29 Kasım 2013
Sayı: KB 2013/46

Dinci-gerici iktidarın rant dalaşı kızışırken…
Dış politikada iflas derinleşiyor!
CHP “hizmete” hazırlanıyor...
2014 Bütçesi açıklandı...
Devletin KDK makyajı çabuk döküldü!
ODTÜ yolu, rant ve yerel seçimler!
Sermaye düzenini sel aldı
Öğretmenler Günü hediyesi: Gaz, cop ve tazyikli su!
Petrol-İş Sendikası’nı sorumluluğa davet ediyoruz!
Korozo işçileri: Sendika sendikalığını yapmalı!
MİB MYK Aralık ayı toplantısı...

Kıdem tazminatı sermayenin sofrasında...

Mısır’da “gösteri yasası”na karşı gösteriler
Anlaşma sağlandı!
Baskıcı ve gerici ablukayı dağıtmak için...
Emekçi kadınlar mücadeleyi büyütmeye çağırdı
25 Kasım’da kadınlar şiddete son dedi!
“Polis terörünün emrini verenleri yargılayın!”
İzmir’de Gezi duruşmaları
82 yıl sonra gelen ‘adalet’! 
Çare direniş!
Devlet tutsakları öldürmeye çalışıyor!
“İşçi sınıfının onurlu birliği için...”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dinci-gerici iktidarın
rant dalaşı kızışırken…

 

AKP ile cemaat arasındaki iktidar çekişmesi artık gündemin temel bir başlığı olarak öne çıkacak kadar kızışmış durumda. Son haftalara damgasını vuran dershaneler tartışmasının eğitim alanının ihtiyaçları ile ilgili olmadığını, dinci-gericiliğin büyüsü altındaki sıradan insanlar bile biliyor. Kavga bu denli açıktan yürütülüyor. Deyim uygunsa sırtlanların (ya da gericilerin birbirlerini itham ederken ki tanımlamayla çakalların) av belgeselini izliyor gibiyiz. Bir koalisyon olarak dinci-gerici akım, avını adım adım ele geçirip yere sermiş olduğu bir aşamada sermayeye yaraşır hayvani bir iç güdüyle pay kavgasına tutuşmuş görünüyor. Ancak her tarafından pis kokular yayılan, söz ve yazı düellolarını aşıp yine bel altı kaset servisine varmış olan bu tepinmenin tek nedeni, rakipsiz kalan muktedirlerin kendi içlerindeki paylaşıma dönmeleri değil.

Perde arkasından bugüne...

Bu kapışmanın yeni olmadığı biliniyor. Düne kadar “yeni-Osmanlıcılık” adına yaraşır bir şekilde saray oyunları olarak gizli kapaklı, halk tabiriyle saman altından yürütülmeye çalışılıyordu. Gerici güçler arasındaki iktidar (demek oluyor ki ekonomik, sosyal, politik çıkar) dalaşması, hiç değilse 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasına kadar böyle sürdürülebildi. Yoğun sömürü ile elde edilen servetin paylaşımından dış politikaya kadar bir dizi alanda uyarılar, sitemler, örtülü terbiye-dengeleme çabaları olarak kaldığı ölçüde pek de öne çıkmıyordu. Dahası ortak düşmanın (devletin Ergenekon ismiyle yutturulan geleneksel sahiplerinin) alt edilmesi ve ortak hedeflere ulaşma (iktidarlaşma ve toplumun yeniden dizaynı) gibi birleştirici etkenler bunu zorunlu kılıyordu. Bu süreçte tarafların okka altına giden piyonları üzerinde de pek fazla durulmadı, ortak çıkar ve hedeflerin kurbanları sayılarak karşılıklı hazmedilmeye konu oldular.

