5 Ekim 2012
Sayı: SİKB 2012/07 (40)

 Kızıl Bayrak'tan
Yeni Ekimler için
devrime hazırlanıyoruz
Sermaye devleti savaşa hazırlanıyor!
Sayfalarından kan damlıyor!
AKP’nin 4. Kongresi
Bozuk düzende sağlam çark olmaz
Oslo tartışmaları yerini yine
imha planlarına bıraktı
Ulucanlar şehidi Habip Gül mezarı başında anıldı!
Baraj mizanseni ve tasfiye operasyonu
Elit Çikolata’da işten atma saldırısı
Eylül ayında iş cinayetlerinde 83 ölüm
“Direnmek yaşamaktır!”
GOP’ta işçilerin yeni mevzisi kuruldu!
Alevilik sorunu
4+4+4 sisteminde
özel gereksinimli çocukların durumu
Eğitimin gericileştirilmesine karşı mücadeleye!
Avrupa işçi ve emekçilerin
eylemleriyle çalkalanıyor
Kıtalarda grevler, protestolar...
Alman devletinin “4. zenginlik ve yoksulluk raporu’’ ve yakıcı gerçek
Kapitalizm, işçinin sermayeye
çevrilmiş kanıdır!
Birleşik, kitlesel, devrimci bir
6 Kasım için!
4+4+4, harçlar, dershaneler, sınav sistemi, yeni YÖK Yasası…
Cam fanus içinde metamorfoz
Neşet Ertaş’ın ardından…
Bahçelievler Katliamı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP’nin 4. Kongresi...

Şatafatla sağlanmış güç gösterisi!

 

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen AKP 4. Kongresi, bu partinin tüm siyasal kimliğinin, siyaset tarzının, siyasal programının ve geleceğe ilişkin hedeflerinin sergilenmesine vesile oldu.

Emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin hizmetinde bir iktidar gücü olmanın tüm avantajlarına yaslanan AKP, kongresinde bu gücünü ortaya koyabilmek için özel bir çaba sarfetti. Medyanın aktif biçimde rol üstlendiği tüm süreci boyunca kongre, ülkedeki siyasal gündemin baş sırasına konuldu ve etrafında büyük bir gürültü kopartıldı. Medyanın böylesine etkin kullanımı kongre sonrasında da devam etti. Yalakalık, yardakçılık ve yağcılıkta sınır tanınmadı. Böylelikle de AKP, olmadığı kadar güçlü, muktedir ve rakipsiz bir siyasal güç olarak gösterilmeye çalışıldı. Yaratılmaya çalışılan bu tabloya helal gelmesin diye olsa gerek, AKP karşıtı basın-yayın organları da kongreye alınmadı.

Diğer taraftan, 4. kongresi, AKP’nin önümüzdeki dönemde siyasal geleceği bakımından bir önem taşıyordu. Zira yerel seçimler, genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arefesinde gerçekleşen bu kongre, AKP’yi bu döneme götürecek yönetici kadroların belirlenmesi anlamına geliyordu. Bu, daha çok da cumhurbaşkanlığı seçimine bağlı olarak AKP şeflerinin parti ve devlet yönetimini nasıl paylaşacakları sorununa ilişkin bir açıklık sağlamak demekti.

Bu bakımdan AKP kongresi, tam bir açıklık sağlamasa da, en azından Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak niyetinde olduğunu kesinleştirmiş oldu. Zira Erdoğan yapıtığı konuşmada bu niyetini tüm açıklığıyla ortaya koydu. Bu kadarı bilinmeyen bir şey değildi. Fakat AKP kongresinden bir gün sonra yapılan meclis açılışında, yaptığı konuşmayla da Abdullah Gül koltuğunu bırakmak istemediğini bir kez daha ama açıkça gösterdi. Bunun kendisi özellikle “cemaatin” AKP’nin koltuk paylaşım kavgasının etkin bir unsuru olduğu düşünüldüğünde, koltuk kavgasının sert biçimler alarak önümüzdeki dönemde de devam edeceği anlamına geliyor. Yani tüm şaşasına rağmen kongre, AKP’deki iç sorunları çözmüş değil, aksine bu sorunların derinleşerek süreceğini teyit etmiştir.

