29 Kasım 2013
Sayı: KB 2013/46

Dinci-gerici iktidarın rant dalaşı kızışırken…
Dış politikada iflas derinleşiyor!
CHP “hizmete” hazırlanıyor...
2014 Bütçesi açıklandı...
Devletin KDK makyajı çabuk döküldü!
ODTÜ yolu, rant ve yerel seçimler!
Sermaye düzenini sel aldı
Öğretmenler Günü hediyesi: Gaz, cop ve tazyikli su!
Petrol-İş Sendikası’nı sorumluluğa davet ediyoruz!
Korozo işçileri: Sendika sendikalığını yapmalı!
MİB MYK Aralık ayı toplantısı...

Kıdem tazminatı sermayenin sofrasında...

Mısır’da “gösteri yasası”na karşı gösteriler
Anlaşma sağlandı!
Baskıcı ve gerici ablukayı dağıtmak için...
Emekçi kadınlar mücadeleyi büyütmeye çağırdı
25 Kasım’da kadınlar şiddete son dedi!
“Polis terörünün emrini verenleri yargılayın!”
İzmir’de Gezi duruşmaları
82 yıl sonra gelen ‘adalet’! 
Çare direniş!
Devlet tutsakları öldürmeye çalışıyor!
“İşçi sınıfının onurlu birliği için...”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kıdem tazminatı sermayenin sofrasında...

Hakkımıza sahip çıkalım!

 

12 yıllık AKP iktidarı dönemi, işçi emekçilere yönelik sayısız saldırının gündeme getirildiği ve hayata geçirildiği bir dönem oldu. Bu dönem içerisinde özellikle çalışma hayatında yapılan köklü düzenlemelerle işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları her geçen gün daha da kötüleşti. Sömürü kat be kat arttı.

2003 yılında Kölelik Yasası olarak tanımladığımız 4857 Sayılı İş Yasası ile açılışı yapılan bu dönemde, atılan her adım patronlar sınıfının sermaye birikimini daha da güçlendirmeye hizmet etti. Yatırım maliyetlerinin düşürülmesi ve esnek üretim uygulamalarının parça parça hayata geçirilmesi ile birlikte, patronlar sınıfı Türkiye’yi Avrupa’nın Çin’i haline, yani bir ucuz emek cennetine çevirme hedeflerine bir adım daha yaklaştı. Sendikasızlaştırma saldırıları ve sendikal örgütlenme çalışmalarına yönelik tahammülsüzlük ile birlikte bu dönemde işçi sınıfının örgütlü gücüne önemli darbeler vuruldu. Ayrıca bu dönemde, özelleştirmeler ile stratejik önemdeki sanayi kuruluşları dev tekellerin yağmasına açılırken işçi sınıfının kazanılmış hakları da birer birer masaya yatırıldı. Keza, sağlıkta dönüşüm adı altında cilalanan 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası ile en temel insan haklarından biri olan sağlık hakkı piyasada alınıp satılan bir meta haline getirildi.

Kuşkusuz, ortaya çıkan bu tablo tek başına AKP Hükümeti’nin eseri değildir. 1970’li yıllardan beri yaşadığı bunalımı aşma çabasında olan sermaye sınıfı, tüm dünyada çözüm olarak esnek üretim uygulamaları ile işçi sınıfının üzerindeki sömürüyü yoğunlaştırmayı ve onun kazanılmış haklarını gasp etmeyi hedeflemektedir. Türkiye’de de 12 Eylül ile birlikte yoğunlaşan bu saldırılar, 2000’li yıllar ile birlikte ise tartışma götürmez bir şekilde ve her gün yeniden karşımıza çıkmaktadır.