Dinci-gerici koalisyonun bu tutumu, ona ayrıca iktidarlaşma, eğitimi, sağlığı, tüm yargı kurumlarını, orduyu, MİT’i vb’ni ele geçirme, giderek kendi derin devletini oluşturma yürüyüşünü “demokratikleşme”, “geçmişle hesaplaşma”, “açılım” gibi cilalarla sürdürmekte ek imkanlar sundu. Nitekim bu dalaverelerdeki başarıları ona sağdan ve soldan (üstelik salt düzen solundan değil) epeyce ahmak kazandırdı. Bu, aynı zamanda rejim içi dalaşmalarda burjuvazinin şu ya da bu kesimine yedeklenmek gibi bir düzen-içi taraflaşmaya da hizmet etmekteydi. Bugün AKP’ye, cemaate veya ikisine birden verip veriştiren “liberaller, demokratlar, ‘yetmez ama evet’çiler” aslında bu sürecin en kaba kullanılanlarıydı. AKP-cemaat koalisyonu, bir döneme kadar göze batan aşırılıkları dolaylı söylemlerle taraflardan birinin veya ötekinin üzerine yıkarak, kendi içinde alttan alta yürüyen kavgadan yarar bile sağladı. Alttan alta süregelen bu iç kavgadan söz edenler ise ortak tutumla anında “fitne-fesat” odağı olarak hedefe çakılıyordu.

Mahalle ortasında rant kavgası

Cemaatin, doğrudan AKP şefini hedefleyen MİT hamlesi, gerici çıkar kapışmasının gizlenemez boyuta sıçradığını gösteren bir milat oldu. O zamandan bu yana polis teşkilatından yargıya, AKP bünyesinden basın cephesine bir dizi güç alanında bir kavgadır sürüp gidiyor. Kızlı-erkekli tartışmasının da dershane gündeminin de gerisinde Bülent Arınç ve Abdullah Gül gibi isimlerle bile yolları çatallaşmış Tayyip Erdoğan’ın AKP’si ile Fetullah Gülen’in cemaati arasındaki çıkar çatışması olduğu, gericilerin toplumu zehirlemek için yaptıkları dizilere dahi yansıyor. Örneğin dershanelerle ilgili düzenlemenin cemaatin en temel insan kaynağını (“nur talebeleri”) kontrol altına alma amacını taşıdığı, artık gericilerin popüler kültüründe açık bir olgu olarak geçiyor. Ya da AKP şefinin “hocaefendiye”, berikinin ötekine “şamar” atmaya, güç ve etkinliğini darbelemeye, yola getirmeye, terbiye etmeye çalıştığı gerici cephenin gündelik atışmasına dönüşmüş bulunuyor. Karşılıklı “firavun”, “tiran”, “nemrut” vb. ithamlar kamuoyuna açıklamalarda, videolu mesajlarda, sosyal medya filmlerinde gündelik olarak yapılıyor.

Gelinen yerde kavganın taraflarının iktidar ve rant paylaşımında sırtlanları aratmadığından, despotlukta-tiranlıkta birbirleriyle yarıştıklarından dinci-gericiliğin etkisindeki kesimler dışında kimsenin kuşkusu yok. Yakın zamana kadar bu sinsi gerici akımın oyuncağı olan kimi liberaller dahi bunu teslim etmek zorunda kalıyor, bu kavgada birinin ya da ötekinin yanında saf tutmadıklarını ilan etmek ihtiyacı duyuyorlar. Yani muktedirlerin tepinmesi, geldiği aşama itibariyle yalnızca dinci-gerici akımın oy deposu sayılan bilinçsiz yığınlar içinde yansımasını bulan bir çatlak-taraflaşma yaratmanın ötesine geçebilecek türden bir yanılsama yaratamıyor. Sözkonusu yığınlar içinde bile bir rant-çıkar meselesi olarak tartışılıyor.

Bu çekişmenin seçimlere aylar kala bu denli kızışması da ayrıca dikkate değerdir. Şimdiden “cemaat AKP’yi desteklemezse ne olur”, “AKP’nin seçim hesabında cemaat gözden mi çıkarıldı”, “üç dönem milletvekilliği kuralı işletilerek cemaatin parti içindeki gücü kırılacak mı”, “cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan mı, ortaklığı (dolayısıyla cemaati) gözeten Gül mü kazanacak” gibi bir dizi soru havada uçuşuyor.