Bu iç sorunlar varken Tayyip Erdoğan yaptığı konuşmada siyasal hedeflerini vurgulu ifadelerle ortaya koydu. 2023 hedefi 2071’e çekilerek, AKP’nin siyasal geleceği hakkında emin bir görüntü verilmeye çalışıldı. AKP’nin şefi, bunu boş bir lakırtı olmanın ötesine geçirmek niyetini de şu sözlerle ifade etti: “Yeni siyasal sistem konusunda kararlılığımız tamdır. Yeni anayasayla istikrarlı yönetimi dönemsel olmaktan çıkarıp kurumsal hale getireceğiz.”

Bu ifadeler, AKP’nin anayasa değişikliğinin gerisindeki temel amacını olduğu gibi ortaya koymaktadır. Besbelli ki AKP şefleri, seçim sisteminden başkanlık sistemine kadar bir dizi alanda yapacakları değişiklikler yoluyla, olası risklere karşı konumlarını güvenceye almanın hesaplarını yapıyorlar. Bu değişiklikler, siyasal sistemdeki bazı boşlukları da kapatarak AKP’nin siyaset tekelini koruyabilmek, devlet üzerinde sağlanan egemenliği perçinlemek ve böylelikle de devlet aygıtının tüm kontrolünü ellerinde tutmak olanağı sağlayacaktır. AKP kongresi için oluşturulan mizansen de aslında bu niyetin bir dışavurumu gibiydi.

AKP şefleri kongreyi bir güç gösterisine çevirmek istedikleri için Kürt sorununda da beklentileri diri tutmaya özen gösterdiler. Bilindiği üzere şu dönemde AKP’yi zorlayan en önemli konu Kürt sorunudur. Bu amaçla da hesaplı biçimde Tayyip Erdoğan’ın kongrede Kürt sorunu hakkında önemli mesajlar vereceği, yeni bir sayfa açacağı, tarihi bir konuşma yapacağı düşüncesi yayıldı. Medya da bu konuda beklentileri güçlendirebilmek için ölçüsüz yayınlar yaptı. Fakat kongrede Kürt sorunu konusunda AKP şefinin söylediklerinin herhangi bir orjinalliği yoktu. Tayyip Erdoğan’ın, “yapmaları gereken her şeyi yaptıklarını” söyleyip “artık adım atma sırası Kürt kardeşlerimizde” demesi bunu gösteriyordu. Yani kayıtsız şartsız teslimiyet…

Bunun için Kürt sorunuyla ilgili, AKP kongresine iliştirilen beklentiler bir kandırmacadan başka bir şey değildir. Zaten kongrenin tüm bir siyasal atmosferi ve düzeni de bunun böyle olduğunu başka bir açıdan kanıtlamaktadır. Bu nedenle, Kürt emekçilerinin AKP kongresine bakıp da Kürt sorununun çözümü konusunda herhangi bir umuda kapılması için tek bir neden yoktur. Zira Kürt emekçileri Barzani’ye baktıkça Türk burjuvazisiyle kader birliği yapmış Kürt burjuva siyasal gericiliğinden başka bir şey göremezler.

İşçi sınıfı ve emekçiler payına AKP kongresinin düşman kamptan yapılan bir hazırlık olmak dışında bir önemi yoktur. AKP şefleri ve yardakçılarının kongreyi allayıp pullamalarının bir nedeni de bu gerçeği gizlemektir. Ama mızrak çuvala sığmıyor. AKP, hakkında sınırsız övgüler dizilen bu kongrenin hemen sonrasında iğneden ipliğe her şeye zam yaptı. Böylelikle milyonlarca emekçi açısından geçim daha da zorlaştı. Bu kadarı dahi AKP’nin önümüzdeki dönemde emekçi halka ne verebileceği konusunda yeterince açıklık sağlıyor. Ustalık döneminde emekçi ve halk düşmanı politikalarını ileri boyutlara vardıran, emperyalizme ve burjuvaziye uşaklıkta sınırları zorlayan AKP, bundan böyle de aynı pervasızlığı sürdürmekte kararlıdır. Kongre bu kararlılığın yeni bir kanıtı olmaktan öteye bir anlam taşımamıştır.