Yani, işçi sınıfı örgütlü bir güç olarak sermaye sınıfının karşısına dikilmediği koşullarda, adı ister AKP veya başka herhangi bir parti olsun sermaye hükümetlerinin atacağı her adımın işçi sınıfı için sonucu daha yoğun sömürü ve kazanılmış hakların gasp edilmesi olacaktır. Ancak, şurası da açıktır ki Türkiye’de sermaye sınıfının 12 yıllık kesintisiz tek partili hükümet döneminde, yani kendileri için yarattıkları bu siyasal “istikrar” tablosu içinde iştahı çok daha fazla kabarmış, sermaye sınıfı bu dönemde işçi sınıfının kazanılmış haklarına çok daha büyük bir şevkle saldırma rahatlığını bulmuştur. AKP Hükümeti de emperyalistlerin ve sermayedarların kendisine bahşettiği bu imkân içinde, onlar adına işçi sınıfına yönelik her saldırıyı büyük bir pervasızlık ile hayata geçirmiştir.

Bu kirli ittifakın şimdiki hedefinde ise işçi sınıfının en önemli kazanılmış haklarından biri olan Kıdem Tazminatı bulunuyor. Haftalardır gündemde olan ve hazırlıklarında son aşamaya gelinen bir yasa tasarısı paketi ile hem Bölgesel Asgari Ücret, Özel İstihdam Büroları ve Kadın İstihdam Paketi ile esnek üretimin ve işçi sınıfı üzerindeki sömürü zincirinin daha da güçlendirilmesi hedefleniyor, hem de patronların bir yük olarak gördükleri Kıdem Tazminatı hakkının ortadan kaldırılması amaçlanıyor.

İşçi sınıfı açısından başta kıdem tazminatı olmak üzere kazanılmış hakları korumak ve yeni saldırı planlarına geçit vermeden hakları geliştirebilmenin yolu ise, bir kez daha örgütlenmekten ve mücadele etmekten geçiyor.

Kıdem Tazminatı nedir?

Kıdem tazminatı, işçinin harcadığı emek gücünün karşılığı olarak hak ettiği, ancak büyük bir kısmına patron tarafından el konulan ücretinin bir bölümüdür.

Yani, herhangi bir patrona emek gücünü satan bir işçi, örneğin günün 2 saatini kendi ücretini karşılayabilmek için çalışırken, günün geri kalan kısmındaki çalışması patrona kâr olarak kalmaktadır. Bu 2 saatlik çalışmanın tamamı ise ay sonunda işçinin eline çıplak ücret olarak geçmez. Aldığı çıplak ücretin yanında, SSK prim kesintisi, işsizlik sigortası kesintisi gibi ödemeler de işçi ücretinin bir parçasıdır. İşçinin karşılığını daha sonra aldığı bu ödemelerin tamamı ücretin parçalarıdır.

Kıdem tazminatı da, yıpranmanın karşılığı olarak, hak edilen ücretin bir parçası, onun ödemesi sonraya bırakılan kısmıdır.

Yani kıdem tazminatı, bir ikramiye ya da patronların işçilere bir hediyesi olmadığı gibi, işçinin çalışma yaşamında harcadığı emeğin karşılığı olarak hak ettiği ücretin ancak bir kısmını işten ayrılırken alabilmesini sağlamaktadır. Çeşitli Yargıtay kararlarında da kıdem tazminatının işçiler için yıpranmanın karşılığı olarak hak edilmiş bir tazminat olduğu ifade edilmektedir.

Kıdem tazminatı iş güvencesidir!

Tüm bunların ötesinde bugünün çalışma yaşamında kıdem tazminatı iş güvencesi niteliği taşımaktadır. Özellikle toplu işçi çıkarmalarda patronlar için toplu nakit ödeme yapma zorunluluğu anlamına gelen kıdem tazminatı uygulaması kalktığı ya da fona devredildiği koşullarda, patronlar için istedikleri gibi işçi çıkarmanın önünde hiçbir engel kalmayacaktır.

Türkiye’de kıdem tazminatı uygulaması nasıl başladı?

Türkiye’de kıdem tazminatı hakkı, ilk olarak 1936 yılında kabul edilen ve 1937 yılında yürürlüğe giren ilk iş kanunu olan 3008 Sayılı Kanun’da yer aldı. Bu kanunda kıdem tazminatı hakkı, 5 senelik çalışmanın karşılığında 15 günlük ücret olarak belirlendi. 1950, 1952, 1967, 1971, 1975 yıllarında yapılan düzenlemeler ile kıdem tazminatı hakkında değişikliklere gidildi. Bu düzenlemeler ise genel olarak işçilerin hak arama mücadelelerinin bir sonucu olarak kıdem tazminatı hakkının daha geliştirilmesi sonucunu doğurdu.

