29 Haziran 2012
Sayı: SYKB 2012/26

 Kızıl Bayrak'tan

AKP iktidarı Suriye’yi “düşman” ilan etti

Emperyalizmin maşaları Suriye halkına savaş ilan ettiler
Irkçı-inkarcı devletin Kürt sorunundaki açmazı derinleşiyor

Faşist baskı ve teröre karşı mücadeleyi büyütelim

Kamu emekçilerine tutuklama terörü
KESK operasyonuna sokakta yanıt
Atılım ve ETHA’ya polis baskını
Sivas katliamının hesabını emekçiler soracak!
Katil devletten hesap sorma çağrısı
İzmir’de sınıf seminerleri başladı
DHL Lojistik işçileri direnişte!
MICHA işçileri direniyor!
MESS Grup Toplu Söleşme Süreci ve Görevlerimiz
Taleplerimiz ne olmalı?
Avrupa’da sınıf hareketi radikalleşiyor-Volkan Yaraşır
İspanya’da madenci grevi
Kazanılmış haklarımız ve geleceğimiz için greve-direnişe!
“Hapishanesiz bir toplum istiyoruz!”
BDSP: Kürtaj haktır, Roboski katliam!
‘Düşmanın’ hedefinde öğrenciler var
“İş cinayetlerine karşı mücadele ortaklaşmalı”
Yeni Roboski hikayeleri yazılırken
Sorunların kaynağı olduğu yerde durdukça yara kanamaya devam edecektir!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe ile hapishaneler gerçeği üzerine...

Hapishanesiz bir toplum istiyoruz!”

Urfa’da 13 tutuklu ve hükümlünün yaşamını yitirdiği katliam sermaye düzeninin baskı, tecrit, işkence ve katliam üzerine kurulu hapishaneler gerçeğini bir kez daha tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe ile Urfa’daki cezaevi katliamının arka planı ve düzenin hapishaneler gerçeği üzerine konuştuk.

- Urfa’da yaşanan cezaevi katliamının arka planında yatan nedenler nelerdir? Bu katliamı hazırlayan nasıl bir süreç var?

- Adalet Bakanlığı’nın resmi rakamlarına göre Türkiye’deki cezaevlerinde 130 bin tutuklu bulunuyor. Cezaevlerindeki doluluk kapasitesinin 120 bin olduğu bir tabloda Türkiye’deki cezaevlerinde 10 fazla tutuklu bulunuyor.

Bunun birkaç nedeni var. Özel Yetkili Mahkemeler’in ülkeyi adeta yarı açık hapishaneye çevirdiğini görüyoruz. Diğer yandan sürekli tutuklamalar yaşanıyor. Bu yüzden cezaevlerinin doluluk kapasitesi şu anda aşılmış durumda. Adalet Bakanlığı Urfa olayından sonra 190 yeni cezaevi açacaklarını ifade etti. Bu kadar çok cezaevi açıyorsanız, bu kadar yüksek bir kapasiteyle hapishanelerde doluluk oranı sözkonusuysa bu ülkeyi yönetemiyorsunuz demektir. Üzerinde durulması gereken şey bu ülkenin gerçek demokrasisidir. Urfa’daki yangın aslında bize bunu gösterdi. 6 kişilik koğuşlara 18-20 kişiyi doldurursanız ve bu insanları 45 derece sıcakta tutarsanız ortaya bu sonuç çıkar.
Düşünebiliyor musunuz, insanlar seslerini duyurabilmek için bile değil, artık koşullara dayanamadıkları için ölümü göze aldılar. İnsanın aklının, vicdanın neresine sığar. İnsanlara, teknik bir sorun olup olmadığını araştıracağınızı söylüyorsunuz. Bu teknik bir sorun değildir. Bu, ‘ihmal var mı yok mu’ türünden bir mukayese değildir. Durum çok açıktır. 13 insan yanarak yaşamını yitiriyorsa istifa etmelisiniz. Bize tutuklamaları, hapishanelerde ölümleri, katliamları olağan kıldırttırır hale getirdiler. Urfa’da 13 kişinin ölümünü kaç kişi hatırlıyor. Bunlar sosyal mahpuslar yani seslerini baskı ve direnme diyalektiğiyle ifade edemeyen insanlar. Gerçekliği gösteren asıl kesim bu insanlardır. Hapishanelerle sınırlı bir sorun olmadığını düşünüyoruz. Tüm bunlar, yönetme erkinin tekçi, totoliter, inkar ve imhaya dayalı, antidomekratik olduğunu gösteriyor. Hapishaneler bu açıdan gerçek bir aynadır. Diyarbakır Cezaevi’nde 1991’de insanlar kafası demir çubuklarla parçalanarak öldürüldü, kimse sesini çıkarmadı. 1996’da Ulucanlar’da insanlar kafalarına, vücutlarına çiviler çakılarak katledildiler. Köpükler, kimyasal maddeler ve kurşunla katledildiler. Kimse sesini çıkartmadı. Hemen arkasından 21 cezaevini birden aynı anda bastılar ve insanları katlettiler. Kimse sesini çıkarmadı hatta unuttu. Sadece anma düzeyine indirgendi. Kayseri sınırlarında sevk aracı içerisinde 5 mahpus alev topuna döndü, tüm toplum hapishanelerde insan kokusu ve duman görmeye alıştırıldı, militarize edildi.

