22 Şubat 2013
Sayı: KB 2013/08

 Kızıl Bayrak'tan
“Heyet krizi”, İmralı masası ve şovenist histeri
Beşir Atalay devrimcilere “terörist” dedi
Sermaye devleti faşist baskı ve
terörü tırmandırıyor!
KESK operasyonuna yaygın ve kitlesel tepki
KESK’e yönelik saldırı kınandı
ÇHD Genel Merkez Yöneticisi Av. Zeycan Balcı Şimşek ile AKP’nin yargı alanındaki saldırıları üzerine konuştuk
Sendikal harekette örgütlenme “atağı”!
Karanlıklar içinden güneşle gelen grev: NETAŞ
Kayseri İşçilerin Birliği Derneği kuruldu
“Vergi haftasında
ne kutlanacak!”
Devrimci sınıf faaliyetlerinden
Sınıf hareketinden

Çalışma tarzında köklü bir değişim ihtiyacı

Devrimci Kadın Kurultayı’nın ardından
Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri - 2
Tarihte kadın hareketleri / 3
Halep kentinin yağmalanmasından
Erdoğan ve hükümeti
sorumludur!
İslamcı Hamas gerici rejimlerin saflarında!
Meclis komisyonu
Mısır’da direniş yeniden yayılıyor
Emekçilerin öfkesi hükümetleri deviriyor!
Hegemonya krizi - “savaşları” / 2 - Volkan Yaraşır
Yeni YÖK Yasası
hükümetin gündeminden çıktı mı?
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Halep kentinin yağmalanmasından

Erdoğan ve hükümeti sorumludur!

 

Halep kenti hem Suriye’nin hem de bölgenin en büyük sanayi ve ticaret merkeziydi. Kökten dinci çeteler, geçen yılın ilk aylarında savaşı Halep’e taşıdılar. Kritik öneminden dolayı, kenti ele geçirmek için büyük bir yığınak yapan Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı çapulcularla kökten dinci çeteler, Türk sermaye devleti ve Körfez şeyhlerinin çok yönlü desteklerine dayanarak tüm güçleriyle kenti ele geçirmeye çalıştılar. Ancak başaramadılar.

Kent düşerse Baas yönetiminin yıkılacağını varsayan emperyalistler ve Ankara’daki işbirlikçileriyle Körfez şeyhleri, ellerini ovuşturarak beklediler. Bu amaçla kent ve çevresinde yığınak yapan silahlı çeteler savaşı Halep kentine taşıdılar. Geçen yılın ilk aylarında başlayan çatışmalar halen devam ediyor.

Orta sınıfla işçi sınıfının güçlü, Kürt ve Hristiyan nüfusunun yaygın olduğu Halep’te, rejim karşıtı gösterilere katılım baştan beri sınırlıydı. Kökten dincilerin etkili olduğu bazı mahalleler olsa da, Halep sakinlerinin çoğunluğu, Müslüman Kardeşler veya diğer dinci çetelere destek vermedi. Nitekim Türk sermaye devletinin etkin desteği ve yönlendirmesiyle saldırıya geçen dinci çeteler, güçlerinin önemli bir kısmını bu kente yığmasına rağmen, Halep’in ancak bir kısmını ele geçirebildiler.

Seçilmiş Kent” Halep düşürülemedi

Silahlı çapulcuların arkasında duran Katar, Suudi Arabistan, Ankara’daki dinci-Amerikancılar ve emperyalist güçler, Halep’i düşürüp Baas yönetimini yıkma planını hayata geçirmek üzere, silahlı çapulcuları kentin üzerine saldılar; ama tüm çabalara rağmen emellerine ulaşamadılar. Gelinen yerde bu umutlarını yitirmiş görünüyorlar. Fakat yaklaşık bir yıldan beri devam eden çatışmalar sonucu, kentin birçok noktasının harabeye çevrilmesi konusunda tam bir başarı sağladılar.

Kentin bir kısmının tahrip edilmesi, altyapının enkaza çevrilmesi, hastane, okul gibi toplumsal hizmet kurumlarının büyük ölçüde işlemez hale getirilmesi, ticari işletmelerin tarumar edilmesi, AKP iktidarı tarafından desteklenen silahlı çetelerin “özgürlük” anlayışlarının göstergesi oldu. Halep’teki binlerce fabrika ve atölyenin sökülüp Türkiye’ye taşınması ile bu gözü dönmüşlük doruğa çıktı.