Kıdem tazminatı hakkına yönelik sınırlama girişimleri ise 1970’li yıllarda başladı. O yıllarda işçi sınıfının geniş bir örgütlülüğe sahip olması ve mücadelesinin de güçlü olması nedeni ile bu girişimler karşılık bulmazken ilk sınırlama 12 Eylül darbesi ile geldi. Dönemin patronlar sınıfı temsilcisi Halit Narin’in “Bugüne kadar işçiler güldü. Artık gülme sırası bize geldi!” diyerek alkışladığı 12 Eylül darbesinin ardından yapılan bir düzenleme ile kıdem tazminatı tavanı belirlenerek, kıdem tazminatı hakkına bir üst sınır getirilmiş oldu.

Kıdem Tazminatı Fonu ise ilk olarak 1954 yılında 2. Çalışma Meclisi’nde gündeme geldi. Bu yöndeki girişimler sonraki yıllarda da devam etmekle birlikte özellikle 2001 krizinin ardından hayata geçirilen ve 2003 yılında yürürlüğe giren Kölelik Yasası dediğimiz 4857 Sayılı İş Kanunu ile görünür bir niteliğe kavuştu. Bu yasada kıdem tazminatını belirleyen maddeye “Kıdem Tazminatı için bir Kıdem Tazminatı Fonu kurulur” ifadesi eklendi, ancak geçici bir madde ile fonun kuruluş ve işleyişini belirleyecek bir yasal düzenleme gerçekleşinceye kadar kıdem tazminatının yasadaki mevcut haliyle devam edeceği belirtildi.

2008 yılında hazırladığı bir tasarı ile fona yönelik ilk resmi adımı atan AKP Hükümeti, gelen tepkiler üzerine attığı bu adımı geri almak zorunda kaldı. Ancak 2010 yılında hazırladığı Ulusal İstihdam Strateji içinde kıdem tazminatına da yer ayıran AKP Hükümeti, burada kıdem tazminatının patronlar için ciddi bir yük olduğunu ifade ederken, uzun vadede kıdem tazminatı hakkını OECD (Gelişmekte olan ülkeler) ortalamasına, yani 20 yıla karşılık 6.2 aylık ücrete çekeceğini ifade etmiş oldu.

Seçimlerin ardından hazırlanan 61. Hükümet programında da kıdem tazminatı konusu, “İşçilerimizin büyük çoğunluğunun alamadığı, işletmelerimizin üzerinde ödeme baskısı oluşturan, çalışma hayatının en önemli sorun alanlarının başında gelen kıdem tazminatı sorununu kazanılmış hakları koruyan ve bütün işçilerin kıdem tazminatlarını garanti altına alan bir fon teşkil etmek suretiyle, sosyal taraflarla istişare içinde çözeceğiz” ifadesi ile yer aldı.

Mevcut haliyle kıdem tazminatı hakkının kullanımı şu şekildedir;

1. Kıdem tazminatı hakkı 4857 sayılı İş Kanunu’na tabi olarak sigortalı çalışanları (özel sektörde ya da kamuda işçi olarak), 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’a göre hizmet akdine dayalı olarak çalışan işçileri kapsamaktadır.

2. Kıdem tazminatını hak edebilmek için aynı işyerinde bir yılı doldurmak gereklidir.

3. Kıdem tazminatı,

a. İşçinin iş sözleşmesinin feshinin, İş Kanunu’nun 25. Maddesine göre (işçinin kusurlu davranışlarını düzenleyen madde) olmadığı durumda,

b. İşçi emekliliği hak ettiği durumda,

c. Erkek işçinin askerlik nedeniyle işten ayrılması durumunda,

d. Kadın işçinin evlilik nedeniyle 1 yıl içinde işten ayrılması durumunda,

e. İşçinin çalışma koşullarında patrondan kaynaklı “esaslı değişiklik” meydana geldiğinde, kendi isteği ile işten ayrılması durumunda,

f. İşçinin 15 yıl sigortalılık süresini doldurduğu ve 3600 gün prim ödediği durumda,

g. İş akdi devam eden işçinin vefatı durumunda alınabilmektedir.

