15 Şubat 2013
Sayı: KB 2013/07

 Kızıl Bayrak'tan
“İmralı görüşmeleri” oyalaması devam ederken
Patlamanın sorumlusu AKP ve himaye ettiği çetelerdir!
“İleri Demokrasi” hak ve özgürlükleri
tehdit ediyor!
Hapishanelerde faşist devlet terörü tırmanıyor!
Boyalı basının yalan söyleme özgürlüğü!
Metal TİS’leri üzerine
DİSK 46. yılında geçmişini arıyor
“İşçi kardeşlerimizin yanındayız!”
Daiyang-SK Metal grevindeki işçilerle
grev üzerine konuştuk
“Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı” hazırlıkları
Taral Makina’da direniş de saldırı da sürüyor
İşçi ve emekçi eylemlerinden
Teknopark işçileri
zaferi halaylarla kutladı

Kurultayın çağrısı:
Özgürlük, eşitlik, sosyalizm!

Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri-1
Tarihte kadın hareketleri / 2
Mısır’da emekçiler ekmek, onur ve
özgürlük için meydanlarda!
Şeriatçı Suudi Arabistan rejimi
Pentagon’un suç ortağı
Hegemonya krizi - “savaşları”... / 1 Volkan Yaraşır
Bahreyn’de sürekli eylem
Tunus’ta toplumsal sorunlardan güç alan kitle hareketi
Yerel işçi bültenleri
mücadele çağrısını yükseltiyor!
“Kampüs Lise”ler hayata geçiyor!
Osmanlı tarihini kutsayanlarkatliamlara sahip çıkıyorlar!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DİSK 46. yılında geçmişini arıyor…

Yeni bir çıkış için birleşik-militan mücadele!

 

13 Şubat’ta DİSK’in kuruluşunun 46. yıl dönümü kutlandı. 1967’de kurulan DİSK’in tarihi, Türkiye işçi hareketi tarihinin de önemli bir kesitini sunmaktadır. Ancak DİSK’in tarihini daha iyi anlayabilmek açısından onu doğuran koşulları da kısaca özetlemek gerekir.

1950’li ve ‘60’lı yıllar Türkiye’de kapitalist gelişmenin hızlandığı ve buna bağlı olarak sosyal çelişkilerin arttığı, sınıf mücadelelerinin keskinleştiği bir döneme tekabül eder. Bu aynı dönem emperyalist-kapitalist sisteme karşı dünya genelinde de başkaldırışların ve mücadelelerin yaşandığı yıllardır.

Türkiye’nin Kore Savaşı’na dâhil olması ve ardından NATO’ya üye olması ve yine aynı zaman diliminde “Marshall” yardımları adıyla ABD emperyalizmiyle kurulan çok yönlü ilişkiler, Türkiye’de yaşanan kapitalist gelişmenin ve buna bağlı olarak yaşanan sosyal mücadelelerin seyrinde de önemli bir dönemece işaret eder. Zira, sermaye devletinin bundan sonra izleyeceği her türlü politika doğrudan emperyalist-kapitalist sistemin efendilerinin ve en başta da ABD’nin bilgisi ve onayı dâhilinde gerçekleşir.

Öyle ki dünya genelinde yaşanan sosyal mücadeleler ve Türkiye’de hızlanan kapitalist gelişmeye bağlı olarak alt sınıflarda yaşanan uyanış, alınacak tedbirler ve mücadele yöntemleri açısından da emperyalist efendilerinin deneyimlerinden yararlanmayı gerekli kılar. Bu deneyim ve bilgi paylaşımında ilk sırada yer alanlardan biri de gelişebilecek bir işçi hareketinin nasıl kontrol altına alınacağı ve sistem içinde tutulacağı olur.

Nitekim Türk-İş’in kuruluşu tam da bu politikalar çerçevesinde; sermaye devletinin işçi hareketini merkezi bir şekilde denetim altında tutması amacıyla desteklenir. Amerikan sendikalar birliği model alınarak ve temel ilkelerine “siyaset üstü” bir örgütlenme vurgusu eklenerek gerçekte sınıf işbirliğine dayalı, işçi sınıfını sermaye karşısında etkisiz kılmayı amaçlayan bir siyasi anlayış temelinde bir sendikal hareketin oluşturulması hedeflenir. Bu aynı zamanda dünya çapında gelişen işçi hareketinin ve onun uluslararası örgütlenme biçimine karşı emperyalist cepheden verilmiş bir yanıt ve modeldir.