Fabrika ve atölyelerin çalınıp Türkiye’ye taşınması, örneği az görülen bir pervasızlık örneğidir. 1982 yılında İsrail işgal ordusu Beyrut’a girdiği zaman bile bu kadarını yapmamıştı. Siyonist işgalciler, mağazaları yağmalamakla yetinmişlerdi. Ama AKP iktidarı ve Körfez şeyhleri tarafından desteklenen kökten dinci çeteler, Türk sermaye devletinin işbirliğiyle fabrika ve atölyeleri söküp Türkiye’ye taşıyarak, tam bir yağmacı olduklarını tartışmasız bir şekilde ortaya koydular.

Yağma Birleşmiş Milletler gündemine taşınıyor

Halep’teki fabrika ve atölyelerin yağmalanması, Suriye tarafından açıklandığında AKP şefleri, iddiaları “yarım ağızla” yalanlamakla yetindiler. Suçlama büyük ama silahlı çetelerin Ankara’daki hamileri meseleyi büyütmemeyi tercih ettiler. Sessizlikle geçiştirerek olayın kapanacağını hesaplıyorlardı. Ama öyle olmadı…

Görünen o ki, Tayyip Erdoğan’la müritleri bir kez daha suçüstü yakalanacaklar. Zira Lübnan’da yayın yapan Al Mayadin televizyon kanalında canlı yayınlanan bir programa katılan Suriye Cumhuriyeti Baş Müftüsü Ahmet Bedrettin Hassun, doğrudan Tayyip Erdoğan’ın adını anarak, Halep kentinin Türk devletinin desteğiyle silahlı çeteler tarafından yağmalandığını, fabrika ve atölyelerin sökülüp Türkiye’ye taşındığını, tüm bunların belgelerinin ellerinde olduğunu belirtti. Yağma olayının BM gündemine taşınacağını belirten baş müftü, ellerinde bulunan belgelerin BM’ye takdim edileceğini ifade etti.

Meseleyle doğrudan ilgilenen Halep Sanayi ve Ticaret Odası (HSTO) ise, Suriye Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunarak, yağma olayının BM gündemine taşınmasını istediler. Yağma olayının arkasının bırakılmayacağını açıklayan HSTO yöneticileri, -Suriye’deki çatışmalar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın- bunun hesabını mutlaka soracaklarını belirttiler.

Suriye Sanayi Odaları Birliği Başkanı Faris Al Şahabi’nin ifadeleri daha sert oldu. Arapça yayın yapan Rusya al Yevm televizyonunda canlı yayına katılan Al Şahabi, binlerce fabrika, işletme ve atölyenin makine ve teçhizatlarının sökülüp tırlarla Türkiye’ye taşındığını, bin ton incirin de aynı yöntemlerle gasp edildiğini açıkladı. Olayların kayıt altına alındığını, yüzlerce tanık bulunduğunu ifade eden Al Şahabi, Tayyip Erdoğan’ın “Halep korsanı, Halep hırsızı” olarak anıldığını belirtti. Uluslararası mahkemelerde haklarını arayacaklarını ifade eden Al Şahabi, yağmalanan mallarının bedelini alabilmek için Tayyip Erdoğan ve hükümeti aleyhine dava açacaklarını söyledi.

Halep hırsızı, Halep korsanı” Tayyip Erdoğan

İşe üç bin işçinin çalıştığı büyük bir fabrikayı ateşe vererek, bazı işadamlarının çocuklarını kaçırıp fidye isteyerek, bazılarını katlederek başlayan kökten dinci çeteler, medyadaki tetikçilerin katkılarıyla suçu Baas yönetiminin üstüne atmaya çalıştı. Ama bu kirli plan tutmadı. Zira hem çeteler kendilerine destek vermedikleri için Haleplileri cezalandırdıklarını açıkça ilan ettiler hem yakıp yıkma, katliamlar, kaçırmalar ve yağmanın sayısız şahidi var. Zaten bu çapta bir yağmanın gözlerden saklanması teknik olarak da mümkün değil.

Fabrikaların yakılması, işletme sahiplerinin çocukları ve kentin farklı mesleklerden tanınmış simalarının kaçırılıp katledilmesi veya ancak büyük meblağlar tutan fidye karşılığında serbest bırakılması, Şam ve diğer kentlere taşınan malların yağmalanması, yakılan fabrikaların işçilerinin baskı ve vaatlerle Özgür Suriye Ordusu veya dinci çetelere katılmaya zorlanması… Çapulcu takımının bu türden icraatlarının yaygınlaşması ve kentte yaşanan şiddetli çatışmalar sonucunda Halep’teki sanayi üretimi durma noktasına geldi. Ticari merkez olan kentte mal taşıyan araçlarla depoların yağmalanması ise ticareti de bitme noktasına getirdi.