4. Kıdem tazminatı her yıl için 30 günlük brüt giydirilmiş ücret tutarında “net” olarak ödenir. Bir yılın üzerinde tam yılı tamamlamayan süreler oransal olarak eklenir. İşçinin brüt (sigorta primi, işsizlik sigortası primi vb. tüm kesintiler dahil) ve giydirilmiş (yol parası, yemek parası, ikramiye, yakacak yardımı, giyim yardımı vb. parasal karşılığı olan her türlü “düzenli” ek ödemelerin oransal olarak eklenmesi ile) ücreti üzerinden ödeme yapılır.

5. Kıdem tazminatı üzerinden binde 6,6 damga vergisi kesintisi yapılmaktadır, başka herhangi bir kesinti yapılmamaktadır.

Patronlar ne istiyor!

Hem tek tek patronlar, hem de onları temsil eden örgütlerin yöneticileri ağızlarını her açtıklarında Türkiye’de işçilerin çok fazla hakka sahip olduğunu, emek piyasasının çok katı olduğunu, yabancı ülkelerdeki sermaye grupları ile rekabet edemediklerini söylüyorlar.

Peki, gerçekten öyle mi? Devletin resmi verilerine göre bile açlık sınırı 1500, yoksulluk sınırı 3000 TL’yi çoktan geçmişken asgari ücretin 803 TL olduğu bir ülkede işçilerin çok fazla hakka sahip olduğunu iddia etmek açık ki işçilerle alay etmekten başka bir anlam taşımıyor. Kaldı ki işçilerin derin bir sefalete sürüklendiği bu dönemde patronların kârlarını her geçen gün daha da arttırdıkları da bilinen bir gerçeklik. Çok fazla uzağa gitmeye gerek yok. Daha 2008 krizinde “Zarar ediyoruz!” diyerek yüzbinlerce işçiyi kapının önüne koyan patronların her biri yine bu yılı yeni kâr rekorları ile kapatmışlardı.

Peki, patronların emek piyasasının katılığı yakınmasından ne anlamak gerekiyor?

Onlar için bu katılık esnek üretim uygulamalarını yeterince hayata geçirememeleri dışında bir anlam taşımıyor. Esnek üretim denilen ise, iki hatta üç işçinin yapacağı işi tek bir işçiye yıkmak, üretimin yoğunlaştığı dönemlerde işçilere en küçük bir dinlenme hakkı dahi vermeksizin posası çıkana kadar çalıştırmak, üretimin düştüğü dönemlerde ise işçilere boşuna ücret ödeme yükümlülüğünden kurtulmak anlamına geliyor. Bunu ise kısmi süreli çalışma, evden çalışma gibi yöntemlerin hayata geçirilmesi ile yol, yemek gibi ek ödeme yükümlülüklerinden kurtulma isteği tamamlıyor.

Bu uygulamaların bir kısmı zaten 2003 yılında uygulamaya sokulan Kölelik Yasası ile yasal kılıfına uydurulmuş oldu. Örneğin eski iş yasasında haftasonu tatili olarak geçen uygulama hafta tatiline dönüştürülerek, patronlara işçilerin haftalık izinlerini istedikleri günlerde kullandırabilme ve böylece herhangi bir fazla mesai ücreti yapmaya gerek duymadan üretimin sürekliliğini sağlama olanağını vermiş oldu.

Şu an gündemde olan saldırı paketinde ise, kıdem tazminatının yanı sıra masaya yatırılan Bölgesel Asgari Ücret, Özel İstihdam Büroları ve Kadın İstihdam Paketi tasarıları ile de bu uygulamaların tamamlanması, kısmi süreli ve evden çalışmanın da hayata geçirilmesi ile birlikte esnek üretimin bir bütün olarak hayata geçirilmesi isteniyor. Eğer bu uygulamalar hayata geçirilirse, işçiler patronlarının kim olduğunu ve hangi gün kaç saat çalışacaklarını bilemeyecekleri gibi ay sonunda ne kadar ücret alacakları da ancak patronların insafına kalmış olacak. Kaldı ki Özel İstihdam Büroları ile modern köle pazarlarından işçi kiralama yoluna giden patronlar böylece hem işçilerin örgütlenme ve sendikalaşma girişimlerini doğrudan bertaraf etmiş olacak, hem de işçilere karşı taşıdıkları her türlü yükümlülüğü kendi sırtlarından atmış olacaklar.