Her gün 50-60 kişinin gözaltına alındığı, insan hakları savunucularının gözaltına alındığı bir ülkede yaşıyoruz. Aynı zamanda suç ve cezanın tarihinde siyasal sistem suçu üretiyor ve önleyemiyor. Hapishaneler bu yüzden doluyor ve sistem toplumu yönetemiyor. İşçinin haklarını gasp ederseniz, her gün işçiler işten atılmalara karşı isyanını sokağa taşırsa, çalışan kesimlerin 40 yıllık geleceğini gasp eden yasalar çıkarırsanız, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü, gazetecileri, öğrencileri hapishanelere koymaya başlarsanız bu isyan, bu ateş sizi de yakar. Unutmayalım, bugün cezaevinde bulunan kişilerden biri çok büyük bir şevkle F tiplerini savunmuştu.

Bugün kendisi Silivri Cezaevi’nde yatıyor. İnsan hakları ihlali olduğu için oradan röportajlar veriyor. Tabiki kimsenin hapsedilmesini savunmuyoruz. Hapishanesiz bir toplum istiyoruz. Ama unutmayalım bu ateş sizi de yakar, bu ateş egemen mantığı da yakar.

Sosyal mahpuslar da tecritte”

- Uzun tutukluluk süreleri de adeta bir işkence ve sindirme yöntemi olarak kullanılıyor. Bu açıdan neler denebilir?

- Aslında F tipleri olarak bilinen yüksek güvenlikli hapishaneler tam olarak yüksek güvenlikli değiler. Onlar güvenlikli hapishaneler. Diyarbakır D Tipi yüksek güvenliklidir ama hapishanelerin büyük bir kısmının mekansal uzanımlarını daralttılar ve odalara böldüler. Sosyal mahpuslar da aslında tecritte tutuluyor. Artık kendilerini de aştılar. 1, 3 ve 6 kişilik tasarlanmıştı bu sistem. Bütün hapishaneleri hücre-oda sistemine dönüştürdüler. İnsanları o odalara tıkıyorlar. 8-10 metrekarede yaşayabilecek insan sayısı üçse, 10-20 oluyor. 12 Eylül sürecinde ben de cezaevinde kaldım. O dönemde Gayrettepe’de bir hücre 8 metrekareden küçüktü ve insanları bir hücreye tıkıyorlardı. 10-15 kişi yan yana duruyordu. Herkes, oksijenin, suyun, ekmeğin, havanın ne kadar daraldığını bilir. Sektörel hapishane mantığını da açıkça itiraf ettiler. İnsanların bedenleri üzerinden, aslında bunlar bu kentin geçim kaynağıydı dediler. Çünkü ucuz işgücü üretiyorlar. Yarım sigortalılık hakkıyla çalıştırılıyorlar. Sonra da isyan ettiğinde insanlar sevk ediliyorlar, mevcut deliller örtbas ediliyor, toplumsal bellek boşaltılıyor.