Sınırın açık tutulması, çapulcu takımının Türkiye’de eğitim görmesi, parası Körfez şeyhleri tarafından ödenen silahların AKP iktidarı aracılığıyla silahlı çetelere aktarılması vb. olaylara binlerce fabrika ve işletmenin yağmalanması da eklenince, Suriye halkında Tayyip Erdoğan ve hükümetine karşı büyük bir tepki oluştu.

Halep’teki olaylar ve yağma ile ilgili Lübnan Al Akhbar gazetesinde yayınlanan Basel Dayub imzalı “Suriye sanayisinin kalesi böyle ufalandı” başlıklı makalede, Halepliler’in Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafına bakarak “Halep hırsızı” dediklerini aktarıyor. Gazeteye konuşan Halep Sanayi Odası yetkilileri, binlerce işletmenin, Türk devletinin desteğiyle yağmalandığını, zararın ise, 300 milyar Suriye lirası boyutuna ulaştığını, bunun sonucunda Halep’teki işletmelerde çalışan 500 bini aşkın işçinin büyük çoğunluğunun işsiz kaldığını belirtiyorlar.

Halep halkının AKP şefini böyle anması anlaşılır bir durum. Silahlı çetelerin AKP iktidarından aldıkları sınırsız destek herkesin malumu idi. Ama olay bundan ibaret değil. Aralarında büyük fabrikaların da bulunduğu binlerce işletmenin makinelerinin sökülüp Türkiye’ye taşıması büyük bir organizasyon demektir. Açık ki, böyle bir organizasyon ancak Türk devletinin işbirliği ve doğrudan katkısı sayesinde mümkün olmuştur. İşte bu aleni suç ortaklığı, Tayyip Erdoğan’a “Halep hırsızı/Halep korsanı” unvanı kazandırmıştır.

Pazar alanları açmak ve ihale alabilmek için yakıp yıkmak!

AKP iktidarı ile Körfez şeyhlerinin oluşturduğu karşı-devrimci koalisyon ve emperyalistler birkaç ayda Baas yönetiminin defterini dürmeyi umuyorlardı. Ancak bu hesap tutmadı. Tam bir hezeyana düşen AKP şefleri, defalarca Beşar Esad’a haftalarla sınırlanmış ömürler biçtiler. Ama nafile!..

Yanlış hesapları Şam’dan dönüp, bölgesel dış politikaları ise iflas edince iyice saldırganlaşan AKP iktidarı, Suriye’yi yakıp yıkma stratejisinin baş destekçisi oldu. Bu strateji ile bir taşla birkaç kuş vurma hesapları yapıldı: İlki, Baas yönetimini ekonomik açıdan zayıflatmak, böylece işsizliğin, yoksulluğun ve açlığın had safhaya ulaştırılması; ikincisi, sanayi üretiminin sabote edilmesi ve ticaretin durması ile oluşan pazarı, AKP destekçisi kapitalistlere açmak, üçüncüsü ve geleceğe dönük olanı ise, harabeye dönen kentlerin yeniden inşası sırasında oluşacak pastadan, ihaleler yoluyla büyük bir pay kapabilmek...

Sanayi ve ticaret kenti Halep’in özel olarak hedef seçilmesi bu sefil hesaplara dayanıyor.

Bu politika Türk burjuvazisi ve onun vurucu gücü AKP iktidarına has bir özellik değildir. Emperyalist saldırganların klasikleşmiş taktiğidir. Zira tahrip edilen bir ülkenin yeniden inşası, büyük kapitalist şirketler için yağlı ihaleler demektir. Nitekim AKP şefleri, şimdiden Suriye’nin yeniden inşasında oluşacak pastadan büyük bir pay almaya hazırlandıklarını beyan ediyorlar. Eğer AKP destekçisi kapitalistlerin payına yağlı ihaleler düşecekse, Halep şehri neden yakılıp yıkılmasın ki?

Suriye’nin içişlerine pervasızca müdahale eden Amerikancı AKP iktidarı, “kimse benden hesap soramaz, ne de olsa emperyalist/siyonist plana göre hareket ediyorum” havalarındaydı. Kuşkusuz ki, bu türden ağır suçların hesabını ancak halklar sorabilir. Ama görünen o ki, Halep kentinin yağmalanmasındaki suç ortaklıkları, AKP şeflerinin başına bela olabilir.

 

 

 

 

Tunus’ta hareketli günler
devam ediyor…


Solun önde gelen liderlerinden Şükri Belayid’in katledilmesi, dinci Nahda hükümetine karşı biriken öfkenin sokaklara taşmasına neden oldu. Tayyip Erdoğan’ın AKP’sini örnek alan Nahda’nın ekonomi, dış politika ve toplumsal hareketi şiddetle ezme konusunda, devrik diktatör Bin Ali’nin izinden gitmesi, kısa sürede Tunuslu işçi ve emekçiler nezdinde teşhir olmasını sağladı.

