillendiren bizlere “çapulcu”, “zavallı kemirgenler” dendi. “Marjinal”, şimdide sol örgüt mensubu ilan edildik. Nasıl tanımlarlarsa... İşte bu gerçeği dillendirenlerden 8’i burada, onlarcası hala zindanlarda, yüzlercesi bu mahkeme salonunda ve binlercesi ise sokaklardadır. Ve görülmektedir ki, tüm bunlar Haziran Direnişi gerçeğini karartamamaktadır.

Evet, iddianamede yer aldığı gibi halk kışkırtılmış sokağa yönlendirilmiştir. Ancak bunu yapan ne dış mihraklar ne de sol örgütlerdir. Bunu bizzat egemenlerin kendileri yapmıştır. Savaş, sömürü, baskı ve talan dışında birşey üretmeyen bu düzendir halkı sokağa döken. Bu düzenin hükümeti ve bizzat kitleleri hiçleştiren üslubuyla bu ülkenin başbakanının kendisidir bunu yapan. Sömürü, baskı ve zorbalığın olduğu her yerde direnişte vardır. Dün de olmuştur yarın da olacaktır. Gaz bombası, cop, işkence, zindan, hatta darağacı, hiçbir baskı bunu durduramaz/durduramamıştır.

Sokakları dolduran, meydanları zapt eden insanlar en temel haklarını kullanmışlardır.. Baskıya sömürüye zulme karşı direniş haktır meşrudur.

Tam anlamıyla polis terörü!

İddianamede yer alan bir diğer tanımlama farklılığına gelelim. Görülmektedir, iddianame “polis terörü” tanımlamasından büyük bir rahatsızlık duymaktadır. Bu da onun yaşanan gerçeklerden ne kadar kopuk olduğunun başka bir göstergesidir. Oysa 31 Mayıs öncesinde ve sonrasında ülkenin dört bir yanında pervasız bir polis terörü uygulanmıştır. İddianame bu gerçeği bilinçli bir tercihle görmezden gelmektedir.

Metinde eylemlerin gün gün bilânçosu verilmiş, şu kadar işyeri, bu kadar banka zarar görmüş, şu kadar polis yaralanmıştır denilmektedir. Peki ya Ethem, Abdullah ya da Ali İsmail’in neden adı yoktur bu iddianamede. Neden gözü oyulan onlarca insan, biber gazından ölenler yoktur? Hala komada olan Berkin Elvan’ın adı neden yoktur?

Bizler eşyayı adıyla çağırırız, elmaya armut demeyiz. 31 Mayıs’tan başlayarak özellikle İstanbul, Hatay, Ankara, İzmir’de polisin uyguladığı şiddetin adı tam olarak ve kelimenin gerçek anlamıyla polis terörüdür. İhtarsız bir biçimde silahsız kitlelere sanki bir düşman ordusuna saldırır gibi azgınca saldıran bu ülkenin polisidir. Eylemleri tetikleyen tam da bu terörün kendisidir. Bu terörün uygulayıcısı polisler, bizzat talimatı veren hükümet tarafından kollanmış, primler almıştır. Bu direniş için birilerini yargılamaya illa kararlı iseniz, bizi değil onları yargılayın.

İddianamede yer alanlar haklı ve meşru eylemlerdir!

Ben sizin “Gezi olayları” dediğiniz halk direnişine katılan milyonlarca insandan biriyim. Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim isteyen bir öğrenci olarak yer aldım direnişte. Okuduğu halde çalışmak zorunda olan biri olarak, bir işçi olarak yer aldım. Bir kadın olarak, hem Alevi hem de Kürt kimliğine sahip bir kadın olarak katıldım. Ve evet, insanın insan  tarafından sömürülmediği bir dünya düşleyen bir sosyalist olarak bu direnişte yer aldım. Bunun için yargılanmaktayım. Oysa bu sıfatlar benim için onur ve mutluluk kaynağıdır, iddianamede iddia edilenin aksine “suç” teşkil eden hiçbir edim barındırmamaktadır.

Aslında belli ki iddianameyi hazırlayanlar da bunun farkındadır. Bu yüzden milyonların direnişini açıktan yargılamayanlar “terör örgütleri” demagojisine sığınmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin baskı ve sömürüye karşı birliğini savunan BDSP ve onun yaptığı eylemler suç unsuru gibi gösterilmektedir. Oysa bu eylem ve etkinliklerin tamamı, işçi sınıfı ve emekçilerin hak alma mücadelesine dairdir. İddianamede BDSP’ye yönelik tek bir yasadışı edim yoktur. İddianamede “suç” olarak geçen BDSP’nin de içinde bulunduğu eylemlere şöyle bir bakmak bu durumun açığa çıkmasını sağlayacaktır. Nedir iddianamede yer alan söz konusu eylemler?

- “İşçilerin emekçilerin haklarını savunan, anti demokratik uygulamalara karşı koyan devrimci avukatlara yönelik yapılan operasyonlara karşı basın açıklaması yapmak.” Bu mudur suç olan? Hukukun temel güvencesi olan avukatlar bir sabah ansızın derdest edilip alınıyorsa, savunma hakları kısıtlanıyorsa, halen mahkemeye çıkarılmamışlarsa, buna karşı tepki göstermek mi suçtur gerçekte, yoksa tepkisiz, sessiz kalmak mı? Bu sorunun yanıtını mahkeme heyetine bırakıyorum

- “Devrimci önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 40. yılında düzenlenen yürüyüşe katılmak.” İbrahimler, Denizler, Mahirler bu ülke, bu dünya daha güzel olsun diye mücadele ettiler. Bu uğurda hayatlarını verdiler. Onları asanları, katledenleri kimse hatırlamıyor. Ama onların adı hala yaşıyor/yaşayacak. Onlar işçi sınıfı ve emekçilerin gönlüne taht kurdular, hiç bir yasa bu gerçeğin üstüne geçemez. Üstelik bu insanlar ülkenin dört bir yanında her sene binlerce insan tarafından anılmaktadırlar.