Bu uygulamalar ile işçilerin çalışma koşullarını kendi keyiflerine göre düzenleme isteğini, işçilerin maddi olarak ellerinde bulunan hakları yok etme girişimleri tamamlıyor. Zaten Kıdem tazminatı ile ilgili tartışmalar da burada bir anlam kazanıyor. Hükümetin kıdem tazminatı üzerinden bir fon kurulmasına yönelik hazırlıkları konusunda patronlar, fon kurulmasından daha çok kıdem tazminatının 1 yıllık çalışmaya karşılık 30 günlük ücret yerine 15 günlük ücret üzerinden hesaplanmasını istiyorlar. Ankara Sanayi Odası başkanı gibi, patronlar sınıfının en asalaklaşmış unsurları ise bununla da yetinmiyor, gazetelere yaptıkları açıklamalarda kıdem tazminatının tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyorlar.

Hükümet ne yapmak istiyor?

AKP Hükümeti’nin ne yapmak istediğini Ulusal İstihdam Stratejisi ve 61. Hükümet Programı net olarak tanımlıyor. Bu iki belgede üretim verimliliğinin arttırılması ile birlikte işletme maliyetlerinin düşürülmesi ekonomik hedefler arasında öne çıkıyor. Bu iki hedefin işçi sınıfı için karşılığı ise esnek üretimin daha da derinleştirilmesi ile sömürü oranlarının arttırılması ve kazanılmış hakların gasp edilmesi anlamına geliyor. Keza, bu hedeflerin işsizliği azaltma sosu ile pazarlanması ise esnek üretimin bir parçası olarak yarı-zamanlı ve evden çalışmanın yaygınlaştırılması dışında bir anlam taşımıyor.

Bu çerçevede Kıdem Tazminatı da bu iki temel belgede kendisine yer bulurken, işçilerin temel bir hakkı olarak değil, işletme maliyetlerini arttıran bir “sorun” olarak tanımlanıyor. Günümüzde kayıt dışı çalışmanın yaygınlığı ve iş güvencesinden yoksunluk nedeni ile birçok işçinin kıdem tazminatı alamaması ise bu saldırı paketini süsleyen bir gerekçeye dönüşüyor.

Eğer tasarı mevcut hali ile

uygulamaya geçirilirse;

Esnek üretim yaygınlaşacak!

Hazırlanan saldırı paketinde kıdem tazminatı ile birlikte Bölgesel Asgari Ücret, Özel İstihdam Büroları ve Kadın İstihdam Paketi ile ilgili yasa tasarıları da bulunuyor. Dolayısıyla AKP Hükümeti, tepkilerden kaynaklı kıdem tazminatı ile ilgili maddeleri geri çekse dahi, bir pazarlık malzemesi olarak bu yasaları hayata geçirmeye çalışacak, böylece patronların en temel hedefi olan esnek üretim uygulamalarını geliştirip derinleştirmek için gerekli olan yasal düzenlemeleri tamamlayacak. Böylece, emperyalist devletler ve patronlar sınıfı karşısında Haziran Direnişi ile kısmen yitirdiği itibarı ve güveni de yeniden tazelemiş olacak.

Kıdem tazminatı miktarı azalacak!

Hükümet sözcüleri “Kıdem tazminatı kaldırılıyor diyenler yalan söylüyor!” diyor. Ancak hazırlanan yasa tasarısına göre kıdem tazminatının primi esas ücret üzerinden ve son çalışılan yılın ücret ortalaması hesaplanarak belirleneceği ifade ediliyor. Böylece, bugün kıdem tazminatı hesabına dâhil edilen sosyal yardımlar bu hesaplamadan çıkarılırken, tazminatın işten çıkılan ay alınan ücret üzerinden değil, son bir yılın ortalama ücretinden hesaplanması ile işçiye ödenecek tazminat miktarı da azalmış oluyor.