Dinci Nahda’nın günahları bundan ibaret değil. Kökten dinci Selefilerle işbirliği yapan Nahda hükümeti, oluşturduğu “sivil” silahlı çetelerle işçiler, emekçiler ve muhalifler üzerinde terör estiriyor. Grevdeki işçiye saldıran, gazete büroları basan, sol/sosyalist partileri ve liderlerini hedef alan bu çeteler, ortalıkta elini kollunu sallayarak geziyor.

Belli ki, Nahda ve işbirlikçileri, iktidarı bir an önce ele geçirme ve tüm muhalifleri zorbalıkla susturma hevesine kapılmıştı. Uzun yıllardan sonra iktidarı ele geçirme fırsatı bulduğunu var sayan Nahda’nın şefleri, bu işi bir an önce sonuca bağlamaya çalıştılar.

Oysa unuttukları çok önemli bir şey vardı; Tunuslu işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar iki yıl önce isyan etmiş ve diktatörü devirmişlerdi. 25 yıllık diktatörü devirenler, çiçeği burnunda dikta rejimlerine boyun eğecek değillerdi elbet. Nitekim eğmediler…

Sokak gösterileri, grevler, direnişler, hükümeti kısa sürede düşürdü. Nahda ile koalisyon hükümeti kuran dekor partiler dağılma noktasına geldi. Nahda ise, hem hareketin genel başkanı hem başbakan olan Hamadi El Cibali ile ayrı düştü. Bundan dolayı Nahda’nın da parçalanabileceğine dair rivayetler dolaşmaya başladı.

Rüzgarın ters esmeye başladığını fark eden Nahda şefi Raşid Gannuşi, iktidara sımsıkı yapışmaya çalıştı. Destekçilerine çağrıda bulunarak sokaklarda gövde gösterisi yaptırdı, hükümetin seçilmiş olduğu gerekçesiyle, Cibali’nin, krizi aşmak için teknokratlar hükümeti kurma önerisini reddetti, muhalifleri Bin Ali yönetiminin artıklarıyla işbirliği yapmakla suçladı vb. Fakat tüm bunlara rağmen, Nahda ağırlıklı bir hükümet kurmaya muvaffak olmayan Gannuşi, Cibali’nin fikir değiştirmesini de sağlayamadı. Başbakanlıktan istifa eden Cibali, tüm siyasal güçlerle ortak toplantı düzenlenmesini ve bir geçiş hükümeti kurulması gerektiğini açıkladı. Cibali, ilk defa silahlı milislerin dağıtılması gerektiğini de kabul etti. Oysa Nahda, silahlı çeteler oluşturduğunu reddediyordu.

Güçlenme trendi yakalayan ilerici-sol muhalefetin önemli bir bölümünü kapsayan “Halk Cephesi” ile diğer muhalif partiler, Nahda ağırlıklı bir hükümete destek vermeyeceklerini, tüm tarafların katılımıyla bir “ulusal kurtuluş hükümeti” kurulmasını istiyor. Taraflar henüz bir anlaşmaya varmış değil. Ancak Cibali’nin, muhalefetin sert tepki gösterdiği silahlı milislerin dağıtılması gerektiğini savunması, ilerici-sol muhalefetin baskısı altında olduğuna işaret ediyor.

Nahda’nın iktidarda kalma konusunda ısrarlı olması halinde, Tunus’un iç çatışma ve kaosa sürükleneceği yönünde yorumlar yapılırken, ilerici-sol muhalefetin liderleri mücadelede ısrarlı/kararlı olduklarını, devrimin kazanımlarını korumaya ve geliştirmeye devam edeceklerini ilan ediyorlar.

Tunus’un en büyük sınıf örgütü olan Tunus Genel İşçi Birliği Sendikası lideri Hüseyin El Abbasi’nin, olaylara seyirci kalmayacakları yönündeki açıklaması, genelde Nahda karşıtı muhalefeti, özelde ise sos/sosyalist parti ve hareketleri güçlendiriyor.

Tunus toplumsal ve siyasal alanlarda hareketli günler yaşıyor. İsyan halinin devam ettiği ülkede, sol/sosyalist güçlerle işçi sınıfının dinamik kesimlerinin mücadele alanlarında buluşması sağlanabilirse, Tunus’ta işçi ve emekçiler lehine yeni gelişmelerin yaşanması kaçınılmaz görünüyor.