Sonu yaklaşanların bozulan kimyası

Bütün bu olgular aslında, dinci koalisyon arasındaki çatlağın böylesine derinleşmesinin, hatta rant-iktidar paylaşımı kavgasının bu denli arsızca yapılmasının gerçek nedenlerine işaret etmektedir. Sözkonusu olan, mutlak güce kavuşanların özgüvene dayalı paylaşım savaşından çok, çürümesi kör gözlerin bile görebileceği ölçüde ayyuka çıkmış, Mısır’a bakıp emperyalist efendileri tarafından bile her an gözden çıkarılabileceklerinin tedirginliğini ensesinde hissedenlerin birbirine düşmesidir. Gericilerin ar damarları çatlamışçasına sürdürdükleri kavga, dış politikada duvara toslamışların, ekonomide adım adım çöküntüye doğru gidişin neye yol açacağını bilenlerin, toplumda yarattıkları nefretin kendilerine nasıl bir son hazırladığının farkında olanların hesaptan yırtma çabalarıdır.  

İktidar bloğundaki kavganın kızışma grafiğine bakıldığında bu çok daha açıkça görülecektir. 2011 Haziran seçimlerinden sonra Kürt hareketine karşı topyekûn yok etme saldırısında işler sarpa sarınca çatlak gün yüzüne çıkmıştır. Bölgesel hayaller 2012 yazında Suriye ve Rojava’daki gelişmelerle kırılmaya uğrayınca derinleşme ve atışma ilerlemiştir. Nihayet bu sorunlarda “İmralı görüşmeleri” oyalamasıyla muktedirlerin tepinmesi yine saray odalarına çekilmiş görünüyorken, Haziran Direnişi ummadıkları türden bir deprem yaratmış, gerici koalisyonun kavgası artık uluorta sürdürülen bir aşamaya varmıştır. Haziran Direnişi ile başlayan süreç, sadece bir dönemle sınırlı kalmadığı, politik ve moral gücünü korumayı başararak işçi ve emekçi kitlelerde mücadele isteğini uyandırdığı, AKP iktidarının her bakımdan “kimyasını bozan” sosyal tepkilerin, kitlesel-militan gösterilerin yolunu açtığı ölçüde ise iş çığırından çıkmaya başlamıştır. Dolayısıyla dinci-gerici cephe ne bu kapışmayı yatıştırabilir ne de bundan beslenen ve bizzat onu körükleyen tükenişi…

AKP, sermaye düzeninin aynasıdır

Dinci-gerici koalisyondaki kavganın henüz perde gerisinde sürdürüldüğü bir evrede komünistler AKP’nin durumuna dair şu değerlendirmeyi yapmışlardı: “AKP, kesintisiz on yıldır emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin tam desteğine sahiptir. Fakat bu AKP’nin onlar için vazgeçilmez olduğu, bu desteğin bu biçimiyle hep de süreceği anlamına gelmemektedir. AKP’ye düzen egemenlerinin on yıllık desteğini sağlayan yalnızca onun yeni ihtiyaçlara yanıt verebilen konum ve tutumu değil, fakat aynı zamanda geniş bir seçmen desteğini elde etmek ve tutabilmek yeteneği olmuştur. Fakat bir dizi etken üzerinden çoğalan işaretler, bu dönemin sonuna yaklaşıldığını göstermektedir. AKP iktidarı halihazırda iç ve dış politika cephesinde kendisini hızlı bir yıpranma süreci içine sokacak geniş bir sorunlar yelpazesi ile yüzyüzedir. Tam da böyle bir dönemde AKP ile düzen ilişkisini doğru bir biçimde ele almak ve AKP iktidarına karşı mücadeleyi düzenin aşılması devrimci perspektifine bağlamak daha da hayati bir önem kazanmıştır.” (TKİP IV. Kongresi, Ekim 2012)

Sermaye düzeninin 90 yıllık evriminin ürünü olan gericilik odağının ortaya saçtığı kokulardan midesi kalkan sınıf ve emekçi kitleler, ya salt AKP karşıtlığına, dolayısıyla düzen içi bir alternatife yedeklenecekler. Ya da AKP’ye karşı mücadeleyi, onu cumhuriyet tarihinin en ileri “demokratikleşmesinin, ekonomik gelişmenin, istikrarın” yıldızı olarak sunan burjuva düzenini temellerinden yıkma kavgasına dönüştürecekler. Güncel planda sorun bir kez daha dinci-gericiliğin kızışan rant kavgasının yarattığı etkin teşhir olanaklarının nasıl kullanılacağında düğümleniyor.

 
§