30 Aralık 2011
Sayı: SYKB 2011/49

 Kızıl Bayrak'tan
2012’de baskı ve teröre, savaş ve saldırganlığa karşı militan-kitlesel mücadele!
Ermeni soykırımı üzerinden
gerici dalaşma..
“Bu tiranlığa teslim olmayacağız”
“NATO ve füze kalkanına geçit yok!”
2011’de sınıf hareketi...
Taşeron işçilerin direniş kararlılığı
21 Aralık grevi kamu emekçileri için
yeni bir başlangıç olmalıdır!
Manisa’da soruşturma protestosu
Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk
Birleşik Metal-İş
Merkez Genel Kurulu’nda yaşananlar üzerine
2012’de fırtına daha da büyüyecek!
Avrupa Birliği’nde hegemonya savaşları ve Neo-nazi cinayetleri
Mısır seçimlerinde ikinci tur geride kaldı
Siyonist cellatların “dökme kurşun” vahşeti üçüncü yılında
2011’de gençlik hareketi
Üniversitelerden haberler
Üniversitelerde faşist saldırılar
Aralık katliamları lanetlendi
Maraş’ta anmaya yasak, halka saldırı!
Deri-İş Sendikası Eğitim ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Eren Korkmaz ile konuştuk
HMS işçileri: “Direne direne kazanacağız!”
UPS’de 3 bin üye adına sözleşme
Festus cinayetinin görüntüleri
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Avrupa Birliği’nde hegemonya savaşları ve Neo-nazi cinayetleri

“2011 aynı zamanda Avrupa’da güç ekseninin kaydığı bir yıl oldu. Komisyon, parlamento ve 27’ler Avrupası’nın yerini, para birliğinin büyük ülkeleri almaya başladı”. Bu ifadeler Almanya’nın Sesi radyosu-DW’ye ait. Radyo böylelikle AB’de süren İngiltere-Almanya rekabetine gönderme yaparak, deyim uygunsa Fransa’nın da yardımıyla Almanya’nın emperyalist politikaları ekseninde yeniden şekillendirilmeye çalışıldığını tespit etmiş oluyordu.
Almanya yakın döneme kadar, sırtında taşıdığı geçmişinden dolayı AB’de yürüttüğü hegemonya mücadelesinde rakipleri karşısında çok daha elverişsiz koşullarda bulunuyordu. Her şey bir yana, geçmiş iki büyük paylaşım savaşlarının anıları komşusu Avrupa ülke halklarının belleğinde hala canlılığını koruyordu. Uzun yıllar boyunca Avrupa halkları için büyük bir tehlike kaynağı olarak görülüyor ve güvenilmiyordu. Mannheimer Morgen Gazetesi’nin son kritik AB Zirve sonuçlarına ilişkin, “Merkel Demir Lady’yi oynuyor, çünkü bu rol konusunda hiç kuşkusuz kendi ülkesindeki insanların da onayını, desteğini alıyor. Ancak Merkel bir noktayı unutmamalı: Avrupa’da hiçbir ülke Almanya kadar komşularının dostluğuna muhtaç değil” şeklindeki ifadeleri de bu güvensizliği dile getiriyor.
Ancak Alman tekelleri sendika bürokratlarının da yardımıyla, işçi-emekçi ücretlerinde son 20 yılda yaşanan yüzde 20’lik reel gerilemenin sağladığı olanaklarla da muazzam karlar elde ettiler. Muazzam bir sermaye birikimine sahip olan bu tekeller, kapitalist dünya krizinin yol açtığı yıkımı kendi emperyalist yayılma politikalarını daha aktif biçimde hayata geçirmenin imkanı olarak görüyorlar. Öyle ki ortalığı kaplayan “Alman yardımı” efsanesi boşuna büyümüyor. Almanya, borçlandırma fonlarını da harekete geçirip Avrupa pazarında en ciddi rakiplerinden olan İtalya ekonomisinin içerisine girdiği krizi ve Berlusconi’nin yıpranmışlığını kullanarak İtalya’yı saf dışı etti. Dahası, Aralık ayındaki AB zirvesinde Sarkozy Fransası’nı da yanına alarak İngiltere’yi de dışladı. Böylelikle de AB’de üzerinde belirgin bir hegemonya kurdu.

AB tekeller için hayatidir

Alman Sanayiciler Birliği Başkanı Hans-Peter Keitel 27 Eylül’de yaptığı açıklamada Yunanistan’a “Büyük görevleriniz karşısında yalnız değilsiniz” diyordu. Bu aynı günlerde, yine aynı birlik ve üyeleri, gazetelere ilanlar vererek, AB para birliğinin “ne pahasına olursa olsun” kurtarılmasını istiyorlardı. Böylelikle AB’nin Alman tekelleri için ne kadar hayati olduğunu gösteriyorlardı.
Ama AB yalnız Alman tekelleri için hayati öneme sahip değildir. Diğer AB üyesi ülkelerinde konuşlu tekelleri için de durum böyledir. Buna kimi konularda Almanya ve Fransa’dan farklı tutum alan İngiltere de dahildir. Örneğin İngiltere Başbakanı David Cameron bir vesileyle AB’nin kendileri için ne anlama geldiğini şöyle açıklıyordu: “AB üyeliğimiz ulusal çıkarlarımız açısından hayati önemdedir. Biz ticaret ülkesiyiz ve ticaret, yatırım ve istihdam için ortak pazara ihtiyacımız var. AB, İngiltere’yi yatırımcılar için dünyanın en büyük ortak pazarına açılan kapı haline getirmiştir. İhracatımızın yarısını ve milyonlarca kişilik istihdamı güvenceye almaktadır.”