Ellerimizi yakalarından çekmeyeceğiz. İnsan hakları savunucuları olarak hesap soruyoruz. 13 kişinin katili, bu vebal Adalet Bakanlığı, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü ve Cezaevi İç ve Dış Güvenliği’nindir. Siz 21 cezaevine aynı anda müdahale ediyorsunuz da ayakları betona gömülü ranzalardan -Hayata Dönüş operasyonunun ardından bütün ranzaların ayakları betona gömüldü- nasıl barikat kurabilirler. Kurulan barikatların sadece yatak olduğunu biliyoruz. Nasıl girip de müdahale edemezsiniz. Bunların hepsinin sorularının cevabını vermeliler. İvedilikle istifa etmeliler.

“Zindanlar boşalsın mahpuslara özgürlük!”

- Adalet Bakanlığı Urfa’daki katliamın ardından “Cezaevlerinde son 10 yıllık süreçte büyük ilerleme kaydedildi” türünden açıklamalarda bulundu. Bu açıklamaları nasıl değerlendirirsiniz?

- Türkiye’deki olağan ölüm sınırlarının 6-7 katı sayısında insan, cezaevlerinde ölüyor. Neyi düzelttiniz, niçin hapishane açıyorsunuz? Türkiye, dünya çapında en fazla hapishane inşaatı yapan ülkeler sıralamasında başlarda geliyor. Neden hastane, okul, kültür merkezi, dans pisti değil de hapishane açıyorsunuz. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar hapishane inşaa edilmiyor.
Ayrımsız bir genel affa gidilmek zorunda. Toplumsal barışı sağlamakve bütün bu veballerin bedelini ödemek için af çıkartmak zorundasınız. “Zindanlar boşalsın mahpuslara özgürlük!”

Ayrıca sivil toplum örgütlerine derhal hapishanelerin kapılarını açmak zorundasınız. İnsan hakları örgütleri, tabip odaları, tutuklu yakınları aileleri derneklerine hapishanelerin kapılarını açmak zorundasınız. Bugüne kadarki izleme kurulları insan haklarına uygun davranmamaktadır. Toplumu bilgilendirmemektir. Cilalanmış görüntülerle hapishaneler hakkında devlete informe etmektedirler. Biz kapıların açılmasını istiyoruz.

Eğer siz reformdan bahsediyorsanız bunu toplumdan gizleyerek yapamazsınız. Ne kadar örtbas etmeye çalışırsanız çalışın bu gerçeklik patlıyor. Çocuk mahpuslar nereden bilirler yatak yakmayı. Urfa’da insanlar seslerini böyle duyurunca çocuk bölümü de yatak yakıyor. Çünkü insanlar seslerini başka türlü duyuramıyor. Pozantı Cezaevi’nde çocukların tecavüze uğraması örtbas edildi. Bu nasıl bir yönetme erkidir? Urfa Cezaevi’nde çoçuklar yatak yakıyor. Siz onları potansiyel suçlu olarak görüyorsunuz, havasız bırakıyorsunuz. Yatak yaktıkları zaman da “bir ihmali olan varsa...” diyorsunuz. Sincan Hapishanesi’nde küçücük parmakları kıranların boyunlarına elleriniz yapıştı mı? Hayır yapışmayacak.

- İHD olarak devletin cezaevleri politikasına bakışınız nedir?

- Egemen ve resmi ideoloji kendisinin karşıtı olan herkese karşıdır. Tekçi, imha, inkara dayanan, öteki olarak gören ve insan saymayan bir anlayışa sahip. Demokrasi kavramını son derece sahtekarca kullanıyor. Barış kavramını yaldızlı bir biçimde kullanıyor. Bir yandan barış derken Gabar’da, Hakkari’de dağ bombalamalara, KCK operasyonlarına devam ediyor. Demokrasi derken düşünen gazetecileri, bilim adamları ve kadınlarını tutukluyor. Resmi ideolojinin temsilcileri demokrasiye karşı direnç göstermektedirler. Bu onların genel politik yaklaşımıdır. Gerçekten samimi bir demokrasi, barış, özgürlük ve haklardan yana iseniz bunu görmek istiyoruz. Bu siyasal yönetim tarzından hiçbir umudumuz yok. Bunun için varız. Biz, insan hakları kurumu olarak silinip yok olmayı isteyen bir kurumuz.