Ayrıca, hemen hayata geçirilmese bile Ulusal İstihdam Stratejisi’nde uzun vadede kıdem tazminatının OECD (Gelişmekte olan ülkeler) ortalaması olan 20 yıllık çalışmaya karşılık 6,2 aylık ücrete çekilmesini öngörüyor.

Tazminat yükü patronların sırtından alınacak!

Hazırlanan yasa tasarısında kıdem tazminatı için bir fon kurulması planlanıyor. Bu fona ise patronların her bir işçi için ücretinin %4’ü düzeyinde bir katkı yapacağı söyleniyor. Oysa mevcut uygulamada, kıdem tazminatının yıllık olarak karşılığı ücretin yaklaşık %8,3’üne denk geliyor. Yani, fon uygulaması hayata geçtiği koşullarda patronların kıdem tazminatına ilişkin yükümlülüklerinde %50’nin üzerinde bir mali azalma oluyor. AKP Hükümeti, bu açığın %2’sini devletin karşılamasını, diğer %2’sinin ise İşsizlik Sigorta Fonu’ndan karşılanmasını öngörüyor. Yani kıdem tazminatı yükü patronların sırtından alınarak işçi sınıfının sırtına yüklenmek isteniyor. Keza patronlara yeni bir kıyak olarak İşsizlik Sigorta Fonu için ödemeleri gereken %2’lik kesintinin %1’e düşürülmesi de AKP Hükümeti’nin öneri paketinin içinde yer alıyor.

Fon yağmalanacak!

Türkiye’de fonların akıbeti hemen herkes tarafından biliniyor. Daha önce Konut Edindirme Yardımı adı altında toplanan paralar hak sahiplerine ancak yıllar sonra ve oldukça sınırlı bir şekilde iade edilmişti. Keza, son olarak hayata geçirilen İşsizlik Sigorta Fonu’nda da amaç işsiz kalan işçiler için bir ödenek oluşturmak olarak açıklanmışken, bu fondan işçilerin yararlanması için birçok kısıtlama getirilmesinin yanı sıra fonda biriken paralar da duble otoyol yapımında, GAP Projelerinde olduğu gibi amacı dışında kullanıldı. Hatta bu fondan patronlara teşvik primi adı altında ödemeler yapıldı. Bu nedenle kıdem tazminatı fonunun da aynı akıbete uğrayacağı konusunda en ufak bir tereddüt bile duymak gerekmiyor.

Bugün tazminat alamayan yarın da alamayacak!

AKP Hükümeti, fon uygulaması ile temel amaçlarının kıdem tazminatı alamayan işçilerin hakkını korumak olduğunu iddia ediyor. Ancak bugün işçilerin büyük çoğunluğunun kıdem tazminatı hakkına sahip olmasının önündeki en temel engel kayıtdışı çalışma ve en dar anlamda bir sendikal örgütlülükten bile yoksun olmasıdır. Dolayısıyla tek başına kıdem tazminatına ilişkin yapılacak bir düzenlemenin kayıtdışı çalışmayı engellemesi mümkün değil. Hatta, işçilerin SGK primlerini ödememek için kayıtdışı işçi çalıştıran patronların bir de ek olarak Kıdem Tazminatı Fonu’na bu primleri yatırmalarını beklemek boş bir hayal kurmak anlamına geliyor.

Ayrıca, ilgili yasa tasarısında fona primleri ödemeyen patronlara ilişkin de herhangi bir yaptırım hükmü bulunmuyor. Bu konuda ilgili tasarıda geçen tek madde fona prim ödenmediği koşullarda işçi ve patrona bu konuda tebligat yapılmasını içeriyor. Yani böylesi bir durumda mevcut hali ile kıdem tazminatı ödenmediği koşullarda mahkemeye başvurarak hakkını talep eden işçilerin ödenmeyen her prim için ayrı ayrı dava açması gerekiyor. Bu ise mahkemelerde istenen ve 600 TL’yi aşan harçlar düşünüldüğünde, işçiler için kıdem tazminatı hakkını savunmayı imkansız hale getiriyor.

Kıdem tazminatı ancak ölüm ve emeklilikte!