Fakat tüm bu çabalara rağmen alt sınıflardaki sosyal uyanış ve işçi hareketi dizginlenemez. Saraçhane Mitingi ve “grev hakkı”nın mücadele yolu ile kazanılmasını sağlayan Kavel Direnişi, ‘60’lı yıllara damgasını vuran sınıfın mücadele azmini ve bilinici ortaya koyan örnekler olur. Elbette bu aynı dönem, sınıfın sadece ekonomik talepleriyle sürdürdüğü mücadelelerle değil yanı sıra başta emperyalizm karşıtlığı olmak üzere bir dizi siyasi taleplerle de siyaset sahnesinde yer aldığına tanıklık eder. Böylelikle ‘70’li yıllara gelindiğinde Türkiye işçi sınıfı için kendisine biçilen “deli gömleği” artık dar gelmektedir ve parçalanıp atılmayı bekler. Türk-İş’in ihanetçi tutumuna karşı bugüne kadar muhalefet eden sendikalar Türk-İş’den ayrılarak 13 Şubat 1967 yılında DİSK’in kuruluşunu ilan ederler. DİSK’in kurulmasından sonra da Türk-İş’ten kopmalar yaşanır.

Böylelikle sermaye devletinin Türk-İş üzerinden sınıf hareketini kontrol altına alma planı ve hedefi önemli bir darbe alır. Sınıfın, DİSK’te somutlanan mücadele bilinci ve kararlılığı çok geçmeden örgütlenme alanında sonuçlarını üretmeye başlar ve sermaye sınıfı için ciddi kaygılara yol açar. Ama sermaye sınıfını esas kaygılandıran işçi sınıfının, DİSK şahsında mücadelesini sadece dar ekonomik taleplerle sınırlamayıp toplumsal-sosyal sorunlara da genişleterek toplumsal muhalefette önemli bir odak haline gelmeye başlaması olur. Zira bu durum DİSK’in yöneticilerinin de tamamıyla kontrol altında olmayan ve onların da bir anlamda soysal mücadelenin seyri içinde peşinden sürüklendikleri bir süreç olarak gelişmeye başlar. Tam da bu nedenden ötürü; toplumsal muhalefette önemli bir odak haline gelmeye başlayan işçi sınıfının yeniden zapturapt altına alınması için DİSK’in kapatılması gündeme getirilir. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde hala aşılamayan bir eşik olan 15-16 Haziran Direnişi ise Türkiye işçi sınıfının sermaye devletine karşı verdiği yanıt olur.

İşçi sınıfı, sermaye devletinin saldırısının sadece DİSK’e yönelik bir saldırı olmadığını, DİSK şahsında esas olarak işçi sınıfının mücadele, bilinç ve örgütlülüğün hedefe çakıldığını, yalnızca DİSK’e üye işçilerle değil Türk-İş’e üye birçok işçinin de direnişe katılmasıyla göstermiş olur. 15-16 Haziran Direnişi sermayenin duyduğu korku ve kaygıların ne kadar yerinde olduğunu ortaya koymuştur. Zira işçi sınıfının saldırılar karşısında sergilemiş olduğu sınıfsal refleksi, sadece sermayeyi değil, DİSK yöneticilerini bile “ürkütmeye” başlamıştır.

‘70’lerin ortasında ise işçi sınıfı bir kez daha toplumsal mücadelenin ön saflarında, “faşizme ihtar eylemleri”, “DGM’leri ezdik, sıra MESS’te” diyerek yer almıştır. Sosyal mücadelenin ‘80 askeri darbesiyle kesintiye uğratıldığı döneme kadar işçi sınıfı DİSK üzerinden toplumsal mücadelenin bir bileşeni olmayı başarmıştır. Sermayeye karşı iktisadi ve sendikal hakları koruma ve büyütme mücadelesinde de önemli bir mevzi yaratmıştır. Öyle ki TİSK başkanı Halit Narin ‘80 darbesinin ardından bu durumu “bugüne kadar işçiler güldü şimdi sıra bizde” diyerek özetlemiştir.