- Şu sıralar devlet eliyle ‘İnsan Hakları Kurumu’ oluşturma hazırlıkları var. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Devletlerin insan hakları ihlalleri ürettiğini düşünüyoruz. Bu da bu oyunun bir parçasıdır. Bugüne kadar insan hakları adına kurulan, komisyon, izleme kurulu vb. çalışmaların hiçbirinde yer almadık. Almaya kalktığımızda da alınmadık. Çalışmalarını takip ettik. Maalesef umutkar bir çalışma göremedik. İnsan hakları kavramı iktidarlar ve egemenler tarafından sıkça kullanılıyor. Irak işgal edilirken ABD nasıl ‘insan hakları götürüyoruz’ söylemini kullandıysa, 1945’lerden sonra askeri müdahalelerinde insan hakları kavramını kullanıyorlarsa bugün de insan hakları kavramı birçok egemen güç tarafından böyle kullanılıyor ve buna göre organlar oluşturuluyor. Bunlardan vazgeçilip bu ülkede insana dair, özgürlükler ve haklara dair bir çalışma yapılması gerekiyor. 25 yıldır mücadele ediyoruz ve bu sağlanana kadar devam edeceğiz.

- Son olarak neler söylemek istersiniz?

- Her hafta ‘F oturmaları’ yapıyoruz. Biz bile sosyal mahpuslar, kadın ve çocuk mahpusların bu kadar büyük bir isyan biriktirdiklerini söylememize, kendilerini yakacakları kadar seslerini duyuramadıklarını fark etmiş olduk. Çünkü genelde korkuyorlar. Bize sürekli bilgiler geliyorlar ve cezaevlerindeki görüşmelerimizde görüyoruz. Sorunlarını anlatamıyorlar. Bastırılıp sindiriliyorlar. Artık bıçak kemiğe dayanmış durumda. Bu da mücadelemizin etkili alanlarını daha güçlü bir donanımla yürütmemiz gerektiğine işaret eden bir gelişme. Mahpusların insan hakları derneklerine ulaşmaları çağrısında bulunuyoruz. Korkmasınlar, çocukların, adli mahpusların, siyasi mahpusların, mültecilerin yanında olmaya ve seslerini duyurmaya çalışacağız. Hapishanelerin boşaltılması için çalışacağız. Komik gerekçelerle; puşi taktıkları için, mail attıkları için, karanfil taşıdıkları için yüzlerce genç insan hapishanelere doldurulmuş durumda. Toplumsal barışı sağlamak için af çıkartmak zorundasınız.


Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

 

Hapishanelerde “taviz” yok

Sermaye devletinin cezaevi politikaları karşısında isyan eden tutsaklar cezalandırılıyor. Urfa Cezaevi’nde 13 tutuklunun ölümüyle sonuçlanan katliam ile cezaevleri koşullarının açığa çıkmasının ardından isyanı gizleme çabası güdenler, diğer yandan baskı ve tecriti tırmandırarak tutsakları teslim almaya çalışıyor.

Sermaye hükümeti AKP’nin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, ceza infaz kurumlarıyla cumhuriyet başsavcılıklarına gönderdiği genelgeyle, kapasitesini dolduran ve konumu itibariyle nakil yapılmayacak cezaevlerinin durumlarına dair bilgi koordinasyonunu ve uygulanacak yaptırımları açıkladı.

Adana, İzmir-Buca, Söke ve Yalova kapalı cezaevlerindeki koşullu salıverilmelerine 3 yıldan az ve fazla kalanların listeleri istenerek bu cezaevlerindeki erkek hükümlü ve tutukluların diğer cezaevlerine dağıtımlarının bizzat bakanlıkça yapılacağı belirtildi.

Aksaray, Osmaniye, Tunceli cezaevleri başta olmak üzere 41 cezaevinde bulunan ve toplam cezaları 7.5 yıldan fazla olan tutukluların başka cezaevlerine nakilleri için bakanlıktan talepte bulunulacak.

13 mahkumun hayatını kaybettiği Urfa kapalı Cezaevi’nde, cezası 5 yıldan fazla olan tutuklularla koşullu salıverilme tarihlerine 3 yıldan fazla süre olan hükümlülerin cezalarının infazına yine burada devam edilecek. Kapasitesinin üzerinde mahkum barındıran ve aralarında Diyarbakır, Pozantı, Metris’in de olduğu 158 cezaevi de bu kapsamda değerlendiriliyor.