Halen uygulamada olan yasaya göre kıdem tazminatı çeşitli gerekçelerle işten ayrılırken alınabilirken, gündemde olan yasa tasarısına göre fonda biriken kıdem tazminatı ancak ölüm ve emeklilik halinde alınabilecek. Bu konuda tek istisna, 10 yılı tamamlayan işçilere talepleri halinde fonda biriken paranın bir kısmını çekme hakkı verilmesi. Bunu da AKP hükümetinin temsilcileri “10 yıllık süre fonu zayıflatır. Bu süreyi uzatmak istiyoruz!” diyerek daha da uzatmanın hesabını yapıyorlar. Bu koşullarda kıdem tazminatı almak ancak emekli olunduğunda mümkün olabilecek bir hak olurken, emeklilik yaşının 65 yaş sınırına çıkartılması ile birlikte kıdem tazminatının ancak mezarda alınabileceği de aslında itiraf edilmiş oluyor.

İşten atma kolaylaşacak!

Gündemdeki saldırı paketi hayata geçtiği koşullarda yaşanacak maddi hak kayıplarının yanı sıra işçiler için en büyük tehlikelerden birini iş güvencesinin tamamen ortadan kalkacak olması, her an işten atılma tehdidi ile yüzyüze kalması oluşturuyor. Zira mevcut uygulamada, işten çıkarmalarda getirdiği mali külfet nedeni ile patronlar için caydırıcı bir etken olan kıdem tazminatı, artık bu caydırıcı niteliğini yitiriyor. Dolayısıyla, patronların canları her istediği anda istedikleri gibi işçi çıkartabilmelerinin de önü açılmış oluyor.

Nasıl olmalı?

Kıdem tazminatı hakkını kullanmaya engel olan ve sınırlayan her türlü uygulama kaldırılmalı!

Mevcut yasada patrona tazminatsız fesih hakkı veren maddeler kaldırılmalı, her işçinin ücretinin ödemesi sonraya bırakılmış kısmı olan kıdem tazminatı hakkı korunmalı.

Kıdem tazminatı hakkına sahip olmak için aynı işyerinde bir yıl çalışma zorunluluğu kaldırılmalı, tek bir gün dahi çalışılsa kıdem tazminatı hakkına sahip olunmalı.

Mevcut yasada yer alan kıdem tazminatı tavanı uygulamasına son verilmeli, her bir işçinin aldığı ücret ile doğru orantılı olarak kıdem tazminatı alması güvenceye alınmalı.

SGK primlerinin alınan ücret üzerinden yatırılması ve bununla bağlantılı olarak kıdem tazminatının gerçek ücret üzerinden ödenmesi için önleyici ve caydırıcı tedbirler alınmalı.

Kıdem tazminatı hakkı devlet garantisinde olmalı! İşçilere hakkını ödemeyen patronlara caydırıcı cezalar getirilmeli!

Ücret Garanti Fonu’nun kapsamı genişletilerek iflas halinde ödenmeyen tazminatların bu fondan ödenmesi sağlanmalı.

Kıdem tazminatı ödemelerini yapmayan veya eksik yapan patronlara karşı caydırıcı cezalar getirilmeli. Malvarlıklarına el konulmalı, kendileri üzerinden veya başka bir aile bireyi üzerinden yeni şirketler kurarak kervanı devam ettirmelerine engel olacak önlemler alınmalı.

Taşeronluk sistemi ve kayıtdışı çalışma yasaklanmalı! Herkese iş güvencesi sağlanmalı!

Halen kıdem tazminatı hakkının kullanılmasının önündeki en büyük engel durumunda olan kayıtdışı çalışmaya karşı caydırıcı önlemler alınmalı.

Taşeronluk sistemi yasaklanmalı, bu konuda gerekli düzenlemeler yapılana kadar 12 yılda sayıları 300 binden 1,5 milyona çıkan taşeron işçilerin kıdem tazminatı hakkı asıl işveren tarafından güvenceye alınmalı.

Belirli süreli sözleşmelerle ve girdi-çıktılarla işçilerin kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesine son verilmeli, belirsiz süreli sözleşme tek sözleşme tipi olarak hayata geçirilmeli.