- “1 Mayıs etkinliği düzenlemek.” Birileri unutmuş olmalı, 1 Mayıs resmi bayram. Ne zamandan beri 1 Mayıs etkinliği düzenlemek suç oldu. Hangi yasayla gerçekleşti.

- “Kadın cinayetlerine karşı basın açıklaması yapmak.” Bunun şuç olarak istinat edilmesi o kadar acıdır ki. Söz konusu eylem yaşadığımız mahallede öldürülen bir kadınla ilgilidir. Bu kadının öldürülmesine yol açanlardan bazıları halen dışarıdadır. Her gün çığ gibi büyüyen kadın cinayetlerine çanak tutanlar, sorumluları aklayanlar dışarıdadır. Biz bunun için mi kaç aydır tutukluyuz? “Kadın cinayetlerini durduralım” çağrısı mı “terör” suçu.

- “Tutuklama terörüne karşı yapılan basın açıklamalarına katılmak.” Hukuksuz tutuklamalara karşı basın açıklaması yapmak suçsa, nerede kaldı anayasanın güvence altına aldığı düşünce özgürlüğü. Mesela biz kaç aydır tutukluyuz. Durumumuz üzeriden basın açıklamaları, eylemler, imza kampanyaları düzenleniyor. Bunu yapanlar şimdi “terör” suçlusu mu.

İddianamenin ortaya koyduğu ve BDSP’in “nasıl bir terör mekanizması” olduğunu “ispatlayan” eylemler bunlar.

Kayıt altına alamadığınız ya da iddianameye koyamadığınız diğer etkinliklerinden bazılarını ben sayayım:

- İş cinayetlerine karşı basın açıklamaları.

- İnsanca yaşama yetecek asgari ücret talebi ya da emekçi kadınların talepleri doğrultusunda imza kampanyaları.

- Emperyalist savaş ve kapitalist sömürüye karşı düzenlenen mitinglerde yer almak.

- İşçi sınıfının sendika hakları ya da gündemdeki sosyal yıkım saldırılarıyla ilgili broşür, afiş bildiri çıkarmak.

İddianamede yer alan ve almayan tüm bu eylem ve etkinlikler herkesin gözünün önünde yapılmaktadır. Sizin yasalarınız çerçevesindedir. Dahası haklı ve meşru eylem ve etkinliklerdir. Biz bunlar için yargılanmaktayız. İddianamenin ortaya koyabildiği başka bir fiil yoktur. Bu eylemlerle ilgili zamanında açılmış bir kovuşturma bile yoktur. Şimdi ise suç ilan edilmektedir.

İddianamenin bir anlamı yoktur!

Sözü çok uzatmayayım. Tüm bunlar malumun ilanıdır. Tüm bu tuhaflıklar bizim üstümüzden Haziran Direnişi’ni yargılama istek ve arzusundan kaynaklanmaktadır. Oysa milyonlarca insanın katıldığı talepleri ve mücadelesi meşru olan bir direniş yargılanamaz. Bu yüzden bizim gibi sosyalist ya da muhalif kimliği bilinen insanlar seçilmiş, ortaya da hiç bir somut suç unsuru ortaya koyamayan bu iddianame çıkmıştır. Bu yüzden mantıksız argümanlarla sözde delillerle doldurulan iddianamenin kitleler nezdinde benin nezdim de çok bir anlamı yoktur.

Savunmamın başından beri ifade ettiğim iki gerçek vardır. Biri sömürü ve zulmün karşısında direnişin kaçınılmazlığı ve meşruluğudur. Bir diğeri ise insanların hakları ve gelecekleri için örgütlenme hakkıdır. Bu iki gerçeğin iğdiş edilerek dayanıksız iddia ve ithamlara dönüştürülmesi sonucunda %52 engelli raporlu Myestenia Gravis hastası olmama rağmen 4-5 aydır keyfi bir biçimde tutuklu bulunuyorum. Ne için? Milyonların en meşru taleplerini haykırdığı bir direnişe katıldığım için! Üstelik sağlık sorunlarından kaynaklı olarak eylemlerin büyük kısmına katılamadığım halde. Bu durum bile bu davanın nasıl bir dava olduğu, altında ne tür bir niyet taşıdığı hakkında gereğince bilgi vermektedir.

Gezi Direnişi boyunca 6 insan öldürüldü. Yüzlerce insan yaralandı. Onlarcasının gözü çıktı. Berkin Elvan kardeşimiz hala komada. Ortada youtube’a yüklenmiş videolardan bile kolayca anlaşılabilecek azgın bir polis terörü var. Ve tüm bunların sorumluları, bunlara emir verenler üzeriden hiçbir şey yapılmazken bizler tutuklu olarak yargılanıyoruz.

Tarihte böylesi utanç kaynağı davalar vardır. Şimdi utanarak ve hayretle dinlediğimiz bu davaların bir benzeri de bugün bu salonda gerçekleşmektedir. Mahkeme vereceği kararla bu davanın tarihe nasıl geçeğine karar verecektir. Yalnız tahliyemi değil beraatimi de istiyorum. Bu davanın hiçbir hukuksal dayanağı yoktur.

Burcu Koçlu

* (Başlık ve arabaşlıklar metne tarafımızca eklenmiştir… / Kızıl Bayrak )

 
§