Son olarak da “Başka bir cezaevine nakil için açlık grevi ya da ölüm orucu eylemi yapanların talepleri, eylemleri süresince karşılanmayacak” maddesi yer alıyor.

Genelgenin özellikle son maddesi faşist saldırganlığın dizginsiz sürdürüldüğünün göstergesidir. Tutsakları teslim alamamanın verdiği tahammülsüzlük kendini bu maddeyle dışa vuruyor. Pozantı Çocuk Cezaevi’nde açığa çıkan tecrit ve tecavüz sonrası da sürgün-sevk saldırısını hayata geçiren sermaye devleti şimdi de aynı yöntemi uyguluyor.

Tutsakların taleplerini kabul etmeyi ‘taviz’ sayan zihniyet daha ağır baskı mekanizmalarıyla saldırmaya hazırlanıyor. Genelgenin hapishanelerde ve savcıların elinde keyfi baskı ve tecrit politikalarına dayanak yapılacağı şimdiden aşikardır.

Tutsakların taleplerini gündeme almak ve en temel haklarını sunmak yerine fiili-meşru mücadele ile koşullarına tepki gösterenlere hiçbir şekilde müsamma gösterilmeyeceği açıklanıyor. 13 kişinin katlinden sonra açıklanan çözüm, tutsaklara yönelik uzlaşmaz bir saldırı olarak şekillenyior.

Urfa E Tipi Kapalı Cezaevi’nde C8 koğuşu’nda bulunan BDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan 23 Haziran günü avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada; “Cezaevinde yanarak ölen 13 mahkum için 3 günlük açlık grevine başlıyoruz” demişti. Açlık grevinin bitiminde gelen bakanlık genelgesi bundan sonraki süreçte hapishaneler politikasının nasıl şekilleneceğini açıklıyor.

 

 

 

 

"İşkenceye karşı mücadeleye"

İHD ve TİHV ‘İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’ dolayısıyla ortak bir basın açıklaması düzenledi. Yapılan toplantıda işkenceye karşı kayıtsız kalınmaması gerektiği ifade edildi.

26 Haziran'ın Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü olarak kabul edilmesi nedeniyle düzenlenen açıklamada İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İHD Genel Başkan Yardımcısı Sevim Salihoğlu, TİHV Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı sunum gerçekleştirdi.

Açıklamayı okuyan TİHV Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı, son yıllarda Türkiye’de polis devleti kurma yolunda adımlar atıldığını vurgulayarak çıkarılan yasalarla kolluk kuvvetlerine şiddet uygulama ve işkence yapma serbestisinin sağlandığını ifade etti.

Açıklamada şunlar ifade edildi: “İHD ve TİHV olarak yıllardır gösterilerde uygulanan şiddet uygulamalarının işkence suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ifade ediyorduk. Geçtiğimiz nisan ayında da bu ifademiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından onaylandı.”

Fincancı Türkiye’de son 5 yıl içinde gösterilerde sadece gaz etkisiyle ölen insan sayısının 12 olduğuna ve dünyanın başka hiçbir ülkesinde bu düzeyde ölümle karşılaşılmadığına işaret etti.

Urfa Cezaevi’ndeki yangınlara da değinen Fincancı, cezaevlerinde işkencenin çok yaygın olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: “İşkencenin önlenmesi için hükümet üzerine düşeni yapmıyor, bu yüzden görev Türkiye’de yaşayan bütün insanlara düşüyor. İşkence Görenlerle Dayanışma Günü'nde ben herkesi işkence görenlerle dayanışmaya ve işkence mağduru olmamak için mücadele etmeye davet ediyorum.”

Fincancı’nın yaptığı açıklamadan sonra söz alan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, siyasal iktidarın Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı’nı parlamentoda görüşürken işkence gerçeğine ne kadar uzak kaldığını teşhir etti. TİHK ve bu hafta itibariyle oluşturulacak olan Kolluk Gözetim Komisyonu’nun bağımsız olmaları gerektiğini söyleyen Türkdoğan bağımlı kurumlarla bu mücadelenin yürütülemeyeceğini ifade etti.