Sendikal barajlar, örgütlenme ve grev hakkının önündeki yasal engeller kaldırılmalı!

Kıdem tazminatı hakkını güvenceye almanın en temel koşulu olan sendikal örgütlenme hakkının önündeki her türlü yasal engel kaldırılmalı. İşyeri ve işkolu barajları kaldırılmalı, işçilerin sendikal örgütlenme ve grev hakları yasal güvence altına alınmalı. Yine, bu hakka saygı göstermeyen patronlara karşı da caydırıcı önlemler alınmalı.

Her türlü fazla mesai yasaklanmalı! İnsanca yaşamaya yeten asgari ücret belirlenmeli!

AKP Hükümeti ilgili yasa tasarısının gerekçesini işsizliği azaltmak olarak sunuyor. Oysa işsizliği yaratan bizzat sermaye düzeninin kendisi ve onun sözcüsü konumunda bulunan AKP Hükümeti’dir. Milyonlarca insan işsiz bir şekilde sokaklarda gezerken, halen çalışmakta olan milyonlarca işçiye de sefalet ücretleri ile birlikte 12-14 saate varan çalışma süreleri dayatılmaktadır. Eğer işsizliği gerçekten azaltmak istiyorlarsa, fazla mesaileri ve iki işçinin işinin bir işçiye yaptırılmasına neden olan esnek çalışma düzenlemelerini kaldırmaları, tüm işçiler için aileleri ile birlikte geçinmelerine yetecek bir asgari ücret sınırı belirlemeleri yeterli olacaktır.

Sonuç

Patronlar sınıfının talepleri doğrultusunda AKP Hükümeti tarafından hazırlanan bu paket işçi sınıfı için yeni hak kayıpları ve daha fazla kölelik anlamına gelmektedir.

Gündemde olan bir kez daha yeni hak kayıpları ve daha fazla kölece çalışma koşullarıdır.

Her ne kadar “Her işçinin kıdem tazminatı hakkına sahip olmasını istiyoruz!” gibi süslü laflar etseler de, “Kazanılmış haklara dokunmayacağız!” diyerek hedeflerinin yeni hak kayıpları olduğunu da itiraf etmiş oluyorlar.

Zaten onlar, en basitinden kayıtdışı çalışma konusunda bile gerekli denetimleri yapmayarak, ya da yaptıkları denetimlerde hukuksuzlukları görmezden gelerek kendilerinden önceki hükümetlerden işçi sınıfı açısından bir farkları olmadığını, niyetlerinin patronlar sınıfına kusursuz bir şekilde hizmet etmek olduğunu göstermiş durumdalar.

Bugün, “Uzlaşı olmazsa kıdem tazminatı reformunu gündemden kaldıracağız!” söylemleri de kaba bir yalan, bir seçim hesabından başka bir şey değildir. Oluşan tepkilerden kaynaklı hazırda beklettikleri saldırı paketini bugün için erteleseler dahi, Ulusal İstihdam Stratejisi ve 61. Hükümet Programı içinde bu konuda ifade ettikleri en uygun fırsatta bu paketi bir kez daha işçi sınıfının önüne sürecekleri anlamına gelmektedir.

Böyle bir tablo içinde, işçi sınıfı için kazanılmış hakları korumanın ve yeni haklar elde etmenin yolu bir kez daha örgütlenmekten ve mücadele etmekten geçmektedir.

İşçiler, ancak birlik olduklarında, haklarını koruyabilir ve yeni haklar elde edebilirler.

İşçiler, ancak bu sayede patronlar sınıfının içimizdeki ajanları olarak hareket eden sendika ağalarını oturdukları koltuklarından alaşağı edebilir, sendikaları gerçekten işçi haklarını koruyan birer örgüt haline getirebilirler.

Ancak birlik olan işçiler, gerektiğinde üretimden gelen güçlerini de kullanarak, yani genel grev silahı ile patronlar sınıfına geri adım attırabilir, kendilerinin ve çocuklarının geleceklerini güvence altına alabilirler.

Öyleyse, haydi birleşmeye!

Haydi, kıdem tazminatı hakkımızı savunmak için örgütlü mücadeleye!

 
§