2006 rakamlarına göre yaklaşık 500 milyonluk nüfusuyla Avrupa Birliği, dünyanın nominal gayrisafi yurtiçi hasılasının %30’luk bölümünü oluşturuyor. Rakamla ifade edersek bu 16.8 trilyon dolarlık bir pazar demektir. Aynı dönemde dünya nüfusunun 6.6 milyar olduğunu dikkate aldığımızda bu veriler, dünya nüfusunun yaklaşık %7,3’üne sahip olan kıtanın, dünyanın nominal gayrisafi yurtiçi hasılasının %30’una sahip olduğunu göstermektedir. Kısacası AB emperyalist tekeller için hem büyük bir pazar, hem de büyük bir vurgun alanıdır. İngiltere Başbakanı Cameron “AB, İngiltere yatırımcıları için dünyanın en büyük ortak pazarına açılan kapıdır” derken, bir kez daha bu gerçeği dile getirmektedir.
Fakat tam da bu öneminden dolayı AB, emperyalist tekeller bakımından rekabet savaşlarının eksik olmadığı bir birliktir. Alman tekelleri için bu pazara sahip olmak hep hayati önemde olmuştur. zira onlar da “dünyanın en büyük ortak pazarına açılan kapı”dan girerek, dünyanın yeniden emperyalist paylaşımında daha fazla pay almak istiyorlar. Nitekim, Alman emperyalist tekellerinin sözcüleri, Yunanistan’a “Büyük görevleriniz karşısında yalnız değilsiniz” diye seslenirlerken, aslında AB içindeki hegemonya savaşında öne geçme niyetlerini açığa vuruyorlar. Hiç şüphesiz bu aynı zamanda iflas etmek için sırasını bekleyen AB’nin diğer kapitalist devletlerine verilmiş bir mesajdır.

Kapitalist sistemde her şeyin bir fiyatı vardır. İflasa sürüklenen AB üyesi kapitalist devletler için bunun anlamı, alacakları para karşılığında Alman emperyalizminin başını çektiği AB’ye, dolayısıyla da birliğin hakim gücü olan Alman devletine teslim olmaktır.
Aralık zirvesinde Alman emperyalizmi bu isteğine uygun bir yeni siyasa ve hukuksal anlaşmayı kabul ettirdi. Bununla da kalmadı, AB içindeki rakiplerinden biri olan İtalya’yı bertaraf edip, İngiliz emperyalistlerini de kenara itti. Tüm bunları yaparlarken Sarkozy Fransası’nı da yedekleyebildi.

Dışarıda saldırganlık için içeride Naziler’e yaslanıyorlar

Tam da bunlar yaşanırken Merkel hükümetinin 10 yıldan fazla bir zaman önce neo-nazilerce işlenen cinayetlere karşı “savaş” açması boşuna değil. Merkel bu cinayetleri insanlık düşmanı nazi çetelerin işlediğini kabul etti, ancak onun bu tutumu tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Gerçek yaşamda hiçbir karşılığı yoktu. Örneğin, hükümet ortağı CSU’nın Genel Başkanı Horst Seehofer, tam da Nazi cinayetlerinin ayan beyan açığa çıktığı bu aynı günlerde “Alman sosyal sistemine ve göçe karşı kendimizi savunacağız” şeklinde açıklamalar yapıyordu. Seehofer, Bayern eyaletinin başbakanıdır. Nazi çetelerin işlediği cinayetlerin ezici çoğunluğu da bu eyalette işlenmiştir. Ve unutmayalım ki, Nazi çeteler de her daim Seehofer’in “Alman sosyal sistemine ve göçe karşı kendimizi savunacağız” şeklindeki argümanını kullanmaktadırlar.

Dahası Alman tekelci devleti ve polisi hala ve ısrarla neo-nazileri korumaya ve kollamaya devam ediyor. Neo-nazi çetelere her yerde eylem yapmaları, yürüyüşler düzenlemeleri için izin veriyor. Polis koruması altında yürüyüş yapmaları için her türlü kolaylığı sağlıyor. Buna karşın anti-faşist göstericilere karşı şiddet uygulamaktan geri durmuyor. Demek oluyor ki, Merkel’in ve hükümetinin açıklamalarının hiçbir inandırıcılığı bulunmuyor. Çünkü bu Alman ve Avrupa halklarını yanıltmak amaçlı bir orta oyunudur. AB içinde yoğun bir hegemonya savaşı yürüten Alman devleti içeride de gericiliği ve saldırganlığı daha fazla tırmandırmaktadır. Böylelikle de dışarıdaki yayılmacı saldırgan politikalarını uygulamak üzere içeriye çeki düzen vermeye çalışmakta, diğer taraftan da Almanya’nın kötü geçmişine bir perde çekerek yayılmacı politikalar gizlenmeye çalışılmaktadır.

K.Ali