Son olarak belirtelim ki, hesaplarını onlarca yıllık bir dönem boyunca iktidar olmak üzerine yapan AKP’nin bu hevesi kursağında kalacaktır. 4. kongresiyle birlikte hükümet oluşunun 10. yılını da tamamlayan AKP’nin, emekçilere ve halklara düşmanlık, emperyalizme ve tekelci burjuvaziye uşaklık çizgsinde ilerlemek dışında başka bir yolu yoktur, bu yolda da daha fazla gidemez. Kürt halkını kazanmaya gücü olmayan, işçi ve emekçilere yıkımdan başka bir hayat sunamayan, mevcut konumunu daha fazla baskı ve zorbalığa dayanarak sürdürmeye çalışan, dahası, kongresinde de ortaya koyduğu gibi, bunun için yasal ve anayasal oyunlar tezgahlamaya hazırlanan bir partinin geleceği yoktur, olamaz. Bu gerçek, dalavereyle, patırtı ve şatafatla, hamasi nutuklar ve sınırsız demogojiyle sağlanmış güç gösterileriyle saklanamaz.

 

 

 

 

AKP MKYK’da “bilim insanları”

 

AKP’nin kongresi toplandı ve yeni MKYK üyeleri belirlendi. Elbette bu üyelerin hepsinin toplum için farklı farklı alanlarda “önemi” vardır. Bu MKYK üyeleri içinde bizim dikkatimizi çeken iki isim var. Bunlardan biri Doç. Dr. Osman Can, diğeri ise Prof. Dr. Mustafa Şentop’tur.

Bu iki üye Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapmış/yapmakta olan insanlardır. Osman Can, Anayasa Hukuku dersleri vermektedir. Mustafa Şentop ise milletvekili olmadan önce Türk Hukuk Tarihi derslerine girmekteydi. Mustafa Şentop vermiş olduğu Türk Hukuk Tarihi dersinde temel olarak İslam hukukunu anlatmaktadır ve derslerde çok eşliliğe güzellemeler yapmaktadır. Halihazırda Şentop TBMM Anayasa Komisyonu’nda bulunmaktadır ve aslında anayasa komisyonunda nasıl bir vazifesi olduğu ortadadır. Uzmanlığı İslam hukuku olan bir kişi yeni anayasa yazımında da bu uzmanlığıyla ilgili çalışmalarda bulunmaktadır.

Osman Can’ın geçmişine bakmak gerekirse; bir dönem Anayasa Mahkemesi Raportörü olarak çalışmış ve bu dönemde AKP’nin kapatılması davasında kapatılmaması yönünde verdiği rapor ile ismini duyurmuştur. Daha sonra Marmara Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak görevlendirilmiştir. Ancak göreve geliş süreci şaibelidir. Çünkü Anayasa Kürsüsü asistan alım ilanı vermesine rağmen Can doçent kadrosunda kürsüye kabul edilmiş ve kürsü başkanının (Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun) onayı olması gerekirken bu onay alınmadan rektörlük tarafından doğrudan kadroya alınmıştır. Üniversite, doçent olmuş öğretim üyelerinin kadrosunu yıllarca vermezken, söz konusu Osman Can olunca bir an bile beklememiştir.

Sonuç olarak bu iki kişi AKP MKYK üyesi olarak son kongrede seçilmişlerdir. Bu seçilen kişilerin “bilim insanı” olmaları düşündürücüdür. Öte yandan, bu iki örnek üniversite yönetimlerinin dinci-gericilik ile kurduğu yakın bağı da göstermektedir.

Ekim Gençliği / Marmara Üniversitesi