Bugün DİSK’in 46. yılının kutlandığı günümüzde ise sermaye sınıfı her açıdan “gülüyor”. Öyle ki ‘80 darbesinin bile gündeme getiremediği saldırlar bu dönem hayata geçiriliyor ya da hazırda bekletiliyor. İşçi sınıfının elinde kalan son tarihsel hak; kıdem tazminatı, o da bu yılın yaz aylarında tasfiye edilmek isteniyor. Sendikal hakları budanmış, örgütlülüğü tasfiye edilmiş, sınıf bilinci dumura uğratılmış bir sınıf yaratılmaya çalışılıyor. Peki, bu durum karşısında DİSK’in 46. yılını kutlayan bugünkü yöneticileri şanlı geçmişi anmaktan öteye ne yapıyor? DİSK’in mirasına sahip çıkmak nereden geçiyor?

Evet, bugün ‘60’ların ‘70’lerin yükseliş dönemlerinde değiliz ve o günlerden bugüne kalan bir öncü kuşaktan söz edemeyiz ama sınıf hareketinin sürekli mevziler kaybetmesinde esas neden tam da bu argümanları; “sınıf mücadele etmiyor ki” argümanını kendileri açısından hiçbir şey yapmamaya dayanak edilmesi değil midir?

Yine yıllarca “çağdaş sendikacılık” adı altında “işimi seviyorum” şiarlarıyla alanlarda sınıf işbirliğinin en güzel örnekleri sunulurken, her türlü sorunu “masada çözmeye razı” olunurken ve sınıfa yıllardır kazanım elde etmeyi unutturup var olanı korumaya endeksleyen bir “mücadele” anlayışı dayatılırken, DİSK burjuva düzen partilerinde milletvekili olabilmenin bir aracı haline getirilirken, sınıfın mücadele “etmemesinden” yakınmak burjuva politikacılarına yakışan bir pişkinlik olabilir ancak. Bugüne kadar DİSK’in hangi döneminde sermayenin saldırılarına karşı mücadele kararı alınmıştır da kendi üyelerince bu karar boşa çıkartılmıştır? Örneğin doğrudan DİSK’i hedeflediği açık olan Sendikalar ve Toplu İş İlişkiler Yasası’na karşı bugünkü yönetim nasıl bir karar almıştır ki üyelerinden yanıt gelmemiştir? 15-16 Haziranları yaratan bir konfederasyonun yine kendisini hedef alan bir saldırı karşısında en temel mücadele yöntemi olan üretimden gelen gücün kullanımına dönük bir çağrı bile yapmaya cüret edemediği koşullarda işçi sınıfından ne beklenebilir?

Oysaki işçi sınıfını bugün kendi öncü kuşağını mücadele içersinde kendiliğinden çıkarıyor. Hak gasplarına, taşeronluk uygulamalarına, ağır çalışma koşullarına karşı sendikaların bugünkü durumuna rağmen militan bir mücadele sergiliyor. Yine sendikal örgütlenme mücadelesi vererek sendikal örgütlülüğüne sahip çıkıyor. Sınıf hareketinde henüz mevzi düzeyde seyreden bu ivmeyi yukarı çekecek ve ona önderlik edecek bir mücadele anlayışı gerekiyor. Tıpkı 15-16 Haziranlar’da olduğu gibi birleşik, militan bir sınıf hareketi yaratabilmek için her şeyden önce sınıfın ileri öncü unsurlarının geçmişin kirinden pasından arınıp kendilerini yenilemeleri gerekiyor. Dünya çapında yaşanan sınıf mücadeleleri ve halk ayaklanmaları ise buna uygun zemini ve atmosferi en iyi şekilde sunuyor.

Sınıf hareketinde yaşanacak bu yeni çıkışın DİSK’in sadece geçmişini anmaktan değil o dönem yaşanan mücadeleyi bu döneme taşıyabilmekten geçtiğini bir an olsun aklımızdan çıkarmamız gerekiyor.